30 Mayıs 2023 Salı

Sözüm Söz!

Olay Amerika’da geçiyor. Adam bara gitmiş, kapıda şöyle bir yazı var:

“Bugün bir tane bira içene, yarın bir bira bedava!”

Adam birasını içmiş, ertesi gün tekrar aynı bara gitmiş. Bedava birasını istemiş. Garson tekrar kapıdaki yazıyı göstermiş:

“Bugün bir tane bira içene, yarın bir bira bedava!”

Adam ertesi gün bir daha bara gitmiş mi, onu bilemiyoruz. Garsonu dövmüş mü onu da bilemiyoruz. Bildiğimiz tek şey, adama barda sahte umut sattıkları!

Çok hoş değil mi, tam da ülkemizin içindeki durum bu. Ertelenen umutlar… “Bugün bedava birayı içemedin ama yarın belki içebilirsin, hatta yarın kesin içersin. Hadi koçum, hadi canım benim, ha gayret!” diye diye, bazen kandıran oluyoruz, bazen de kandırılan oluyoruz. Yuvarlanıp gidiyoruz sonrasında.

Eylem planımız 2 buçuk aşamalı:

1-            1- Geçiştir ve ânı kurtar

2-            2- Sonrasına bakarız

3-            3- Nokta  

İşyerlerinde de durum böyledir. Mesela iş görüşmesinde patron, başvuran adaya işle ilgili sorumlulukları uzun uzun anlatır. Sıra maaşa gelince, olabilen en düşük ücreti teklif edip şöyle der:

“-Sen şimdilik alt limitten başla, sonrasında performansına göre bakarız.” Hâtta

 “’SANA SÖZ’! İşler iyi giderse yıl sonunda prim de alırsın!” diyerek olayı geçiştirmeye ve o ânda kendince kısa günün kârını elde etmeye çalışır.

Eleman, oldu bittiye getirilen bu durumda ne yapacağını şaşırır ve belki de çaresiz olduğunu düşünerek teklifi kabul eder. Sonrasını tahmin edersiniz. O performans hiç yükselmez, o prim hiç ödenmez! Patron ânı kurtarmış, elemanı ucuza kapatmıştır. Bu örnekte kim kazanır? Egemen sınıf!

Anne çocuk ilişkileri de böyledir. Çocuk mesela oyuncak ister. Anne “Önündeki yemeği bitirip uslu çocuk olursan ‘SANA SÖZ’ o oyuncağı alacağım! der. Çocuk yemeği bitirir ama uslu çocuk olmayı bir türlü beceremez ve o oyuncak da gelmez. Çünkü anne çıtayı hep yükseltir, hep yükseltir! Uslu çocuk olmak, adeta gökyüzündeki tanımlanamaz cisimler kadar ulaşılmaz ve soyut bir hedef haline gelmiştir artık. Dile de şöyle bir deyim girer:

“Beni çocuk gibi kandırma!”

 Bu deyime kimse de karşı çıkmaz. Çocuğun birey olduğu, kandırılmaması gerektiği kimsenin aklıma gelmez. Peki bu durumda kim kazanır? Anne, yani yine egemen sınıf.

Sonra mesela bir ülkede seçim olur. “SANA SÖZ” der partinin biri, “SANA SÖZ, hayallerin gerçek olacak, sen yeter ki oy ver” der. Seçmen gider “tıpış tıpış” oy verir. O verilen söz tabii ki tutulmaz. Bilin bakalım bu örnekte yine kim kazanır?

Elbette egemen güç!

O hep kazanır. Peki bu durum değişmez mi? Değişir bence, değişim kişiden başlar.


 Mesela iş görüşmesinde alt limitten maaş almaya zorlanan eleman adayı patrona “Evet” demeden önce “Hayır, alt limit benim emeğimin karşılığı değil, kusura bakmayın, bana hak ettiğim maaşı vermeniz gerekiré!” derse ve  diğer tüm adaylar da böyle yaparsa!

Mesela çocuk,

 “Anne beni hep kandırıyorsun. Çocuğum diye beni oyalama, ver söz verdiğin oyuncağı” derse ve diğer kardeşleri de O’nu desteklerse!

Mesela seçmen, “SANA SÖZ” dedin, “Sözünü tutmadın, beni kandırdın, hesabını vermek zorundasın!” derse ve siyasinin kafasındaki “tıpış tıpış oy verir nasılsa!” algısını değiştirirse…

Not: Sevgili blogdaşlarım; idare edin, modum fabrika ayarlarına dönecek nasılsa, içim hâlâ soğumadı 😊

Sevgiyle kalın.  

 

 

 

 

8 yorum:

  1. Alternatif olamayan bir muhalefetle yola çıkanlar kaybetmiştir. Kaybedeceği de ta başından belliydi. Mucize olur mu diye beklendi. Ama maalesef mucize de olmadı. Olamazdı zaten!..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynı şeye izin verip farklı sonuç beklediğimiz için, yarattıkları illüzyona kapıldığımız için, çok yüksek umut beslediğimiz için hepimiz suçluyuz bence. İtiraz etmemek kolayımıza geldi.

      Sil
  2. Araba kullandığım çok ender bir seferde daracık bi yere park ettiydim, çıkamıyorum. Sürekli aynı manevra yapıyorum, haliyle çıkmıyor oradan. Bizim muhalefetin hali de aynı, sürekli aynı noktada ileri geri. Bana bi adamacağız gel gel dediydi de sonsuza kadar orada ileri geri dönmekten kurtulduydum, muhalefete de bi mantık sahibi el lâzım :/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok doğru bir örnek vermişsin:) Birisinin "gel gel" demesi lazım, sen ben el atsak çoktan toparlamıştık :))

      Sil
  3. bizim ülkemiz için herşey çok erken daha :) önce bir magna carta, fransız devrimi filan lazım, bikaç yüzyıl geçer belki :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok doğru söylüyorsun, altın tepside sunulan demokrasinin değeri ancak bu kadar anlaşılıyor işte :)

      Sil
  4. Kişisel hırsların, koltuk sevdasının sonucu bu bence. Demokrasinin değerini anlamak için illâ binlerce insan ölmesi mi gerekiyor. Onlar öldüğünde demokrasi mi gelecek. Kimlerin menfaat sağladığı aşikâr olan Kürt sorunu adı altında ve muhtelif terör faaliyetleri sonucunda yaşamını kaybedenler az mı geldi. Depremde bile bile ölüme yolcu edilenler yetmedi mi, onların yakınları bütün bunlardan sonuç çıkarabilmesi için daha kaç canlarının gitmesi gerekiyor?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet kişisel hırslar ve koltuk sevdası örümcek ağı gibi her yeri sarmış vaziyette. Politika rant, şöhret, popülarite, ego tatmini gibi kişisel fayda amaçlı yapıldığı sürece, ben artık demokrasinin düzeleceğinden hiç umutlu değilim. Atatürk öyle güzel bir miras bırakmıştı ki oysa...

      Sil