7 Ekim 2024 Pazartesi

Ekonomik Gidişata Karşı Nasıl Ayakta Kalalım?

Hadi bugün alım gücünü falan konuşalım. Ama ahlayıp vahlamadan. Çözüm odaklı yaklaşarak.

Her geçen sene alım gücünün düşmesi, bir mal ya da hizmete ödenen ücretin geçen seneye hatta aya göre pahalılaşması diye bir gerçekle karşı karşıya mıyız?

Evet.

Peki bu her geçen gün daha da pahalılaşan mal ve hizmetlerin kalitesi de aynı oranda artıyor mu?

Hayır.

E bu durumda ne yapacağız?

“Ah, vah… Biz eskiden eskiden, su içerdik testiden. Ne bolluklu zamanlardı, ne bereketliydi. Bir liraya bir kilo portakal alırdık…” şeklinde uzayıp giden nostalji rüzgârına takılıp kalmak bir seçenek tabii ki. İşe yarar mı? Bence geçmişe takılıp kalmanın sonucu fiziksel ya da zihinsel hastalıktır. Bunu ben değil, pek çok uzman da söylüyor. Evet insan ister istemez bugüne göre eski “zengin” zamanları aklına gelince hüzünleniyor. Sonuçta insanız. Ama sağlıklı kalmak için de bu duygu durumunu abartmayıp âna dönmek lazım.

Ânı yaşa felsefesine girmeyeceğim. Zaten konunun uzmanı değilim. Benim derdim, daha çok para verip daha kalitesiz ürün ya da hizmet almakla ilgili… Ne yapmak lazımla ilgili…

Kendine muhalif diyen tv kanalları, ya da sosyal medya yayıncıları her geçen gün alıyor eline bir mikrofon, çıkıyor çarşı pazara “Ay ne kadar pahalı, ay geçinmek çok zor, aman da eski günleri arar olduk…” şeklinde programlar yapıp durumu ortaya seriyor. Tamam anladık da çözüm ne?

Diyeceksiniz ki, çözüm için sistem değişmelidir. Tüketim değil de üretim ekonomisine geçilmelidir. Kaynaklar verimli kullanılmalıdır. Hortumlar kapatılmalıdır. Vs. Vs. Vs.

Bunlara benim de bir diyeceğim yok. Evet zaman içinde bunlar olsun diye bir şeyler yapmak lazım. Seçimlerde mantıklı davranmak lazım. Hepsine tamam diyorum. Ama düzlüğe çıkmak için ne kadar daha beklemem gerekiyor? Sonuçta ben de sıradan bir vatandaşım. Ne gladyatörüm ne de kanaat önderi. O işler bana göre değil. Bana hediye edilen hayatı olabildiğince iyi yaşamaktan başka amacım yok.

Yani derdim bugünümü kurtarmak. Vergimi verdim mi senelerce? Verdim. Kanunlara uydum mu? Uydum. Ben daha ne yapabilirim ? Vatandaş olarak benim yapacaklarım bunlar. Geldiğimiz noktada maalesef koşullar ortada. Suçluyu aramak tamam da, acil çözüm de lazım. 

Durum budur, istersen iç iç kudur ya da yaşamanın yolunu uydur!

 Ne kafiye ama…

Efendim olayı tabiri caizse fazla -cıvıtmadan- esas soruya geliyorum. Bu koşullarda ben; yani sıradan, eskiden orta gelirli olan, şimdilerde gelir skalasını herhangi bir ölçeğe uyduramayan ben ne yapmalıyım? Kimse bana bunun yöntemini göstermiyor. Bütün medya, bütün sosyal medya, kuşatıldığım politik ortam sadece anksiyete yaratmakla meşgul.

Bazıları bu bahsettiğim “muhalif” kanallarda anlatılanları her gün dinleyerek içini şişiriyor. Bense artık bu tuzağa düşmemek için kararlıyım. Çünkü dinleyince bir şey değişmiyor, sadece daha da çaresiz hissediyor insan. O tv ekranında çemkiren adamların ya da kadınların milyonlarca lira kazandığını bilmek zaten onlara inanmamam için başlı başına bir neden. Öte yandan hâlâ Twitter demek istediğim “X” e bakarsak; gerçekten hiçbir şeyin çözümü yok! Çünkü orada da ne kadar etkileşim alırlarsa o kadar para kazanıyor kullanıcılar.  Yani kendi ceplerini doldurmak için veriyorlar gazı sizin benim gibi durumdan rahatsız olanlara… Saçma sapan dipsiz bir kuyuya giriyor, sonra da çıkamıyorsun.

"Bu ahval ve şerait içinde" bazıları yine görece çok paralarıyla çözüm üretmeye çalışıyor.

Örneğin bu yaz tatil için bir Yunanistan rüzgârı esti biliyorsunuz. Sosyal medyada gitmeyeni dövüyorlardı neredeyse. Eski Türkiye’yi yaşamak için, bol bol ve lezzetli yiyecekleri daha ucuza yemek için Yunan adalarını övüp durdular. Ama ne övmek… İyi de güzel arkadaşım; siz Yunan Adaları fiyatlarını Bodrum, Çeşme fiyatlarıyla karşılaştırıp ucuz diyorsunuz. Yahu benim eski Türkiye gündemimde de yoktu ki oralar… Yani bu durumda bir süreliğine cenneti yaşamak için Yunan’a kaçmak da benim gibiler için çözüm değil! Bazıları ise hepten ülkeyi terk ediyor. Tabii ki bu seçeneği de pas geçiyorum.

Pahalılık karşısında bazıları dünyadan umudu kesip bunalıma giriyor ve köşesine çekiliyor. Böyle de olmamak lazım. Bu hayat bize verilen bir hediye çünkü.

O halde ne yapmak lazım?

Ben ne yaptığımı söyleyeyim.

Öncelikle içinde yaşadığım durumu dramatize etmeden ve çok da söylenmeden kabul ediyorum. Yani ben artık dün 5 liraya aldığım kaliteli tişörtü bugün aynı fiyata aynı kalitede alamayacağımı biliyorum. Bu durumu kabul ettim. Bu ilk adım cepte…

“Koyun musun kardeşim?” diyenler olabilir içinizde!

“Koyun musun, sana ne sunulursa susup oturacak ve yetinecek misin verilenle?”

Hatta bazılarınız en sinir olduğum şu klişeyle bile üzerime gelmek isteyebilir:

"Hak verilmez alınır"

Cevap veriyorum; 

“Ne münasebet efendim, öncelikle hak bellidir, verilmek zorundadır. Yıllardır hak verilmez diye diye bu söylemi normalleştirmenizi reddediyorum. İkincisi, ben tek başıma bir şey yapamam canım kardeşim. Varsa mahallede ya da semtimde kafama uygun bir siyasi parti ya da sivil toplum kuruluşu, gider ‘Elimden gelen bir şey var mı? ’diye sorarım önce. Ama bu yapılan şey yine yarınlar için. Peki bugün ne yapacağız?”

Açıkçası beklentimi düşük tutuyorum artık. Elimdekini korumaya çalışıyorum bir de. Örneğin eskiden de çok fazla tekstil alışverişi yapmazdım, şimdi de yapmıyorum. Elimde ne varsa onlar yetiyor. Zaten dolaplar dolusu giysiye gerek var mı?

Eskiden kırk yılın başı dışarıda yemek yer, eğlenirdim. Şimdi koşullar buna müsait değil. Evde yiyorum, eğlenme olayını da tatillere saklıyorum.

Sinemaya gitmiyorum epeydir, evde izliyorum filmleri.

Özel tiyatrolara beş yüz, altı yüz vermek yerine ön sıraları 60 TL’ye satılan Şehir Tiyatrolarından bilet almaya çalışıyorum. Bu sene Süreyya Operası’ndaki ücretsiz konserleri de takip etmeye niyetliyim.

Yorgan ortada, ayağımı dışına çıkarsam, olan bana olur; ayaklarım üşür. Dedim ya, çok hoşuma gitmese de bu durumda  elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. 

Peki ya tatiller?


Tatilden taviz vermemeye çalışıyorum. Taksitle falan bir şekilde çözüyorum o işleri. Geçen sene gittiğim harika otele gitmem bu sene mümkün olmadı mesela. Ben de beklentimi düşük tutarak daha ekonomik ama belli konularda kaliteden taviz vermeyen, yaygın tabirle fiyat/ performans oteline sezon sonu yani eylül ayında gitmeyi tercih ettim. Otele karar vermeden önce sayfalarca yorum okudum. Açtım telefon, misafir ilişkileri müdürüne sorularımı sordum. İçki markalarına kadar hem de… Evet, iyi ki de öyle yapmışım. Bunu da bir başka yazıda anlatırım. Neyle karşılaşacağımı bilerek ve beklentimi düşük tutarak gittiğimden midir nedir, geçen sene gittiğim daha pahalı oteldekinden daha iyi vakit geçirdim bu sene. Çünkü var olan koşullar içinde en iyisini seçmeye çalıştım ve sonuç beklentimin altına düşmedi.

Yurt dışı hayallerim vardı. Avrupa’ya gitmek, en azından Balkanlara gitmek gibi. Hâlâ var ama erteledim şimdilik… Euro 35 küsur lira iken mümkün olamadığına göre ben de pasaportsuz ( evet hâlâ pasaportum yok) ve vizesiz ülkelere, ucuz uçak bileti kampanyaları kovalayarak gidiyorum. Birkaç sene önce gittiğim Ukrayna güzeldi, Lviv ve Karkov’a gitmiştim. Tam Kiev ve Odesa’ya da giderim derken savaş patladı… Hoop başa döndük.

Ben de bu sene mayıs ayında Gürcistan’a Tiflis’e gittim. Düşük bütçeyle keyif alarak gezdim. Biliyorsunuz 13 bölüm yazım var o konuda.  Sırada gideceğim benzer başka bir ülke var bakalım. 

Bu yeni ülke için izlediğim gezi videolarında kibarca “Turistlerin pek de tercih etmediği ülke ehem öhöm…” falan diyorlar. Maksat yeni bir yer görüp kafayı dağıtmak değil mi… Ben şahane bir tatil olacağını düşünüyorum bu yeni rotanın. Bakalım zamanı gelince göreceğiz. Biletimi sekiz ay önce almıştım. Adana uçağından ucuza…

Ne gördüğün değil, nasıl gördüğün önemli…

Yani işte anlattığım gibi bu dönem de böyle geçiyor. Halimize elbette şükrediyorum. Söyleneyim mi, ne yapayım…

Bizden önceki yıllarda insanlar ne dünya savaşları gördüler. Neler neler yaşadılar. Piyanist filminde, Hayat Güzeldir filminde gördüklerimi unutmam mümkün değil. 

İnsanlar karartma zamanlarında evlerinin bodrumlarında toplanıp kısık sesle okuma tiyatroları yaparlarmış. Böylesi dönemlerde sanatsız kalmamak lazım.

 Nostaljiye gelince…

O çok matahmış gibi seksenli doksanlı yıllara “Ne güzeldi” diye güzellemeler yapanları keşke o zamanlara ışınlayabilsek… Seksenler doksanlar çok mu matahtı sanki… Faili meçhuller, karanlık suikastler… Cumartesi anneleri yıllardır boşuna mı seslerini duyurmaya çalışıyor. Sokaklarda silahlı çatışmalar, sonra sıkıyönetim günleri, Kenanlar Evrenler, Turgutlar Özallar, Banker Kastellizedeler, tüp kuyrukları şunlar bunlar…

Evet, demek ki hepsi geçebiliyor.

Demem o ki, bu günler de geçecek. Sadece hafızamızda anılar kalacak…

Üstümüze düşen bir şey varsa yapalım, ama ne olur umutsuzluğa kapılmayalım. Umutsuz eden şiddet görüntülerini paylaşmayalım. Televizyonlardaki mafyalı, şiddet içeren, emek olmadan zengin olmayı marifet sayan dizileri izlemeyelim, izleyenleri uyaralım…

Haber kanallarının genel yayın yönetmenlerine “Biraz da sanattan bahsedin, ücretsiz etkinlikleri anlatın” diye mesajlar yazalım. Ben bıkmadan usanmadan yazıyorum kendilerine, elbet bir gün yazdıklarımdan bıkıp “Belki de doğru söylüyor” diyecekler…  

Yani işte son tahlilde su akıyor, bir şekilde yolunu buluyor.

Varsa ekonomiye direnmenin sizdeki çözüm yolları, paylaşırsanız bilgimiz çoğalır güzel olur.

Ne demiş Nazım Usta;

En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız….

Sevgiyle efenim, sadece sevgiyle…




19 yorum:

  1. Merhabalar.
    Yazınızı okudum. Ne diyeyim. Siz de haklısınız...
    Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim.
    Her şey gönlünüzce olsun. Çünkü siz de gönlünü hoş ve diri tutanlardansınız. Yani umudunu kaybetmeyenlerdensiniz.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben son yıllarda eğer bir sorun ile ilgili elimden bir şey gelmiyorsa o durumun nasıl üstesinden gelirim konusunda epey tecrübe kazandım. Evet umudu diri tutuyorum, bu hep böyle oldu. Çünkü yaşamak için umut lazım.
      Bakalım bu günler de geçince nelerle karşılaşacağız. Umarım her şey güzel olur, kötü günleri unuturuz hep birlikte.
      Çok teşekkürler; selamlar, saygılar 🌺

      Sil
  2. Upuzun yazını satır satır okudum hoşuma gitti :) Bahardı sanırım, simit olmuş 7 lira offf falan diyorum, annemden el cevap: zaten çok büyüktü yarım yarım yetiyordu bize :) o an çok üzülmüş ve sinirlenmiştim… Bu yaz simit 12,5 oldu, aynı tepkiyi vermedim çünkü böyle bir durumda yani simiti mimiti geç, ev kirası temel beslenme ürünlerini düşün, insanlar dünyanın herhangi demokratik bir ülkesinde sokaklara dökülür.. hükümetler düşer.. devrimler olur. Peki neden bizde olmuyor çünkü silivri her mevsim serin ve rutubetli. Cevabı budur. Korkmakta haklılar ama bir noktada tak diyecek bence, köşeye sıkışan hayvanın saldırması gibi olacak… Bakalım dediğin gibi bu ülke neler gördü. Cahit Zarifoğlu’nun biyografisi geçti elime, politik görüşleri ve kişiliği çok bana uymuyor ama 80-90’lar Türkiyesini çok güzel aktarıyordu, neler yaşadı bu ülke. Ondan da yorgun artık, anamı kim alırsa babam odur diye bitir laf vardır maalesef, politik anlamda tüm babalar aynı…. Muhalefet yok çünkü demokrasi sistemiyle yönetilmiyoruz.. E bu durumda da demokratik haklarımız tabii ki yok. Ben de bunu kabul ettiğimden beri artık daha “çözüm odaklıyım”. Misal her yaz 30 gün kalırsam 30 simit yiyen ben (çok severim) bu yaz belki 4-5 defa yedim. Yetti ;) Hatta manasız geldi hergün simit yemiş olmak yıllarca…

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim :) Evet anneniz direkt genlerimize işlemiş, benim anlattığım şeylere benzeyen refleksle yanıt vermiş. Bu ülkede maalesef öyle saçma şeylerle karşılaştık ki yıllarca, Pollyanna refleksi yer etti genlerimizde. Elbette bir simite 12,5 TL vermeyi hak etmiyoruz. Buna karşı çıkılmalı. Ama dediğiniz gibi burası demokrasinin beşiği Fransa değil ki... Ve hangi birine karşı çıkacaksın. Karşı çıkarken yaşayacağın riskler, travmalar, sağlığından olmalar... Çok doğru tespitiniz, "ülke yorgun". Başka türlü olabilirdi her şey, şu anda Avrupa Birliğine girmiş, modern yasalarla özgürleşmiş olabilirdik çoktan... Olmadı, evet üzülmüyor muyuz, elbette üzülüyoruz. Ama dediğim gibi nereye kadar... Bu nedenle artık "çözüm odaklı" olmayı seçtim. Ben Gezi'de çok heyecanlanmıştım, çok umutlanmıştım. Mahallemize Panzer, bakın panzer diyorum Toma falan değil, girdiğimde yaşadığım anksiyeteyi unutamam.. Kalbim küt küt atıyordu. Hiç unutmuyorum aktara gidip kantaron çayı almıştım sakinleşmek için...
      İşte bu nedenle de "çözüm odaklıyım" artık.
      Bu dönem böyle geçecek ve umarım daha iyi günler göreceğiz. Umudu diri tutmaktan yanayım hep. Toplum içinde karşılığı olan yenim politik isimlere güvenmeyi seçiyorum. Dediğiniz gibi bu aralar simidi yarım yeriz, ama ruh sağlığımızı tehlikeye atmayız, her şeyin güzel olacağına inancımız tam :)
      Sevgilerimle 🌺🥰

      Sil
  3. aldığımız her şeyi daha az az alacağız, pahalılıkla savaşmak için. pahalı olanları da almıcaz yapmıcaz. iki domates, en ucuz peynir, pazardan en ucuz sebzeler :) sürekli küçülüp masrafı iyice azaltcaz :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Napalım Sevgili Deep sen söyle :) Zaten şişirilmiş saçma bir bolluk ekonomisi vardı yıllarca. Minimalist yaşam huzurdur :) Hem kilo kilo aldığın domateslerin yarısı çürümüyor muydu :) 🥰🌺

      Sil
  4. Bazılarına hak verdim bazılarına hak veremedim. Amma ne yapacaksın çaresiz hale düşünce elimizdeki ile ne yapabiliriz moduna geçiyoruz.Tabii ki herkes çok daha iyisini ve kalıtelisini yaşayıp , yiyip içip gezebilmeli. Oysa artık ya çok çok zenginler var yada fakirler. Fakirleştikçe de kısmaya , şükretmeye yönlendiriliyoruz. Bunu oy verip bunları başımıza getirenler yüzünden hep beraber yaşıyoruz. Haberleri dinleyince benimde içim şişiyor bizi doldurup duruyorlar ,kendileri kazançlarına kazanç katıyor. Muhalif değil yandaşları dinlemeyi de tercihlerimiz arasına katabiliriz çünkü o tarafta din, iman, hayat güzel , öbür tarafta rahat edeceğiz duygusu ile bu dünya idare ediliyor. Her gün yeni bir facia her gün yeni bir vahşet iyi bir şey duymamıza fırsat yok. Kendi kabuğumuza çekilirsek belki rahat ederiz yani o da iletişimin tavan yaptığı bu dönemde çok zor.
    İşimiz zor, allah hepimize kolaylık versin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında bu söylediğim şeyler ayakta kalma içgüdüsünün yansıması. Elbette böyle olmasını bilerek ve isteyerek biz seçmedik. Yanılmıyorsam Sokrates “Bir toplumda cahillerin sayısı bilgelerden çoksa orada demokrasi olmaz” demiş. Sonuçlarını görüyoruz hep birlikte. Söyleyecek çok şey var da söyleyince bir şey değişmiyor maalesef.
      Geldiğimiz noktada hayat standardımızı çok fazla düşürmemeye çalışarak kendimizce önlemler alıyoruz. Ha bu böyle gider mi… Bence gitmez. Açıkçası güzel günler göreceğimize dair umutlarımı koruyorum.
      İletişim çağında dediğiniz gibi kendimizi bu berbat haberlerden korumak pek de kolay değil. Ama ben çoğu haberin de manipülasyon amaçlı yayıldığını düşünüyorum. Hemen hemen her habere “yayın yasağı” geliyor da son zamanlarda neden cinnet, cinayet, vahşet haberlerine yayın yasağı gelmiyor?
      Birçok insan bu haberleri iyi niyetle de olsa paylaşarak güvensiz ve negatif bir ortam yaratılmasına katkı sunuyor.
      Ben böyle olmamayı tercih ediyorum; önce kendi bakış açılarımızı değiştirerek el birliği ile iyiliği ve güzelliği yayabiliriz.
      Umut hep var, olmalı…
      Sevgiyle 🌺🥰

      Sil
  5. Bizim coğrafya kitlesi bu işi çözmüş durumda, üst mahalleler dahil herkes, upuzun sahilin kendine en yakın yerine yürüyor, katlanır sandalyeler ve masalar kol altlarında, nevaleler evde hazırlanmış, dileyene midyeciler; eskiye göre ciddi pahalı olsa da (son fiyatıyla bir tane midye 13 TL) mevcut. Param çok diyene mekânlar hazır ve bundan önceki iki başkan sayesinde kilometrelerce uzayan ve halkın hizmetinde, duşları tuvaletleri pırıl pırıl, alabildiğine plaj. Müzikse müzik, ağaçsa ağaç, upuzun iskelede balık tutmak serbest.... Lakin eve dönünce ruh halleri mevcut ülke durumu ile yüzleşince ne hale geliyor aynı kitle onu bilmiyorum. Ama eminim ki nüfusun bu kısımda yaşayan çoğunluğu, böyle çok iyiydik, kış sakın gelmesin diyordur... En azından açlıktan ölünmüyor ve o yaz duygusu okullar açılana kadar herkese iyi geliyor, semaverler sayesinde evde su tasarrufu sağlanıyor, şampuanlar sabunlar yanda taşınabiliyor. :) Bizim coğrafyada durum budur yani, sinema salonunda son izlediğim filmde ben dışında kimse olmasa da...:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şahane anlatmışsınız, keşke böyle sahiller her yerde yayılsa 😊 Aslına bakarsanız kapitalizmi ortadan kaldırınca paraya pek ihtiyaç da kalmaz.
      Herkesin evinin arkasında eskisi gibi bahçesi olsa, bahçesinde tavukları olsa; domatesini biberini yetiştirse; meyve ağaçlarından kopardığı taze meyveleri yese; anneler eski paltoları ters yüz ederek bir sene daha giyilmesini sağlasa; kazaklar elde örülse; devletin bedava sinema salonlarında filmler izlesek; halk kütüphanelerinden karşılasak kitap ihtiyacımız; ve eskiden olduğu gibi devletin Tekel fabrikalarından ucuz alkol temin etsek çok paraya da ihtiyacımız olmazdı ki 😊
      Kapitalizm önce sahte bir bolluk yarattı verdi, verdi, herkesi çılgın tüketime alıştırdı. Şimdi de verdiklerini geri alıyor, keyif onun değil mi, ipler onun elindeyken kuklalara kim senaryo yazabilir…
      Sevgiyle efenim, umudumuz bitmez asla 🥰🌺

      Sil
  6. Gelir kısmında bir değişiklik olmuyorsa gider kısmında yapılabilecek her tasarruf edilmeli,istekler ihtiyaçlar ayrıştırılmalı sizin tatil ihtiyacınız gibi.marketlerde çok fiyat farkı oluyor özellikle bozulmayacak ürünleri araştırıp toplu almak daha mantıklı.o ah vah diyen sunucular bana da samimi gelmiyor .elinize sağlık güzel paylaşım için

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet rasyonel olmak tam da sizin söylediğiniz gibi bir şey. Evet ülkenin durumu düzelene kadar yapılacak en doğru adımlar bu ve benzerleri. Bunu kabul etmekten başka çare var mı... Teşekkürler, sevgiler 🥰🌺

      Sil
  7. Yazı uzun ama keyifle okudum. Güldüm de çok yerinde.
    İBB'den Gezi'ye katıldığım için atıldığımda işe iyi yanından baktım ve artık o çok sevdiğim benimsediğim STK eylemlerine ve parti toplantılarına doyasıya katılırım diye düşündüm.

    Adını vermek istemediğim bir büyük önemli STK toplantısına gittim yaklaşık 1000 kişilik salondu.

    Onlar sahnede ağladı vaziyet şu b...vaziyet bu
    Ben bekledim
    "eee?"
    "E si Allah"
    ben umarım bacımdan, bacım ölür acından şeklinde bir anadolu sözünü yad ederek salondan çıktım
    Öğrendim ki umudu yitirmeyeceğiz ama bunlar -bu insanlar umut değil.

    Çözüm mü (bahsettiğin konuda)
    Hibrid-online ek işler bana göre.
    Yaşam kalitemden kısmayı reddediyorum.

    Bu ömrümde de ..diğer ömürlerimde de!

    Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, keyifle okumanıza çok sevindim :) Ne güzel bir Atasözüymüş, ben ilk kez sayenizde duydum. "Ben umarım bacımdan, bacım ölür acından..." Tam da duruma uygun. Şöyle gözü kapalı güvenilecek, güvenildiği için destek olunacak bir STK yok maalesef. Yaşam kalitesinden kısmayı kimse istemez, ben de istemiyorum. Ama koşullar gerçeği bütün soğukluğuyla karşımızda...Ek iş yapmak, daha çok çalışmak da bir anlamda yaşam kalitesinden taviz vermek değil mi.
      Bazı şeyler biz fark etmeden hayatımıza giriveriyor. Mesela markette meyve fiyatlarına önceden hiç bakmazdım, farkında olmadan etiket okuma alışkanlığı gelişmiş. Bilemiyorum, keşke bu yaşananlar bir rüya olsa da uyanıversek ne tatlı olurdu
      Ne diyelim, güzel günlere bir an önce, sevgiyle... 🥰🌺

      Sil

  8. Öncelikle geç yayınladığım için özür dilerim, sonradan yazacağım bir gezideydim. Ve yorumunuz için teşekkürler 😊
    Sizin de belirttiğiniz gibi, bu yaşanılan kötü durumlara kendimizce bulduğumuz çözümlerin tamamı aslında yaşam kalitemizi düşürmek. Ve gerçekten de zoraki seçenek. Alternatif yok çünkü. Zaten çalışma koşullarının zor ve saatlerinin uzun olduğu ülkemizde insanların ek iş yapmaya yöneltilmesi ise sömürünün bir başka türü.
    İşin en kötüsü ise herhangi bir vasfı olmayan, sadece verilen talimatları yerine getiren insanlara verilmesi gereken “asgari ücret” kavramının yaygınlaşması. Vasıfsız ve tecrübesiz birine verilen 17 lira ise, tecrübeli ve vasıflı birine 30 lira bilemedin 40 lira uygun görülmesi... Diğer tarafta da dediğiniz gibi ultra lüks yaşamlar… Toplum resmen kastlara bölündü.
    Bugün örneğin yeni mezun bir mühendisin tek başına ev tutup yaşam kurması neredeyse imkânsız hale geldi. Hal böyle olunca ister istemez herkes kendini, geleceğini düşünmek zorunda kalıyor. Ortak refleks ve kaygılar dediğiniz gibi arka plana atılabiliyor.
    Ben yine de umudu yitirmemek tarafındayım. Bir lastik topun dibe vurup zıplaması gibi bir şeylerin değişeceğine inanıyorum. Bu dönemi yazıda da belirttiğim gibi gerçekçi temelde değerlendiriyorum. Evet tüketim alışkanlıklarım kendiliğinden değişti, bazı şeyleri artık eskisi kadar hesapsızca yapamıyorum. Ama bunalıma da girmeden alternatifler üretmeye çaba gösteriyorum. Çünkü yaratılan umutsuz, mutsuz ve çaresiz toplumları yönetmek çok daha kolay gelir bir zihniyete…
    Yıldızı parlayan bir lider adayı olduğunu düşünüyorum, bir gün içinde güneş yeniden doğabilir inancındayım… Zaman gösterecek
    Sevgiyle

    YanıtlaSil
  9. Hakkını vererek yazılmış bir yazı okudum, elinize sağlık. Aslında yaşadığım yıllar boyu, idare etmenin genlerimize yerleştiğini hatırladım. Orta halli ailenin çocuğu olarak, annemin evden çıkmadan sıkı sıkı sokakta bir şey istememizi tembihlediği günleri. Ama eve gelince de muhterem kadının bir şeyleri yoktan var ettiğini de hatırladım. İyi ki çalışır, bolca kazanırken yurtdışı gezilerimi halletmiş, en iyi yerlerde yiyip içmiş ve konserlere, tiyatrolara, festivallere gitmişim diyorum. Bundan sonrasında dediğiniz gibi minimal yaşam ve kendi sınırlarımdaki güzel şeylere-kişilere odaklanmak olacak.
    Bazen umutsuzluğa düşsem de, evet bunlar da geçecek !
    Sevgiler :) @>--------

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim yorumunuz için. Çok güzel bir çıkarımda bulunmuşsunuz.
      “İdare etmenin genlere işlemesi” Gerçekten de öyle. Benzer geçmişimiz var. Ben de orta halli memur ailesinin çocuğu olarak her şeyin idareli kullanıldığı bir evde büyüdüm.
      Çalışırken on beş gün üst üste izin aldığım sene neredeyse olmadı. Hal böyle olunca bazı yurt dışı hayallerini erteledim o zamanlar, ama bir hafta da olsa güzel tatiller yaptım. Sizin de dediğiniz gibi iyi ki o güzel tatilleri yapmışım, iyi ki dışarıda yiyip içip eğlenmişim, iyi ki konserlere tiyatrolara gitmişim diyorum şimdi. Aynı noktadayız; çok fazla standartlardan taviz vermeden minimal yaşam… Bu günler geçecek elbette, umarım çabuk geçer ve yeniden ülkece birlikte olmanın, kalkınmanın, güzel başarıların keyfini süreriz.
      Sevgiler… 🥰🌺

      Sil
  10. Yazıyı okuyunca ekonomik zorluklar karşısında elimizden gelenin en iyisini yapmak gerektiğini daha iyi anladım.

    Harcamaları sınırlamak, tasarruf etmek ve borçtan uzak durmak gibi öneriler pratik ve uygulanabilir görünüyor.

    Dayanışmanın vurgulanması da önemli; bu tür dönemlerde gerçekten bir araya gelmek, yardımlaşmak insanlara moral ve güç veriyor.

    Özellikle "ufak adımlar bile fark yaratır" ifadesi, krizi yönetme çabalarının umutsuz olmadığını hatırlatıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz için çok teşekkür ederim. Önerileriniz çok güzel, ve evet dayanışma vurgunuzu da tam yerinde olmuş. Umarım bu günleri hep birlikte çabucak atlatırız, sevgiler... 🌺

      Sil