4 Haziran 2024 Salı

Tiflis Gezi Hikayem #4- İkinci Gün Nereleri Gezdim

Sevgili Günlük,

Tam anlamıyla Tiflis'de geçirdiğim ilk günü 19.042 adımla noktalamış muzaffer bir komutan edasıyla tekrar merhaba efendim. Evet bazen tam beş gün market için bile evden çıkmayan, 1000 adım atınca kendini maratoncu gibi hisseden bünye için elbette zorlayıcı bir “meydan okuma” oldu bu durum. Allahtan Tiflis'i inşa ederken benim gibileri düşünmüş olacaklar ki; neredeyse her yere, sokak kenarlarına, ağaç kenarlarına, elbette onlarca parka oturup dinlenmek için banklar, tahta oturaklar yapmışlar. "Teşekkürler Süperman" diyesi geliyor insanın, o derece memnun oldum yani bu durumdan.

Tiflis Sokakları


 Börekçi ve Hintli

Öğlene doğru çıkıyoruz evden. Tabii henüz bir gece geçirdiğimiz için evde yiyecek bir şey yok, dışarıda kahvaltı yapacağız. Hem bir bakalım, bu şehrin kahvaltısında neler varmış. 

 Old Town’a doğru yürürken birkaç kişinin ellerinde sıcak olduğu belli börekler görüyoruz. Bu börekçi mutlaka buralarda bir yerde olmalı. Evet bingo; ağaçların altında iki küçük masa ve hamarat olduğu her halinden belli bir kadının işlettiği minik sevimli fırın büfeyi görüyoruz. Yağmurlu güne yakışan güzel bir tesadüf oluyor. Vitrindeki her böreğin etiketinde içindekiler İngilizce de yazıyor. Ben bean (fasulye) olan vejeteryan böreği tercih ediyorum. Sallama siyah çay da var, oh mis… Bir Türk turist daha ne ister! Hamur bildiğiniz milföy, lezzetli. İçindeki fasulyeleri kıyma formunda küçültmüşler. Bir iki ısırık aldıktan sonra bu fasulyeler bana sentetik gelmeye başlıyor, dedim ya yemek konusunda değişik biriyim. İçini ayıklayıp böreğin sadece dışını yiyorum. Nasıl bir börekse o, öyle bir doyuruyor ki, akşama kadar acıkmıyorum. Büfe çok sevimli, gelen geçen turistler hep oradan börek alıyor. Sonraki günler anlıyorum ki o civarda başka börekçi de yokmuş zaten…

Yan masada Hintli olduğunu düşündüğüm bir çocuk var. Aynı masada oturan sarışın turiste öyle bir dikiyor ki gözlerini, gerçekten ürkütücü. Sanki masadan kalkıp kızı kolundan tutup atına atıp kaçıracakmış gibi hem de… Ben böyle bir bakış gerçekten görmedim daha önce. Neyse ki kız ciddiye almıyor da olay falan çıkmıyor.

Garip bir şekilde bu şehirde çok Hintli olduğunu fark ediyorum. Old Town’un en güzel yerlerinde birkaç Hint restoranı da görüyorum. Bazı sokaklarda yürürken, bana hiç de iyi gelmeyen baharat kokusunu hissetmekten rahatsız oluyorum açıkçası. Bahane vermek gibi olmasın, aramızda Hintliler varsa alınmasın ama, o koku hafızama öyle bir yer etmiş ki, bu yazıyı yazarken bile bir ürperme geliyor üzerime, o ne keskin kokudur arkadaş!

İlk gittiğim restoranda da hissettiğim sarımsaklı bir sos kokuyor bir de bazı restoran girişlerinde. Sarımsak soslu özel bir tavuk yemekleri olduğunu öğreniyorum sonra. Sarımsağı çok severim ama bu kokan sos hiç benlik değil…

İkinci Gün Nereleri Gezdim?

Hangi caddeleri gezdiğimi  tam söyleyemem ama yaklaşık 12 km. yol yürümüşüm. Şehir bir şekilde akıyor ve sürüklüyor insanı.

 Rustavelli Caddesi’ne gidiyoruz öncelikle. Özgürlük Meydanı’nın tam dibinde. Caddenin üstü, meydan, yani her yer kırmızı beyaz püsküllerle süslenmiş. Havaalanında görmüştüm, 26 Mayıs, bağımsızlık günüymüş, o yüzden bayram olarak kutlanıyormuş.

Opera Binası ve bahçesi

 Gürcistan Bayrağı rengindeki bu püsküller o güne hazırlık için olsa gerek. Biz olsak her yeri bayraklarla donatırız, onlar ise daha neşeli olan bu püsküllerle donatmışlar sokakları. Çok da güzel olmuş bence.

Rustavelli Caddesi’ne bayılıyorum. Geniş kaldırımlar, devasa Sovyet tarzı binalar var. Bakanlıklar, Opera Binası, Müzeler… Ben seviyorum bu tür caddeleri. 

Rustavelli’den çıktıktan sonra karşımıza gelen başka bir sokağa sapıyoruz. Ağaçlardan gökyüzünün görünmediği bir sokak burası. Her yer yeşile boyanmış sanki, asırlık ağaçlar…

Tiflis Caddeleri

Bu şehirde caddeler değiştikçe kimlik de değişiyor. Bir sokağa giriyoruz cumbalı, tahta oymalı, biraz Karadeniz mimarisini andıran evler ve caddenin diğer yanında abartmıyorum, bildiğimiz orman var.

 Cadde girişinde bir kilise.

 Birkaç kişinin çıktığını görünce biz de giriyoruz kiliseye. Mavi resimler beni benden alıyor, görevli de yok, çok mütevazı bir yer, dua etmek geliyor içimden. Kiliseden huzur içinde çıktıktan sonra yürümeye devam ediyoruz.

Bir tarafımızda derin bir orman, bir tarafımızda ise E-5 gibi hızlı hızlı akan arabalar… Bir üst geçite çıkıyoruz sonra. Bildiğiniz şehirlerarası yol gibi kıvrımlı, üzerinde vızır vızır trafik… Bu araba üst geçidinin sol yanında bir kişinin yürüyebileceği genişlikte yaya yolu yapmışlar. Oradan devam ediyoruz yürümeye. Tiflis’deki en büyük maceram budur sanırım. Şehrin merkezinden uzakta, otoban gibi bir yerde yürümek… Bizden başka hiç yaya yok, bir bisikletli geçiyor sadece. Kıvrımlı üst geçit eğimi alçalarak bir yolla kesişiyor nihayet. Öylece bitiveriyor, tedirgin bir şekilde hızla geçen arabaların arasından karşıya yürüyoruz. İnsan bir yaya şeridi falan bekliyor ama yok. Tiflis bu anlamda standartsızlıklar ve sürprizler şehri bence. Mesela bir alt geçidin merdivenlerinin kolçağı yarıda bitebiliyor... Bu şehir çok güzel, ona hiç bir lafım yok. Ama bebek arabalı kişiler, tekerlekli sandalyeli kişiler, tutunmadan merdiven çıkamayanlar için büyük bir kabus burası... Her yerde anlamsız merdivenler, girintiler, çıkıntılar... Bazı kaldırım taşları yerlerinden oynayabiliyor, ya da önünüze bakmazsanız geniş delikli bir mazgala  ince topuğunuz sıkışabilir. Tamam ben de ağaçlara hayranım ama bir kaldırımı bir ağaç işgal edebiliyor, ve bu duruma çok sık rastlanıyor.  O kaldırımı genişletmeyi düşünmemiş kimse...

Yeni şehir bölgesi, Rustavelli ve zenginlerin oturduğunu tahmin ettiğim yerlerde ise oldukça geniş kaldırımlar ve yollar mükemmel elbette. Buralarda yürümek oldukça keyifli. Şahane rampalar var, yürümek daha kolay. Ama şehrin kalanı bu anlamda gerçekten çok zorlayıcı. Kaldırımların abuk sabuk olması nedeniyle eski şehir bölgesinde yolun ortasından gitmekten başka çaresi yok bazı insanların. Şehrin şahane dokusunu bozmadan bu sorunlara bir el atılsa hiç fena olmaz bence...  

 Oradan yürürken yürürken, Marjanishvili denilen, Türk Caddesi olarak da bilinen caddeye ulaşmak şahane oluyor.

Marjanishvilli’de Nefis Türk Yemeği

Marjanishvilli’ye girince kaldırımlar birden genişliyor, yerdeki eciş bücüş taşlar düzeliyor. Binalar 3 katlı ve her biri birbirinden şık. Soft pembe, mavi, ekru renkleri beni benden alıyor. Bankalar dizilmiş, İş Bankası gözüme çarpıyor hemen. Neredeyse akşam olmak üzere, çok açım. Şöyle güzel bir Türk yemeği olsa diyorum. "Dün bir bugün iki, hemen mi özledin" derseniz evet, özledim. Çünkü evrensel bir damak tadım yok benim. Ukrayna’da her gün dışarıda yemiştim, çünkü şahane et restoranları vardı, pideleri muhteşemdi, pastahanelerinde çok güzel kahveler ve pastalar vardı. Maalesef Gürcü haçapurisi ve hamurları ile ancak bir gün idare edebildim.

Türk restoranları var pek çok, girip çıkıyoruz hiçbiri içimize sinmiyor.  Çoğu da boş... Nihayet bir tanesini sezgisel olarak beğeniyorum, içerisinin dolu olması benim için artı puan. Sezgilerime de teşekkür ediyorum, şahane bir yer çıkıyor “AnkaraStyle” restoran. Bu cadde üzerinde bir de Ankara Restoran var, aman diyeyim karışmasın, Ankara Style bir efsane çıkıyor cidden ve midem de bir güzel bayram ediyor.

Mercimek çorbası mis gibi. Pilav üstü döner enfes. İstanbul’da ne zamandır bu kadar güzelini yememiştim. Dolama tatlısının içi silme ceviz dolu. Üzerine içtiğimiz cam bardaktaki taze çayları da ikram etmişler üstelik. Masaya ücretsiz getirilen ekmek, kenardaki kürdan ve karabiberlik, tuzluk, lezzete gösterilen özen… Gurbetçi işi değil, gerçekten Türk usulü her şey ve fiyatlar da oldukça makul.  Helâl olsun bu işletmeye gerçekten de tam bir Ankara Style diyorum.

Doyunca oh, bir rahatlama geliyor üzerime. Kaldığımız eve maalesef uzakta bu cadde, yoksa hiç tereddüt etmeden her gün gelip yemek yerdim. Camekandaki çeşitli sulu yemekler de gayet lezzetli görünüyor gözüme…

Meşhur Fabrika Hostel

Tiflis’le ilgili her yazıda ve vlogda şiddetle tavsiye edilen Fabrika Hostel’e geliyoruz karnımız doyunca. Buraya yakın.  Bir tekstil mühendisi olarak eski iplik fabrikasının dönüşmesine elbette içim burkuluyor ve keşke fabrika olarak kalsaydı diyorum ama, en azından çok güzel bir şeye dönüştürdükleri için seviniyorum. Burası bir AVM de olabilirdi neticede…

Fabrika hostelin avlusu

 Dünyanın her yerinden gelen gezginlerin uğrak yeri özel bir yer olmuş gerçekten de burası. İçeride bir koltuğa oturup saatlerce yayılsanız bile kimse sizi bir şey yiyip içmeniz konusunda zorlamıyor. Gerçi içerideki içkiler Fabrika’nın avlusuna göre daha pahalı.

Fabrika Hostelin Oturma Alanı

Avluda 5 Lari olan biraya içeride 15 Lari almaları biraz üzse de gerçekten de güzel bir konsept yapmışlar. Fabrika’nın avlusunda pek çok bar var. Baskı atölyesi, film stüdyosu gibi konsept mekanlar var. Duvarlar grafitilerle süslü. Etraf cıvıl cıvıl kalabalık. Dünyaca ünlü bir hostel, ama kalmak için değil takılmak için de gelinebiliyor. Öğrenci olsam oradan çıkmazdım herhalde.

O kadar yoruluyoruz ki, dönüşü Bolt çağırarak yapıyoruz, zaten yağmur da başlıyor şakır şakır yağmaya.

Tiflis, sen ne sürprizli bir şehirsin…

 DEVAM EDECEK….


10 yorum:

  1. Yanıtlar
    1. Evet, Tiflis'e yolunuz düşerse bana göre lezzetli olan Türk yemeklerini tadabilirsiniz burada, ama umarım sizin damak tadınıza uyar, sevgiler 🌺🥰

      Sil
  2. hint yemekleri ah ah acılı ve nefis yaaa :) çin de :) ha haaa demek türk yemeklerini daha çok sevdin orda :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaa deme öyleee, acı sınırları benim için Adana'da bitiyor sanırım :)) Adana acıları en azından tanımadık kokmuyor :)) Evet sen git Kafkasya'ya Türk yemeği beğen gel :)) İşte bu benim, tam da bana yakışır 😂😎

      Sil
  3. Sen baharat dedikçe benim bir şubedeki sürekli baharat kokan kadından kaçma çabalarım geldi aklıma. Allahım o nasıl bir kokuydu üzerine yapışan...

    Güzel bir restoran keşfetmek ne harika oluyor, değil mi ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar

    1. Evet yaa, zor bir şey gerçekten de. Dönüşte havaalanında otururken arkamda Hintli bir aile vardı. Yer de değiştiremedim ama biran önce gitsinler diye dua ettim 😊
      Güzel restoran keşfedince güzel olmaz ı 😊 Kim ne derse desin, midelerin mutlu olması lazım, özellikle tatildeyken 😊 Ben şöyle Kafkas müzikli güzel bir akşam yemeği yiyemediğim için üzgünüm, vardı bir iki müzikli restoran ama menüde haçapuri olduktam sonra müzik olsa ne olur olmasa ne olur
      🌺🥰

      Sil
  4. Tiflis'e gideceksem bu paylaşımlarınızı tekrar ziyaret etmem gerekecek sanırım. :)
    Sonunda güzelce doymuşsunuz, sevindim buna. O civarda başka börekçi yokmuş cümlenize az gülmedim. Ne güzel, tek börekçisin, rakibin yok, gelsin müşteriler. :)))
    Enfes anlatım ve ben yazının içinde kayboldum. Bir sonraki bölümü de aynı keyifle okuyacağımdan eminim. Teşekkür ediyorum bu değerli paylaşımınıza.
    Görüşmek üzere...😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar

    1. Dükkân sizin efenim, faydalı olabilirsem ne mutlu bana 😊 Evet çok güzeldi Türk yemekleri, iki günlük mutsuz yemeklerden sonra midem bayram etti gerçekten de 😊
      Ya sormayın küçücük dükkân bence de para basıyordu, yenebilecek en doğru kahvaltılıklar ondaydı. Haçapuriden bıkan benim gibi pek çok turist için çölde vaha gibi bir yerdi. Milföy hamuru börekleri güzeldi, çay da vardı daha ne olsun 😊
      Çok teşekkür ederim bu samimi yorumunuz için, çok teşekkür ederim, sevgilerimle…
      🌺🥰

      Sil
  5. Mutfak açısından çok iyi görünmüyor sanki. Ankara style ı ben de not alayım. Olur da bir gün yolumuz düşer belki.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yani peynir, hamur, tavuk ve karman çorman meze sevenler doyar da bana hitap etmedi diyelim :) Ankara Style çok iyiydi evet. Bir de son bölümlerde anlattığım tesadüfen bulduğum taş fırında pizza yapılan "Pizzeria Paradiso"yu da not alın bence... 🥰🌺

      Sil