28 Temmuz 2024 Pazar

Buzlar Kraliçesi ile İmtihanım...

Bazen zamanı algılayamazsın, sonra bir de bakmışsın ki epey geçmiş!

Altı yıl önce çok sevdiğim birinin düğün törenine katılmıştım. Ama işte öyle böyle değil; çocukluğunu bildiğim, içtenlikle yeğenim gibi sevdiğim, çok özel biri benim için. Düğünleri sevmesem de O’nunkine katılmıştım. O günlerde beni yaralayan, zaman içinde içimde küllediğim bir anı maalesef Buzlar Kraliçesi’nin yaz sıcağında estirdiği soğuk rüzgarlar sayesinde tekrar canlandı!

Fotoğraf çekilme merasimindeydik. Ben de nasıl denk geldiyse gelinle damadın ortasına düşmüşüm. Çok sevdiğim damattan hiç unutamadığım şöyle bir tepki geldi;

“Lütfen seni kenara alalım; eşimle aramıza kimseler giremez…”

Gayrı ihtiyarî çok irkildiğimi, sanki başımdan aşağıya bir kova buz dökülmüş gibi hissettiğimi dün gibi anımsıyorum. Hemen refleks olarak yana çekilmiştim. O fotoğraf nerede bilmiyorum; belki de hiç almadım. Muhtemelen suratımda buzların etkisi olmuştur poz verirken. Ve aslında çok yaralayıcı bu cümlenin; aramızdaki bağların gelecekteki durumunu özetleyeceğini altı sene sonra gözlerimle görmüş oldum bu ziyaret sırasında.

Aradan geçen sürede değil aralarına girmek (Fotoğraf çekilirken böyle bir uyarıyla karşılaşmak, herhalde dünyanın en incitici anlarından biri olmalı. Kötü kaynanaya bile yapılmayacak soğuk bir şaka gibi…) Ne zaman aklıma gelse, hadi o ânın duygu seliydi, falandı filandı diye üzerinde durmamaya çalışsam da etkisinden kurtulmak pek de mümkün değil böyle bir tepkinin… Ben yetişkinken kendisi çocuk olan ama buna rağmen çok iyi dost olabildiğim, kimselere anlatmadığım iç dünyamın en azından yarısını açabildiğim birinden gelen yaralayıcı tavır ne de olsa! Âşıkların kavuşma coşkusu deyip küllemiştim bu cümleyi. Nereden bilecektim “Buzlar Kraliçesi”nin o külleri tekrar karıştıracağını ve buz gibi ama kor alev etkisi yapan tavırlarıyla yüreğimi acıtacağını…

Aradan geçen o altı senede evlerine hiç gitmedim. Çocukları oldu, güzel bir hediye sepeti gönderdim. Arada ufak tefek de olsa bir iki hediye göndermişliğim vardır; en azından yılbaşında kart göndermişimdir. O, araya fotoğraflarda bile kimsenin girmesine izin verilmeyen eşten en küçük bir teşekkür dahi almadım bunca sene. Bir yılbaşı kutlama mesajı almadım, ya da yeni yıl dileği almadım. Beni tanıma çabası da olmadı. Mesela sosyal medyasına defalarca yorum yazdım. O, çok nadir yanıt verdi. Yüzlerini görmediğim blog dostlarımla olan diyaloğum, kendisiyle olan diyaloğuma göre kat be kat daha samimidir, gerisini siz düşünün. Mantık olarak insan tanımadığı birini sevmemezlik edemez! Tanıdı da sevmedi der geçerim öbür türlü. Zaten ben de vıcık vıcık iletişim kuran biri değilim ki! Ayda yılda bir görüşüldüğünde güler yüz gösterse yeter de artar bile bana… Özel hayata saygım vardır, insanları rahatsız etmemek gerektiğini bilirim. Sadece samimiyet olsun, azıcık güler yüz olsun; başka beklentim olamaz…  Büyük konuşmuş gibi olmayayım, Evren beni yanlış anlamasın ama bu saatten sonra evlerine gitmek de istemem. 

Neyse işte altı sene sonra bir vesileyle karşılaşacağımız için sevinçliydim. Çocukları dört yaşına gelmişti. Çok heyecanlı olacaktı benim için bu süreç. Aşk dolu bir ilişkileri olduğunu hayal ediyordum. Dünya tatlısı çocukları da muhtemelen sevgi pıtırcığı gibi bıcır bıcır bir şey olmalıydı…

Hayaller ve gerçekler…

Nihayet beklenen an geldi, dile kolay altı sene sonra…

Kapıdan girdiler, çocuk direkt bir köşeye attı kendini ve nedensiz yere bağırmaya başladı. Annesinin huzursuzluğunun çocuktaki yansımasının yüksek sesle bağırmak olduğunu sonradan anladım. Aslında çocuk gayet tatlı ve mutluydu iç dünyasında. Keşke bu küçük insanı tanımak için annesi daha fazla alan açsaydı bana…

Sadece gelinlikle gördüğüm kişiyle nihayet tanışıyordum. Öyle ya, en sevdiğim dostumun eşi ile eminim ki ben de iyi anlaşacaktım. 

Önyargılar, ah bu kandırıkçı ön yargılar!

Keşke hiç karşılaşmasaydık ve keşke dostumun aşkını adeta bir melek olarak varsaymaya devam etseydim… Maalesef kraliçesi olduğu buzlar diyarından getirdiği buzdan okları acımasızca fırlattı ve kendisi hakkındaki olumlu bütün ön kabullerimi yıktı geçti…

Ufak tefek hediyeler getirmiştim. Teşekkür etmedi. Çocuğa kitap götürmüştüm, çocuk da teşekkür etmedi. Belli ki annesi öğretmemiş. Hayır bir de çocuk gelişimi konusunda ciltler dolusu kitap okuyor bu tip anneler. Acaba yeni nesil “kişisel gelişim” kitaplarından mı geçiyor bu bencil soğukluk! O kadar korkutmuş ki çocuğu; ailesinden birisinin sevgiyle başını okşamasına çocuk “özel bölgeme dokundun” diye çığlıkla yanıt verdi! Ürktüm… Bu doğru bir şey mi, paranoyaklık mı bilemedim. İçim acıdı, çocuğa üzüldüm…


Çocuk bu ya!  Kendisini gerçekten seven insanlardan bile ürküterek büyütülür mü bir çocuk? Gerçek sevgiye izin vermeyerek; iyiyi kötüyü ayırt etmeye çabalamadan, herkese potansiyel kötü muamelesi yaparak kendini korumaya geçerse; nasıl sevgi dolu bir dünya kurabilir? En yakınındakilerden bile şüphe duyarak büyürse gelecekte nasıl bir paranoyak olur? Bilemedim, yorum da yapamadım. Sadece şaşırdım ve çok üzüldüm… Belki de annelik böyle bir şeydir, bilemiyorum.

 Korumacılık tamam da nerede kaldı sevgi dolu aile bağları? Herkesi potansiyel tehlike mi görüyor bu buzlar kraliçesi? Bu nasıl bir samimiyetsizlik, nasıl bir şey, bende adı yok… Çocuk yetiştirmek deney faresi ile oyunlar kurmak mı? 

Ne diyordum, evet, insan neden hediye verir? Ben şahsen hediyeyi verene kadar,  karşı tarafın nasıl mutlu olacağını, paketi nasıl açacağını hayal ederim. Zaten amaç da budur. Küçücük bir şey de olsa, karşı tarafta yaratacağı mutluluk etkisiyle kendim mutlu olmak için hediye veririm. Bana verilen hediyeden hiç hoşlanmasam bile, düşünülmüş olmak beni mutlu eder ve karşı taraf da mutlu olsun diye içtenlikle teşekkür ederim. Buzlar Kraliçesi böyle düşünmüyormuş maalesef.

Çok uzun saatler gezip emek vererek, kendisine yakışacağını düşündüğüm bluzü almış, özenle paketlemiştim. Paketin üzerine kalpli not kâğıdı bile yapıştırmıştım…  Kim bilir ne kadar dalga geçmiştir içinden. Hiç yorum yapmadı alınca. Giymedi de zaten. Birlikte geçirilen iki gün sonunda sordum, “Beğendin mi? “dedim. “Tam da işe giderken giymelik” diye yanıtladı… Yani "evet" demedi, “İşe giderken giymelik” acaba bir memnuniyet sözü mü yoksa memnuniyetsizlik mi, tam anlayamadım. O’nu az çok tanıdıktan sonra teşekkür etmesini beklemenin yersiz olduğunu fark etmekse, yaşadığım hayal kırıklığının tuzu biberi oldu. Yüzünde mutluluk görme hevesim tabii ki kursağımda kalmıştı…

Çocukla yapışık gibiydi. Çocuğa ulaşamadım. Halbuki kısa süreli bir görüşme olacaktı bu. Zamanı iyi değerlendirip çocukla yakın olmayı, bolca oynamayı, masallar anlatmayı hayal etmiştim. Çünkü iletişim kuramayacağım çocuk olmadığını biliyordum, insan kendini bilmez mi? Son güne kadar bunu başaramadım. Hani çocuğu kendine yapışık kılan, kendi kendine yemek yemesine, oynamasına bile müsaade etmeyen anneler var ya tam onlardandı kendisi. Hem her fırsatta “Ben zaten soğuk yemeğe alışkınım” şeklinde çocuktan vakit kalmadığını ima eden, hem de çocuğu özgür bırakmayan anne tipi… Hani dese, “Bak sana ne güzel kitap getirmiş bu teyze” diye, belki çocuk da bana yaklaşacak…Çocuğu herkesten uzak tutma amaçlı tüm çabalarına rağmen son gün aramızda o kadar güzel iletişim oldu ki! Çocuk kahkahalar atarak kucağıma koşuyordu en son. Tabii ki annesinden hiç tepki yoktu; muhtemelen hoşlanmadı bu durumdan.

Nasıl üzüldüm… Hem de nasıl üzüldüm…

Kalabalık sofralara oturduğumuzda, gözünü çocuk için açtığı çizgi filme dikip araya görünmez dikenli teller ördü. İki kelime konuşmaya izin vermedi.


“Seni hiç tanımıyorum, tanışsak, mesela hangi tür müziklerden hoşlanırsın?” gibi gayet esprili ve sıcak bir adım atmaya kalktığımda:

“Her türlü müziği dinlerim” deyip kendini kapatan buzlar kraliçesi kendisi…

Bir akşam nasıl olduysa üç kişilik güzel bir sohbet gelişti aramızda. Konu tabii ki günümüz çocukları ve onları bekleyen tehlikelerdi; ama olsun, güzeldi o sohbet. Sevinmiştim aramızdaki buzlar eridi diye. Yanılmışım… Sabah yine beş karış suratla kalkmış ve sanki akşam hiç sohbet etmemişiz gibi, ruhunu kendi vücudunun içine hapseden o görünmez duvarları örmüştü.

Denize gidildi cümbür kalabalık. Kendisi “muayyen günlerinde” olduğu bahanesiyle saatlerce ağaçların altında oturup telefona bakmayı tercih etti. İnsan bir kere bile deniz kenarına gelip eğleşen çocuğuna gülümsemez mi? Ayaklarını sokmaz mı suya? O kendisine bağımlı olan çocuk da denizi görünce annesini hiç aramadı gerçi. Çok mutlu bir şekilde eğlendi. Acaba kendine bağımlı olan çocuk başkalarıyla gülüp eğleniyor diye mi gelmedi deniz kenarına; hiç anlamadım. Belki de annelik böyle bir şeydir, yorum yapamıyorum…

Belli ki eşiyle arası çok kötüydü. Hiç göz teması kurmadılar; birbirlerine hiç isimleriyle hitap etmediler. Aralarında sürtüşme olduğunu adeta gözümüze sokmak ister gibi davrandı. Amacı bizi acıtmak mıydı hiç anlamadım.

En son ben dönerken havalimanında beni uğurlamak için zoraki sarıldığında “buz gibi bir kalkanı olduğunu” hissettim. “Seni tanıdığıma çok memnun oldum” dedim, yanıtsız bıraktı "içinde gizli onaylanma beklentisi barındıran" bu cümleyi… Hani nezaketen “Bizim eve de bekleriz, ben de çok memnun oldum” gibi şeyler söylenir ya böyle durumlarda; ben bu sözleri gerçekten de beklememiştim… Zaten söylemedi...

Çok büyük hayal kırıklığıydı bu karşılaşma. Beni sevmesi önemli değil, ama o çocukluğunu bildiğim çok özel adama bu şekilde davranmasını hazmedemedim. Umarım geçici bir durumdur…

Düğününde fotoğraf çekilmek için bile araya kimseyi sokmayacak kadar kendisine aşkla bağlı olan birine buzlar kraliçesi gibi davranmıyordur umarım her zaman. Öyle olmasın lütfen, mutlu olsunlar… Çocukluğunu bildiğim ve çok sevdiğim çok iyi dostumun artık uzaklarda bir yerde olduğunu güzel anlattı bana… Evet belki altı sene sonra bir daha görüşemeyebiliriz gibi anladım ben. İçim buruldu ama olsun, uzaktan mutluluk haberleri gelsin yeter diyeceğim ama; ne bileyim; sanki dostumu sınıyor hayat… Umarım bu sınavı başarıyla geçer diye dua etmek kalıyor bana…

Hayat işte; bazen çok sevdiğin birilerini çeşitli nedenlerle uzaklaştırabiliyor. Ben de yeğenim kadar sevdiğim bu özel kişinin “buzlar kraliçesi” eliyle uzaklaşmasına şahit oldum yıllar sonra…

Kim bilir neyin karması bu yaşadığım, adını koymakta zorlandığım hüzünlü şey; zaman gösterecek…

Hayırlısı...



31 yorum:

  1. Sevgisizlik bence o adını koyamadığın şey.. Ne acı, insan misafirliğe geldiği yerde mutluymuş numarası yapar bari… Çok üzülüyorum ben böyle ailelere, sürekli sinir harbi soğuk savaş nasıl bir strestir. İnsan dışardan yorumda da bulunamıyor elbette, şişip oturuyorum. Hani enerji vampiri dedikleri tür bunlar sanırım.
    Elbette küçük çocuklu evde aşk maşk kalmıyor ama en azından sevgi saygı olmalı her ilişkide. Yoksa da ayrılsınlar yahu bu ne böyle sanki dünyadaki tek şansları bu insanmış gibi, bırak belki daha mutlu olacaksın ya da daha mutlu olacak mutlu edemediğin insan… Ay şiştim valla evde yazar!
    Çocuk konusunda benimkiler de soğuk nevaledir çünkü görmediler pek öyle sarılan baş okşayan yetişkin (burda çok mesafelidir çocuğa davranış) ama Türkiyeye gelince herkes sarılıp öpüyor ben de hiiiiç karışmadığım gibi daha da yapın allahaşkına çocukların yabaniliği geçsin diye yalvarıyorum :)))) Yazık ya “kafam özel bölgem” diyen çocuk ilerde ne olur ben de bilemedim… Üzüldüm.
    Sen üzülme boşver aman, enerjimizi onu alıp arttıracak insanlara sunalım derim. Böyle dipsiz kuyulara değil..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, bir uzman gözüyle değerlendirmen çok değerli Sevgili C. Günlerdir kabuslar görüyorum, huzursuzum tanık olduğum şeylerden dolayı. Dayanamadım, artık yazayım da paylaşayım, biraz içimi dökeyim, gelen yorumlarla azıcık içim soğusun istedim. Çok fena gerçekten de, hele de sevdiğim birinin hayatında böyle şeylere tanık olmak...
      Çok teşekkür ederim değerli yorumun için, umarım kendileri için en hayırlı anahtarı bulup bu kördüğümü açarlar, umarım huzuru bulurlar...
      Tekrar sevgilerimle... 🌺🥰

      Sil
    2. Bir sonraki yazıyı okuyunca ben de üzüldüm, hiç aklıma gelmedi bloğunu bilebilecekleri… Hay Allah. İçi dışı bir olsa herkesin keşke….. Ama evet anonimsen anonim kalmaya dikkat etmek gerekiyor :(

      Sil
    3. Her şeyde bir hayır var, belki böylesi daha geniş bir özgürlük alanı sağlar bana... Olabildiğince anonim olmaya devam etmekten başka çare yok maalesef...

      Sil
  2. Ne güzel, sıcacık , içten bir iç dökme ve anı yazısı olmuş. Bazı takma adlar yerini bulur, isabetlidir. Elbette uzun gözlemler, birikimler sonucu yakıştırılır o adlar, hak edilmişlerdir.
    Anladım ki sıcak iklimler bile bazen karları eritmeyebiliyor...
    Zaman en iyi ilâç olduğu gibi en sadık yol gösterici de olabiliyor.
    Sevgi, saygı, huzur ve hoşgörü eksik olmasın yaşamımızdan...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim değerli öğretmenim katkınız için. O kadar içimde büyüdü ki günlerdir, yazmasam kabuslar görmeye devam edecektim. Bence de bazı takma adlar yerini buluyor, şimdi tekrar okudum da gerçekten de çok yakıştı bu takma ad kendisine :) Umarım zaman beni yanıltmış olur ve umarım bana karşı olmasa bile en azından ailesine ve eşinin yakınlarına karşı buzlarını eritebilir. ama eritebilmesi için öncelikle o buzları fark etmesi gerekir. Sizin de dediğiniz gibi zaman en iyi ilaç ve yol gösterici olur.
      Güzel dilekleriniz için teşekkürler. Kimileri farkında değil ama sevgi, saygı, huzur ve hoşgörü ne kadar önemli... Ve evet hepimizin hayatından asla eksilmesinler... Sevgilerimle 🥰🌺🌺

      Sil

    2. Bazı insanların da hayatımızdan çıkıp gitme zamanı gelmiş olabilir.

      Sil
    3. Bilemiyorum Sevgili Narda, bu çok hassas bir şey. İnsanların sonradan tanıdığımız eşleri ile diyalog kuramazsak eğer, çok sevdiğimiz insanlarla olan ilişkilerimizi hangi dengelerle ve hassasiyetlerle sürdürmeliyiz acaba? Açıkçası ne yapmam gerektiğini henüz bilemiyorum, çok zor gerçekten de...

      Sil
  3. Sen fazla güzelsin değilsende karşı taraf sana bilenecek kadar güzelsin anlaşılan😻 kıskanç dişi hayvan hareketleri sana karşı olan tavrı.karı koca ilişkisine gelincede arkadaşın kısa çöpü çekmiş yapacak birşey yok.bazen bir ömür sürecek gibi gelen dostluklar çok .oktan sebeplerden bitiyor maalesef/bir dahada hediye falan alma değmez,üzülmede sarılırım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuzla beni gülümsettiniz:) Klasik hikayelerde sizin dediğiniz gibi olabilir ama bu anlattığım olayın bu bakış açısıyla gerçekten hiç alakası yok :) Aslında konu sanırım Buzlar Kraliçesi'nin kendi karakteriyle alakalı. Sanırım eşinin tanıdıklarına karşı mesafe koymak derdindeydi. Kendi seçtiği kişilerle diyalog kurmayı istediğini hissettim. Eşinin çevresine ve hatta ailesine yakın olmayı istemiyordu diye yorumladım.
      Bir buzlar kraliçesi, temeli sağlam olan dostlukları bozmamalı, bu hiç adil değil... Bakalım zaman gösterecek.
      🥰🌺

      Sil
  4. Karakterler üzerinden bir yorum yapmayacağım, üzgünüm:) Metindeki duygu çok etkileyici idi, önce onun altını bir çizeyim. Eleştiride bile şefkat vardı ki bu muhteşem bir insanla karşı karşıya olduğumuzun altını bir kez daha çizdi. Kısacası, Evde Yazar duyguları zengin, gözlemleri şahane çok güzel bir insan, kadın, nokta:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yazı, günlerce içimde tabiri caizse "şişen" bir şeylerin anlık dışavurumuydu. O yüzden karakterler üzerinde yorum yapmama tercihinizi ve inceliğinizi anlayabiliyorum, teşekkür ederim. Alt metinleri okumadaki dikkatiniz ve ince ruhunuz, adeta yorumlarda bile imzanız gibi... Evet yazarken kimseyi incitmemeye özen göstermeye çalıştım. Sadece kendi adıma aldığım yarayı ve üzüntümü dediğim gibi "bir çırpıda" yazıya döktüm... Siz çok iyi çözümlemişsiniz her zaman olduğu gibi ruh halimi.
      Yorumunuzla beni yine onore ettiniz ve gülümsettiniz, çok zarifsiniz, çok teşekkür ederim, iyi ki varsınız. Sevgilerimle 🌺🥰

      Sil
  5. ya ama yıllar sonra neden görüştün ki, sende de hata var yani, beklentiye girmişsin :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beklentiye girmemin nedeni, karakteri kafamda yanlış yerlere oturtmam oldu. Tanımıyordum ki kendisini. Hayalcilik bazen insanı üzebiliyor işte :) Ortamı olursa yine görüşürüm, baktım tavırlar aynı; bu sefer ben de kendisini yok sayarım. Öyle yapabiliyorum ben; yani bir insan kalbime dokunamadıysa buz gibi davranabiliyorum. Bunu bilinçli yapmıyorum; içimden öyle geliyor.
      Aslında benim görüşüp görüşmemem de önemli değil. Çok sevdiğim dostum mutlu olabiliyor mu veya mutsuzluğunu saklıyor mu, mesele o aslında...

      Sil
  6. Ne çok yargilamissiniz. Evliliğin ilk yılları çocukla birleşince ne kadar zor olabilir, yaşayan bilir. Herkes kendi yolunda. Sizin de herseyi kişisel almanıza gerek yok... Çocuğun bagirmasindan, en ince davranisina kadar tukaka anneye baglamissiniz. Beni bir kadın olarak çok rahatsız etti yazdiklariniz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizin bu bakış açınız ve benzeri bakış açıları nedeniyle hayatımın hiçbir döneminde feminist olmadım. Çünkü hayata “kadın bakış açısı” ile değil; “önce insan olabilmek” temelinde bakıyorum.
      Hanımefendi direkt olaya “annelik” gözlüğüyle bakarak rahatsız olmuşsunuz. Oysaki bu yazıda bir insanın “nezaketsizliğinden, negatif enerjisinden, ortamı ve insanları küçümsemesinden, teşekkür bile edememesinden, gülümsememesinden, bir masada sohbet eşliğinde yemek yenirken arkasını dönüp televizyon izlemesinden, buz gibi olmasından, çocuğunu aşırı sahiplenerek etrafındaki insanlardan uzak tutmasından falan bahsetmiştim.
      Örneğin bir film izlerken, antisosyal, negatif bir karaktere bile “sadece anne olduğu için” pozitif ayrımcılık mı yapıyorsunuz? Bu elbette sizin bakış açınız. Doğada her canlı anne olabiliyor; ama insan olmak, nezaketli olmak, temel sosyal beklentilere yanıt vermek bambaşka bir şey…
      Bence aslolan şey, kadın olarak pozitif ayrımcılık beklemek yerine insan olarak takdir edilmeyi başarabilmek olmalıdır.
      Sevgilerimle…

      Sil
    2. Bu arada ilave edeyim "Her şeyi kişisel algılamayın" yargısı ne kadar anlamsız... Temel nezaket kurallarına uymayan kişilere tavır gösterince "Sen de çok alıngansın, her şeyi kişisel algılıyorsun" demek, kolaycılığa kaçmak ve her şeyi "öylesine, yüzeysel" algılamak olmuyor mu...

      Sil
  7. Yanıtlar
    1. Bakıyorum artık alıştım, çünkü bazen spam'e değerli mesajlar düşebiliyor :)

      Sil
  8. Prens ve prenses gibi büyütülen çocukların yetişkin hali aynen böyle oluyor. Şımarık, saygısız, bencil, diğer insanları umursamayan, empati yoksunu tipler.. artık bunlardan çok var. Aileler çok modernleşti ya artık çocuklarını böyle büyütüyorlar. Biraz ağır gelecek ama bunların çocuk tipleri bile iğrenç geliyor bana. Selam veriyorsun, merhaba diyorsun, iletişim kurmaya çalışıyorsun, karşılık vermeyi bırak tuhaf tuhaf sesler çıkararak uzaklaşıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O kadar güzel özetlemişsiniz ki 😊 Güya çok eğitimli “instamom”lar yerine köydeki annelerin büyüttüğü çocuklar kesinlikle daha insancıl ve daha sevgi dolu… Çocukları dünyanın merkezine koyarak onlara iyilik yaptıklarını sanıyorlar maalesef. Oysa o çocukların ihtiyacı saf ve karşılıksız sevgi ve paylaşmayı bilmek...

      Sil
  9. İnsanlar bıraktığımız yerde olmayabiliyorlar. Olduğunu sandığımızı orada görememek üzüntü verici. Hele bir de önem verdiğimiz biriyse daha fena oluyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet tam da sizin söylediğiniz gibi... İnsanları mutlu hayal edip de mutsuz olduklarına tanık olmak ise çok ama çok üzücü bir şey. Aşk evliliklerine olan inancımın yerle bir olması ise tuzu biberi oldu bu olayın... Hayat işte, her gümn yeni bir şeyler öğreniyoruz...

      Sil
  10. Soluksuz okudum yazdıklarınızı. Aralarda ön yargılarınızı görmek mümkün ancak çok iyi bir gözlem yeteneğiniz var. Anlattıklarınızdan anlaşılıyor ki manevi duygulara çok değer veriyorsunuz, bu içinde bulunduğumuz dünyada yitirilmeye başlayan bir olgu... Yazınız çok güzel...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz için teşekkür ederim. Evet manevi duygulara değer veriyorum. İnanın bu anlattıklarım özet, içinde önyargı yok. Yoğun hissediyorum bazı durumları, bazı anları... Ve maalesef bu meziyet, genellikle acı veriyor...🌺

      Sil
  11. Yüreğimde hissettim bütün hissettiklerini.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnsanın hiç yormadan kendisini hissedebilen dostları olması ne büyük bir zenginlik, iyi ki varsın 🙏🌺

      Sil
  12. Sizi çok takdir ettim sevgili Evde Yazar. Sanırım herkes sizin gibi sabırlı olamazdı. Ayrıca onca olumsuz davranışa rağmen giden misafirinizin ardından iyi dileklerde de bulundunuz. Elbette yazınızın özüne eleşti yapmak haddime değil, üçüncü kişi olarak görüşlerimi yansıtmayı istemem. Tekrar geldiklerinde umarım bambaşka, mutlulukla dolu misafirinizi ağırlarsınız.
    Bu samimi paylaşım için teşekkür ediyorum size.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle mesajı geç yayınladığım için özür dilerim, konsantre olamadım bir türlü. Aslında sanırım biraz karışık anlatmışım. Benim misafirim değillerdi, biz hep birlikte başka bir evde misafirdik. Tekrar bir araya gelir miyiz, bunu zaman gösterecek... Sevgiler.

      Sil
  13. Bu samimi, iç dökmeli yazınızı çok sevdim ve de düşünecek çok şey verdi bana. Sizin bu buluşmadan sonra ne hissettiğinizi tahmin edebiliyorum, benzer bir durum yaşamıştım ve eve gelince üç gün etkisinden çıkamamıştım. Yazmak iyi geliyor insana. Kalbindeki taşlar yerine oturuyor. Sizin dostunuza olan durumunuza üzüldüm, onların aile içi durumlarına üzüldüm, bir çocuğun bu problemler içerisinde büyümesine ve sevgiyle yapılan bir teması doğrudan kötü dokunuş olarak değerlendirmesine dünyayı bu yaşta bu kadar kötü bulmasına üzüldüm. Ne iyi ettiniz de anlattınız. Belki olanı değiştirmez ama nefes olmuştur size :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler yorumunuz için. Ne güzel anlamışsınız beni. Kesinlikle yazmak nefes, ve birilerinin sizi anlayıp yorum yazması ayrı bir iyileşme hali.. Ve ne olursa olsun bloga iç dökmeye devam edeceğim. Sonuçta burada hep birlikte iyileşmeye, daha iyi hissetmeye, paylaşmaya, açılan yeni pencerelerde anlatılmak istenene odaklanıyor ve aslında çabalıyoruz. Sevgilerimle... 🥰🌺

      Sil