Bazen zamanı algılayamazsın, sonra bir de
bakmışsın ki epey geçmiş!
Altı yıl önce çok sevdiğim birinin
düğün törenine katılmıştım. Ama işte öyle böyle değil; çocukluğunu bildiğim,
içtenlikle yeğenim gibi sevdiğim, çok özel biri benim için. Düğünleri sevmesem
de O’nunkine katılmıştım. O günlerde beni yaralayan, zaman içinde içimde küllediğim
bir anı maalesef Buzlar Kraliçesi’nin yaz sıcağında estirdiği soğuk rüzgarlar
sayesinde tekrar canlandı!
Fotoğraf çekilme merasimindeydik.
Ben de nasıl denk geldiyse gelinle damadın ortasına düşmüşüm. Çok sevdiğim damattan
hiç unutamadığım şöyle bir tepki geldi;
“Lütfen seni kenara alalım; eşimle aramıza kimseler giremez…”
Gayrı ihtiyarî çok irkildiğimi,
sanki başımdan aşağıya bir kova buz dökülmüş gibi hissettiğimi dün gibi
anımsıyorum. Hemen refleks olarak yana çekilmiştim. O fotoğraf nerede bilmiyorum;
belki de hiç almadım. Muhtemelen suratımda buzların etkisi olmuştur poz
verirken. Ve aslında çok yaralayıcı bu cümlenin; aramızdaki bağların
gelecekteki durumunu özetleyeceğini altı sene sonra gözlerimle görmüş oldum bu
ziyaret sırasında.
Aradan geçen sürede değil
aralarına girmek (Fotoğraf çekilirken böyle bir uyarıyla karşılaşmak, herhalde
dünyanın en incitici anlarından biri olmalı. Kötü kaynanaya bile yapılmayacak
soğuk bir şaka gibi…) Ne zaman aklıma gelse, hadi o ânın duygu seliydi, falandı
filandı diye üzerinde durmamaya çalışsam da etkisinden kurtulmak pek de mümkün
değil böyle bir tepkinin… Ben yetişkinken kendisi çocuk olan ama buna rağmen
çok iyi dost olabildiğim, kimselere anlatmadığım iç dünyamın en azından yarısını
açabildiğim birinden gelen yaralayıcı tavır ne de olsa! Âşıkların kavuşma
coşkusu deyip küllemiştim bu cümleyi. Nereden bilecektim “Buzlar Kraliçesi”nin o
külleri tekrar karıştıracağını ve buz gibi ama kor alev etkisi yapan tavırlarıyla
yüreğimi acıtacağını…
Neyse işte altı sene sonra bir
vesileyle karşılaşacağımız için sevinçliydim. Çocukları dört yaşına gelmişti. Çok
heyecanlı olacaktı benim için bu süreç. Aşk dolu bir ilişkileri olduğunu hayal
ediyordum. Dünya tatlısı çocukları da muhtemelen sevgi pıtırcığı gibi bıcır
bıcır bir şey olmalıydı…
Hayaller ve gerçekler…
Nihayet beklenen an geldi, dile
kolay altı sene sonra…
Kapıdan girdiler, çocuk direkt bir
köşeye attı kendini ve nedensiz yere bağırmaya başladı. Annesinin huzursuzluğunun çocuktaki yansımasının yüksek sesle bağırmak olduğunu sonradan anladım. Aslında çocuk gayet tatlı ve mutluydu iç
dünyasında. Keşke bu küçük insanı tanımak için annesi daha fazla alan açsaydı
bana…
Sadece gelinlikle gördüğüm kişiyle nihayet tanışıyordum. Öyle ya, en sevdiğim dostumun eşi ile eminim ki ben de iyi anlaşacaktım.
Önyargılar, ah bu kandırıkçı ön yargılar!
Keşke hiç karşılaşmasaydık
ve keşke dostumun aşkını adeta bir melek olarak varsaymaya devam etseydim…
Maalesef kraliçesi olduğu buzlar diyarından getirdiği buzdan okları acımasızca
fırlattı ve kendisi hakkındaki olumlu bütün ön kabullerimi yıktı geçti…
Ufak tefek hediyeler getirmiştim. Teşekkür etmedi.
Çocuğa kitap götürmüştüm, çocuk da teşekkür etmedi. Belli ki annesi öğretmemiş.
Hayır bir de çocuk gelişimi konusunda ciltler dolusu kitap okuyor bu tip
anneler. Acaba yeni nesil “kişisel gelişim” kitaplarından mı geçiyor bu bencil soğukluk!
O kadar korkutmuş ki çocuğu; ailesinden birisinin sevgiyle başını okşamasına çocuk
“özel bölgeme dokundun” diye çığlıkla yanıt verdi! Ürktüm… Bu doğru bir şey mi,
paranoyaklık mı bilemedim. İçim acıdı, çocuğa üzüldüm…
Çocuk bu ya! Kendisini gerçekten seven insanlardan bile ürküterek
büyütülür mü bir çocuk? Gerçek sevgiye izin vermeyerek; iyiyi kötüyü ayırt etmeye
çabalamadan, herkese potansiyel kötü muamelesi yaparak kendini korumaya geçerse; nasıl sevgi dolu bir dünya kurabilir? En yakınındakilerden bile şüphe
duyarak büyürse gelecekte nasıl bir paranoyak olur? Bilemedim, yorum da
yapamadım. Sadece şaşırdım ve çok üzüldüm… Belki de annelik böyle bir şeydir, bilemiyorum.
Korumacılık tamam da nerede kaldı sevgi dolu
aile bağları? Herkesi potansiyel tehlike mi görüyor bu buzlar kraliçesi? Bu
nasıl bir samimiyetsizlik, nasıl bir şey, bende adı yok… Çocuk yetiştirmek deney faresi
ile oyunlar kurmak mı?
Ne diyordum, evet, insan neden hediye verir? Ben şahsen hediyeyi verene
kadar, karşı tarafın nasıl mutlu olacağını, paketi nasıl açacağını hayal ederim. Zaten
amaç da budur. Küçücük bir şey de olsa, karşı tarafta yaratacağı mutluluk etkisiyle kendim mutlu olmak için hediye veririm. Bana verilen hediyeden hiç hoşlanmasam bile,
düşünülmüş olmak beni mutlu eder ve karşı taraf da mutlu olsun diye içtenlikle
teşekkür ederim. Buzlar Kraliçesi böyle düşünmüyormuş maalesef.
Çok uzun saatler gezip emek
vererek, kendisine yakışacağını düşündüğüm bluzü almış, özenle paketlemiştim. Paketin
üzerine kalpli not kâğıdı bile yapıştırmıştım… Kim bilir ne kadar dalga geçmiştir içinden.
Hiç yorum yapmadı alınca. Giymedi de zaten. Birlikte geçirilen iki gün sonunda
sordum, “Beğendin mi? “dedim. “Tam da işe giderken giymelik” diye yanıtladı… Yani "evet" demedi, “İşe giderken giymelik” acaba bir memnuniyet sözü mü yoksa
memnuniyetsizlik mi, tam anlayamadım. O’nu az çok tanıdıktan sonra teşekkür etmesini
beklemenin yersiz olduğunu fark etmekse, yaşadığım hayal kırıklığının tuzu biberi
oldu. Yüzünde mutluluk görme hevesim tabii ki kursağımda kalmıştı…
Çocukla yapışık gibiydi. Çocuğa
ulaşamadım. Halbuki kısa süreli bir görüşme olacaktı bu. Zamanı iyi
değerlendirip çocukla yakın olmayı, bolca oynamayı, masallar anlatmayı hayal
etmiştim. Çünkü iletişim kuramayacağım çocuk olmadığını biliyordum, insan kendini
bilmez mi? Son güne kadar bunu başaramadım. Hani çocuğu kendine yapışık kılan,
kendi kendine yemek yemesine, oynamasına bile müsaade etmeyen anneler var ya
tam onlardandı kendisi. Hem her fırsatta “Ben zaten soğuk yemeğe alışkınım”
şeklinde çocuktan vakit kalmadığını ima eden, hem de çocuğu özgür bırakmayan
anne tipi… Hani dese, “Bak sana ne güzel kitap getirmiş bu teyze” diye, belki
çocuk da bana yaklaşacak…Çocuğu herkesten uzak tutma amaçlı tüm çabalarına rağmen son
gün aramızda o kadar güzel iletişim oldu ki! Çocuk kahkahalar atarak kucağıma
koşuyordu en son. Tabii ki annesinden hiç tepki yoktu; muhtemelen hoşlanmadı bu
durumdan.
Nasıl üzüldüm… Hem de nasıl
üzüldüm…
Kalabalık sofralara oturduğumuzda,
gözünü çocuk için açtığı çizgi filme dikip araya görünmez dikenli teller ördü.
İki kelime konuşmaya izin vermedi.
“Seni hiç tanımıyorum, tanışsak,
mesela hangi tür müziklerden hoşlanırsın?” gibi gayet esprili ve sıcak bir adım
atmaya kalktığımda:
“Her türlü müziği dinlerim” deyip
kendini kapatan buzlar kraliçesi kendisi…
Bir akşam nasıl olduysa üç kişilik
güzel bir sohbet gelişti aramızda. Konu tabii ki günümüz çocukları ve onları
bekleyen tehlikelerdi; ama olsun, güzeldi o sohbet. Sevinmiştim aramızdaki
buzlar eridi diye. Yanılmışım… Sabah yine beş karış suratla kalkmış ve sanki
akşam hiç sohbet etmemişiz gibi, ruhunu kendi vücudunun içine hapseden o
görünmez duvarları örmüştü.
Denize gidildi cümbür kalabalık.
Kendisi “muayyen günlerinde” olduğu bahanesiyle saatlerce ağaçların altında
oturup telefona bakmayı tercih etti. İnsan bir kere bile deniz kenarına gelip eğleşen çocuğuna gülümsemez mi? Ayaklarını
sokmaz mı suya? O kendisine bağımlı olan çocuk da denizi görünce annesini hiç aramadı gerçi. Çok mutlu bir
şekilde eğlendi. Acaba kendine bağımlı olan çocuk başkalarıyla gülüp eğleniyor
diye mi gelmedi deniz kenarına; hiç anlamadım. Belki de annelik böyle bir
şeydir, yorum yapamıyorum…
Belli ki eşiyle arası çok kötüydü.
Hiç göz teması kurmadılar; birbirlerine hiç isimleriyle hitap etmediler.
Aralarında sürtüşme olduğunu adeta gözümüze sokmak ister gibi davrandı. Amacı
bizi acıtmak mıydı hiç anlamadım.
En son ben dönerken havalimanında
beni uğurlamak için zoraki sarıldığında “buz gibi bir kalkanı olduğunu”
hissettim. “Seni tanıdığıma çok memnun oldum” dedim, yanıtsız bıraktı "içinde
gizli onaylanma beklentisi barındıran" bu cümleyi… Hani nezaketen “Bizim eve de bekleriz,
ben de çok memnun oldum” gibi şeyler söylenir ya böyle durumlarda; ben bu
sözleri gerçekten de beklememiştim… Zaten söylemedi...
Çok büyük hayal kırıklığıydı bu
karşılaşma. Beni sevmesi önemli değil, ama o çocukluğunu bildiğim çok özel
adama bu şekilde davranmasını hazmedemedim. Umarım geçici bir durumdur…
Düğününde fotoğraf çekilmek için
bile araya kimseyi sokmayacak kadar kendisine aşkla bağlı olan birine buzlar
kraliçesi gibi davranmıyordur umarım her zaman. Öyle olmasın lütfen, mutlu olsunlar…
Çocukluğunu bildiğim ve çok sevdiğim çok iyi dostumun artık uzaklarda bir yerde
olduğunu güzel anlattı bana… Evet belki altı sene sonra bir daha görüşemeyebiliriz
gibi anladım ben. İçim buruldu ama olsun, uzaktan mutluluk haberleri gelsin
yeter diyeceğim ama; ne bileyim; sanki dostumu sınıyor hayat… Umarım bu sınavı
başarıyla geçer diye dua etmek kalıyor bana…
Hayat işte; bazen çok sevdiğin
birilerini çeşitli nedenlerle uzaklaştırabiliyor. Ben de yeğenim kadar sevdiğim
bu özel kişinin “buzlar kraliçesi” eliyle uzaklaşmasına şahit oldum yıllar
sonra…
Kim bilir neyin karması bu yaşadığım, adını koymakta zorlandığım hüzünlü şey; zaman gösterecek…
Hayırlısı...
Sevgisizlik bence o adını koyamadığın şey.. Ne acı, insan misafirliğe geldiği yerde mutluymuş numarası yapar bari… Çok üzülüyorum ben böyle ailelere, sürekli sinir harbi soğuk savaş nasıl bir strestir. İnsan dışardan yorumda da bulunamıyor elbette, şişip oturuyorum. Hani enerji vampiri dedikleri tür bunlar sanırım.
YanıtlaSilElbette küçük çocuklu evde aşk maşk kalmıyor ama en azından sevgi saygı olmalı her ilişkide. Yoksa da ayrılsınlar yahu bu ne böyle sanki dünyadaki tek şansları bu insanmış gibi, bırak belki daha mutlu olacaksın ya da daha mutlu olacak mutlu edemediğin insan… Ay şiştim valla evde yazar!
Çocuk konusunda benimkiler de soğuk nevaledir çünkü görmediler pek öyle sarılan baş okşayan yetişkin (burda çok mesafelidir çocuğa davranış) ama Türkiyeye gelince herkes sarılıp öpüyor ben de hiiiiç karışmadığım gibi daha da yapın allahaşkına çocukların yabaniliği geçsin diye yalvarıyorum :)))) Yazık ya “kafam özel bölgem” diyen çocuk ilerde ne olur ben de bilemedim… Üzüldüm.
Sen üzülme boşver aman, enerjimizi onu alıp arttıracak insanlara sunalım derim. Böyle dipsiz kuyulara değil..
Çok teşekkür ederim, bir uzman gözüyle değerlendirmen çok değerli Sevgili C. Günlerdir kabuslar görüyorum, huzursuzum tanık olduğum şeylerden dolayı. Dayanamadım, artık yazayım da paylaşayım, biraz içimi dökeyim, gelen yorumlarla azıcık içim soğusun istedim. Çok fena gerçekten de, hele de sevdiğim birinin hayatında böyle şeylere tanık olmak...
SilÇok teşekkür ederim değerli yorumun için, umarım kendileri için en hayırlı anahtarı bulup bu kördüğümü açarlar, umarım huzuru bulurlar...
Tekrar sevgilerimle... 🌺🥰
Bir sonraki yazıyı okuyunca ben de üzüldüm, hiç aklıma gelmedi bloğunu bilebilecekleri… Hay Allah. İçi dışı bir olsa herkesin keşke….. Ama evet anonimsen anonim kalmaya dikkat etmek gerekiyor :(
SilHer şeyde bir hayır var, belki böylesi daha geniş bir özgürlük alanı sağlar bana... Olabildiğince anonim olmaya devam etmekten başka çare yok maalesef...
SilNe güzel, sıcacık , içten bir iç dökme ve anı yazısı olmuş. Bazı takma adlar yerini bulur, isabetlidir. Elbette uzun gözlemler, birikimler sonucu yakıştırılır o adlar, hak edilmişlerdir.
YanıtlaSilAnladım ki sıcak iklimler bile bazen karları eritmeyebiliyor...
Zaman en iyi ilâç olduğu gibi en sadık yol gösterici de olabiliyor.
Sevgi, saygı, huzur ve hoşgörü eksik olmasın yaşamımızdan...
Teşekkür ederim değerli öğretmenim katkınız için. O kadar içimde büyüdü ki günlerdir, yazmasam kabuslar görmeye devam edecektim. Bence de bazı takma adlar yerini buluyor, şimdi tekrar okudum da gerçekten de çok yakıştı bu takma ad kendisine :) Umarım zaman beni yanıltmış olur ve umarım bana karşı olmasa bile en azından ailesine ve eşinin yakınlarına karşı buzlarını eritebilir. ama eritebilmesi için öncelikle o buzları fark etmesi gerekir. Sizin de dediğiniz gibi zaman en iyi ilaç ve yol gösterici olur.
SilGüzel dilekleriniz için teşekkürler. Kimileri farkında değil ama sevgi, saygı, huzur ve hoşgörü ne kadar önemli... Ve evet hepimizin hayatından asla eksilmesinler... Sevgilerimle 🥰🌺🌺
SilBazı insanların da hayatımızdan çıkıp gitme zamanı gelmiş olabilir.
Bilemiyorum Sevgili Narda, bu çok hassas bir şey. İnsanların sonradan tanıdığımız eşleri ile diyalog kuramazsak eğer, çok sevdiğimiz insanlarla olan ilişkilerimizi hangi dengelerle ve hassasiyetlerle sürdürmeliyiz acaba? Açıkçası ne yapmam gerektiğini henüz bilemiyorum, çok zor gerçekten de...
SilSen fazla güzelsin değilsende karşı taraf sana bilenecek kadar güzelsin anlaşılan😻 kıskanç dişi hayvan hareketleri sana karşı olan tavrı.karı koca ilişkisine gelincede arkadaşın kısa çöpü çekmiş yapacak birşey yok.bazen bir ömür sürecek gibi gelen dostluklar çok .oktan sebeplerden bitiyor maalesef/bir dahada hediye falan alma değmez,üzülmede sarılırım
YanıtlaSilYorumunuzla beni gülümsettiniz:) Klasik hikayelerde sizin dediğiniz gibi olabilir ama bu anlattığım olayın bu bakış açısıyla gerçekten hiç alakası yok :) Aslında konu sanırım Buzlar Kraliçesi'nin kendi karakteriyle alakalı. Sanırım eşinin tanıdıklarına karşı mesafe koymak derdindeydi. Kendi seçtiği kişilerle diyalog kurmayı istediğini hissettim. Eşinin çevresine ve hatta ailesine yakın olmayı istemiyordu diye yorumladım.
SilBir buzlar kraliçesi, temeli sağlam olan dostlukları bozmamalı, bu hiç adil değil... Bakalım zaman gösterecek.
🥰🌺
Karakterler üzerinden bir yorum yapmayacağım, üzgünüm:) Metindeki duygu çok etkileyici idi, önce onun altını bir çizeyim. Eleştiride bile şefkat vardı ki bu muhteşem bir insanla karşı karşıya olduğumuzun altını bir kez daha çizdi. Kısacası, Evde Yazar duyguları zengin, gözlemleri şahane çok güzel bir insan, kadın, nokta:)
YanıtlaSilBu yazı, günlerce içimde tabiri caizse "şişen" bir şeylerin anlık dışavurumuydu. O yüzden karakterler üzerinde yorum yapmama tercihinizi ve inceliğinizi anlayabiliyorum, teşekkür ederim. Alt metinleri okumadaki dikkatiniz ve ince ruhunuz, adeta yorumlarda bile imzanız gibi... Evet yazarken kimseyi incitmemeye özen göstermeye çalıştım. Sadece kendi adıma aldığım yarayı ve üzüntümü dediğim gibi "bir çırpıda" yazıya döktüm... Siz çok iyi çözümlemişsiniz her zaman olduğu gibi ruh halimi.
SilYorumunuzla beni yine onore ettiniz ve gülümsettiniz, çok zarifsiniz, çok teşekkür ederim, iyi ki varsınız. Sevgilerimle 🌺🥰
ya ama yıllar sonra neden görüştün ki, sende de hata var yani, beklentiye girmişsin :)
YanıtlaSilBeklentiye girmemin nedeni, karakteri kafamda yanlış yerlere oturtmam oldu. Tanımıyordum ki kendisini. Hayalcilik bazen insanı üzebiliyor işte :) Ortamı olursa yine görüşürüm, baktım tavırlar aynı; bu sefer ben de kendisini yok sayarım. Öyle yapabiliyorum ben; yani bir insan kalbime dokunamadıysa buz gibi davranabiliyorum. Bunu bilinçli yapmıyorum; içimden öyle geliyor.
SilAslında benim görüşüp görüşmemem de önemli değil. Çok sevdiğim dostum mutlu olabiliyor mu veya mutsuzluğunu saklıyor mu, mesele o aslında...
Ne çok yargilamissiniz. Evliliğin ilk yılları çocukla birleşince ne kadar zor olabilir, yaşayan bilir. Herkes kendi yolunda. Sizin de herseyi kişisel almanıza gerek yok... Çocuğun bagirmasindan, en ince davranisina kadar tukaka anneye baglamissiniz. Beni bir kadın olarak çok rahatsız etti yazdiklariniz
YanıtlaSilSizin bu bakış açınız ve benzeri bakış açıları nedeniyle hayatımın hiçbir döneminde feminist olmadım. Çünkü hayata “kadın bakış açısı” ile değil; “önce insan olabilmek” temelinde bakıyorum.
SilHanımefendi direkt olaya “annelik” gözlüğüyle bakarak rahatsız olmuşsunuz. Oysaki bu yazıda bir insanın “nezaketsizliğinden, negatif enerjisinden, ortamı ve insanları küçümsemesinden, teşekkür bile edememesinden, gülümsememesinden, bir masada sohbet eşliğinde yemek yenirken arkasını dönüp televizyon izlemesinden, buz gibi olmasından, çocuğunu aşırı sahiplenerek etrafındaki insanlardan uzak tutmasından falan bahsetmiştim.
Örneğin bir film izlerken, antisosyal, negatif bir karaktere bile “sadece anne olduğu için” pozitif ayrımcılık mı yapıyorsunuz? Bu elbette sizin bakış açınız. Doğada her canlı anne olabiliyor; ama insan olmak, nezaketli olmak, temel sosyal beklentilere yanıt vermek bambaşka bir şey…
Bence aslolan şey, kadın olarak pozitif ayrımcılık beklemek yerine insan olarak takdir edilmeyi başarabilmek olmalıdır.
Sevgilerimle…
Bu arada ilave edeyim "Her şeyi kişisel algılamayın" yargısı ne kadar anlamsız... Temel nezaket kurallarına uymayan kişilere tavır gösterince "Sen de çok alıngansın, her şeyi kişisel algılıyorsun" demek, kolaycılığa kaçmak ve her şeyi "öylesine, yüzeysel" algılamak olmuyor mu...
Silspam unutmağğğ :)
YanıtlaSilBakıyorum artık alıştım, çünkü bazen spam'e değerli mesajlar düşebiliyor :)
SilPrens ve prenses gibi büyütülen çocukların yetişkin hali aynen böyle oluyor. Şımarık, saygısız, bencil, diğer insanları umursamayan, empati yoksunu tipler.. artık bunlardan çok var. Aileler çok modernleşti ya artık çocuklarını böyle büyütüyorlar. Biraz ağır gelecek ama bunların çocuk tipleri bile iğrenç geliyor bana. Selam veriyorsun, merhaba diyorsun, iletişim kurmaya çalışıyorsun, karşılık vermeyi bırak tuhaf tuhaf sesler çıkararak uzaklaşıyor.
YanıtlaSilO kadar güzel özetlemişsiniz ki 😊 Güya çok eğitimli “instamom”lar yerine köydeki annelerin büyüttüğü çocuklar kesinlikle daha insancıl ve daha sevgi dolu… Çocukları dünyanın merkezine koyarak onlara iyilik yaptıklarını sanıyorlar maalesef. Oysa o çocukların ihtiyacı saf ve karşılıksız sevgi ve paylaşmayı bilmek...
Silİnsanlar bıraktığımız yerde olmayabiliyorlar. Olduğunu sandığımızı orada görememek üzüntü verici. Hele bir de önem verdiğimiz biriyse daha fena oluyor.
YanıtlaSilEvet tam da sizin söylediğiniz gibi... İnsanları mutlu hayal edip de mutsuz olduklarına tanık olmak ise çok ama çok üzücü bir şey. Aşk evliliklerine olan inancımın yerle bir olması ise tuzu biberi oldu bu olayın... Hayat işte, her gümn yeni bir şeyler öğreniyoruz...
SilSoluksuz okudum yazdıklarınızı. Aralarda ön yargılarınızı görmek mümkün ancak çok iyi bir gözlem yeteneğiniz var. Anlattıklarınızdan anlaşılıyor ki manevi duygulara çok değer veriyorsunuz, bu içinde bulunduğumuz dünyada yitirilmeye başlayan bir olgu... Yazınız çok güzel...
YanıtlaSilYorumunuz için teşekkür ederim. Evet manevi duygulara değer veriyorum. İnanın bu anlattıklarım özet, içinde önyargı yok. Yoğun hissediyorum bazı durumları, bazı anları... Ve maalesef bu meziyet, genellikle acı veriyor...🌺
SilYüreğimde hissettim bütün hissettiklerini.
YanıtlaSilİnsanın hiç yormadan kendisini hissedebilen dostları olması ne büyük bir zenginlik, iyi ki varsın 🙏🌺
SilSizi çok takdir ettim sevgili Evde Yazar. Sanırım herkes sizin gibi sabırlı olamazdı. Ayrıca onca olumsuz davranışa rağmen giden misafirinizin ardından iyi dileklerde de bulundunuz. Elbette yazınızın özüne eleşti yapmak haddime değil, üçüncü kişi olarak görüşlerimi yansıtmayı istemem. Tekrar geldiklerinde umarım bambaşka, mutlulukla dolu misafirinizi ağırlarsınız.
YanıtlaSilBu samimi paylaşım için teşekkür ediyorum size.
Öncelikle mesajı geç yayınladığım için özür dilerim, konsantre olamadım bir türlü. Aslında sanırım biraz karışık anlatmışım. Benim misafirim değillerdi, biz hep birlikte başka bir evde misafirdik. Tekrar bir araya gelir miyiz, bunu zaman gösterecek... Sevgiler.
SilBu samimi, iç dökmeli yazınızı çok sevdim ve de düşünecek çok şey verdi bana. Sizin bu buluşmadan sonra ne hissettiğinizi tahmin edebiliyorum, benzer bir durum yaşamıştım ve eve gelince üç gün etkisinden çıkamamıştım. Yazmak iyi geliyor insana. Kalbindeki taşlar yerine oturuyor. Sizin dostunuza olan durumunuza üzüldüm, onların aile içi durumlarına üzüldüm, bir çocuğun bu problemler içerisinde büyümesine ve sevgiyle yapılan bir teması doğrudan kötü dokunuş olarak değerlendirmesine dünyayı bu yaşta bu kadar kötü bulmasına üzüldüm. Ne iyi ettiniz de anlattınız. Belki olanı değiştirmez ama nefes olmuştur size :)
YanıtlaSilÇok teşekkürler yorumunuz için. Ne güzel anlamışsınız beni. Kesinlikle yazmak nefes, ve birilerinin sizi anlayıp yorum yazması ayrı bir iyileşme hali.. Ve ne olursa olsun bloga iç dökmeye devam edeceğim. Sonuçta burada hep birlikte iyileşmeye, daha iyi hissetmeye, paylaşmaya, açılan yeni pencerelerde anlatılmak istenene odaklanıyor ve aslında çabalıyoruz. Sevgilerimle... 🥰🌺
Sil