COVID-19 hayatımıza girdi gireli hepi
topu üç ay geçti. Ve o günden bu yana her şey realitenin değil de, sanki bir
filmin zaman ölçeğinde gibi hızla gözümüzün önünden akıp gidiyor. Şaka maka, tarihin
kırılma noktalarından birine tanık oluyoruz. Meğer çok hızlı sandığımız
hayatımız ne kadar da yavaş akıyormuş korona öncesinde. Meğer dert ettiğimiz
şeyler ne kadar da önemsizmiş!
İlk zamanlar olayın henüz
ciddiyetinde değildik. Gökyüzünde vızır vızır uçaklar uçuyor, herkes bir
yerlere gezmeye gidiyor ve gittikleri ülkelerden mutlu öz çekimler yaparak
sosyal medyada paylaşıyordu. Korona birkaç ülkeye yayılınca bizimkiler
hava alanına termal kamera koyarak- biraz da göstermelik- önlem aldı. Hatta
Şirin Payzın’dı yanılmıyorsam, “Amerika’dan geldim kimse ateşime bakmadı” diye
eleştiri tweeti atınca, sosyal medyada tepkileri üzerine çekmişti. Abartıyor
dediler. Ne sorunsuz zamanlarmış! Hava alanındaki kontrollerde ateşi yüksek olan
çıkarsa hastaneye gönderiyorlardı güya, çok da sıkı değildi önlemler o ilk
zamanlarda. Sosyal medyada hızla yayılan “Bu virüs Türk genine bulaşmıyormuş!“geyiğine
inanıyorduk çünkü, inanmak istiyorduk belki de! Oysa bizler hafife aldıkça,
Korona sinsi sinsi tüm dünyayı ele geçirmeye başlamıştı bile. Türk genini takar mıydı! Avrupa’da
ölüm grafikleri hızla yükseliyor ve biz de hafiften korkmaya başlıyorduk. Sonra film daha da hızlandı.
Devamını Oku
Bu üç ayda neler oldu, nelere
alıştık bir düşünsenize. Sanki hayatımıza birisi yeni bir milat noktası koymuş
gibi. CÖ-CS / Coronodan Önce, Coronadan Sonra...
Her şey en basit
alışkanlıklarımızın değişmesiyle başladı. Nasıl mı? Mesela koronodan önceki
zamanlarda sıcakkanlı bir toplumduk. Tanıdıklarımızla selamlaşırken sadece
tokalaşmaz, bir de sarılıp öperdik birbirimizi. Koronanın ilk zamanlarında
-bize bir şey olmaz evresindeyken yani – şakayla karışık “Sarılmak yok, uzaktan
selamlaşalım!” diyerek, birbirimize şirinlikler yaptık. Kimileri elini kalbine
koyup hafiften öne eğilerek külhanbeyi tavırla “eyvallah hocam” dedi güldü,
kimileri tokalaşmak yerine kollarını
tokuşturdu güldü. Hayat o zamanlar hala güzeldi... Geldiğimiz noktada, yani o
günlerden iki-üç ay gibi kısa bir süre sonra ise “sosyal mesafe” diye bir
kavramın boyunduruğuna girdik. Değil sarılıp öpüşmek, en kanka arkadaşımızla
bile aramıza en az bir buçuk metre mesafe koymadığımızda tedirgin olmaya
başladık. Ve bu duruma çabucak ALIŞTIK!
Devlet Baba! |
Ben bu yazıyı yazarken Fox TV’de
alt yazı geçiyor mesela:
“1991 yılındaki büyük madenci
grevinden sonra ilk kez tüm madenler bu geceden itibaren kapanacak!”
Buna da alışırız elbette, neyse…
Geldiğimiz noktada, dünyada 713
bin kişi virüse yakalandı ve ne yazık ki 33 bin kişiyi de kaybettik. Bizdeki vaka
sayısı da on bini aştı! İnsan hayatlarını sayılara indirgeyerek bu yazıyı
kirletmek istemiyorum, ama istatistik gerçeğini de yadsıyamaz haldeyim…
Ufak ufak sınırları kapatıyordu devlet
bir iki hafta öncesinde. İtalya, İspanya, derken bugün, havadan karadan ve denizden
tüm sınırlarımız kapalı şu an. Buna da ALIŞTIK sayılır.
Ama dahası da var. Çünkü her şeyden
önce tiyatroları, sinemaları ve barları kapattılar. Ardından restoranlarda
masaları kaldırdılar, alın yemeğinizi paket yaptırın evinizde yiyin dediler. Kafeler
kapandı. Ardından kuaför salonları, hamamlar, saunalar ve kaplıcalar… Bunlara
da ALIŞTIK.
Sokaklar boş, dükkanlar ıssız!
Avm’leri kapatmadı devlet, daha
doğrusu kapatamadı belki. Ama büyük mağazalar birer birer kepenk indirince,
birkaç alışveriş merkezi kendiliğinden çekildi aradan. Geçen hafta sonu balık
tutmayı yasakladılar, sahilde yürümeyi yasakladılar, pikniğe gitmeyi bir de!
Ama kimse işe gitmeyi, fabrikaya gitmeyi yasaklamadı, yasaklayamadı. Çünkü
yasaklasa, o işçilerin maaşını kim verecekti!
Okullar sanırım iki haftadır
kapalı. Öğrenciler internetten ve televizyondan takip ediyor artık derslerini. Buna
da ALIŞTIK. Hatta ilk internet dersinde çocuklara idam sahnesi izlettirdiler,
sonrasında milli eğitim bakanı özür diledi. Bütün bu yaşananlar gerçekten de Emir
Kusturica filmleri gibi absürttü; ama ALIŞIYORDUK!
65 yaş üzeri riskli grup olduğu için
onlara geldi sokağa çıkma yasağı. İncittik bu yaş almış çınarları; sosyal medya
soytarıları, orta yaşlı vatandaşlarımızın üzerlerine su dökerek dalga geçtiler. Bu gözler bunları da gördü. Genetik
kodlarımıza işlemiş “Büyüklerimi saymak, küçüklerimi sevmek…” andı ne zamandır
tedavülden kalkmıştı zaten.
Dünden itibaren iç hatlardaki uçaklar,
şehirler arası otobüsler ve trenler durduruldu. Başka şehirlerde yakınını kaybeden onlarca kişi, şehirler arası yolculuk izni alabilmek için kaymakamlıklara akın etti bugün.
Sokağa çıkma yasağı istiyor ülkede
hemen hemen herkes. Özgürlüğüne en düşkün insan bile… Başka çare kalmadı. Çünkü korona sayesinde
devletimiz yeni bir kavram öğretti bize:
GÖNÜLLÜ KARANTİNA!
Oysa ben, gönüllü karantina değil
de Timur Selçuk’un gönül titreten sesiyle söylediği KARANTİNALI DESPİNA şarkısından
tarafım...
“Herkes kendi OHALini kendisi yapsın”
diyorlar.
SELFOHAL yani, kendi kendini eve
kapat diyor devlet. İster işten izin al, ister işten kovul, ama evde kal!
“Evdekal” “Evdehayatvar” “Hayatevesığar”
gibi sloganlarla insanları evlerinde tutmaya çalışıyorlar. Bir tır şoförü “Ben
nasıl evde kalayım, açım, çalışmam lazım” dediği için gözaltına alınıyor. İçişşşleri
bakanı “art niyetli bu adam!” diyor. Bu
gibi durumlara alışmıyoruz şu an, çünkü zaten ALIŞKIN herkes!
Bu yazının sonunu yazarken
devletimizin başkanı ulusa sesleniyor, tam da şu anda! Diyor ki:
“Ben yedi maaşımı bağışlayarak
kampanya başlatıyorum; hepimiz birbirimize yeteriz
, hadi pamuk eller ceplere…”
, hadi pamuk eller ceplere…”
Bu muhabbet böyle sürer gider...
En iyi sözü Karantinalı Despina söyler...
En iyi sözü Karantinalı Despina söyler...