Resmen
1 dakika gecikmeyle dünkü afetten kurtuldum! Her zaman olduğu gibi; yani
17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinden de sadece şans eseri
kurtulduğum gibi, dün de afete yakalanmaktan yaklaşık bir dakika
zaman farkıyla kurtuldum! Bu konuda gerçekten çok şanslıyım, ve
bu şansımın ne kadar değerli olduğunu biliyorum.
Dünü düşündükçe hâlâ ürperiyorum, anlatayım:
Hava
durumu haberleri hep ilgimi çeker. Bu nedenle de Buluttan Bildiriyor hesabını severek ve yakından takip ediyorum. Yani dün akşam şiddetli
yağmur yağacağını; hatta dolu, yıldırım, şimşek ve ani
rüzgarlar olacağını biliyordum. Fakat dün yaşadığımız
boyutta bir afet olacağını meteoroloji bile tam olarak
kestirememişti! Ağaçların havada uçuşacağını, metal çöp
konteyner' larının yerinden oynayacağını, asırlık çınarların
bile yerle bir olacağını, camların patlayacağını hangimiz tahmin edebilirdik! Tahmin de
edemedik zaten! Her şey bir anda olup bitti.
Çok korkunçtu,
gerçekten çok korkunçtu yaşadığımız anlar. Yılardır
İstanbul'da yaşayan biri olarak bir geçen sene 15 Temmuz'da
tepemizden jetler alçak uçuşla geçerken ve camlar zangır zangır
titrerken; bir de dün akşamki yaşanan tufanda bu kadar korktum! Umarım bir daha böyle şeyler başımıza gelmez!
1
dakika zaman farkıyla nasıl kurtuldum
Dün
çok işim vardı, bilgisayarın başından bir türlü kalkamadım.
Ama manava gitmem de lazımdı. Şunu da bitireyim, bunu da bitireyim
derken saatin akşam altıyı biraz geçtiğini fark edemedim. Sonra "artık kalkmalıyım" dedim. Baktım hava hafiften kararmaya başlamış, bulutlar
gelmekte. Yağmur başlayana kadar manava hızla gider gelirim diye
düşündüm. Tam evden çıkıyordum ki, içime kurt düştü.
Camları kapatayım ne olur ne olmaz dedim. Kapıdan döndüm ve camları tek tek
kapattım. Sonra ayakkabılarımı giydim, ikinci kattan birinci kata
indim. Birinci kattan 4 merdiven daha inip sokağa çıkılıyor. O
merdivenleri inmeden önce eğildim baktım; yerler ıslanmaya
başlamış. "Amaan boş vereyim şimdi manavı, ıslanmayayım boşu
boşuna; buzluktaki kuru fasulyeyi pişiririm olur biter" dedim.
Geriye döndüm, ama olayın boyutlarının henüz farkında değildim. Anahtarı çıkardım,
kapıyı açmaya çalıştım. Tam o sırada telefonum çaldı.
Yakınım arıyordu: “Sen neredesin?” diye sordu, ben de
anlattım saf saf... “Manava gidecektim, baktım yağmur
başlıyor, geri döndüm, şimdi kapıdan giriyorum” dedim. “Ben
önüme çıkan ilk dükkana sığındım, aman dikkat et,
pencerelerden uzak dur!” dedi. Yine anlayamadım neler olduğunu.
Post
apocalyptic film sahnesi gibi manzaralar
Ayakkabılarımı
çıkardım, salona girdim, aman Allahım o nasıl ses... Sanki
çatılardan kocaman kocaman kiremitler düşüyor gibi! Pencerelere bir şeyler çarpıyor sürekli ve ben korkudan camlara
yaklaşamadığım için bu şeylerin ne olduğunu anlayamıyorum!
Sokaktan pat küt sesler geliyor, ama öyle böyle değil! Kalbim
hızla çarpmaya başladı. Telefona sarıldım hemen. Neler olduğunu
sordum yakınıma; bana pencerelerden uzak durmamı salık verdi.
Koridorda bir o yana bir bu yana gezinirken bu kabusun bitmesi için
yüksek sesle dua etmeye başladım. Bir ara ellerim titreyerek iki
yudum su içtim. Kabus bitmek bilmiyordu. Kaç dakika sürdü
bilmiyorum ama, o anlar o kadar uzundu ki... Eğer o iş de bitsin,
şu iş de bitsin demeseydim ve bir dakika önce çıksaydım sokağa;
olacakları hayal bile edemiyorum! Uçar mıydım, bir yerlerimi
yaralar mıydım... Düşünmek dahi korkunç!
Olay
sonrasında “Post apocaliyptic” film sahnesi gibi
görüntüler vardı sosyal medyada. Hani vardır ya Hollywood
filmleri; aniden nükleer saldırı, hortum, fırtına, deprem gibi
bir felaket gelir ve medeniyet yerle bir olur. Kıyamet sonrası
korkunç tablo anlatılır bu tarz filmlerde. Dünkü görüntüler hiç de farklı
değildi post apokaliptik hikayelerden. Devrilen ağaçlar, yıkılan vinçler,
yerlerde cam kırıkları, yıldırım düşmesi sonucu çıkan
yangınlar, suda yüzen araçlar, sel basan metro istasyonları...
Doğa
ana bir tokat attı!
Evet,
yine son sözü doğa söyledi. Belki de “Bunlar size son
uyarılarım!” demek istedi. “Benimle bu kadar uğraşırsanız,
neler yapacağımı o son teknoloji dediğiniz aletlerle bile tahmin
edemezsiniz!” dedi. "Bırakın ormanları yok ederek yol yapmayı,
bırakın artık her yeri binalarla doldurmayı!” demek istedi. Çok
şey söyledi dünkü tokadıyla! Artık anlamak zorundayız!
Anlamayanlara anlatmak zorundayız! Çünkü para denilen nesne, doğa
karşısında sadece bir kağıt parçasıdır! Medeniyetse tek dişi kalmış bir canavar!
Ve
bilmem farkında mısınız; iklim değişikliği gözümüzün önünde
yaşanıyor bağıra bağıra ve tüm çıplaklığıyla! Temmuz ayında fırtınalar,
seller, orman yangınları, kışın metrelerce kar! Hep birlikte
beton bir dünyanın getirdiği felakete doğru yol alıyoruz!
Bu
domates bir şeyler anlatıyor!
Ama umut hala var. Neden mi, çünkü domatesim yaşıyor!
Çengelköy'deki
asırlık çınar ağacı bile yıkılırken, benim penceremin önündeki bu domates sanki ulu bir bilge gibi ayakta! Sizce de bir şeyler anlatmıyor mu bu duruş, bu yıkılmayış? Dünkü
tufandan sonra sadece bir kaç ezikle yaşamayı sürdürmeyi başardı! Hayatımda ilk kez, hem de küçücük bir saksıda yetiştirdiğim ve çok sevdiğim domatesim dünkü felaketten kurtuldu! Komşulardaki saksılar yerle bir olurken o yaşayabildi! Demek ki
umut var; demek ki severek bir şeyleri kurtarabiliriz!
Demek ki hâlâ dünyayı güzellik kurtarabilir!