27 Haziran 2013 Perşembe

Her şeyi hatırlayarak yaşanmaz ki!


" İnsan her şeyi unutarak yaşayabilir, ama her şeyi hatırlayarak yaşayamaz.." 
"Kardeşimin Hikayesi" kitabındaki en çarpıcı cümlelerden biriydi bence bu.. Bazı şeyleri, özellikle kötü anıları unutmak, bence ayakta kalabilmek, akıl sağlığımızı koruyabilmek için zihnimizin bize sağladığı bir avantaj...
 Bazıları bu avantajı iyi kullanabiliyor, bazılarıysa hassas yüreklerine gelen kötü anıların etkisini taşıyamıyor ve maalesef 
akıl sağlığını yitiriyor. 
Ben şanslı olanlardanım, geçmişe ait kötü anıların hiç birini anımsamam.. Hatta beynim bu konuda o kadar iyi ayıklama yapıyor ki, bende iz bırakmamış insanların yüzleri ve isimleri dahi siliniyor hafızamdan.. Sokakta karşılaşıyoruz, sanki dün görüşmüşüz gibi bir şeyler anlatıyor örneğin karşımdaki yabancı. Sözü bittiğinde "Pardon, ben çıkaramadım sizi, nereden tanışıyoruz?" sorusunu yöneltiyorum, bundan utanmıyorum da.. "Demek ki bende iz bırakamamış!" diyorum; "bu da benim suçum değil ki!" diyerek kendimi rahatlatıyorum her seferinde.. Çoğu da eski iş yerlerinden çıkıyor bu unuttuğum kişilerin.. İş hayatından aklımda kalan o kadar az insan var ki, nereden bilsin beni unutmayan yabancı..
 İşte Zülfü Livaneli de bu bir solukta okunan romanında unutmanın öneminin altını çiziyor bence.. Kahramanımız unutarak ayakta kalabiliyor, bedeli bir çeşit ruhsal bozukluk olsa da.. Ya her şeyi hatırlasaydı, ya içinde derin izler bırakan kara sevdanın bütün ayrıntıları hayaletler gibi dolansaydı beyninde? Yaşayabilir miydi? Nefes alırdı elbet, belki çok uzun yıllar sonra dönerdi de normal hayatına.. Ama aradan geçen yıllarda muhtemelen acı çekmekten bitap düşerdi.. Bedeli ağır olurdu hatırladıklarının..
aşk-kırılganlıktır
Aşk da var "Kardeşimin Hikayesi" romanında. Ama aşkın nasıl yaşandığından çok nelere sebep olabileceğini görüyoruz öykünün kurgusunda. Hani vardır ya Arabesk şarkıların çoğunda: "..Ya benimsin, ya kara toprağın" vurgusu; benzer bir çağrışım var romanda da aşkın esrik hallerinin yıpratıcı sonuçlarına dair. Hayatımızın Arabesk yönleri olmadığını söyleyebilir miyiz zaten? En bilinçli, en mantıklı olduğunu iddia eden kişiler; en entelektüel yaşamlar da sürseler mutlaka bir yerlerde Arabesk bir yaklaşımları oluyor. Kitabı okumayanları düşünerek adından bahsetmeyeceğim karakterin kıskançlığında, aşkın hem Arabesk olarak nitelendirebileceğimiz sahiplenme hallerine, hem de cinsellik ötesinde yaşanan derin ruhsal boyutuna tanık oluyoruz kitapta. Bakmayın böyle uzun cümlelerle anlattığıma; o kadar akıcı ve basit bir dili var ki kitabın, eminim sizler de benim gibi iki gün içinde bir solukta okuyacaksınız..

Hiç kimse kendisini cinayet işlerken düşünemez.. Cinayet işleyenler de düşünemezlerdi olayın öncesinde elbet.. Çünkü cinayet işleyebilmek için bir kişinin cinnet geçirmesi gerekir, deliliğin sınırlarında gezinmesi gerekir.. İşte Kardeşimin Hikayesi'nde aşık olmanın bir çeşit delilik olduğunu da görüyoruz.. 

Peki mutlu aşk yok mudur? Elbette vardır,
ama "mutlu kavuşmalarla biten aşk, aşk olarak kalır mı?" diye bir soru gelir akıllara.. işte orası ayrı bir tartışma konusudur.. 

Serenad'tan sonra okurken basit bulduğum, ama elimden de bırakamadığım, bir solukta bitirdiğim bu kitabın üzerine düşündüğümde, aslında hiç de basit olmayan meselelere parmak basıldığını fark ediyorum.. Gerçi kitabın sonu biraz aceleye getirilmiş gibi ama, vardır bir bildiği üstadın..
Ne diyeyim, ellerine sağlık Zülfü Livaneli... Bütün şarkılarında, bütün romanlarında olduğu gibi yine alıp götürdün beni bir yerlere..
Sizler de bir iki günlüğüne dünyadan kopmak isterseniz, alın, okuyun diyorum..
Sevgiyle kalın..
Devamını Oku

24 Haziran 2013 Pazartesi

Karne hediyesi bahane, ailece eğlenmek şahane!

turk-telekom-xbox


Türk Telekom’lu aileler, çocuklarının zorlu ve yoğun bir yılı geride bırakmasını ailece eğlenerek kutluyor. Çünkü XBOX 360 Türk Telekom abonelerine özel fiyatlarla onları bayilerde bekliyor.

Tüm dünyayı kasıp kavuran XBOX 360 oyun konsolu, 31 Ekim 2013 tarihine kadar yapacağınız başvurular için ayda yalnızca 34 TL’den başlayan taksitlerle Türk Telekom ofis ve bayilerinde sizleri bekliyor. Üstelik tüm beden hareketlerinizi algılayarak konsolu ve oyunları kontrol etmenizi sağlayan Kinect’in yanında Disneyland, Adventures ve PES 2013 oyunları hediyesiyle.

Siz de karne hediyesini paylaşmaya niyetli Türk Telekom’lulardansanız, hem çocuğunuzu hem de bütçenizi sevindirecek bu müthiş fırsatı kaçırmayın.

Türk Telekom XBOX 360 kampanyasıyla ilgili detaylı bilgi için tıklayınız.

www.facebook.com/TurkTelekom
https://twitter.com/Turk_Telekom

Bir bumads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

23 Haziran 2013 Pazar

Bugün benim doğum günüm

google doğum günüm
Ne zamandır yazmıyorum, yazamıyorum malumunuz.. Madem Google bile doğum günümü kutlamış; artık bu özel günün şerefine yazayım dedim.. Hem de tekrar yazmaya başlamak için güzel bir bahane oldu..
Yıllar önce tam da bugün dünyaya ilk gözlerimi açtığımda neler hissettiğimi bilmek isterdim aslında..Dünyaya ilk gözlerini açan bebeklerin hisleri var mıdır, akıllarından neler geçer çok da merak ediyorum.. Acaba "annemin karnında, izole bir ortamda ne güzel yaşayıp gidiyordum, bu dünya denilen yer de neresi böyle?" diye mi düşünürler, yoksa "Uff karanlık bir ortamda dokuz ay on gün beklemekten çok sıkılmıştım, nihayet ışığı gördüm" diye sevinirler mi? Belki bir gün bilim çok gelişir ve bu soruların yanıtını birileri verebilir.. Benim şu anda yaptığım sorgulamanın fantastik kurgudan pek de farkı yok.. İnsan beyni böyledir, kimi zaman imkansız sorulara yanıt bulma arayışına girişir; bir de bakmışsınız ki ortaya karışık bir mizah ve bir de fantastik kurgu  çıkmış.. 
İnsan olmak belki de bu yüzden güzel...

Doğmak, büyümek, hep büyümek, büyümeye çabalamak gibi bir misyonumuz var hayatta.. "Belli bir yaşa geldik artık, yaşam kendi tekrarlarına başladı" diyemiyoruz.. Kaç yaşına gelirsek gelelim hep ilkler oluyor yaşamımızda.. Düşünsenize ilk nefesle başlıyor, ilk ağlama ile devam ediyor. Sonra ilk sözcükler, ilk adımlar, ilk okul, ilk ayrılık, ilk sinemaya gidiş, mesleğe ilk adım, ilk maaş, ilk terfi, ilk işten çıkış, ilk arayış, ilk sonlanış.. Ama bu döngünün sonu yok, yüz yaşımıza gelsek de hayatımızda hep ilkler olacak.. 

İnsan olmak belki de bu yüzden güzel...

Özel günleri pek sevmem.. Örneğin toplu ayin töreni gibi sevgililer gününde herkes birbirine zorlama da olsa çiçek alır, yeni yıllarda istemeye istemeye iş arkadaşımıza hediye vermek zorunda kalırız.. Hep söylerim, aslolan doğum günleridir, yıl dönümleridir.. Çünkü sevdiklerimizin doğum gününü kutlarken ve kulağa bir klişe gibi gelen "iyi ki doğdun!" 
sözlerini söylerken aslında "Sen değerlisin, doğmasaydın yaşamımda eksik bir şeyler kalacaktı, kattığın değerler olmayacaktı" mesajını veririz..

İnsan olmak belki de bu yüzden güzel..

Her sene doğum günümü kimler kutlayacak heyecanına kapılırım.. Hele ki beklediğim birilerinden doğum günümü kutlamayan olursa üzüntüye kapılırım.. İnsan böylesi bir günde ister istemez biraz önemsenmek, biraz şımartılmak istiyor.. Öyle ya, dünyada var olduğumuz ilk günü kutsuyoruz  doğum günlerinde.. Bugün mesela ilk tebriği en çok kullandığım kredi kartımdan aldım.. "İyi ki doğdun" demişler.. Hoş bu tebriğin arkasındaki mesajın "iyi ki doğdun ve iyi ki bizim kredi kartını kullanıyorsun, kullanmaya devam et!" olduğunu bilmeme rağmen yine de hoşlandım.. İnsan doğum günlerinde bilgisayar robotlarından gelen promosyon amaçlı mesajlardan bile hoşlanıyor.. Doğum günleri duygusal ve kırılgan günler çünkü..

İnsan olmak belki de bu yüzden güzel..

Ben de kendi kendime "iyi ki doğmuşum, her şeye rağmen hayat çok güzel!" diyorum ve kendime bir şarkı hediye ederek günün tadını çıkarmaya gidiyorum..

Devamını Oku

14 Haziran 2013 Cuma

Sizleri yalnız bıraktım, özür dilerim..

distress

Son günlerde bloğumu ihmal ettiğimin farkındayım. Takipçilerimden bu anlamda özür diliyorum. Özrümü anlayışla karşılayacağınızı umut ediyorum. Zira  son günlerde yaşanan Gezi Parkı olaylarından her vatandaş gibi ben de etkilendim.. Önümde Twitter, Facebook hep açıktı.İki odada iki farklı kanalı gösteren Tv kanallarından an be an olayları takip ettim bu süreçte.. Doğal olarak da bloğuma ayıracak ne enerjim ne de zamanım kaldı..

Bloğuma ve siz değerli takipçilerime olan sevgim nedeniyle bari bir özür yazısı yazayım dedim.. Bundan sonrası için yine eskisi gibi yazılarıma devam etmek için elimden geleni yapmaya çalışacağım..Umarım başarabilirim..

Ne düşündüğümü merak ediyor olabilirsiniz bütün bu olaylara dair.
Gezi Parkı ile ilgili söylenecek her şey söylendi aslında.. Ben daha fazla yorum yapmak istemiyorum bu nedenle.. Bir de gerçekten biraz sakinleşmeye ihtiyacım var.. Tabiri caizse artık gerçekten şişmiş durumdayım; bu zavallı kuş resmi gibi elim ayağım bağlanmış hissediyorum kendimi şu an.. Ne desem boş anlayacağınız.. Sadece umut ediyorum, umudumu kaybetmemeye çalışıyorum yarınlara dair.. 

ezik..

Çok iniş çıkış yaşadım bu süreçte, kimi zaman sevindim, kimi zaman gülümsedim, kimi zaman üzüldüm, kimi zamansa sinirden tırnaklarımı yedim.. Öyle anlarım oldu ki, bu portakalın yaşadığı bıçak acısı gibi duygular yaşadım..

Bitti mi?
Hayır bitmedi...
Bitecek mi?
No comment!!

Blog yazarlığını interaktif olduğu için seviyorum.. İşte burada size şu an en çıplak haliyle duygularımı anlatabiliyorum. Ve biliyorum ki sizler de bu duygularımı paylaşacak, yorumlarınızla bana enerji ve destek vereceksiniz..

Ben sanırım artık söyleyecek bir şey bulamıyorum..
Aklıma sadece kime ait olduğunu anımsayamadığım şu cümle geliyor:
Gecenin en karanlık anı, şafağın en yakın olduğu saatlerdir..

Aydınlık, sevgi dolu yarınlar diliyorum hepinize..




Devamını Oku

10 Haziran 2013 Pazartesi

Hayat bayram olsa

bayram


Çoğumuzun eski Türk filmlerinden bildiği o güzel şarkı ve sözlerini paylaşmak istiyorum sizinle.. Bu gün böyle bir ruh halindeyim çünkü.. Neşelenmeye, umutlu olmaya, güzel günler yaşama hayaline o kadar ihtiyacım var ki..

 Kavgalardan, nefret dolu söylemlerden, savaşlardan, hınç almalardan, hesap sormalardan, gövde gösterilerinden, incitici tavırlardan, yaralayan sözlerden, kışkırtmalardan o kadar sıkıldım ki.. 


Yıllar öncesinde yazılan bu basit şarkıdaki özlemi hala içimizde hissetmiyor muyuz? Bu sözlerin coşturmayacağı bir insan olabilir mi?

O halde nedir bu öfke, bu kin, bu sevgisizlik?

Şarkıdaki bu çok sade, ama içimize güzel duygular yansıtan basit   sözlerle baş başa bırakıyorum sizleri.
Biraz nefes alalım hep birlikte..
Şu dünyadaki en mutlu kişi, mutluluk verendir,Şu dünyadaki sevilen kişi, sevmeyi bilendir.Şu dünyadaki en bilge kişi, kendini bilendir.Şu dünyadaki en soylu kişi, insafa gelendir..
           Bütün dünya buna inansa, bir inansa, hayat bayram olsa           İnsanlar el ele tutuşsa, birlik olsa           Uzansak sonsuza
Şu dünyadaki en olgun  kişi, acıya gülendir.Şu dünyadaki en zengin kişi, gönül fethedendir.Şu dünyadaki en üstün kişi, insanı sevendir.Şu dünyadaki en soylu kişi, İNSAFA GELENDİR..





Devamını Oku

9 Haziran 2013 Pazar

Resmi algılayabilmek

ağacın kökleri

 Yandaki resme bakınca bazıları ağacı görür, bazıları gökyüzünü görür, bazıları ağacın köklerini görür, bazılarıysa gökyüzünün maviliğine uzanan yeşil dalların aslında derinlere uzanan muazzam kökleri olduğunu da algılar.  Yani resmi tümüyle görür. Bazıları da bu kadar derin sorgulamalara ne gerek olduğunu, resimdekinin alt tarafı bir ağaç olduğunu düşünür; hatta ağacı çirkin bile bulabilir.
Sanırım çoğumuzun sorunu, resmi tümüyle görememek.. Algıda seçicilikle ilgisi yok bence bu durumun. Tamamen bilinç düzeyiyle ilintili bir sonuç diye düşünüyorum..

Resmi bütünüyle görebilmek, kolay iş değildir elbette..Bunu başarabildiklerini düşünenlerin bile  göremediği teknik detaylar  var çünkü.. Örneğin bir ressam, bu resimdeki bütün renk hatalarını gördüğü için olayın duygusuna giremez belki de.. 


Resmi tam olarak algılayamayınca ne olur peki?
kararsızlıkBir sürü soru oluşur beyinlerde.
Ağaç nedir?
Kök nedir?
Derinlerde yaşayan karmaşık organizmanın tutunduğu en önemli nokta neresidir?
Kökü etkileyen bir hastalık olursa ağaç yaşar mı?
Ağacın kökünü kemiren kurtçuklara çare bulunmazsa ağaç ölür mü?
Ağaç ölürse ne olur?
.... 
Uzar gider bu sorular.



bilinemez haller
Bu sorular yanıtsız kalırsa insan kendini büyük bir sıkışmışlık duygusu içinde bulur..
Tam da benim şu anda bulunduğum ruh halleri gibi..
Sorularımıza yanıt bulamadıkça üzerimizdeki baskı daha da büyür..
Resmi unuturuz..
Resim neydi sahi, neyi anlamıştık veya anlayamamıştık?




birlikte olmak

Ne yapmalı peki?
Resmi bütünüyle göremiyorsak ne yapmalı?
Sıkışmışlık duygusundan nasıl kurtulmalı?
Belki de karıncaları örnek almalı..
Bu sosyal böcekler, kendilerinden beklenmeyen işleri başarıyorlar..
Birlikte başarıyorlar.
"Bir" oluyorlar.
Karınca sürüsü diyoruz onlara, aşağılıyoruz..
Oysa onların umrunda bile değil bu söylediklerimiz...

Devamını Oku

5 Haziran 2013 Çarşamba

Çok mu şey istiyorum?

esitlik

"Ben ne istiyorum?"  diye düşündüm bu gün. Aslında çok şey istemiyorum, sizler de çok şey istemiyorsunuzdur mutlaka.. 
Benim önceliğim sanırım huzur, evet her şeyden önce huzur istiyorum. Yani kafamı kurcalayan ve benim dışımda gelişen sorunların hepten bitmese de biraz  da olsa azalmasını istiyorum. İnsanlar asık suratla dolaşsınlar istemiyorum mesela.. 
 Birisi diğerine yanlışlıkla çarptıysa özür dilesin, diğeri de gülümseyerek “önemli değil” desin istiyorum. Futbol takımlarının taraftarları birbirlerine düşmanmış gibi davranmasınlar istiyorum. Aralarındaki rekabet tatlı olsun, küfür edeceklerine zekice esprilerle birbirlerine zararsızca sataşsınlar istiyorum. Önündeki arabaya biraz yavaş binen yaşlı teyzeyi gördüğü halde arkadaki arabanın kornaya basmamasını, biraz sabırla beklemesini istiyorum. Otobüste, metrobüste yaşlılara, ayakta duramayacak kadar yorgun olanlara yer verilsin istiyorum.

barış

Elimin altında sadece tıklayarak kapıları açılan koskocaman internet dünyası varken, haber alma özgürlüğümün başka kanalları kısıtlanmasın istiyorum. Gerçek olmayan şeylere beni inandırmaya çalışmasınlar istiyorum. Kendim gibi düşünmek istiyorum, beni etkilemeye çalışmaları hoşuma gitmiyor..
Sahi ben ne istiyorum?



barış
Bir çay bahçesinde otururken el ele tutuşan sevgililerle, baş örtüsü takmış bir genç kızın birbirlerine düşmanca bakmamalarını, aynı masayı paylaşmalarını istiyorum.
 Sahi ben çok şey mi istiyorum? 
İnsanlar tanıştıklarında önce birbirlerine "nereli" olduklarını sormasınlar, etnik kökenlerinden bağımsız olarak birbirlerini sevmeye çalışsınlar istiyorum. Kimse bir diğerini zenci, beyaz, engelli, eşcinsel, Hıristiyan, Musevi, Müslüman, Budist, Alevi, Sünni, Laz, Kürt, Türk, Afrikalı, Yunanlı, zengin, fakir, aşağı mahalleden, yukarı mahalleden, Fener'li, Galatasaray'lı, solcu, sağcı  diye hor görmesin istiyorum. Bunların yerine insanlık değerleri  tek kriter olsun istiyorum.. Lütfen söyleyin, çok şey mi istiyorum?



Mahallemde ucuz çay içebileceğim, gölgesinde kitap okuyabileceğim ağaçlarla kaplanmış bir park olsun istiyorum. İnsanlar yerlere çöp atmasınlar istiyorum. Yaşadığım kentte devasa taş yığınları yerine yeşile bezenmiş ağaçlar, çiçekler görmek istiyorum.  Sokak şenlikleri olsun istiyorum. İnsanlar meydanlarda kimseyi rahatsız etmeden şarkı söyleyebilsinler istiyorum.  Umutlu olmak istiyorum geleceğe dair. Çocuklara kirlenmemiş, doğası yok olmamış bir dünya kalsın istiyorum.. Çok mu bu istediklerim?





İnsanlar, işsiz kalmasınlar istiyorum..  Birileri binlerce dolar verip sadece  bir kez giyeceği  ayakkabı alırken, diğerleri sokakta dilenmesin istiyorum. Bu istediğim şey çok mu fazla, lütfen söyleyin bana? 




Sahi ben ne istiyorum sevgiden, kardeşlikten, hoş görüden, eşitlikten, doğayı korumaktan, hep birlikte mutlu ve huzurlu yaşamaktan başka?

Peki ama ben kimim?
Sakıncalı biri miyim, çapulcu muyum, terörist miyim?

Sahi benim kim olduğumu kim belirleyecek?...
Devamını Oku

3 Haziran 2013 Pazartesi

Biraz empati lütfen...

empati kurmak
Biraz empati
Son günlerde ülkemizde yaşanan olaylardan etkilenmemek mümkün değil. Ben "biraz empati" diyorum bütün bu yaşanan olayların sonucunda.

Bebekken hepimizde var olan empati, sonrasında hızla azalabiliyormuş. Peki ama nasıl? Egonun yükselmesi ile, elde edilen güç ile elbette.

Eğer elinize şu ya da bu şekilde geçen bir güç varsa, maddi olarak yeterli durumdaysanız, emrinizde yüzlerce insan varsa ve o insanlar gözünüzün içine bakıyorsa, dahası sizden korkuyorlarsa ve egonuz yüksekse, empati kuramazsınız karşınızdakiyle!.. Oysa hayatın temel kuralı değişimdir. Hiçbir şey bulunduğu gibi kalmaz, yarın çok başka bir güne uyanabilirsiniz. İşte ego da burada devreye girerek negatif değişimlerin olabileceğine inanmanızı engeller. Sanki bütün o gücünüz, o ihtişamınız hep aynı kalacak sanırsınız. Yanılırsınız...

Biraz empati lütfen... İnsanlar istedikleri gibi düşünebilsinler. İnsanlar birilerine hakaret ederken kendisini karşısındakinin yerine bir an için bile olsa koyabilsinler. Ellerinde güç anlamına gelen bazı enstrümanlar olanlar, güçsüz gördükleri diğerlerine baskı yapmasınlar. Çünkü güçsüz görünüp önemsenmeyen insanların da bir dayanma noktası vardır.
Egosu yüksek olan insanlar, karşısındakini asla dinlemez, eleştirileri asla kabul etmezler. Kendisine olumlu yaklaşarak öneri götürenleri bile hoş karşılamaz, hatta onları da aşağılamanın bir yolunu bulurlar. Tarih, bu tip insanların acıklı öyküleriyle doludur. Lider olabilen diğerleriyse empati kurmayı en iyi şekilde başaranlar olmuştur hep. Hatta sadece insanlarla değil; doğayla, bitkilerle, hayvanlarla bile empati kurabilen yüce gönüllü insan öyküleri bilinir. Bu öykülerin kahramanları, gönüllerdeki yerlerini hep korurlar yıllar, yüzyıllar bile geçse.

Birbirimize karşı kin duymadan, kimsenin kimseye hükümdar olmadığı aydınlık günlerde yaşamayı kim istemez? Büyük şair Nazım Hikmet'in 50. ölüm yıl dönümünde milyonlarca insanın diline dolanan o ünlü şiiriyle bitirmek istiyorum sözlerimi:


"Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine..."
Devamını Oku