Bazen zamanı algılayamazsın, sonra bir de
bakmışsın ki epey geçmiş!
Altı yıl önce çok sevdiğim birinin
düğün törenine katılmıştım. Ama işte öyle böyle değil; çocukluğunu bildiğim,
içtenlikle yeğenim gibi sevdiğim, çok özel biri benim için. Düğünleri sevmesem
de O’nunkine katılmıştım. O günlerde beni yaralayan, zaman içinde içimde küllediğim
bir anı maalesef Buzlar Kraliçesi’nin yaz sıcağında estirdiği soğuk rüzgarlar
sayesinde tekrar canlandı!
Fotoğraf çekilme merasimindeydik.
Ben de nasıl denk geldiyse gelinle damadın ortasına düşmüşüm. Çok sevdiğim damattan
hiç unutamadığım şöyle bir tepki geldi;
“Lütfen seni kenara alalım; eşimle aramıza kimseler giremez…”
Gayrı ihtiyarî çok irkildiğimi,
sanki başımdan aşağıya bir kova buz dökülmüş gibi hissettiğimi dün gibi
anımsıyorum. Hemen refleks olarak yana çekilmiştim. O fotoğraf nerede bilmiyorum;
belki de hiç almadım. Muhtemelen suratımda buzların etkisi olmuştur poz
verirken. Ve aslında çok yaralayıcı bu cümlenin; aramızdaki bağların
gelecekteki durumunu özetleyeceğini altı sene sonra gözlerimle görmüş oldum bu
ziyaret sırasında.
Aradan geçen sürede değil
aralarına girmek (Fotoğraf çekilirken böyle bir uyarıyla karşılaşmak, herhalde
dünyanın en incitici anlarından biri olmalı. Kötü kaynanaya bile yapılmayacak
soğuk bir şaka gibi…) Ne zaman aklıma gelse, hadi o ânın duygu seliydi, falandı
filandı diye üzerinde durmamaya çalışsam da etkisinden kurtulmak pek de mümkün
değil böyle bir tepkinin… Ben yetişkinken kendisi çocuk olan ama buna rağmen
çok iyi dost olabildiğim, kimselere anlatmadığım iç dünyamın en azından yarısını
açabildiğim birinden gelen yaralayıcı tavır ne de olsa! Âşıkların kavuşma
coşkusu deyip küllemiştim bu cümleyi. Nereden bilecektim “Buzlar Kraliçesi”nin o
külleri tekrar karıştıracağını ve buz gibi ama kor alev etkisi yapan tavırlarıyla
yüreğimi acıtacağını…
Neyse işte altı sene sonra bir
vesileyle karşılaşacağımız için sevinçliydim. Çocukları dört yaşına gelmişti. Çok
heyecanlı olacaktı benim için bu süreç. Aşk dolu bir ilişkileri olduğunu hayal
ediyordum. Dünya tatlısı çocukları da muhtemelen sevgi pıtırcığı gibi bıcır
bıcır bir şey olmalıydı…
Hayaller ve gerçekler…
Nihayet beklenen an geldi, dile
kolay altı sene sonra…
Kapıdan girdiler, çocuk direkt bir
köşeye attı kendini ve nedensiz yere bağırmaya başladı. Annesinin huzursuzluğunun çocuktaki yansımasının yüksek sesle bağırmak olduğunu sonradan anladım. Aslında çocuk gayet tatlı ve mutluydu iç
dünyasında. Keşke bu küçük insanı tanımak için annesi daha fazla alan açsaydı
bana…
Sadece gelinlikle gördüğüm kişiyle nihayet tanışıyordum. Öyle ya, en sevdiğim dostumun eşi ile eminim ki ben de iyi anlaşacaktım.
Önyargılar, ah bu kandırıkçı ön yargılar!
Keşke hiç karşılaşmasaydık
ve keşke dostumun aşkını adeta bir melek olarak varsaymaya devam etseydim…
Maalesef kraliçesi olduğu buzlar diyarından getirdiği buzdan okları acımasızca
fırlattı ve kendisi hakkındaki olumlu bütün ön kabullerimi yıktı geçti…
Ufak tefek hediyeler getirmiştim. Teşekkür etmedi.
Çocuğa kitap götürmüştüm, çocuk da teşekkür etmedi. Belli ki annesi öğretmemiş.
Hayır bir de çocuk gelişimi konusunda ciltler dolusu kitap okuyor bu tip
anneler. Acaba yeni nesil “kişisel gelişim” kitaplarından mı geçiyor bu bencil soğukluk!
O kadar korkutmuş ki çocuğu; ailesinden birisinin sevgiyle başını okşamasına çocuk
“özel bölgeme dokundun” diye çığlıkla yanıt verdi! Ürktüm… Bu doğru bir şey mi,
paranoyaklık mı bilemedim. İçim acıdı, çocuğa üzüldüm…
Çocuk bu ya! Kendisini gerçekten seven insanlardan bile ürküterek
büyütülür mü bir çocuk? Gerçek sevgiye izin vermeyerek; iyiyi kötüyü ayırt etmeye
çabalamadan, herkese potansiyel kötü muamelesi yaparak kendini korumaya geçerse; nasıl sevgi dolu bir dünya kurabilir? En yakınındakilerden bile şüphe
duyarak büyürse gelecekte nasıl bir paranoyak olur? Bilemedim, yorum da
yapamadım. Sadece şaşırdım ve çok üzüldüm… Belki de annelik böyle bir şeydir, bilemiyorum.
Korumacılık tamam da nerede kaldı sevgi dolu
aile bağları? Herkesi potansiyel tehlike mi görüyor bu buzlar kraliçesi? Bu
nasıl bir samimiyetsizlik, nasıl bir şey, bende adı yok… Çocuk yetiştirmek deney faresi
ile oyunlar kurmak mı?
Ne diyordum, evet, insan neden hediye verir? Ben şahsen hediyeyi verene
kadar, karşı tarafın nasıl mutlu olacağını, paketi nasıl açacağını hayal ederim. Zaten
amaç da budur. Küçücük bir şey de olsa, karşı tarafta yaratacağı mutluluk etkisiyle kendim mutlu olmak için hediye veririm. Bana verilen hediyeden hiç hoşlanmasam bile,
düşünülmüş olmak beni mutlu eder ve karşı taraf da mutlu olsun diye içtenlikle
teşekkür ederim. Buzlar Kraliçesi böyle düşünmüyormuş maalesef.
Çok uzun saatler gezip emek
vererek, kendisine yakışacağını düşündüğüm bluzü almış, özenle paketlemiştim. Paketin
üzerine kalpli not kâğıdı bile yapıştırmıştım… Kim bilir ne kadar dalga geçmiştir içinden.
Hiç yorum yapmadı alınca. Giymedi de zaten. Birlikte geçirilen iki gün sonunda
sordum, “Beğendin mi? “dedim. “Tam da işe giderken giymelik” diye yanıtladı… Yani "evet" demedi, “İşe giderken giymelik” acaba bir memnuniyet sözü mü yoksa
memnuniyetsizlik mi, tam anlayamadım. O’nu az çok tanıdıktan sonra teşekkür etmesini
beklemenin yersiz olduğunu fark etmekse, yaşadığım hayal kırıklığının tuzu biberi
oldu. Yüzünde mutluluk görme hevesim tabii ki kursağımda kalmıştı…
Çocukla yapışık gibiydi. Çocuğa
ulaşamadım. Halbuki kısa süreli bir görüşme olacaktı bu. Zamanı iyi
değerlendirip çocukla yakın olmayı, bolca oynamayı, masallar anlatmayı hayal
etmiştim. Çünkü iletişim kuramayacağım çocuk olmadığını biliyordum, insan kendini
bilmez mi? Son güne kadar bunu başaramadım. Hani çocuğu kendine yapışık kılan,
kendi kendine yemek yemesine, oynamasına bile müsaade etmeyen anneler var ya
tam onlardandı kendisi. Hem her fırsatta “Ben zaten soğuk yemeğe alışkınım”
şeklinde çocuktan vakit kalmadığını ima eden, hem de çocuğu özgür bırakmayan
anne tipi… Hani dese, “Bak sana ne güzel kitap getirmiş bu teyze” diye, belki
çocuk da bana yaklaşacak…Çocuğu herkesten uzak tutma amaçlı tüm çabalarına rağmen son
gün aramızda o kadar güzel iletişim oldu ki! Çocuk kahkahalar atarak kucağıma
koşuyordu en son. Tabii ki annesinden hiç tepki yoktu; muhtemelen hoşlanmadı bu
durumdan.
Nasıl üzüldüm… Hem de nasıl
üzüldüm…
Kalabalık sofralara oturduğumuzda,
gözünü çocuk için açtığı çizgi filme dikip araya görünmez dikenli teller ördü.
İki kelime konuşmaya izin vermedi.
“Seni hiç tanımıyorum, tanışsak,
mesela hangi tür müziklerden hoşlanırsın?” gibi gayet esprili ve sıcak bir adım
atmaya kalktığımda:
“Her türlü müziği dinlerim” deyip
kendini kapatan buzlar kraliçesi kendisi…
Bir akşam nasıl olduysa üç kişilik
güzel bir sohbet gelişti aramızda. Konu tabii ki günümüz çocukları ve onları
bekleyen tehlikelerdi; ama olsun, güzeldi o sohbet. Sevinmiştim aramızdaki
buzlar eridi diye. Yanılmışım… Sabah yine beş karış suratla kalkmış ve sanki
akşam hiç sohbet etmemişiz gibi, ruhunu kendi vücudunun içine hapseden o
görünmez duvarları örmüştü.
Denize gidildi cümbür kalabalık.
Kendisi “muayyen günlerinde” olduğu bahanesiyle saatlerce ağaçların altında
oturup telefona bakmayı tercih etti. İnsan bir kere bile deniz kenarına gelip eğleşen çocuğuna gülümsemez mi? Ayaklarını
sokmaz mı suya? O kendisine bağımlı olan çocuk da denizi görünce annesini hiç aramadı gerçi. Çok mutlu bir
şekilde eğlendi. Acaba kendine bağımlı olan çocuk başkalarıyla gülüp eğleniyor
diye mi gelmedi deniz kenarına; hiç anlamadım. Belki de annelik böyle bir
şeydir, yorum yapamıyorum…
Belli ki eşiyle arası çok kötüydü.
Hiç göz teması kurmadılar; birbirlerine hiç isimleriyle hitap etmediler.
Aralarında sürtüşme olduğunu adeta gözümüze sokmak ister gibi davrandı. Amacı
bizi acıtmak mıydı hiç anlamadım.
En son ben dönerken havalimanında
beni uğurlamak için zoraki sarıldığında “buz gibi bir kalkanı olduğunu”
hissettim. “Seni tanıdığıma çok memnun oldum” dedim, yanıtsız bıraktı "içinde
gizli onaylanma beklentisi barındıran" bu cümleyi… Hani nezaketen “Bizim eve de bekleriz,
ben de çok memnun oldum” gibi şeyler söylenir ya böyle durumlarda; ben bu
sözleri gerçekten de beklememiştim… Zaten söylemedi...
Çok büyük hayal kırıklığıydı bu
karşılaşma. Beni sevmesi önemli değil, ama o çocukluğunu bildiğim çok özel
adama bu şekilde davranmasını hazmedemedim. Umarım geçici bir durumdur…
Düğününde fotoğraf çekilmek için
bile araya kimseyi sokmayacak kadar kendisine aşkla bağlı olan birine buzlar
kraliçesi gibi davranmıyordur umarım her zaman. Öyle olmasın lütfen, mutlu olsunlar…
Çocukluğunu bildiğim ve çok sevdiğim çok iyi dostumun artık uzaklarda bir yerde
olduğunu güzel anlattı bana… Evet belki altı sene sonra bir daha görüşemeyebiliriz
gibi anladım ben. İçim buruldu ama olsun, uzaktan mutluluk haberleri gelsin
yeter diyeceğim ama; ne bileyim; sanki dostumu sınıyor hayat… Umarım bu sınavı
başarıyla geçer diye dua etmek kalıyor bana…
Hayat işte; bazen çok sevdiğin
birilerini çeşitli nedenlerle uzaklaştırabiliyor. Ben de yeğenim kadar sevdiğim
bu özel kişinin “buzlar kraliçesi” eliyle uzaklaşmasına şahit oldum yıllar
sonra…
Kim bilir neyin karması bu yaşadığım, adını koymakta zorlandığım hüzünlü şey; zaman gösterecek…
Hayırlısı...