26 Ekim 2015 Pazartesi

Gelecek Turizmde ile sürdürülebilir turizmin geleceğini yazacak üç yeni proje belli oldu!

Seyahat ederken hepimiz gittiğimiz yörenin doğasını, kültürünü hissetmek, el emeklerinden satın almak, yerel lezzetlerini tatmak isteriz.

Eko turizm, kırsal turizm, kültür turizmi, gastronomi turizmi gibi farklı sürdürülebilir turizm çeşitleri ile hem biz farklı deneyimler yaşarız hem de yerel halkın ekonomisine katkıda bulunmuş oluruz. 
İşte bu sebeple Anadolu Efes, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 8 sene önce bir araya gelerek "Gelecek Turizmde" dedi ve sürdürülebilir turizm için çalışmaya başladı.



Doğu Anadolu Bölgesi’nde 5 yıl boyunca başarılı modeller yaratan Gelecek Turizmde projesi kapsamında 2013 yılından bu yana 6 farklı sürdürülebilir turizm fikri desteklendi. Bursa'nın Misi Köyü'nde Misili kadınlar yerel lezzetleri ve geleneksel el sanatlarını turistlere sunmaya başladı. Safranbolu esnafıyla Karabük Üniversitesi el ele verdi, Safranbolu’ya özgü hediyelik eşyalar yaratmak için kolları sıvadı. Mardinli kadınlar tamamen kendi emekleriyle eski bir Mardin evini misafirperverliğin kitabını yazan bir pansiyona çevirdi. Şanlıurfa’da Göbeklitepe halkı, yok olmaya yüz tutmuş taş işçiliği sanatını yeniden canlandırmak için harekete geçti. Seferihisarlı kadınlar yerel lezzetlerini turistik bir deneyime çevirdi. Malatya Battalgazililer ise Arslantepe Höyüğü’nü tanıtmak için çalışmalarını hızlandırdı.

%100 Misia Projesi – İpekevi dokuma atölyesi – Misi Köyü / Bursa
Safranbolu Hatırası Projesi – Hediyelik eşyalar
Seferihisar’ın Geleneksel Mutfağı Projesi – Yöresel ürünler - Seferhisar/İzmir
Mardin’de Kadın Liderliğinde Sürdürülebilir Turizm Girişimlerinin Yaratılması Projesi – İpekyolu Misafir Evi 

Yeni dönemde ise bu altı projeye üç yeni proje daha katıldı. Adana Saimbeyli’de kelebek gözlemi projesiyle, Isparta Keçiborlu’da lavanta ile kırsal turizme sağlanan katkıyla, Balıkesir Edremit’te ise yöreye özgü yemekler ile gelişen gastronomi turizmiyle Gelecek Turizmde yolculuğu devam ediyor.



Bir boomads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

25 Ekim 2015 Pazar

Bu sabah, yanlış saate uyandık!


Bu sabah uyandım, telefonuma baktım, 6:33'ü gösteriyordu; erken olmasına sevinerek mutfağa gidip bir bardak su içtim. Döndüm salona, şarjdaki tabletimi fişten çıkardım; 7:33'ü gösteriyordu. Sonra televizyonu açtım, CNNTURK ekranı 7:32'yi gösteriyordu, ama uydu alıcısı 6:33'de kalmıştı.  Ardından geldim bilgisayarımı açtım, saat henüz 6:35'di!

Resim yazısı ekle

Tam da dün izlediğim, zamanda yolculuk temalı “predestination” filminin yarattığı paradoksun etkisindeyken, bu da neydi böyle şimdi? Aynı mekandaki farklı zamanlara yaptığım yolculuk kimin sayesinde gerçekleşmişti peki?

Sorunun yanıtı belliydi...

Her şeyin en iyisini, en güzelini, en doğrusunu benim yerime düşünen devletim; bütün dünya, saatlerini geri alırken, bu işi 2 hafta erteleme kararı almıştı.

Ne için?
Bizim yararımız için...

Neden?

1 kasımda yani bu günden taa 7 gün sonra seçimler var ya, içimizden bazıları yeni saate bir hafta boyunca adapte olamaz, maazallah oy kullanamaz diye! Hayır tabii ki bizi aptal yerine koymadılar; önlem bu, sadece önlem....

Bizim yeni durumlara adaptasyonda üzerimize yoktur, geçmişi unutma konusunda “master” yapmış bir milletizdir gerçi ama, devlet büyüklerimiz elbette ince ince hesaplayıp almıştır bu kararı... Bize düşen, duruma tepki göstermeden “doğrudur, olabilir, devlet her zaman haklıdır” diyerek, alınan karara uyum sağlamak.

Hem içimizden bazıları, sabah gün doğmadan, yani gece karanlığında 15 gün daha işe gidiversin canım n'olcak yani... Dış ticaret yapanlar saat uyumsuzluğu yaşayacakmış, kimin umurunda! Yeter ki seçimler olsun bitsin de! Hem zaten dünyayla uyumlu olmak zorunda mıyız canım! Aslında saatlerin geri-ileri alınmasını kökten kaldırmak da lazım! Ne o öyle yaz-boz tahtası gibi, bir ileri, bir geri... Biz dünyaya uyacağımıza dünya bize uysun...
Geçen sene vardı böyle söylentiler, unuttuk mu yoksa!

Birinci dünya savaşından bu yana saatlerle oynuyorlar. Adamlar rutine bağlamış; Nisan ayının ilk pazar günü saatler hoop bir saat ileri, ekim ayının son pazar günü hoop bir saat geri... Oysa bize göre kurallar yıkılmak için vardır. Bürokrasiyi, rutinleri sevmeyiz. Canımız nasıl isterse'ciyiz biz... Ekim kasım olmaz aralık olur, nisan olmaz temmuz olur ne fark eder ki...

................

Ne fark eder ki diye diye bu günlere geldik ya, hadi hayırlısı bakalım... Benden bu günlük bu kadar; hem zaten işiniz çok sizin! Evdeki bütün saatleri ayarlamanız lazım...

Allah zihinlerimize zeval vermesin, sevgiyle efenim, mutlu pazarlar....


Devamını Oku

18 Ekim 2015 Pazar

Kediseverler yüzünden kedilerden uzaklaştım!


Benim kedilere olan nötr tavrımı kediseverler bozdu; anlatacağım efendim, tane tane, derinlere inerek, hatta başlık başlık anlatacağım...

Evet itiraf ediyorum; son zamanlarda kedilere karşı nefrete benzer hissiyatlar içindeyim.. Nefret derken yanlış anlaşılmasın. Onlara eziyet etmiyorum, ama onları artık sanırım hiç sevmiyorum. Nedenlerini anlatacağım. Ama baştan söyleyeyim, lütfen “ama hayvan sevmeyen insan da sevmez, ama kedi sevilmez mi, onlar dünyanın en maaasum yaratıkları...” gibi klişelerle üzerime gelmeyiniz; zira siz böyle yaptıkça ben hayvanlardan daha da uzaklaşıyorum!

Art by Marino Degano- Cat's life

Şimdi efendim, ben çocukken, yani ortaokuldan önce, bahçeli bir evimiz vardı ve o bahçede tavuklarımız vardı. Tavuklarla hiç sorunum olmadı zaten. Hatta bir civciv beslediğimi de hatırlıyorum. O civcivi bir kedi yemişti! Bakın yazarken geldi aklıma bu mevzu, belki de kedilere olan antipatimin geri planında çocukluğumdaki bu olay yatıyordur. Öyle ya, psikologlar da her sorunun arkasında çocukluk travmaları aramıyorlar mı?

Üniversiteye kadar olan dönemde kedilerle herhangi bir teşvik-i mesaim olmadı. Zira nereden baksanız, orta birden lise sona kadar koskocaman altı sene geçmiş. Bu altı yıllık süre içinde hiçbir kedili anım yok. Çünkü o dönemlerde, günümüzdeki gibi “kedi sevme modası” yoktu bence, zira sosyal medyada kedi resmi paylaşma gibi bir hobisi de yoktu insanların! Kedi köpek beslenirdi bahçelerde, Allah ne verdiyse, sofradan ne arttıysa yerlerdi onlar da. Devasa bir sektör haline gelen “pet-shop” çuluk nedir bilmiyorduk. Komşumuzun da bir kedisi vardı evet, kendi halinde yaşardı öyle sessiz sedasız. Dedim ya elimi uzatıp sevmedim hiç, ama korkmadım da, nefret de etmedim.

Sonra üniversite son sınıfta yanılmıyorsam, ev arkadaşlarım sokaktan bir kedi yavrusu bulup eve getirmişlerdi, banyoda bir kutuya koydular. “Bu ne ya pis pis, adı “mikrop” olsun bari!” dediğimi anımsıyorum. O kedi yalan olmasın birkaç gün kaldı galiba evde, evet yanına yaklaşmadığım doğrudur, ama adı “mikrop” olsun diyecek kadar bir sempatim varmış en azından.

Köpeklerle ise oldum olası tırsak bir ilişkim oldu. Sokak köpeklerinden değil de özellikle şımarık ev köpeklerinden tırsarım, birisi dizime diş geçirmişti zira. Bu konuyu başka bir yazıda anlatırım; demem o ki, ben Mikrop'tan sonra kedilerle hiç sorun yaşamadım. Hatta kapı önlerine su koymuşluğum da vardır.

Kedilerle olan uyumlu ilişkimi kediseverler bozdu!

Benim kedilere olan uzaktan sempatik, biraz platonik, ama dokunmasız ilişkimi, bu kendi aramızdaki uyumu kediseverler bozdu!

Özellikle şu son iki yıldır yaşıyorum bu durumu. Gerek Kadıköy'ün abartılı bir biçimde Kediköy'e dönüşmesiyle, gerekse kediseverlerle olan yakın temaslarım nedeniyle - aslında evet bilakis kedisever insanlar yüzünden- kedilerden nefret etmeye başladım! Ve asıl ürkünç olan ne biliyor musunuz, kedilerden ciddi ciddi korkuyorum da artık... Bunca yıldır uzaktan uzaktan olan zararsız ilişkimiz nasıl bu hale geldi peki?

kedileri sevmek zorunda mıyım?

Beni kedileri sevmeye zorladılar!
Önce gayet şefkatle yaklaştılar.
Baak ne kadar şirin!”
Bu sana ne zarar verecek, baksana şu güzelliğineee!”
Ben de senin gibiydim, asla yaklaşamazdım, ama bak nasıl alıştımm!”.. gibi sempatik yaklaşımlarıyla geldiler. Aslında o dönem, ben de kedilere yakınlaşmak istedim. Hatta bir yavru kediye dokundum bile! Bir ara “neden kedilere dokunamıyorum” diye kendi kendime kızdığım, bu “aptal (!)” kedi fobisinden kurtulmam gerektiğini kendi kendime telkin ettiğim de oldu. Ama her şey bu kadar masumca ilerlemedi. Arada birazdan anlatacağım çeşitli deneyimler yaşanıp geçtikten ve ben kedilerden uzaklaştıktan sonra kediseverlerin içinde en sevdiklerimden birtanesi bana bir gün, daha doğrusu ben yemek yerken kedi üzerime atlamak isteyip beni ürküttüğünde;
Sen faşistsin, kedi sevmiyorsun, demek ki ırkçısın!” dedi.

Sonradan şaka yaptığını söylese de nafile!  Sanırım kedi düşmanlığımdaki en önemli dönüm noktası o andır. Öylece kalakaldım! Kedi sevmediğim için arkadaşım bana faşist dediği anda, o kedilerin hepsi gözümde başka bir şeye dönüşmeye başlamıştı bile. Zaten ürkünç bulduğum bakışları artık daha vahşi geliyordu gözüme. Arkadaşımdan da kedilerden de uzaklaştım. O'na o anda “birisi de sen örümcek sevmediğin, ve örümceklerden korktuğun için sana faşist dese!” dedim ve yürüdüm gittim.

Kedi sevenler süper sevgi dolu, merhametli, şahane, ideal insanlar olmadığı gibi, kedi sevmeyenler de ırkçı , faşist ve kötü yürekli değiller nihayetinde...

Kediseverlerin mahalle baskısı!
Yani mesela toplumun %99'u kedileri sevse, ben yine de sevmesem, kedisever çoğunluğun bana baskı yapmaya hakkı var mı? Nerede özgür irade? Ben insanlara hizmet veren bir kafede, üstüme atlayan kedilere katlanmak zorunda mıyım? Nitekim geçenlerde gittiğim bir kafede üzerime atlamaya çalışan siyah kediyi görünce siparişi iptal edip derhal oradan ayrıldım. Ben kedileri sevmek zorunda değilim ki! Neden üstüme üstüme geliyorsunuz.... Ama eğer Kadıköy veya Cihangir gibi bir yerde oturuyorsanız, kedilerle aşırı samimi bir ilişki kurmanız gerekiyormuş gibi bir algı var nedense. "Kadıköylü" ve "kedisevmez" kelimeleri yan yana gelemez diye bir kural var sanki! Kadıköy, sırf bir harf benzerliği var diye kediköye dönüşmek zorunda sanki.. Ne münasebet efendim, ne münasebet... Basbayağı mahalle baskısı yapıyorlar! Madem her kafede bir kedi var, o halde sigara içmeyenler gibi kedisevmeyenler için de bölümler yapsınlar...

Bana dikte edilen şeylere hayatım boyunca karşı çıkmışımdır.
Beni bu kadar zorlamasalardı, kendi halime bıraksalardı, belki bugün kedilerden nefret etmiyor olacaktım. Ama kedi sevmediğim için beni aşağılar tarzdaki yaklaşımları, söylemleri, kınamaları, zorlamaları, dalga geçer gibi sözleri ile her geçen gün kedilerden daha da uzaklaşmama sebep oldular.

Sanki her kedi çok sevimliymiş gibi...

Beni iğrendirdiler.
Gerçekten öyle “kıl kişi” denecek boyutlarda bir titizliğim yoktur. Ama hassas olduğum konular vardır. Mesela başkasının bardağından bir şey içmem. Bunu zaten çoğu insan yapmaz. Ama ben kediseverlerin kendi içtikleri çorba kasesine kedi maması koyduklarına, sonra o kaseyi yıkayıp tekrar kullandıklarına tanık oldum. Bu duruma tepki gösterdiğimde ise:

insanların ağzında kedilerinkinden daha çok bakteri var, tertemiz onlar” yanıtını aldım ve gerçekten bu yanıt beni hiç ama hiç tatmin etmedi! Sadece iğrendim..

O kediler mutfak masasının,  mutfak tezgahının üzerinde gezinirken hiçbir şekilde rahatsız olmayan kediseverler yüzünden bilinçaltımda kedi düşmanlığı yavaş yavaş büyümeye başladı. Zira istedikleri kadar yalansınlar, su düşmanı kedilerin dokunduğu yerleri içim almıyor işte ne yapabilirim. Ekmek konulan tezgahta kedi gezinmesi midemi bulandırıyor! Titizlik bunun neresinde!

Her dakika ellerini yıkayan, titiz mi titiz kediseverin beyaz tişörtü bir gün kahverengi lekeler içindeydi. Kedisi afedersiniz tuvalet yaptıktan sonra kucağına çıkmış da, aman da aman ne şirin... Kediseverlerin hepsi bu durumu sevimli bulmuş gülüyorlardı. Bilinçaltım muhtemelen o anda şöyle bir bilgiyle yüklendi:

Kedi sevmek demek, onun pisliğine katlanmak demektir!”
Ne münasebet, o kadar da değil!” demiş olmalı ki beynim, kedilerden her geçen gün biraz daha fazla uzaklaşmaya başladım. Hele ki o kıl içindeki kazaklar tişörtler var ya beni benden aldılar gerçekten de... Bir yemek yaparken kendi saçım düşmesin diye binbir önlem alan ben, kediseverlerin üzerindeki o kıllara nasıl katlanabilirdim ki! Oy oy oy yazarken bile gözümün önüne geliyor o manzara, ciddenhiç hoş bir görüntü değil...

Hayvanları sevmeyen insanları sevmez mi?
Bir de bu saçma laf var. Korkuyorsam, huylanıyorsam, ne bileyim kokularını sevmiyorsam, itici bulup hoşlanmıyorsam, onlara işkence etmediğim ve kötü davranmadığım sürece hayvanlardan uzak kalarak ne sapık olurum, ne cani, ne da satanist!
Kaldı ki bu durumun tam tersini de düşünmek lazım. Nasıl yani, şimdi hayvansevenlerin hepsi insan sevgisi ile mi dolup taşıyor?
Mesela Hitler, köpeği Blondi'yi çok seviyormuş. Adam binlerce insanı yaktı! Aman da aman köpek seviyormuş ne güzel mi diyelim şimdi Hitler için? “Hayvan sevmeyenler, insanları hiç sevemez” diyenlerin büyük çoğunluğunun yoksul bir dilenciyi görmezden geldiğine çok tanık oldum. Aralarında para toplayıp mama alan kediseverlerin, aralarında para toplayıp bir insana yardımcı olduklarına da tanık olmuşluğum yok zira... Gerçi iyilik gizli yapılır, günahlarını almayayım ama “varsa yoksa ille de kedi” diyenleri çok gördüm ve garipsiyorum bu tutumu...

Bunun neresi sevimli...


Kedisever olmak, doğasever ve modern olmanın bir ölçütü mü?
Bence kesinlikle değil... Kedilerle haşır neşir olup modern insan görüntüsü çizen ve fakat içtiği sigaranın çöpünü yere fırlatmayı normal sayan kaç insan biliyorum! Kedi severken doğa dostu olanlar, acaba yere izmarit fırlatırken hangi kimliği kendilerine uygun görüyorlar! Kedi sevip modern görünen, ve fakat kedi sevmeyen komşusuna saygı göstermeyenler de cabası elbette...

Veterinerler köşe oluyor!
Cimri değilim, vicdansız da değilim ama kediseverlerin veterinerlere verdikleri paraları duydukça ürperti geçiriyorum evet. Ben ki Allah düşürmesin ama bir sağlık sorunum olduğunda SGK'mın geçtiği hastahane ararım, özel doktor son çare olarak aklıma gelir. Ama kediseverler öyle değiller. Mesela belediyelerin veterinerleri var, mesela veterinerlik fakülteleri var, oralara gitmiyorlar. Bir keresinde bir kedisevere “belediye ne güzel hizmet veriyor, neden veterinere bu kadar para ödüyorsun. Kendin sanki özel doktora mı gidiyorsun?” dediğimde ters ters “belediyeye gönderelim de kediler ölsün mü!” yanıtını almıştım. Neymiş efendim bir keresinde bir kedi belediyenin veterinerinde ölmüşmüş... Bebekler ölüyor hastahanelerde bu ülkede, ne demeliyim ki... Bir daha asla bir kediseverle kedi konusunu konuşmama kararı aldım. Muhtemelen bilinçaltıma şöyle bir mesaj gitti:

Kediseverler için kedi konusu, bir sevginin ötesinde bir saplantı gibi, ben öyle olmak istemem!”

2015 yılı kedi veteriner ALT limit fiyatlarına baktım bu arada***

Muayane: 80 TL
Kontrol: 40 TL
Acil durum muayene: 100 TL
Kısırlaştırma: 350 TL'den başlıyor.
Çeşit çeşit aşı fiyatı var, mesela karma aşı 65 TL..

Peki kediler tedavi olmasın mı? Olsun elbette, ama sosyal devlet öncelikli olarak insan sağlığına çözüm bulsun, bedava hastahaneler yapsın. Sonrasında bedava kedi-köpek klinikleri de açsın. Belediyeler bu konuyu daha ciddiye alsın. 
 Ama el insaf, el merhamet! Siz kedilere bunca para harcarken, öte yanda  asgari ücretli ve yoksulluğa mahkum bırakılan emekli binlerce insan var! Bırakalım onları, evsizler var, sokak çocukları var!  Sanki her yerimiz kalkınmış, bir tek sokak kedilerini kurtarmamız kalmış gibi! Ayranı yok içmeye hesabı...

 Madem Avrupa'yı örnek alıyoruz, kediseverler 10'ar kişi birleşip mama alacaklarına, 1000'er kişi birleşip daha çok para toplayarak barınak yaptırabilirler mesela! Evet kediseverler kızıyor buna ama, Avrupa'da sokak hayvanı kavramı yok, acaba neden? Bir düşünmek lazım...

Kapitalist kedi sektörü
Ben tüketimin gereksizine cidden çok karşıyım. Marka düşkünlüğüm hiç olmadı. Gereksiz alışveriş yapmaktan da hoşlanmam. Kedi ürünlerine verilen paraları gördükçe, inanın kapitalizmin kedi sevgisini körüklediğini düşünmeye başladım...
Kimse kusura bakmasın ama devasa paralar dönüyor pet-shop dünyasında.
Taşıma çantası, aşıları, kedi kumu, kedi otu, kedi evi, mamaları, oyuncakları, tarakları, tırmanma tahtaları, bakım fısfısları vs...

Sen ciğercinin kedisi, bense sokak kedisi / Senin yiyeceğin kalaylı kapta, benimki aslan ağzında..” demiş ya üstat Orhan Veli, acaba bu günleri görseydi neler derdi... İnsanların dünyasında nasıl sınıf ayrımı varsa, yansımalarını hayvan dünyasında da görüyoruz netekim. 

Ben itici buluyorum bu durumu şahsen. Köydeki Ayşe Nine'nin kedisi sarman ile sütünü paylaşması değil kastettiğim. Büyük şehirdeki kediseverlerden bahsediyorum.
Onların dünyasındaki tüketim çılgınlığını onaylamam cidden mümkün değil... E hal böyle olunca da olay kendi çelişkisini doğuruyor. Doğa sevgisiyle kedi besliyorsun, sonra o kediyi yaşatmak için doğaya zarar veren üretimlerden satın alıyorsun. Bu ne kuşku, bu ne lahana salatası!!

Nerede kaldı merhamet!
Hepsi öyle değildir mutlaka ama, bir kısım kedisever var, onlar için kendi kedileri özel. Mesela mama alıyor, kendi kedisinin önüne koyuyor, başka kediler gelip yemeğe kalksa onları kovalıyor. Ee nerede kaldı merhamet?

Ruh hali kötüyse hayvana bağırıyor çağırıyor kovalıyor. Sonra da alıp mıncır mıncır seviyor, sevgisi geçince hayvanı tekrar fırlatıp atıyor. Bence itici, bence çok bencilce ve gerçekten de egosantrik bir durum bu; ve beni kedilerden en çok uzaklaştıran yaklaşımlardan bir tanesi.

pisi pisi, nesi sevimli!


Kediler kendi doğalarını unutmuş!
Eski bir evin önünden geçiyordum, bir fare çıktı. Farenin karşısındaki kedi benden daha çok korktu ve kaçtı. Çünkü gak dese kuru mama, guk dese yaş mama ile beslendiği için doğasındaki avlanma içgüdüsünü kaybetmişti. Kediseverler, kedilerin yaşayacağı bahçeler mi kaldı, şehirde araba altında kalıp ezilmesinler diye kendilerini parçalıyorlar. Her buldukları yaralı kediyi veterinere götürüp iyileştirmeye çalışıyorlar. İyi güzel hoş da, keşke aynı duyarlılığı çarpık kentleşmeye karşı, doğa katliamlarına karşı da gösterseler... Doğal hayatı yok edersek kedilerin de soyu tükenir elbette, diğer binlerce türde olduğu gibi... Şehir kediseverlerini HES protestolarında görsek, orman katliamlarına karşı çıkarken de görsek mesela, daha inandırıcı olmaz mı  doğa sevgileri!

Kediseverler cemiyeti
İki kedisever biraraya gelirse, konu mutlaka döner dolaşır kedilere gelir, kedi fotoğraflarına bakılır, kedi videoları seyredilir. Kedi sevmiyorsanız o topluluğa giremezsiniz. Zaten girmeyin de.. Bir nevi kendi kapalı cemaatleri var.  Ben açıkçası konu kedilerden açıldığında direkt ortamı terk ediyorum. Zira ha futbol yorumcusu izlemişim, ha kedisever muhabbeti dinlemişim...

Sonuç,
Kedi konusunu bir daha açmak gibi bir niyetim yok. Ama lütfen rica ediyorum, siz kediseverler, bu yazının altına incitici, kızgın yorumlar yazmayınız. Zira bu tarz yorumlarınızla beni biraz daha kedilerden uzaklaştırmış olursunuz. Sadece sizden şunu rica ediyorum:

Kedi sevmeyenler de insan, lütfen kedi sevmeyenlere iyi davranın!

***http://evcilclub.com/2015-veteriner-hekim-ucret-tarifesi/
Devamını Oku

12 Ekim 2015 Pazartesi

10 Ekim 2015, An'KARA!

Cumartesi sabahı yazacağım yazıyı kafamda kurgulamıştım akşamdan.
İnsan hikayeleri olacaktı.
Küçük küçük, sevgi dolu insan hikayeleri.
Huzur veren keyifli hikayeler...

Sonra sabah oldu,
Öğrendim ki bombalar patlamış.
................
Öylece kalakaldım.
Hikayeler yarım kalmıştı,

95 tane insanın, yarım kalan hikayesi nasıl yazılırdı,
Yürek dayanır mıydı!

Böyle büyük çaplı bir terör saldırısı daha önce olmamıştı bu topraklarda,
Cumhuriyet tarihimizin en kanlı günüydü.
Ne yazacaktım...
Yazmadım, yazamadım.

Ama
Diyorum ki,

Siz,
İnsan görünümlü
Kara yaratıklar;

Merak etmeyin,

Bu dünya size kalmayacak!

Kötüler kazanmayacak! 




Devamını Oku

6 Ekim 2015 Salı

Hepimize (h)es yani!

Sabah haberleri açtım. Fındıklı parkı şantiye olacakmış, insanlar eylem yapıyor. Büyükçekmece'de bir park otel yapılacakmış, insanlar eylem yapıyor... İyi haber de var; Sivas Suşehri'nde “suyumuzu vermeyiz” diyen, sularını korumak için gaz yiyip kendini arabaların önüne atan Kıymet Abla ve köylüler kazanmışlar neyse ki... Suşehri'nde su eylemi ne kadar ironik...

Devamını izleyemedim, kıstım televizyonun sesini, yazmaya başladım.

dünyayı yok ediyoruz!

Ne kadar obursunuz, ne kadar çirkinsiniz, ne kadar aç gözlüsünüz, ne kadar iğrençsiniz demek istedim. Sonra da vazgeçtim. Her güzel şeyde olduğu gibi, dünyanın da sonu gelmeli ve bu insanlar, dünyanın sonunu getirmek için kendilerini sorumlu hissediyorlar demek ki dedim. 
Eh dünya da sonsuza dek yaşayacak değil ya, birilerinin yok etmesi lazım!


Sonra sakinleşip biraz empati kurmaya çalıştım. Bir şekilde bir koltuğa kapağı atmış bu kaba etler, o koltukta otururken aslında doğayı ve dolayısıyla insanlığı yok ettiklerinin farkında da olmayabilirler. Çeşitli hesapları vardır muhtemelen, yani oldukça masumdurlar kendi çaplarında; ne bileyim, şöyle düşünüyor olabilirler:

Bu koltuğa oturmamı sağlayan beyefendiye sözüm vardı, otel arazisi ayarlayacaktım, borçlu kalmayayım. (Bunun neresi doğa düşmanlığı, gayet insani bir şekilde adam borcunu ödemeye çalışıyor! Adama doğa düşmanı diyeceğimize “namuslu vatandaş” dememiz lazım. Borcunu ödemek için bir parkı feda etse ne olacak ki sanki, adam sözünün eri, yetmez mi!)

Bu köylüler aptal, ne anlarlar kalkınmadan; hepsi cahil! Su boşa akmasın diyoruz, “Hes” yapacaz hes, hes, hes.. has... hass... (Adam eğitimli, olaya bilimsel yaklaşıyor; biz de adamı suçlayıp günahını alıyoruz boş yere! Hem cahil köylüyle eğitimli bürokrat aynı düşünebilir mi allasen! Sular gürül gürül boşa akacağına bir iki firma ekmek yese fena mı? Karadeniz'de yeşil çok nasılsa, azıcık da beton karışıversin araya, adam istihdam yaratıyor. Bu adamı suçlayan, hes'e karşı çıkan herkes cahil aslında! Hepimize (h)es diyorum, (h)es yani!)

Sanki parktaki otları yiyecekler! Oysa yerine bir AVM diksem yüzlerce insana ekmek kapısı açılır! Yaranamazsın ki bu millete! Varsa yoksa AVM düşmanlığı! (Adam yerden göğe kadar haklı, az bile söylüyor! Hatta her bir yanımız AVM olsun, nasılsa içindeki dükkanlardan birinde oksijen maskesi satarlar, öyle soluruz oksijeni ne var yani!)

Komünist bunlar, vatan hainleri! İnşaat yapacaaz ki vatan kalkınsın! Geri kafalı bunlar! Ah ah bende yetki olacak, yıkarım dünyadaki bütün eski binaları, Küba'da bile taş taş üstünde bırakmam! (Tabi ya, 400 senelik binalarda yaşayan Avrupalılar zaten geri kafalı, taa ortaçağdan kalma binaları korumaya alıyorlar. Ne gerek var kardeşim, ne öyle gotik gotik! Yapacaksın gösterişli apartıman kuleler, vatandaş otursun temiz temiz! İnşaatçılar da yaptıkları hizmetin karşılığında azıcık para kazanacak tabii ki! Biz de adamları suçluyoruz, ticaret kafasının neresi doğa düşmanlığı! Yıkacaksın ki, yerine yenisini yapasın! Yoktan var edecek değiliz ya, yeni yeni icatlar mı yapalım! Yazıklar olsun hepimize, entel geçiniriz bir de!

green economy

Ha bu arada, bu adamı aklarken sizler de aradan sıyrıldınız sanmayın!

Evinde yüzlerce ayakkabısı olduğu halde daha da alan, obur bir açgözlülükle almaya devam eden Selma, sen mesela... Evinden iki adım ötede otobüs durağı olduğu halde işe çift kapılı spor arabayla gitmeyi tercih eden Serkan, sen de saklanma hiç! Konuşurken mangalda kül bırakmasan da, elindeki sigara izmaritini yere utanmadan fırlatıverdiğini görmüyorum sanma Selin! Yeni model cep telefonlarının takipçisi Emre, sakın saklanma! Sen Ahmet, sen Hüseyin, sen Yıldız, sen Cemre, sen Esin... Ben... Evet ben...

yetmez ama, eh işte!


Bir dönüp baksak kendimize, bu adamlardan pek de farkımız olmadığını göreceğiz!
Hadi öyleyse hepimize ev ödevi veriyorum! Herkes dünyayı yok etmek için neler yaptığını yazsın madde madde. O adamların yaptığı kadar olmasa da,  bizim de suçlarımız var, suçlarımızla yüzleşelim, ne kadarını düzeltirsek o kadar faydalı olur!

Bugünü farkındalık günü ilan ediyorum, evet paşa gönlüm böyle istedi...


Kalın sağlıcakla...
Devamını Oku

1 Ekim 2015 Perşembe

Öylece bakakalıyorum...


Mesela Seul'de sudaki bakterileri bile koklayabilen biyoelektronik burun geliştirmiş bilim insanları.

NASA, Mars'ta sıvı halde su bulunduğunu açıkladı geçenlerde. Herkes – biz hariç - “Mars'ta bitki yetiştirilebilir mi, bundan sonra ne olacak?” gibi konuları tartışıyor heyecanla!

3D yazıcılarla yedek organ üretme aşamasına çoktan geldi - dünyanın bizim dışımızda kalan tarafında- kimi mucitler!

Sadece ben değil, hepimiz bakaklıyoruz bence bu gidişata...

Mesela bir soru size; bizim ülkemizde en son ne icat edilmişti, anımsayan var mı?

Tabii ki anımsamazsınız, çünkü bizde yeni birşey deneyen insanın gözünün içine bakılarak parmak sallanır ve “Yeni yeni icatlar yaratma başımıza!” diye kızılır değil mi!

Politikacılar seçim vaadi olarak hâlâ “yerli otomobilimizi üreteceğiz!” şeklinde vaatlerde bulunuyorlar, ben cidden bakakalıyorum...

Öylece bakakalıyorum işte, ne yapabilirim ki başka...




Cahil cühela bir hayatın içinde oradan oraya sürükleniyoruz. Genç kızlarımızın favori ilgi alanları arasında “benim stilim seninkini döver, ben senden daha fitim, kim kiminle nerede nasıl” gibi konular ön plandayken, genç erkeklerimizin çoğunun ilgi alanı ise maaesef aynı babalarının tercihleri gibi “meşin yuvarlak” tan pek de öteye geçemiyor.

E-kitap çıktı çıkmasına ama bizim ülkemizde pek işe yaramadı. Kağıttan kitabı okumayan bir toplum E-kitaba nasıl geçsin, yani daha bu işin A'sı var, B'si var, değil mi ama!

Öylece bakakalıyorum, cidden beynim hata mesajı yayınlıyor bolca...

Diyorum ki kendi kendime, bütün suçlu yaşadığımız coğrafya mı? Mesela İsveç'te doğsaydık, Norveç'te ya da İsviçre'de, Hollanda'da, İngiltere'de... Yani daha batıda doğsaydık nasıl bir hayatımız olurdu? Üç tarafı denizlerle çevrili bu şahane toprakların güzelliği yetmiyor demek ki güzel bir hayat sürmemize, birşeyler eksik, hem de öyle eksik ki...

Bakıp duruyorum, öyle boş boş, öyle anlamsız...

Birileri düğmeye basıyor, savaş çıkıyor; o düğmeye basanlar bu arada ceplerini doldurup yerlerini sağlamlaştırıyor. Sonra düğmeye basmayı bırakıyorlar, azıcık barış yeşeriyor. Bu durum işlerine gelmiyor, tekrar düğmeye basıyorlar, yine savaş çıkıyor! Kimi zaman Afganistan'da, kimi zaman İran'da, kimi zaman Suriye'de, kimi zaman Lübnan'da, kimi zaman da Türkiye'de... Siz hiç İsviçre'de, Hollanda'da, İngiltere'de, Norveç'te, Kanada'da savaş çıktığını duydunuz mu? Yakın tarihte böyle bir örnek var mı? Onların terör dediği şey, kırk yılda bir cinnet geçiren bir adamın sağa sola ateş etmesi! Onlarda yaşanan gerçek anlamda terör olayı olmuşsa da, çoğunda olayın faili dünyanın doğusundan gelmiştir zaten, yalan mı!

Bakakalmakta haksız mıyım?

Dün akşam, Ahmet Hakan'ı programdan çıkınca dövmüşler!

Şimdi bu olay İngiltere'de olsaydı, İsviçre'de olsaydı, İsveç'te olsaydı, Danimarka'da olsaydı diye düşünemiyorum bile. Olmazdı ki, adamlar kendisi gibi düşünmeyenlere tahammül gösterebiliyor çünkü, demokrasinin anlamı da bu değil mi?

Girmeyeceğim o derin mevzulara; zaten son yıllarda siyasi zehirlenmeye uğradık hepimiz; herkes birşeyler söylüyor, yorulduk, şiştik!

Ben sadece bakıp duruyorum, duygusuzca bakıyorum, öylesine...

Bu gidiş değişecek elbette, itiraf edeyim içimdeki umutlar bitmedi!


Sadece bakıyorum ve bekliyorum...
Devamını Oku