Gerçekten
çok büyük bir sahneydi. Perde neredeydi, açıkçası ben
göremedim. Oysa bordo veya mor renkte kadifeden perdenin yavaş
yavaş açılmasını bile hayal etmiştim. Hatta üste doğru mu
açılmalı, yoksa yanlara doğru mu açılmalıyı test de etmiştim
düşümün güçlü dünyasında.. Ama, sanırım biraz hayal
kırıklığı olacaktı benim için. Zira perde merde yoktu bu sahnede...
Neyse,
oyuncular teker teker sahneye gelmeye başladılar. Önce bir adam
girdi. Simsiyah takım elbisesi tam da üzerine uygundu, belli ki özel
olarak dikilmişti. Beyaz gömleği ve yeşil kravatı vardı.
Kravatı ipekliydi, anlarım ben; aynı renkten mendille
süslemişlerdi ceketinin üst cebini. Herşey normal gibiydi ama bir
tuhaflık vardı yine de. Önce algılayamadım, sonra birden farkına
vardım; adamın yüzü yoktu ki!
Hayır
maske falan takmamıştı, adam bildiğiniz yüzsüzdü! Nasıl
anlatabilirim ki size bu durumu, daha önce hiç böyle bir şeye
tanık olmamıştım! Binbir türlü maske gördüm; ne bileyim
hırsız maskesi, balo maskesi, gülen surat maskesi, süper kahraman
maskesi, palyaço maskesi... Ama hiç böyle bir maske görmemiştim.
Hem nasıl bu kadar gerçekçi olabilirdi ki! Zira ikinci sırada
oturuyordum, sahneye çok yakındım, ve gerçekten de şok
geçiriyordum sanırım. Çünkü adam sahiden de yüzsüzdü!
Seyircilerin
bir kısmı durumu anladı benim gibi. Önce büyük bir sessizlik
oldu salonda, sonra ufak ufak fısıldaşmalar başladı.
Yanımdakileri duydum:
- Metin,
gördün mü, adamın yüzü yok!
- Of
saçmalama Birgül ya, hiç öyle şey olur mu!
- İyi
de sen hiç böyle maske gördün mü?
- Makyajdır
o, plastik makyaj; sus da oyunu izleyelim!
- Bir
kere de bana inansan ya Metin!
Arkadan
da benzer konuşmalar geliyordu. Birisi “adamın gerçekten yüzü
yok!” diyordu, öbürü de “saçmalama, amma hayalcisin!”
gibi bir azarla karşısındakini susturuyordu. Derken derken salonda
acayip bir uğultu oldu. Bu arada sahnedeki adam çok yüksek bir
sesle aniden bağırdı:
- KESİN SESİNİZİ!!!
Biz,
yani seyirciler birden afalladık! İçimizden bazıları “ne
kadar da interaktif oyun, iyi ki gelmişiz!” memnuniyetini
yaşıyordu muhtemelen; ama ne yalan söyleyeyim, ben onlardan
değildim. İçim ürperdi, neye uğradığımı şaşırdım. “Bu
bir oyun, evet bu sadece bir oyun!” diye kendimi
sakinleştirmeye çalıştım.
Buz
gibi bir rüzgar esmişti salonda, bütün gözler yüzsüz adamın
üzerindeydi. Elleri göğsünde çapraz bağlanmış, yüksek
sahneden bize bakıyordu. Birden konuşmaya devam etti:
- Siz kendinizi ne sanıyorsunuz, buraya sadece beni izlemeye ve
talimatlarımı yerine getirmeye geldiniz! Oyun boyunca salonda çıt
çıkarsa, gerisini siz düşünün! Daha doğrusu olacakları hayal
bile edemezsiniz!
Yine
afalladık bütün izleyiciler olarak, gerilimin dozu iyice
artıyordu. Arkalardan davudi bir ses yükseldi:
-Ben
para verip bilet aldım, geldim oyun izleyip hoşça vakit
geçireyim diye. Sen ne diyorsun orada yüzsüz adam! Verin paramı
geriye, izlemiyorum sizin oyununuzu!
Yüzsüz
adam sahnenin sağına doğru bir el işareti yaptı, oradan iki tane
koruma görevlisi çıktı. Gözlerinde siyah gözlükler, ellerinde
telsiz, ceplerinde silahlarla koşarak adamın yanına gittiler,
koluna girdiler. Davudi sesli adamı yaka paça salondan çıkarmaya
çalıştılar. Adam direniyordu:
- Bırakın
ulan beni, siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Zindan ederim
size dünyayı, ne yapıyorsunuz, bırakın ulan kolumu!
Biz
seyirciler neye uğradığımızı şaşırmıştık. Zira içimizden
bazıları muhtemelen hâlâ “Ne
kadar interaktif bir oyun, aksiyon da var, iyi ki gelmişim!”
diye düşünüyor olabilirdi, ama dedim ya ben öyle
düşünmüyordum. Çünkü adamın yüzü gerçekten de yoktu!
Davudi sesli adamı yaka paça dışarıya çıkardılar. 100 kişilik
salonda sadece 1 sandalye boşalmıştı. Ne önemi vardı ki
bunun, belki o davudi sesli adam da oyuncuydu, kesin öyleydi...
Sahnedeki
yüzsüz adam ayakta dikilmeye devam ediyordu. Derken sahneye başka
bir adam daha geldi. Bu adam, ilk yüzsüz adam gibi siyah değil
lacivert bir takım elbise giymişti, kravatı kırmızıydı, ceket
cebinde mendil de yoktu. Bu adamın da hemen suratına baktım. Yüzü
olmadığı gibi, kafasında da bir delik vardı. Bu deliğin içinden
bağırsak gibi bir şey sarkıyordu. Gözlerimi ovuşturup bir daha baktım, evet bildiğimiz bağırsaktı sarkan! Özür dilerim durumu idrak edebilmeniz için
söylemek zorundayım, midenizi bulandırmak istemem ama o
bağırsakların içi olması gereken dolgu malzemesiyle doluydu.
Gördüm çünkü, akan damlaları da gördüm... Adamın yüzü
olmadığı gibi bence beyni de maalesef (.)ok doluydu!
Off nasıl
bir oyuna gelmiştim böyle! Aksiyonu severim bir yere kadar ama
gerilimi asla! Çıksam gitsem mi diye düşündüm. Açıkçası
cesaret edemedim. Zira ya o davudi sesli adam oyuncu değilse!
Yapılacak en iyi şey, yüzsüz kafasının içinden bağırsaklar
sarkan adamla sadece yüzsüz adamın neler yapacağını biraz daha
bekleyip görmekti. Zaten başka çarem mi vardı?
Tam
bu sırada bir ses geldi yan taraftan. Evet davudi sesli adamın
sesiydi bu, adam bağırıyordu, işkence edilen bir adam sesiyle
bağırıyordu hem de! Bu arada sahnedeki birinci yüzsüz adamla
ikinci yüzsüz ve kafatasından bağırsak sarkan adam pis pis, hani
derler ya bıyık altından gülüyorlardı. Yanımdakine baktım,
öbür yanımdakine baktım, arkama döndüm hafifçe, kimsede bir
tepki yoktu. Adeta hipnotize olmuş gibi herkes sahneye kilitlenmiş
öylece bakıyordu. Tam da ne yapacağımı şaşırmışken arkadan
tiz bir kadın sesi yükseldi:
- Siz
ne yaptığınızı zannediyorsunuz, yan taraftan adamın
çığlıkları yükseliyor, bu ne biçim bir oyun!
Yüzsüz
adam sırıtarak alaylı bir sesle kadına yanıt verdi:
- Ne
o beğenemedin mi? Sen ne bekliyordun, müzikli bir kumpanya mı?
Kadın
yanıtladı:
-Ne biçim konuşuyorsun sen be, azıcık saygılı olsana yüzsüz
adam!
Yüzsüz
adam tahmin edeceğiniz gibi yine korumalarına bir el kol hareketi
yaptı, sağdan koşuşturan gözlüklü, siyah takım elbiseli,
ellerinde telsizler ve ceplerinden sarkan silahlarıyla korumalar
aynı davudi sesli adama yaptıkları gibi bu kez de tiz sesli kadını yaka paça dışarıya çıkardılar. Salondaki boş sandalye sayısı
sadece ikiydi, bundan ne çıkardı ki!
.......