Bizim ofiste yeni bir çocuk işe
başladı. Yirmi beş, yirmi altı yaşlarında. Kod adı Mehmet olsun. Temiz yüzlü,
saygılı, efendi bir çocuk. Tekstille ilgili bir eğitim almamış ama iki yıllık
inşaat teknikerliği üzerine açık öğretimden işletme bitirmiş. Yani okumuşgillerden oluyor kendisi,
teorik olarak cahil değil.
Çok konuşkan bir tip değil. Ben de
değilim zaten. Ara ara işle ilgili bir şeyler öğretirken dünya görüşünü anlamak
için espriyle karışık sorular soruyorum Mehmet’e. Mesela “Ne tip müzikten
hoşlanıyorsun?” dedim bir keresinde. “Ben her şeyi dinlerim” dedi. “Peki ya rap
müzik?” diye sordum. “Çok severim” dedi. Aldım cebime koydum bu yanıtını.
Ortamda çok gürültü olunca
takıyorum kulaklığı müzik dinliyorum ofiste. Spotify çalma listelerim
genellikle sözsüz “study music” lerle dolu. Çok nadir Türkçe sözlü müzik açıyorum.
Biri de Ezginin Günlüğü. Geçenlerde Mehmet’e denk geldi bu müziklerden biri. Dedim
“Ezginin Günlüğü biliyor musun?” Dedi ki “Yoh yoh…” Üzerine dedim “Zülfü sever
misin?” Anlamadı önce ne dediğimi, belli ki duymamış hiç böyle bir isim,
garipsedi. Tekrarladım “Zülfü Livaneli sever misin?” “O ne? “ dedi. Muhtemelen sorduğum sözcüğün bir insana ait isim olduğunu bile anlamadı! Dedim “Türkiye’nin en önemli sanatçılarından biridir
kendisi. Yazar, besteci, sinema yönetmeni…” Dedi “Hiç duymadım, ama araştırayım…” Başımdan aşağıya kaynar sular
döküldü. “Evet araştır” dedim. Çok ama çok üzüldüm sonra. Tamam herkes Zülfü
sevmeyebilir, ama bu çok önemli sanatçımızın adını bari duymuş olsaydı genç adam!
Eskiden tipine bakarak insanların
dünya görüşleri hakkında fikir yürütürdük. Bazılarınız hatırlarsınız. İyi bir
şey mi bu? Değil elbette ama ne bileyim en azından insanların dünya görüşleri vardı. Che
şapkası, pos bıyık, yeşil parkalar solculara aitti. Sağcılarda ise Barış Manço
bıyığı vardı mesela. Düşünüyorum da şimdilerde hiç böyle şeyler kalmadı. Bu Mehmet’de olduğu gibi hemen hemen her
gencin saçı uzun, aşağıya doğru uzanan kıvırcık pis sakalları var, hepsi yırtık
kot giyebiliyor, çoğunluğu rap denilen ritimli sözleri dinliyor. Küpe falan takıp dövme yaptırıyorlar. Herkes adeta birbirinin kopyası gibi. Altını
çiziyorum, insanların belirli dünya görüşünü tanımlayan sembolleri üzerlerinde
taşımaları doğru değil belki ama, Mehmet gibi boşlukta olmaları ne derece
kabul edilebilir? Mehmet'leri düşününce retroya güzelleme yapasım gelmesi çok da anlamsız kalmıyor bu durumda.
Şimdilerde
askerde genç adam. Bastırmış otuz bini babası, on sekiz gün paşalar gibi bedelli
askerlik yapacak Anadolu’nun tehlikesiz şehirlerinden birinde Mehmet!
Dedim ki askere gitmeden önce “Bari
size şınav falan çektirseler askerde.” Gülümsedi, dedim ya çok efendi ve
sessiz bir çocuk. “Bedelli askerlik ne kadar kötü bir şey” dedim sonra, yine gülümsedi.
“Parası olmayan gariban çocuklar operasyonlarda can versin, diğerleri bastırsın
parayı askerde patates bile soymasın, adalet mi şimdi bu!” dedim espriyle
yumuşatarak. Yine gülümsedi. Muhtemelen bu söylediklerime anlam da veremedi.
Çünkü O’nun için parayı verip askerden “yırtmak” en doğal hak. “Vicdani red”
diye bir tanımlama olduğundan bihaber olduğuna bahse girmeye gerek var mı sizce…
Bunları anlatırken “Şimdiki nesil
ne berbat” tezinden yola çıkmadım yanlış anlaşılma olmasın. Olayı kuşak çatışması
klişesine asla bağlamayacağım. Sadece seksenli yıllarda (Kenan paşa sen çok yaşa)
gibi şahısların ektiği rüzgarların nasıl
fırtınalara dönüştüğünün küçük bir örneğidir bu anlattığım kod adı Mehmet olan genç adam…
Evet Mehmet’in direkt suçu yok
belki böyle bomboş kafalı olmasında, ama benim de suçum yok, ne yapayım bu
saatten sonra bunlar için ben? Zülfü Livaneli’nin adını
öğretsem ne olur, bir iki kitap versem
ne olur…Mehmet bu saatten sonra olsa olsa iyi bir tüccar olur!
Fonda çalan müziği hayal edin;
“…Geçmişler olsun, geçmişler olsun…”