Olmayınca
olmuyor işte. Ne pasapartum var, ne de daha önce yurtdışına
çıkmışlığım. Hele ki günümüzde insanların kendilerini
örneğin “On
beş ülke, kırk sekiz şehir gezdim…”
diye tanımladığı, seyahatlerini de “skora bağladığı”
düşünülürse; ben bayağı dinozor kalıyorum bu konuda.
Globalleşen dünyada popüler gezi mekanlarının tüketim
çılgınlığına kurban gittiği düşünülürse, benim gibi
sistem dışında kalan birine de ilk yurtdışı gezisinde
Ukrayna’nın en kuzeyindeki Kharkov gibi adı sanı fazla
bilinmeyen bir şehre gitmek yakışırdı elbette. İyi ki de öyle
olmuş gerçi. Her şeyin ve her yerin fazlasıyla bilindiği günümüz
dünyasında Kharkov’da geçirdiğim dört gün, kopyala yapıştır
tatil anlayışından uzakta, gerçekten de kendimce çok
güzeldi.
Şehrin Ukrayna’ca adı Kharkiv, Rusça adı Kharkov, biz Türkler ise Harkov diyoruz sanırım. Ben Kharkov demeyi tercih ediyorum; çünkü bence bu şehre Rusça isim çok yakışıyor.
Kharkov
Yolculuğum
Ne zaman gezi bloglarını dolaşsam hayaller kuruyorum. Baktım hayal kurmakla olmayacak, ilk adımı atarak makus talihimi yenmeyi tercih ettim. Shengen aldığım falan yok gerçi, vizesiz ülkelere giderim belki diye çipli kimlik kartı aldım sadece. Ağustos ayıydı sanırım; bir gece indirimli bilete denk gelerek Kharkov’a gayet ekonomik bilet buldum. “Neden Kharkov” diye soracak olursanız, özel bir yanıtı yok bu sorunun. Şehrin ismi kulağıma güzel geldi. Bir de Kharkov’un Rusya’ya sınır komşusu olması beni cezbetti. Akışa bıraktım kendimi anlayacağınız.
Hava güzeldi, uçuş yaklaşık 2 saat sürdü. Yerel saatle üçte Kharkov’a indik. Daha inerken şehri seveceğimi hissettim; çünkü uçak alçalırken bir tane bile gökdelen görünmüyordu. Ben gökdelensiz şehirlerin insanıyım; romantiğim, retroyum. Gökdelen camından sarkan kıza serenat yapan aşık hikayesi de bilmiyorum üstelik .
Vardığımızda hava kararmak üzereydi. Zaten kasım ayında öğleden sonra dörtte akşam oluyor bu şehirde. Uçaktan inince bizi dar merdivenler karşıladı, asansör göremedik. Herkes gibi biz de el bagajımızla merdivenlerden indik, pasaport kontrolüne geldik. Sabiha Gökçen’in her saat kalabalık olan devasa ortamından sonra ilk kez bu küçük salona girince değişik bir ülkede olduğumu hissettim. Etrafta hiç ses yoktu. Zaten bana Kharkov’u dört kelimeyle tanımla deseniz:
“My friend, 200 grivna!” dedi. “Hayır” dedik “150!”
Yoldan geçen başka taksiyi durdurmaya çalıştık. Ivan gitti, Rusça bir şeyler söyledi taksiciye, taksici bizi almadı. Hava da kararıyordu bir taraftan. İçimden “Allahım nasıl bir macera bekliyor acaba bizi” dedim, hafiften tırsmadım desem yalan olur. Adam bir türlü peşimizi bırakmıyordu. Nihayet “170 Grivna okey” dedi, yapacak bir şey yoktu; takıldık peşine. Yirmi otuz metre gittikten sonra İvan'ın tek kapılı tarihi eser görünümündeki Lada’sına bindik mecburen. Emir Kustirica filmlerinde gibi hissettim o an kendimi. Yabancı bir ülkede eski püskü korsan taksiye binmiş tiplerdik. Dışarıda hava kararmaktaydı. Nereden baksan film sahnesi gibi!
İvan bizi kandrmadı merak etmeyin. Şehrin kalbinin burada attığını sonradan anlayacağım ve hayran olacağım; otelimizin de yer aldığı Sumskaya Caddesi’ne geldik ve otelimizin
önüne kadar bıraktı bizi. Çok pazarlıkçıydı ya, biz de kurnazlık
yapıp eline havaalanında bozdurduğumuz 170 Grivnayı bozukluk
olarak saydık.
“Siz fakir!” dedi Türkçe ve kahkaha atarak eski Lada’sına binip uzaklaştı. Biz de gülüyorduk. Ülkedeki en maceralı anımız da buydu zaten, gerisi hep güzeldi. Hep masal gibi…
Devamını Oku
Şehrin Ukrayna’ca adı Kharkiv, Rusça adı Kharkov, biz Türkler ise Harkov diyoruz sanırım. Ben Kharkov demeyi tercih ediyorum; çünkü bence bu şehre Rusça isim çok yakışıyor.
Kharkov uçaktan görünüm |
Ne zaman gezi bloglarını dolaşsam hayaller kuruyorum. Baktım hayal kurmakla olmayacak, ilk adımı atarak makus talihimi yenmeyi tercih ettim. Shengen aldığım falan yok gerçi, vizesiz ülkelere giderim belki diye çipli kimlik kartı aldım sadece. Ağustos ayıydı sanırım; bir gece indirimli bilete denk gelerek Kharkov’a gayet ekonomik bilet buldum. “Neden Kharkov” diye soracak olursanız, özel bir yanıtı yok bu sorunun. Şehrin ismi kulağıma güzel geldi. Bir de Kharkov’un Rusya’ya sınır komşusu olması beni cezbetti. Akışa bıraktım kendimi anlayacağınız.
Bileti
aldım, oteli Booking.com’dan ayarladım ve yolculuk günü geldi
çattı. Ben tabii ki çok heyecanlıydım.
Uçak
saati 13:30, Kadıköy’den 10:45 Havabüs servisine bindim. Toplam
yolculuk kırkbeş dakika sürüyor Kadıköy’den Sabiha Gökçen’e.
11:30’da hava alanındaydık. Hani diyorlar ya “Yurt
dışı uçuşlar için iki saat öncesinden havaalanında olun”
diye.
Bence bu büyük bir risk! En az iki buçuk saat önce havaalanında olmak
lazım. Çünkü İstanbul gerçekten de çok kalabalık bir şehir!
Kuyruklarda beklerken neredeyse uçağı kaçıracaktık zira; her
şey ucu ucuna yetişti. Pegasus’un neyseki(!) sadece 20 dakikalık
gecikmesiyle uçağımız havalandı.Hava güzeldi, uçuş yaklaşık 2 saat sürdü. Yerel saatle üçte Kharkov’a indik. Daha inerken şehri seveceğimi hissettim; çünkü uçak alçalırken bir tane bile gökdelen görünmüyordu. Ben gökdelensiz şehirlerin insanıyım; romantiğim, retroyum. Gökdelen camından sarkan kıza serenat yapan aşık hikayesi de bilmiyorum üstelik .
Şehre
Adım Atar Atmaz Hikaye Başladı
Vardığımızda hava kararmak üzereydi. Zaten kasım ayında öğleden sonra dörtte akşam oluyor bu şehirde. Uçaktan inince bizi dar merdivenler karşıladı, asansör göremedik. Herkes gibi biz de el bagajımızla merdivenlerden indik, pasaport kontrolüne geldik. Sabiha Gökçen’in her saat kalabalık olan devasa ortamından sonra ilk kez bu küçük salona girince değişik bir ülkede olduğumu hissettim. Etrafta hiç ses yoktu. Zaten bana Kharkov’u dört kelimeyle tanımla deseniz:
“Parklar,
şık kafeler, heykeller ve sessizlik”
derim...Bu
dört kelime ise bir şehri sevdirecek sihri barındırıyor
yeterince.
Kharkov Otel penceresinden görünüm |
(Uzun uzun anlatırken bir daha yaşıyorum sanki, bu nedenle beni bağışlarsınız umarım.) Nerede
kalmıştık, evet havaalanındaydık.
Havaalanında hiç polis yoktu, askerler
vardı. Hatta bir tanesi köpeğiyle geziyordu. Zaten kaldığım
dört gün boyunca bu şehirde hiç polis görmedim; kadınlı erkekli askerler
vardı.
İki
gişe vardı, iki asker pasaport kontrolü yapıyordu. Etrafta hiç
ses yoktu. Doldurduğumuz kağıtlar ve kimliğimizi göstererek
geçtiğimiz kontrolden sonra dışarıya kapısı açılan salona
girdik. Telefonumu yurt dışına açmamıştım,havalanında internet var diye okumuştum çünkü. Ama maalesef internet çekmiyordu. Danışmada duran kadına “Wifi ile sıkıntı
yaşıyorum” dedim, kısaca “Yes, problem” dedi ve sustu. Ben de sustum. Bu da evdeki hesabın çarşıya uymaması demekti. Yani Uber’den taksi çağıracaktık,
çağıramadık. Çünkü taksilerde taksimetre olmadığını biliyorduk. Neyse mecburen çıktık kapıdan ve ülkeye bastık ayağımızı. Sabiha Gökçen'de kapıdan çıkınca
oradan oraya koşturan insanlar, vızır vızır taksiler ve
otobüsler falan olur ya; burası tam tersiydi. Etrafta gördüğümüz tek tük park etmiş
araçlar ve tek tük insanlardı... Dediğim gibi gürültü yoktu.
Kharkov Havaalanı |
Neyse
biz bakınırken sonradan adının İvan olduğunu öğrendiğimiz, altmışlı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bir adam yaklaştı
yanımıza. Kırık İngilizcesi ve bir kaç kelimelik Türkçe
dağarcığıyla nereye gideceğimizi sordu. Biz Sumskaya Caddesi
dedik, “300 Grivna” dedi. Kafadan 10 dolar yani… Oysaki
bu mesafenin yaklaşık 150 Grivna olduğunu öğrenmiştik
okuduğumuz yorumlarda. “No, no;150 Grivna!” dedik.
Adam hem ısrarcı hem de sevimliydi. Peşimizi bırakmadı:
“My friend, 200 grivna!” dedi. “Hayır” dedik “150!”
Yoldan geçen başka taksiyi durdurmaya çalıştık. Ivan gitti, Rusça bir şeyler söyledi taksiciye, taksici bizi almadı. Hava da kararıyordu bir taraftan. İçimden “Allahım nasıl bir macera bekliyor acaba bizi” dedim, hafiften tırsmadım desem yalan olur. Adam bir türlü peşimizi bırakmıyordu. Nihayet “170 Grivna okey” dedi, yapacak bir şey yoktu; takıldık peşine. Yirmi otuz metre gittikten sonra İvan'ın tek kapılı tarihi eser görünümündeki Lada’sına bindik mecburen. Emir Kustirica filmlerinde gibi hissettim o an kendimi. Yabancı bir ülkede eski püskü korsan taksiye binmiş tiplerdik. Dışarıda hava kararmaktaydı. Nereden baksan film sahnesi gibi!
Yolculuk başladı. Caddeler
geniş ve çok sakindi. Bir ara benzinciye saptı Ivan “Para yok, benzin
yok” dedi Türkçe. “Peki” dedik. Çok da değil, biraz gaz doldurdu. Sonra yolumuza devam ettik. Geniş bir caddeden geçerken “Yuri
Haharin” dedi, “Space” dedi gururla. Uzaya ilk adımı atan
Yuri Gagarin'in adının verildiği Cadde'den geçiyorduk zira.
Kharkov otel penceresinden görünüm |
“Siz fakir!” dedi Türkçe ve kahkaha atarak eski Lada’sına binip uzaklaştı. Biz de gülüyorduk. Ülkedeki en maceralı anımız da buydu zaten, gerisi hep güzeldi. Hep masal gibi…
Devamı
var…