Günlerden 17 Aralık 2019. Bugün Şehir Tiyatro’larında Ocak-Şubat biletleri satışa çıkıyor. Normalde hep aylık olurdu. Niyeyse bu sefer iki aylık yapmışlar. Kadıköy Haldun Taner
Sahnesi'ndeyiz. Sabah 7 civarı, ama hava hala karanlık. Efsane tiyatro bileti
kuyruğu bu. Gençliğinden bu yana oyun
izleme alışkanlığı olan yaşlılar çoğunlukta. Şenay Teyze gibi… Dersi öğleden sonra olan öğretmenler, emekliler, evden çalışanlar belki, tek tük
benim gibi işten izin alıp gelenler, belki bir iki de öğrenci. Genel tablo
böyle. Bir de saat on bir civarı gelip “Böyle saçma şey mi olur, bu kuyruğu kim
belirliyor, öndekiler bari koltuk seçmeyin de bize de sıra gelsin” gibi “güya
haklı tepki” gösteren, olayın özünü kavramadan, ritüelini anlamaya çalışmadan, iki saniye ortama bakıp yorumlamaya geçen, her şeyin en doğrusunu bildiğini
zanneden, ama gerçekte gözlem yeteneği sıfır olan yönetici kılıklı tipler var
ki, onları kaale bile almıyorum. Herkes
bilinçsiz ve eski moda, bir tek onlar akıllı! Sabah alt buçukta gelip sıraya
girmek, bunun için emek harcamak hiç önemli değil onların gözünde. Sürece değil
sadece sonuca bakıyorlar. Allahtan bu kuyrukta tek tükler ve kendi kendilerine
yüksek sesle söylenip kimse kaale almayınca da susmak zorunda kalıyorlar.
Üzülüyorum O’nun adına! Nasıl bir yalnızlık içinde Şenay Teyze! Nasıl yaralı! Çok çalışmış, dünyayı gezmiş, kenarda malı mülkü ve parası kalmış, ne gam! Abisi gidince ölüm ile arkadaş olmuş sanki! Yeğenleri hiç olmazsa bir demet çiçek alsalarmış…
Devamını Oku
Karanlıkta kuyruğu beklerken, sahnenin camı... |
Bugünün kahramanı ise benim gözümde Şenay Hanım.
Şenay Teyze mi desem yoksa Şenay Hanım mı desem bilemedim şimdi. Çünkü öyle
kolay kolay abla, abi, teyze diyebilen biri değilim. Ama yakın da hissettim
O’na kendimi, teyze desem sanki daha güzel olacak gibi.
Yetmişin biraz üstünde yaşı. Ben
sormadım, kendisi söyledi. Zayıf, çok zayıf. Boyu da mini minnacık. Saçları
boyalı, galiba koyu kestane.
Bu kuyruğa ne zaman girsem, içimde
hem buruk bir hüzün olur, hem de tiyatro meraklısı insanlarla bir arada olmanın
coşkusunu yaşarım. Kendimi bugünle dün
arasında bir yerlerde hissederim çokça. Günlük hayatın hayhuyundan uzakta başka
bir evrende yaşamak gibidir bu özel zamanlar. Tek dert, istenen oyuna istenen
koltuktan (genelde 2.-3. sıra ortalar) yer kapmaktır. Hafif stresli ama çokça
huzurlu bir bekleyiştir bu. Hani insan bütün zorluklarına ve harcadığı ekstra
zamanlara rağmen bazı ritüellerin hayatında hep olmasını ister ya, son yıllarda
aylık bilet almak için sabahın köründe girdiğim bu Şehir Tiyatroları bilet
kuyruğu da benim için öyle. Nasıl da özlemişim bu havayı!
O kadar güzel insanlarla tanıştım
ki bu kuyrukta. Senede en az üç yüz oyun izleyen profesyonel izleyiciden tutun
da Vasfi Rıza Zobu’ları sahnede izleme şansını yakalayan yaşlı sanat dostlarına
kadar kimler kimler… Aslında bu bilet
bekleyişi bir tür arınma benim için.
İşte bu nedenle işten izin alıp geldim bu sabah. İyi ki de gelmişim.
Tiyatronun kantininde oturuyorum
bir masaya. Bilet alma listesinde adımı on ikinci sıradan yazdırıyorum. Saat
yedide geldim ve on ikinci sıradayım. Düşünün artık gerisini. “Neden
internetten almıyorsun da bu kuyruğa giriyorsun?” diyenleriniz var biliyorum.
Hem bu havayı koklamak başka güzel, hem de internette arkalar kalıyor, arkadan
da oyun izlemek zevk vermiyor. Oyuncunun mimiklerini görmeden olmuyor yani!
Şenay Teyze geliyor oturuyor bir
süre sonra bizim masaya. Demlenen taze çaydan nefis bir koku yayılıyor bu
arada. Kantini işleten kibar beyefendi, eşinin elleriyle yaptığı çeşit çeşit
kekleri diziyor tezgaha. Oysa yeni
yapılan ve birbirine benzeyen, dışı camlı, içi ruhsuz Müsahipzade gibi binalarda böyle mi! Otomatlar
koymuşlar, parayı atıyorsun, paketlenmiş bir şey düşüyor aşağıya onu yiyorsun. Fuaye desen sanki hastahane koridoru gibi! Çay tabii ki yok! Ritüelleri öldürüyorlar kopyala
yapıştır binalar dikerek! Neyse ki henüz
Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’ni yenilemediler. Fuaye de var burada, çay da var! Ve
bilet kuyruğunun müdavimlerinin bildiği ev yapımı kekler de var.
“Bir dilim limonlu ıslak kek
alabilir miyim lütfen!”
“Bana da çikolata parçacıklı
cevizli havuçlu kekten bir dilim verir misiniz?”
Şenay Teyze limonlu kek alıyor,
bize de ikram ediyor. Teşekkür ediyoruz. Hem kekini yiyor, hem de oyun
programını soruyor, cep telefonumdan bakarak yardımcı oluyorum. Çok seviniyor ve hemen notlar almaya
başlıyor. Kendinden beklenmeyecek hızda ve çok güzel bir el yazısıyla not
alışına hayranlıkla bakıyorum. Ne elleri titriyor, ne de yazacağını şaşırıyor. "Mutlaka yazmakla çizmekle ilgili özel bir mesleği olmalı" diye düşünüyorum.
Soruyorum dayanamayıp:
“Ne kadar güzel ve akıcı yazınız
var, bir sakıncası yoksa mesleğinizi öğrenebilir miyim?"
“Mimarım ben” diyor. Bu kadar
güzel ve akıcı yazının sahibinin özel bir mesleği olmalı konusunda yanılmadığımı
kendime kanıtlıyorum.
“Hangi oyunları tavsiye edersiniz?
“ diyor. Ocak -Şubat programında Kadıköy’de oynayacak oyunlara bakıyoruz.
“Hayal-i Temsil” çok güzel, ben iki kez izledim.” diyorum. “Afife Jale ve
Bedia Muvahhit aynı hayali sahnede buluşuyorlar, nefis bir metin. Dekor, ışık
ve oyunculuklar da çok güzel” diyorum. Hemen not alıyor. Sonra aynı masada
oturduğumuz edebiyat öğretmeni genç kadın “Ay Carmela da çok güzel” diyor. Şenay Teyze
hemen notlarını alıyor. Konuşması da aynı yazısı gibi oldukça net ve berrak.
Diksiyonu müthiş, sanırsınız eski TRT spikeri kendisi.
O güzel yazısı ile hızlı hızlı
notlarını alırken bir şeyleri karıştırdığı hissine kapılıyorum. Tarihler
karışıyor sanki, ya da notlar karışıyor gibi. Kibarca “İsterseniz ben notlarınızı temize çekeyim”
diyorum. Çok seviniyor, sonra birilerini arayıp oyunlar hakkında bilgi veriyor,
onlara da bilet alacak.
“Hayal-i Temsil çok güzel oyunmuş.
Alayım mı sana da, ister misin?” Olumlu yanıt alamıyor sanki karşı taraftan,
sonra bir diğerini arıyor aynı coşkuyla:
“Ay Carmela! Çok güzel oyun
diyorlar, alayım mı sana da…”
Masada dört kişiyiz. Şenay Teyze,
dersi öğleden sonra olan sarışın edebiyat öğretmeni, çocukları olduktan sonra
on yedi yıldır çalışmadığını söyleyen diğer kadın ve ben.
Şenay Teyze anlatıyor hüzünlü
hikayesini TRT diksiyonuyla;
“Abim mükemmel bir insandı. O
kadar anlayışlıydı, o kadar yakışıklıydı ki! Ah abim! Akademi’den mezundu, çok
iyi bir mimardı.”
Gözleri parlıyor abisinden
bahsederken ve devam ediyor:
“Tam aşık olunacak adamdı, öyle
beyefendiydi ki size anlatamam. Peşinde çok kadın vardı, ama O yanlış bir
evlilik yaptı ve mutsuz oldu.
Çok zengindi karısının ailesi.
İstanbul’un pek çok iyi semtinde pek çok mülkleri vardı. İki de çocuğu oldu o
kadından. Ama mutlu olamadı. İkinci çocuk doğduğunda terk etti karısı abimi.
Ardına bakmadan çekip gitti.“
Hepimiz bu özverili kadını pür
dikkat dinliyoruz. Hikaye sanki eski melodramlar gibi. Devam ediyor Şenay Teyze:
“Ben abimi yalnız bırakmadım,
bırakamazdım. O yüzden hiç evlenmedim. Çocuklarını büyüttüm ellerimle. Geceleri
sabaha kadar başlarında bekledim. Biri
Fransa’da okudu, öbürü iyi bir üniversitede master yaptı. Ama şimdi hiç
aramazlar beni!”
İçimiz burkuluyor, Şenay Teyze’nin
gözleri de uzaklara dalıp gidiyor.
“Abimi 140 gün önce kaybettim,
kanserden. Karısı terk ettikten sonra yüzü gülmedi hiç abimin. Mutsuzluktan
kanser oldu!”
Siyah beyaz bir fotoğraf çıkarıyor
cüzdanından. “Ölmeden önceki son fotoğrafıydı bu, ne kadar yakışıklıydı abim!”
“Malının mülkünün tamamını hiç
söylemedi çocuklarına. “Yırtık ayakkabıyla akademiye gittiğim günleri
unutmadım” derdi hep. Çocuklar bilmesin bu kadar malı mülkü, emeğin değerini
bilsinler, mirasyedi olmasınlar!” derdi. Her şeyleriyle ilgilendim bu çocukların. Hastalıklarında başlarında
bekledim. Ama şimdi en çok ne zoruma
gidiyor biliyor musunuz? Ölsem de malım mülküm onlara kalsa diye gözlerimin
içine bakıyorlar. Bir kere bile çiçek almadılar bana…”
Masaya oturduğumuzdan bu yana
Şenay Teyze’nin “Mutlaka evlenin ve çocuk yapın” ısrarının nedeni yavaş yavaş gün
yüzüne çıkıyor. O kadar üzgün ki, o “kadir kıymet bilmeyen” yeğenlerine mirasını
bırakacak olmak belli ki zoruna gidiyor.
“Para kolay kazanılmıyor! Yıllarca
çalışıp didinip yaptığım mal mülk şimdi ölmemi bekleyen yeğenlerime kalacak.
İnsanın malını mülkünü bırakacağı kendi kanından canından çocukları olmalı bu
dünyada” diyor. Ne derin bir yarası var Şenay Teyze’nin! Derdi asla para mal
mülk değil. Yeğenleri bir kere arayıp sorsaydı, hatır gönül bilselerdi, bir
kere çiçek alsalardı bu özverili kadına, böyle üzülür müydü Şenay Teyze? Hiç
sanmıyorum.
O’na anlatmaya çalışıyoruz.
“Bütün çocuklar anne babalarına
karşı iyi değiller ki Şenay Teyze. Kendi
çocuğunuz olsaydı, belki yeğenleriniz gibi onlar da size karşı ilgisiz
olabilirdi!”
Tatmin olmuyor bu
söylediklerimizden. Çok yaralı! O kadar yaralı ki! Evlenmeyip abisinin
çocuklarına annelik etmekten o kadar pişman ki! Ölümün yaklaştığını hissediyor
ve bu durumu aç gözlülükle bekleyen yeğenlerine mal mülk bırakacak olmaktan son
derece rahatsız. Fazla bir şey beklememiş ki! Bir çiçek alsalarmış, bir hatır
sorsalarmış yetecekmiş zaten Şenay Teyze’ye… Yanımda oturan kadın şöyle diyor:
“Bir komşum vardı. Çocukları ile
arası hiç değildi. Oturduğu evi Kızılay’a bağışladı. Hem de yaşarken. Geldiler
eve plaket taktılar. “Bu ev Kızılay’a aittir!” diye. Böyle yapabilirsiniz siz de…”
Şenay Teyze biraz ilgileniyor bu
alternatifle, ama çok kararsız ve bir o kadar da kaygılı olduğu o kadar belli oluyor ki yüzünden.
Bir çocuk dünyaya getirmenin,
mirasın heba olmaması anlamına da geldiğini Şenay Teyze’nin bu derinden yaralı
haliyle öğreniyorum. Olaya hiç bu açıdan bakmamıştım.
Üzülüyorum O’nun adına! Nasıl bir yalnızlık içinde Şenay Teyze! Nasıl yaralı! Çok çalışmış, dünyayı gezmiş, kenarda malı mülkü ve parası kalmış, ne gam! Abisi gidince ölüm ile arkadaş olmuş sanki! Yeğenleri hiç olmazsa bir demet çiçek alsalarmış…
Çok üzülüyorum ve kalkıyorum
masadan. Sanki birisi suratıma tokat atmış gibi hissediyorum! Saat on bire geliyor. Gişe önünde
kuyruğa giriyoruz. Önümde her zamanki gibi erkenden gelip sıraya adlarını önce yazdıran beyefendiler, arkamda ise sarışın
edebiyat öğretmeni:
“Şenay Teyze bana kartını verdi, O’nun
biletlerini de ben alacağım” diyor.
Çok seviniyorum, edebiyat öğretmeni
de çok seviniyor. En azından Şenay Teyze ayakta bekleyip yorulmayacak!Biletlerimi alıyorum, dışarı çıkıyorum. Öğlen saat on iki olmuş. İnsanlar sokakta çift sıra halinde bekliyor.
İki ay sonra tekrar
bilet kuyruğuna gidebilsem, Şenay Teyze’yi tekrar görebilsem...