İki
dönem boyunca katıldığım, bu sene işler güçler yüzünden
aksattığım senaryo atölyesinde hocamız dün bizi dizi setine
götürdü. Daha önce sokakta defalarca çekimlere tanık olmuştum;
fakat detaylı olarak ilk kez çekim izleyeceğim için oldukça
heyecanlıydım. Bize sağlanan minibüse bindik ve yaklaşık bir
saat sonra İstanbul'un sınırlarındaki Darıca'ya yani sete
geldik. Arabadan indiğimizde pek çok minibüs ve karavanla
karşılaştık. Geldiğimiz yer de sıradan bir mahalle değil,
filmler için inşaa edilmiş oldukça büyük bir açık hava
platosuydu.
Açık Hava Film Platosu |
Kapıda
bizi bir görevli karşıladı. İçeri almadan önce “Şu anda
çekim var, lütfen telefonlarınızı sessize alın” dedi. Hemen
telefonlarımızın sesini kıstık. Adeta bir mabede girer gibi
yavaş yavaş platonun içine adımlarımızı attık. İçeriye
girince çok şaşırdım. Doksanlı yıllardan kalma eski zaman
kasabasını andıran pek çok ev vardı. Evler gerçekti, aralarında
sokaklar vardı. Bakkal, manav, kahvehane gibi pek çok dükkan
vardı. Sokakların tabelaları oldukça sahiciydi. Evlerin çoğunun
camları açıktı, tül perdeleri uçuşuyordu. Kiminin penceresinin
önündeki çiçeklere dikkatle bakmasam, sahte olduklarını
anlayamazdım. Sonradan araştırdığıma göre bu platonun 6
dönümlük arazide bundan 4 sene önce 1 milyar dolar harcanarak
kurulmuş olduğunu öğrendim. Platoda yer alan bakkal, pastahane,
berber gibi yapıların tamamı Darıca'daki tarihi binaların
birebir kopyası olarak inşa edilmiş. Bildiğiniz küçük bir
mahalle orası. İçinde 7 sokak, 12 apartman ve farklı farklı 10
dükkan var. Ara yolların asfaltına, taş döşeli kaldırımlara
ve dikilmiş canlı ağaçlara kadar bütün detaylar düşünülmüş.
Platoya girdiğim anda sinemanın büyüsü beni sarmaladı.
Gerçekler içinde hayaller, hayaller içinde gerçekler adeta dans
ediyor sinemada. Ne muhteşem bir şey bu!
Hummalı çalışma |
Platoya
girdiğimizde üzerinde “ Balat Erkek Öğrenci Yurdu” yazan,
kapısının önünde gerçek bir Atatürk heykeli olan binadan sağa
doğru yöneldik. Sokakların birleştiği bir meydan, meydandaki bir
dükkanın önünde dizide geçen eski model bir araba karşıladı
bizi. Etrafta koşuşturan onlarca insan, ışıklar, kameralar,
kablolar... Yönetmen ve görüntü yönetmeni yan yana oturuyordu
bir tente altında. Önlerindeki iki ekranda farklı kameralardan
gelen görüntüler vardı. Biz tam yönetmenin arkasında durduk ve
bu sayede olup biten her şeyi izleme olanağı bulduk. Aklıma
gelmişken söyleyeyim; son yıllarda oldukça moda olan “yönetmen
koltuğu”nun sahicisini de görmüş oldum sette. Ama öylece kenarda
duruyordu. Demek ki yönetmen çadırından ayrılınca
kullanacaktı sandalyesini.
Gerçek içinde hayal, hayal içinde gerçek... |
Birden
görevlilerden birisi “Sessizlik” diye bağırdı. Zaten kısık
sesle konuşan herkes sus pus oldu. Sonra yine görevlilerden biri
“Trafik başlasın!”komutunu verdi. Bunun üzerine sokaktan
insanlar geçmeye başladı. Bence figüranların hepsi yerel halktan
seçilmişti. O kadar güzel yapıyorlardı ki işlerini... Bir kadın
pazar çantasıyla karşıdan geliyor, öbür taraftan bir adam
yürüyor falan... Sonra başrol oyuncusu dükkandan çıktı ve
konuşmaya başladı. Konuşması bitince yönetmen ”Cut!” dedi
sahne kesildi. Ezber vardı, sufle yoktu. Haftada yüz yirmi dakika
çekilen dizilerdeki kalınca bir kitap gibi olan senaryoyu nasıl
ezberliyorlar, takdir etmek lazım. Ve elbette o senaryo kısa sürede
nasıl kotarılıyor! Hani kızıyoruz ya ne saçma laflar bunlar
diye... Senarist ne yapsın; kısa sürede kalın bir kitabı nasıl
yazsın! Halbuki yabancı dizilerdeki gibi süre kırk beş dakika
olsa, senaryonun da çekimlerin de kalitesi kim bilir nasıl değişir!
Boom; çık kareden :) |
Toplamda
bir kaç dakikalık sahne için en az beş kez çekim yapıldı. Bir
saate yakın zaman aldı sahnenin bitmesi. Ön kamera, arka kamere,
yakın planlar... Her seferinde oyuncu aynı repliği söylüyordu.
Oyuncuların olmadığı hareket sahneleri için ise bir görevli,
oyuncunun repliğini okuyarak sanırım süre ayarlaması yapıyordu.
Bu arada oyuncusuz ara görüntüler alındı. Bir ara uçak geçti,
yine çekim kesildi. Önceki çekimde bankta oturan figüran yerinden
kalktığı için görüntü yönetmeni uyardı çocuğu. Başrol
oyuncusu da “Elimde tespih var mıydı?” diye sordu. Bütün bu
detaylar, devamlılık için çok önemli şeyler.
Ben
en çok açık havada biz paltoyla üşürken incecik peştemal ile
dolaşan oyuncuya üzüldüm. Düşünsenize saatlerce o şekilde dolaşmak zorunda! Geçenlerde okumuştum;Türkiye'deki oyuncuların en büyük sorunu üşümekmiş. Halbuki bu işlerin kolayı var. Mesela Hollywood'da filmler devasa kapalı stüdyolarda çekliyor. Adamlar stüdyoda çölün de, plajın da, uzayın da sahtesini yapabiliyor! Bize de böyle platolar lazım; ya da filmler ve diziler kış aylarında daha sıcak olan Antalya veya Adana'da çekilmeli! Yazık bu insanlara bence.
Neyse ben olayı anlatmaya devam edeyim:
Yönetmen“Say” dediğinde, üzerinde planın numarası, kaçıncı
çekim olduğu gibi montajda işe yarayan bilgiler yazan “klaket”
devreye giriyordu. Klaketi tutan kişi “çat” diye tahtayı
kapatınca
“Üç, iki bir, buyurun! “ diye oyunu başlatıyordu yönetmen yardımcısı. Setin ayrı bir jargonu vardı, ayrı bir
enerjisi vardı. Bence insan öyle bir yerde normal bir işteymiş gibi
“Biraz kaytarayım, cep telefonuma bakayım!” falan diyemez. Aşırı
konsantrasyon var, ve bir de aşırı emek sarf ediliyor. Set işçileri sürekli ayakta; sağa sola koşturuyor. Yönetmenler
sürekli sigara çay içiyor. Yüzleri yorgunluktan ve bence düzensiz
beslenmekten kara sarıya dönmüş. Gerginler; çünkü çekimler
kolay kolay bitmiyor. Düşünsenize haftada yüz yirmi hatta yüz elli dakika süren dizi çekmek kolay iş mi!
Sette dinlenme yok! |
Çekimleri uzunca bir süre soluksuz bir şekilde izledikten sonra yönetmen, söyleşi
yapmaya vakti olmadığı için bizden özür diledi. En sonunda
başrol oyuncuları ile birlikte toplu fotoğraf çekildik ve
platodan ayrıldık.
Bu ziyarette sinemanın büyüsüne daha da çok kapıldım. Adım adım o sihirli dünyaya yaklaştığımı hissediyorum. Bir gün
mutlaka kendi senaryomun çekildiği sete gideceğim. Ve size bu blogda anlatacağım...