Saat öğleden sonra üç ve hava kararmak üzere. Kharkov’daki geçici evimize geldik nihayet. Sumskaya Caddesi üzerinde harika tarihi bir bina. Zaten Sumskaya Caddesi’nde olan bütün binalar fotoğrafı çekilecek güzellikte…
Sumskaya Caddesi'nde Bir Apartman ve Macera Devam Ediyor
Sumskaya Caddesi |
Termometre |
Enteresan
bir detay var. Kharkov’da pek çok apartmanın dış kapısında
mekanik şifreleme sistemi bulunuyor. Belli ki KGB günlerinden
kalma. Düşünsenize; devrim zamanı ya da İkinci Dünya Savaşı… Ne
gizli toplantılar yapılmıştır bu binalarda kim bilir! Bazı apartmanlarda bu şifreler hala çalışıyor; dış kapıyı açarken
anahtar kullanmıyorlar. İnsanın kafasında hikayeler uçuşturan
cinsten detaylardan sadece biri bu.
Bizim apartmanda da şifre sistemi var fakat devre dışı. Normal kapıların neredeyse iki katı büyüklüğündeki dış kapıyı kolayca açıyoruz. 8-10 merdiven çıktıktan sonra eski, ama gerçekten eski bir asansörle karşılaşıyoruz. Öyle ki arada sıkışmayalım diye kanatlarını elimizle ittirebiliyor ve “manuel” olarak kapıya müdahale edebiliyoruz. Gerçekten de enteresan bir asansör! Sol yan duvarında seksenleri andıran küçük bir kadın resmi ve "bas-konuş" şeklinde diafon bulunuyor. Basıyoruz butona istemsizce, karşımıza Rusça ya da belki de Ukraynaca konuşan bir kadın sesi çıkıyor. Cehalet ne zor şey; kadının ne dediği bir yana, hangi dilde konuştuğunu bile anlamıyoruz. “Booking-tourist- hotel” falan diyoruz ama, karşı taraf yine bilmediğimiz dilde konuşmaya devam ediyor. Şoför Ivan macerasını yeni atlatmış bizler n’apacağımızı şaşırmış, biraz da heyecanlanmışken; kucağında bebeğiyle bir kadın giriyor dış kapıdan. Diafonla konuşmaya çalıştığımızı görünce, kimsenin hiç bir şey anlamadığı tuhaf muhabbete (!) O da katılıyor. Yüzümüze bakarken aynı zamanda hızlı hızlı konuşarak bir şeyler anlatıyor. Belli ki yardım etmeye çalışıyor. Buna benzer olayı bir kaç kez daha yaşadım Kharkov’da. Turist olduğumuzu ve dili anlamadığımızı bile bile, ama ısrarla Rusça ya da Ukraynaca bir şeyler konuşarak bize yardımcı olmaya çalıştılar. Çok sevimli bir şey bence bu. Sanki farklı farklı diller yokmuş gibi, sanki dünya büyük ve tek bir ülkeymiş gibi, çocuksu bir saflıkla iletişim kurma çabası...
Diafondaki ses konuştukça kucağında bebeği olan kadının yüzüne de bir gülümseme yayılıyor. Kim bilir nedir anlatılan! Ne yazık ki, merak ettiğimiz halde hiç öğrenemediğimiz küçük detaylar arasında kalıyor diafondaki kadının sesi de. Unutulmaz anıların arasında cevabı hep merak edilen bilmeceler de olur ya hani, tam da öyle bir şey bu. Bilsen yanıtı, sorunun hiç önemi kalmayacak cinsten. Bilmediğinde ise hakkında roman yazası gelir insanın. Ne bileyim; belki de bu benim bakış açımdır sadece.
Bebekli
kadın, sürekli konuşarak ve gülümseyerek asansöre binmemizi
sağlıyor. Kabin daracık, üçüncü kata çıkıyoruz hep
birlikte. Bebek yüzümüze bakıyor, hafiften gülümsüyor da.
O’nun dili evrensel çünkü! Üçüncü
katta asansörden iniyoruz. Karşımıza çıkan kapının ziline
basıyor kadın. Kapı hemen açılıyor, güler
yüzlü biri karşılıyor bizleri. Bebekli kadın anlatıyor
durumu kendi dilinde. Zaten gerek de kalmıyor gerisine; kapıyı açan nazik kadın gayet
güzel İngilizce konuşuyor. Bingo işte, şanslıyız. İnternette hangi yoruma baksam "Bu şehirde çok az insan İngilizce biliyor!" yazıyordu. Oysa ben bu şehirde bir şekilde diyalog kurdum insanlarla. Ne de tepeden bakıyor bazıları! Hoş İngilizce bilmemek çok da ayıp sanki... Neyse, bebekli
kadın bir şeyler söyleyerek çıkıp gidiyor merdivenlerden. O isimsiz kahraman sayesinde kapısında hiçbir şey yazmayan
otelimize kavuşuyoruz nihayet. Mutluluk bu değildir de nedir
sanki… Bu kadar basit, ve de bu denli satır aralarında!
Burası
bir otel değil aslında; bir apartmanın üçüncü katındaki beş odalı
daireyi apart odalar haline getirmişler.
Dar bir koridor, yerde kırmızı desenli bir halı, kapı girişinde eski ama çalışan bir piyano, tam karşısında resepsiyon masası çarpıyor ilk etapta gözüme. Bir kaç koltuk ve plastik sarmaşıklarla dekore edilen otel girişi, gerçekten de retro bir film sahnesini andırıyor. Birden ısınıveriyorum ortama. Adını nedense hiç sormadığım, İngilizce bilen zarif Rus ( ya da belki de Ukraynalı) olan kadın bize odamızı gösteriyor. Oda kapısının yan tarafında bir sehpa üzerinde plastik bir damacana, onun yanındaki tabakta ise ikramlık şekerler gözüme çarpıyor. Misafirperverlik bize özgü bir şey değil demek ki diye düşünüyorum sonrasında.
Sumskaya'da bir apartman |
Hem dış kapının hem de iç kapının anahtarını veriyor kadın. Dedim ya ev gibi de, değil gibi de... Çift kilitli anahtarla kapıyı açtığımızda çok güzel bir odayla karşılaşıyoruz. Neden diyorsunuz ya; demeyin. Çünkü kapıyı açar açmaz üç portre ilişiyor gözüme. ikisinde isim yazmadığı için kim olduklarını bilmiyorum ama, birinci portre Gorki’ye ait!
Siz hiç duvarında mesela Nazım Hikmet, Yaşar Kemal ve de Ahmet Hamdi Tanpınar portreleri asılı olan bir otel odası gördünüz mü? Bizim hiç mi yok gurur duyduğumuz sanatçımız!
Yüksek
mi yüksek tavandan sarkan zarif işlemeli avizeden, katlanmış
bornoz ve tek kullanımlık terliğe; kenarına siyah çay
bırakılmış fincanlardan şarap kadehlerine, mini buzdolabındaki
biralardan çikolataya kadar, odadaki bütün detaylar bir
apartman katındaki apart odadan beklenmeyecek zarafetteydi. Duvarına
Gorki portresi asan bir işletmeciden de zaten bu incelik beklenirdi!
İlk
Akşam, İlk İzlenim
Bavulları
bırakıp kendimizi atıyoruz sokaklara. Soğuk ama ısırmayan bir
hava var. Sıfır ya da biraz daha altında gösteriyor termometre. Baş ve ayaklar yeterince korunaklıysa hiç sorun olmuyor bu soğuk. Benim gibi
çok üşüyen biri bile sevdiyse siz düşünün gerisini.
Yürüyoruz bakına bakına. Geniş
yollar, geniş kaldırımlar, etrafta hiç ses yok. Korna çalan da
yok, cep telefonuyla bağıra çağıra konuşan da... Dört günlük
gezi boyunca bir kez korna sesi duydum; o da gerçekten yanlış
yapan bir sürücüye uyarı niteliğindeydi. Ne yalan söyleyeyim; "İstanbul’dan gelip de araba kiralayan biri olmasın bu gürültücü" diye
düşünmüşlüğüm var.
Önceden belirlediğimiz restorana doğru yürümeye başlıyoruz ilk akşamımızda. Kenarları ağaçlarla süslü kaldırımlar, karşımıza çıkan heykeller, binaların estetiği ve şehrin sessizliği beni benden alıyor gerçekten de. Aklıma Kharkov’a gideceğimi duyunca yüzü asılan “Ben kırk beş ülke gezdim, Kharkov kadar gri bir şehir görmedim, beklentini yüksek tutma!” diyen iş arkadaşım geliyor o an. Gezi bloglarında okuduğum “Kharkov mu, yapacak pek bir şey yok, gitmeseniz de olur!” yorumları da akıyor kafa baloncuğumda. Algı ne kadar da farklı olabiliyor değil mi; yorumlar kişiden kişiye göre nasıl da değişebiliyor. Önemli olan belki de şehrin nasıl olduğu değil; nasıl hissettirdiği…
Anayasa Meydanı'nda Özgürlük Anıtı |
Gittiğimiz ilk kafe gerçekten de çok şık. Zaten bu şehirde hangi kafeye gitsek genel olarak çok şık buluyoruz.
Kafelerde hem yemek yenilebiliyor, hem içki içebiliyor, hem de çay kahve var. Her şey olması gerektiği gibi yani. Kahvaltı mekanlarında bile alkollü içki bulunuyor.. Ama sabahın köründe içip sarhoş olan birine de rastlamıyoruz hiç. Bizde ise değil kafelerde şaraba izin verilmesi, içki ruhsatı olan restoranlarda içkinin dışarıdan görünmesi bile yasak biliyorsunuz.
Özgür kafa gerçekten de başka bir şey…
Devamı
var…