Müze Gazhane’nin
“Küçük Sahne” olarak da adlandırılan meydan sahnesindeyiz.
Bildiğim kadarıyla
izleyiciye oyunu dört taraftan yani 360 derece izleme olanağı sunan sahneler
“meydan sahne” olarak adlandırılıyor. Ya da kısaca şöyle de diyebiliriz. Ortada
daire şeklinde bir sahne var. Sahnenin etrafında ise sandalyeler yer alıyor. Bu
durumda oyunun akışına göre kimi zaman oyuncuların yüzünü, kimi zaman da
arkasını görüyoruz.
Küçük bir salon
burası, sonradan araştırdım, 100 kişilikmiş. Sahnenin etrafında dizili
sandalyeler 3-4 sıra ve numarasız.
Sahne Tasarımı
Önde oturuyorum. Dekor hazırlanmış, perde yok.
Sahnenin zemininde raylı platform var, böylece oyundaki dekor kolayca hareket
ettirilebiliyor. En büyük sürpriz ise dikkatli bakılınca anlaşılıyor. Sahne
platformunda yaklaşık 10 santimlik bir derinlik var ve bu boşluğa su
doldurulmuş. Ne işe yaradığını anlatacağım.
Sahne tasarımı, 2007’de kaybettiğimiz usta sanatçı
Savaş Dinçel’in oğlu Barış Dinçel’e ait. Konservatuvarda sahne tasarımı eğitimi
almış. Bence çok başarılı.
Barış Dinçel yaratıcılığıyla yanılmıyorsam
2007 yılında tanışmıştım. Babası Savaş Dinçel’in yazdığı “Uçurtmanın Kuyruğu”
oyunuydu. Sahne ve dekor çok güzeldi diye hatırlıyorum. O zamanlar Savaş Dinçel
yeni vefat etmişti ve Müjdat Gezen, tiyatrosundaki bir sahnenin adını “Savaş
Dinçel Sahnesi” olarak düzenlemişti. Oyunculardan biri olan İlker Ayrık henüz
televizyon ünlüsü olmamıştı; tiyatro oyuncusuydu.
O günlerde İstanbul’daki kültür sanat dünyasının kalbi hala İstiklal’de, yani Pera’da atıyordu. İstiklal’de hayat vardı. AKM vardı. İnsanlar sosyalleşmek, eğlenmek ve oyun izlemek için günümüzdeki gibi Kadıköy’e değil İstiklal’e akardı hafta sonları. Sokaklardan masalar kaldırılmamıştı henüz. Taksim’deki eğlence anlayışı Arabesk nargileye evrilmemişti yani. Adım başı sadece Arap değil, batılı turistler de gezerdi. Ben de o zamanlar akşam sekizde hayatın bittiği Kadıköy’deki Bahariye Caddesi’nde yani burnumun dibinde Müjdat Gezen Tiyatrosu açıldı diye ne kadar çok sevinmiştim. Şimdi ise Kadıköy’de sayısını bilmediğim kadar çok tiyatro salonu var. Hafta sonları dışarıda kalabalıktan adım atmak mümkün değil. Çünkü Taksim'e hem maddi hem de manevi anlamda "beton döküldü!"
Yakın zamanda Baba Sahne’de çok beğenerek izlediğim
“Don Kişot’um Ben” oyunundaki sahne tasarımı da Barış Dinçel’a aitti ve o
dekoru da çok sevmiştim.
Sahne, dekor, anılar derken ne kadar çok şey anlattım böyle. O halde gelelim oyuna.
Kimse Öyle Şeyleri Konuşmuyor Artık!
Oyun başlıyor. Ve o meşhur metni duyuyoruz Mesut
Mertcan’ın o meşhur sesinden:
“Milli Güvenlik Konseyi’nin 1 numaralı bildirisi. Yüce
Türk Milleti...”
1980 yılındayız. Darbe olmuş, sokağa çıkma yasağının
uygulandığı sıradan bir gün yaşanıyor.
Sıradan bir ailenin evine konuk oluyoruz. O aileye
darbenin etkisinin 2015 yılına kadar, yani tam 35 yıl süren yansımaları geçiyor gözümüzün
önünden.
Yazar Şirin Gürbüz, yönetmen Emre Koyuncuoğlu ikisi de
kadın. Zaten hikaye de iki kız kardeşi odağa alarak anlatılmış. Dolayısıyla 12
Eylül Darbesinin yarattığı yıkımın kadın gözünden anlatımı da diyebiliriz
oyuna.
Oyundan çıktıktan sonra aklımda sadece şu cümle vardı:
“Ne hayatlar kararmış 12 Eylül’de ve sonrasında, ne
hayatlar sönmüş…”
Babasız kalan çocuklar, çocuksuz kalan babalar… Kim
vurduya giden suçsuz insanlar, faili meçhul cinayetler, kitap yakmalar, görüş
ayrılığı nedeniyle yıkılan yuvalar, intihar eden insanlar… Aradan
yıllar geçtikten sonra bulunan insan kemikleri…
Oyun sonunda, yıllar sonra birbirini bulan iki kız kardeşin kucaklaşması, yine de umudun var olduğu mesajını veriyor… Ben öyle algılamak istedim belki de.
Şöyle söyleyeyim; oyun, tarih dersi gibi değildi. Dolayısıyla sıkıcı değildi, akıyordu. 12
Eylül’ün üç kuşağı nasıl etkilediğini insan hikayelerinden yola çıkarak
anlatıyordu. Benim gibi o dönem hakkında çok okumuş, çok dinlemiş biri için
oyun yeni bir şeyler anlatmıyordu. Sadece hafızamı tazelemiş oldum. Oyun
kişilerinden gördüklerim, duyduklarım beni şaşırtmadı. Ama o dönemi
tam bilmeyenler için oyunu izlemek mutlaka 12 Eylül hakkında farkındalık
yaratacaktır.
Yeri gelmişken metinden aklımda kalan bir cümleyi eklemek istiyorum buraya:
"Farkında olanlar, değiştimek ister..."
Hani 80 sonrası bir dönem entel dantel filmler furyası vardır bilir misiniz? Nur Sürer’li, Tarık Akan’lı falan. O filmlerde 12 Eylül direkt olarak anlatılmaz ama, insan hikayeleri ve ruhsal çözümlemelerle o dönemin psikolojik yansımalarına değinilir. Bu oyunu izledikten sonra tam da öyle bir tat kaldı damağımda.
Yerdeki su
neydi peki?
Sahnenin zemininde yer alan su, tam da oyunun ruhuna
uygun bir şekilde çok zekice kullanılmıştı. Çünkü yönetmen ve sahne tasarımcısı, hafızalarda silik silik yer alan 12 Eylül kırıntılarını suya yansıtmış! Flu ama
anlaşılır, karanlık ama dokunduran…
Mesela şu sahne çok etkileyiciydi bana göre:
“Ortada bir sandalye. Suyun içinde. Sandalyede bir
kadın oturuyor. Elleri bağlı, belli ki işkence görmüş. “Ben kimseyi
tanımıyorum, sadece sokağa çıkma yasağı bitmeden çocuğum eve dönsün
diye onu aramaya çıkmıştım!” cümlesini tekrar tekrar söylüyor. İşte tam da
bu anda, suda yansımalar beliriyor. Kara gölgeler bunlar. Asker
gölgeleri, işkence yapan adamların gölgeleri… Yüzleri yok, sadece gölgeleri
var.
Yine başka bir sahnede suda bu sefer renkli yansımalar
beliriyor. O dönemi çağrıştıran bir şarkıcının yansıması bu. Müşerreff
Akay! Kırmızı Türk Bayraklı elbise giymiş. Türkiyem Şarkısından bir kaç dize var fonda kısık sesle…
Yönetmen, suya görüntü yansıtma tekniği ile
hafızamızda o günlere ait bölük pörçük yer alan kırıntıları adeta açığa çıkarıyor. Hem
de o günlerin bulanıklığını, karanlığını, tekinsizliğini ve de sırlarını
düşündürerek…
Bence çok etkileyiciydi.
Oyuncular
Bütün oyuncuların emeğine sağlık ama ben en çok ilk kuşakta hemşire anne rolünü oynayan Radife Baltaoğlu’nu beğendim. Aytaç Arman’ın eşiymiş kendisi.
Tunç Başaran, Yeşim Ustaoğlu gibi değerli
yönetmenlerin sinema filmlerinde rol almış, onlarca tiyatroda önemli roller
üstlenmiş. İzlerken gerçekten hayran oldum oyunculuğuna, müthişti.
Skolyozu olan kız kardeş rolündeki Hazal Uprak’ın bedenini kullanışı ve oyunculuğu da bence çok başarılıydı. Oyunda emeği geçen herkesin emeğine sağlık tekrar...
Benden bu kadar...
Uzun bir yazı oldu, umarım
sıkılmadınız. O halde sloganımı atıp gidiyorum her zamanki gibi
#Tiyatroİyidir #Tiyatroİyileştirir…
NOT:
Şehir Tiyatroları'na, Müze Gazhane'yi böyle
güzelleştiren belediyeye binlerce teşekkür...
Mutlu pazarlar