29 Temmuz 2013 Pazartesi

Tatil bitti, peki aklımda ne kaldı?

yanıklar köyü
 Tatil bitti,ama bittiği için üzülmedim nedense.İnsan her ne kadar güzel yerlere gitmiş de olsa, değişiklikler yaşasa da evini, yaşantısını özlüyor.
 Bir hafta boyunca ne gazete okudum, ne televizyon izledim, ne de internete baktım. Aslında bir anlamda ruh detoksuydu bu süre benim için. İyi oldu, güzel oldu da günceli yakalamak da mesele bu kadar uzak kaldıktan sonra.. Malum çok devingen bir ülkeyiz, hayatımız aksiyon filmi gibi! Ben de bu süre içinde kim bilir hangi heyecanlı dakikaları kaçırdım! 
günlük-ağaçları

Adeta bir romanın bir kaç sayfasının yırtılıp kaybolması gibi kimbilir hangi tarihi olaylara tanıklık edemedim.. Bilemiyorum ve araştırmıyorum da..
Bu tatilde en beğendiğim şeyse, işte bu gördüğünüz denize giden orman yolunun güzelliğiydi. "Günlük Ağacı" denilen bu özel ağaçlardan elde edilen yağ çok özelmiş. Kleopatra bu yağı aşk iksiri ve parfüm olarak kullanırmış. Hipokrat döneminden bu yana da ilaç olarak kullanılan bu yağın eski Mısırlılar'ın mumyalama işlemlerinde kullanıldığı bilgisini de öğrenmiş oldum. Yeşile olan hasretimi gökyüzünü göstermeyecek kadar sık ve büyük bu ağaçlı yolda gidermenin mutluluğu kaldı aklımda.

Gelelim tatilden biriktirdiğim anılara.. Bu tatilimde deneyimlediğim iki önemli şey var. Birincisi İngilizler hakkında "soğukturlar" ön yargısı silindi beynimden. Açıkçası daha önceden tanıdığım İngiliz sayısı üçü geçmiyordu, onlar da kurs hocalarımdı. Bu nedenle orada burada okuduğum, İngiltere'de yaşayanlardan duyduğum "İngilizler soğuktur!" yargısı hakkında pek bir yorum yapamıyordum. Gittiğim otelde gördüğüm İngilizler ise bu yargının tam da aksine güler yüzlülerdi, çok kibarlardı ve çok konuşkan tiplerdi. Neden onlar için "soğukturlar" dediklerini gerçekten anlayamadım. Hiç konuşmadığım tipler bile sabah karşılaştığımızda mutlaka "good morning" dediler gülümseyerek. Çok sevimli olan orta yaşlı Dave'in söylediği gibi gittikleri ülkenin dilinde ihtiyaçları olan iki kelime "lütfen" ve "teşekkür ederim" sözcükleri. O derece kibarlardı ve "medeniyet böyle bir şey" diye düşündürttüler ister istemez beni. 

İkinci deneyimim ise İngiliz çocukları ve bizim çocuklar arasındaki farklar.. Aslında İngiliz aileler ve bizim ailelerin çocuklara yaklaşımı desem belki daha doğru olacak. Örneğin bu gördüğüz dünya tatlısı Franceska henüz 8 yaşında. Bana göre tatilimin en sevimli anısıydı. Çok tatlıydı,ailesiyle biraz sohbetimiz oldu, ama kendisiyle sadece gözlerimizle ve duygularımızla anlaştık. O hep bana gülümsedi, ben de O'na.. Kendi arkadaşlarımın aynı yaşlardaki çocuklarını düşünüyorum da Franceska ile kıyas bile yapamıyorum. Tatilin ilk günlerinde yüzme bilmiyormuş, kendi kendine havuzun 120 cm.'lik bölümünde çabalayarak üç gün içinde çeşitli stillerde yüzmeye başlamasına gözlerimle şahit oldum. Bir çocuk hiç mi kapris yapmaz, hiç mi mızmızlanmaz, hiç mi şımarıklık yapmaz? Franceska gerçekten bunları hiç yapmadı. Yüzünde hep bu sevimli gülümseme, hep sessiz, hep uyumluydu. Adeta beni büyüledi diyebilirim bu tatlılığıyla..  
 İşte bir sevimli İngiliz çocuğu daha.. Doğru dürüst yürümeyi bilmiyor, yüzmeyi de bilmiyor. Annesi taktı kolluklarını, kendi kendine çırpına çırpına havuzda eğlendi bu adını bilmediğim sevimli çocuk. İnsan şaşırıyor, anneler ne kadar rahatlar.. Bizim annelerse abartmıyorum havuzda terör estiriyorlardı. Franceska'dan daha büyük çocuklarına "koşma, bu saatte havuza girme, git ellerini yıka, cezalısın Eftelya çabuk havuzdan çık!"  talimatlarıyla işkence çektiriyorlardı resmen. Kendi kendine yemek yemekten bile aciz hale getirdikleri kocaman çocuklarının ağzına zorla çatalla yemek tıkıştıran Türk anneleri, öz güveni olmayan, beceriksiz çocuklar yetiştirdiklerinin farkında değillerdi kuşkusuz. Bu kadar baskıya dayanamayan çocuklar da tepkilerini doğal olarak mızmızlanıp çığlıklar atarak, ağlayarak gösteriyorlardı. Yüzme bildiği halde "başını havuza çarparsın, kendin suya girme" talimatlarıyla tek başına eğlenmesine bile izin verilmeyen çocukların ileriki yaşlarda kendilerini ifade edemeyişleri, cesaretsizlikleri, korkaklıkları, normal değil midir sizce de? Yok yok bizim eğitim sistemimiz aileden başlayarak çok yanlış bence.. Bebeğini havuza bırakıp kolayca yüzme öğrenmesine izin veren anne sanki daha mı az seviyor çocuğunu? Elbette hayır, sadece gereksiz kaygılar yaşamıyor hepsi bu. Örneğin ben, kaç yaşıma gelmişim, kaç kere yüzme dersi almışım hala atamıyorum içimdeki su korkusunu.. Bu bebek gibi zamanında bana da fırsat verselerdi sizce böyle bir korkum olur muydu? Hiç sanmıyorum.. Örneğin fotoğrafını çekmediğime pişman olduğum on yaşlarındaki başka bir İngiliz çocuğunun beş kere topu havuzdan kaçtı, beş kere topu kendisine verdim ve aynı çocuk beş kere bana "thank you" dedi. Çünkü kendisine iyilik yapan birine teşekkür etmesi gerektiği gayet iyi öğretilmiş. Yine aynı yaşlardaki bir Türk çocuğuna çekirdek verdiğimde cabbar annesi "teşekkür etsene çocuğum!" diye talimatta bulundu. Çocuk sıkılarak teşekkür etmek zorunda kaldı. Çünkü teşekkür etmekten bile utanıyordu. 
Şimdi anneler bana tepki gösterecekler biliyorum. Elbette çocuklarına bu şekilde davranmayan anneler de var. Ama bütün gün havuz kenarında güneşlenirken hep aynı insanlar üzerindeki gözlemlerim böyleydi, bana göre iki ülkenin anneleri arasında bariz farklar vardı.
Telaşlıyız biz, Akdeniz insanı olduğumuz için de olabilir bilemiyorum. Yaygaracıyız, olayları büyütmeyi pek seviyoruz."Eftelya cezalısın, çabuk çık havuzdan!" deyince belki egomuz okşanıyor ama Eftelya'nın yaşadığı utancı önemsemiyoruz. "Çocuktur" deyip geçiyoruz.. Oysa bu basit tepkinin Eftelya'nın ruhunda açacağı gizli yaralar kim bilir hangi sonuçlara mal olacak düşünemiyoruz bile..
Keşke bir şansım olsa da Eftelya ve Franceska'nın bundan 15-20 sene sonraki hallerine de tanık olabilsem..

Sevgiyle ve telaşsız kalın..
     

Devamını Oku

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Beş günlük gezi maceralarım..

Bloğumu takip edenlere on gün öncesinden sözüm vardı. Seyahate gittiğim yerlerde yediğim içtiğim bana kalacak, gözlerimlerimi onlara aktaracaktım. Yaslanın koltuğunuza o zaman, beş güne sığdırdığım gezinin notlarını aktarayım sizlere..


Önce Zonguldak'ın şirin ilçesi Devrek'e gittim. İstanbul'dan otobüsle beş saat sürdü yolculuğum. Seksenli yıllardaki betonlaşma furyasından nasibini almasa, aslında yeşiliyle, orijinal evleriyle Safranbolu'ya rakip olabilecek bu şirin kasabada resimde gördüğünüz üzere maalesef bahçeli ev pek kalmamış. Kasabanın ortasından Filyos'un bir kolu olan Devrek Çayı geçiyor. Şirin köprülerle ayrılan öte yakaya biraz da kolaya kaçılarak verilen "Karşıyaka" ismine şaşırmamışsınızdır eminim. Kasaba merkezinde pek kalmasa da civarı yemyeşil. Yedigöller'e, Bartın'a yakın. 

Bilenleriniz vardır belki; Devrek, el yapımı bastonlarıyla meşhurdur. Küçük bir bastoncular çarşısı da var kasabanın girişinde. Yolunuz düşerse bir uğrayın derim.
Yöreye özel ağaçlardan yapılan bu bastonların dünyadaki bütün ülkelerin başkanlarına hediye edildiğini duymuştum. Devrek Bastonları diye aratırsanız internette, nasıl yapıldıklarını, inceliklerini de öğrenebilirsiniz. Çoğu insan bu bastonlardan alır, evine süs diye asar; belki de yaşlılıklarına yatırım yaptıklarını gizlerler kendilerince, kim bilebilir... 
Devrek'e yolunuz düşerse mutlaka bir fırın bulun ve bir simit alın sıcak sıcak. Emin olun bu incecik simidin tadını unutamayacaksınız. Yeri gelmişken söylemeden geçemeyeceğim, Devrek kadınları hamur işinde kendilerini gerçekten de aşmışlar. Günlerden pazartesiyse kasaba pazarına bir uğrayın derim. Kadınlar pazarı kurulur, satıcılar hep kadındır. Organik sebzeleri zaten saymıyorum; ev yapımı cevizli gömeç, gözleme, bazlama, çizleme denilen bu harika hamur işlerini mutlaka bulursunuz.. Hele bir baklava yapıyorlar, bol cevizli ve tereyağlı... Denemeniz lazım mutlaka, yazarken bile canım nasıl çekiyor bilemezsiniz.. Her neyse yediklerimden bahsetmeyecektim değil mi.. Kendimi bir an tutamadım farkındaysanız..
Bir gecelik Devrek maceram, aynı gün içinde bir saatlik yolculukla Zonguldak'a gidişi ve dönüşü de kapsadı. Devrek-Zonguldak yolunda gözlerim yeşile doydu diyebilirim. Zonguldak'ı bilirsiniz, madenci kentidir. Küçük, deniz kenarında, sevimli.. İnsanların mütevaziliği, yaşadığı zorluklar yüzlerine yansır. Şehrin girişinde "Kelebeğin Rüyası" filminin giriş sahnesi geldi aklıma..
Orhan Veli'nin şiirini bilmeyeniniz yoktur:

              "..Siyah akar Zonguldak'ın deresi                  Yüz karası değil, kömür karası                   Böyle kazanılır ekmek parası "
Zordur küçük Anadolu kentlerinde yaşam, insan gidince de hüzünlenir ister istemez..

Ertesi gün ben yine yollardaydım. Üç buçuk saatlik yolculuk sonunda Ankara terminaline vardım. Ankara'ya nedense hiç ısınamamışımdır. Denizi olmayan kentler çekmez beni.. Ankara terminalindeki bir saatlik mola sonunda ver elini Dikili-Salihleraltı.. Tam on bir saat süren yolculuk, otobüsteki koltuk arkası ekranın azizliği, oturacak yerlerin ergonomik olmayışı nedeniyle pek de keyifli geçti denemez. Uzun yolculukların sevdiğim yanı ise zamansızlık ve mekansızlık duygusunun içimi kaplamasıdır. Her ne kadar rahatsız bir yolculuk yapmış olsam da bu duygunun verdiği hüzünbaz mutluluk yine de güzeldi diyebilirim.

Biraz deniz, biraz güneş, biraz büyükleri ziyaret, biraz da bahçeden toplanan meyvelerin tadıydı Salihleraltı benim için.Deniz serin ve sığ, kumsal geniş ve temizdi. Kaldığım üç gün boyunca bu gördüğünüz harika bahçede çıplak ayakla toprağa bastım. Sabah kalkar kalkmaz eriklerden, şeftalilerden, armutlardan toplayıp yıkamadan yiyerek kendimi ödüllendirdim.İnsanın doğa ile baş başa olması gibi var mı?
   Yanda gördüğünüz şeftali ağacının fotoğrafı kopya değildir, ben çektim.. 
Böyle bir güzellik nerede var?
Büyük şehirlerde neden tıkılıp kalıyoruz apartmanlara anlamıyorum.. Bir gün mutlaka bir sahil kasabasında bahçeli evde yaşama hayalim var.. Bu arada Dikili çevresinde yazlık evler Güney Ege'ye nazaran çok daha ucuz.. Hani radikal bir karar verip Ege'ye kaçmak isteyenleriniz varsa, dip not olsun istedim.

Peki sonra ne oldu? Dikili'ye kadar gidip de canım İzmir'i görmeden gelirsem kesin içimde kalırdı.. Salihleraltı'ndan minibüsle yarım saat Dikili, oradan da midibüsle iki buçuk saat sonra İzmir Karşıyaka'daydım.
İzmir sevgim başka bir yazının konusu olsun, çünkü anlatacak çok şey var. Sağdaki resimde gördüğünüz yer, Karşıyaka Belediyesi'nin Latife Hanım Köşkü.. Çok sevdiğim arkadaşımla ne zaman İzmir'de buluşsak, saatlerce bu bahçede otururuz.. İzmir başkadır, İzmir sevilesi bir yerdir. Bu sefer aceleden boyöz yemeği unuttum içimde kaldı maalesef.. İzmir'de tam beş saat kaldım, sonra sekiz saatlik bir yolculukla İstanbul'a geri döndüm.. Bu sefer uyanıklık yapıp Kamil Koç'un "rahat" servislerinden bilet aldım. Koltuk ergonomik ve genişti, o kadar rahat uyumuşum ki yolda..
Yani sevgili okuyucular, salı akşamı yola çıkıp pazartesi döndüğüm beş günlük gezimde toplam otuz üç saat yolculuk yapmışım..

Bu yorgunluğu atmanın çaresi nedir? Elbette tatile gitmek.. Bu cuma akşamı yedi geceliğine Fethiye'ye gidip gerçekten dinleneceğim..
Bakalım oradan nasıl anılar birikecek ruhsal kütüphanemde...

Sevgiyle kalın..
Devamını Oku

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Internet Explorer Şaşırtıyor

Gelişen ve değişen reklam dünyasında artık tüketicilerin dikkatini çekmek için sıradan bir reklamdan fazlasını yapmak gerektiği bir gerçek. Bugün birçok marka bu yeni sisteme ayak uydurmaya çalışırken, Internet Explorer izlediği yol ile rakipleri arasından sıyrılıyor.



Bir zamanların efsane tarayıcısı olan Internet Explorer yepyeni versiyonuyla tamamen değiştiğini söylüyor. Bu değişimi, Türkiye’de çok da alışkın olmadığımız bir şekilde anlatıyor.
Internet Explorer 10, Internet Explorer 6’yı en az bizim kadar sevmiyor. Bunu dile getirmekten de hiç çekinmiyor. ''www.explorerdegisinceben.com'' sitesinde yer alan görseller ve videolar esprili bir şekilde eski versiyonuyla inceden dalga geçiyor. Çelik’in yer aldığı ''Artık devir değişti'' videosu bu komik ve absürt içeriklerden yalnızca bir tanesi. Internet Explorer bütün bunları yaparken güvendiği bir şey var elbet. O da IE 10’nun gerçekten hızlı ve sorunsuz çalışıyor olması. Yeni Explorer’ı bizzat deneyimleyenler bir konuda aynı fikirde; Internet Explorer ‘ın dönüşü muhteşem olmuş!

www.explorerdegisinceben.com

Bir bumads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Akıllı Telefonlardan Hangisini Seçmeli?

Tatile cebinde yeni bir akıllı telefonla gitmek isteyenler için çok sayıda yeni seçenek var. Peki, beklentilerinize en iyi cevap veren ürün hangisi?

Akıllı telefon seçenekleri artarken ,”hangisini almalı?” sorusunun yanıtını bulmak da zorlaşıyor. Hangi akıllı telefonu seçeceğinize kolayca karar vermeniz için Teknolog öne çıkan modelleri inceledi.



Samsung Galaxy Note 2

Phablet sınıfı telefon-tablet karışımı cihazların ortaya çıkmasına imkân veren Galaxy Note’un üzerinden bir yıl geçtikten sonra yeni nesil Galaxy Note 2 kullanıma sunuldu. En baştan itibaren biz de dâhil çok sayıda kullanıcı böyle büyük bir cihaza karşı gelmiş ve kimse almaz demiştik ama aksine epey ilgi gördü ve başarıdan ötürü yeni model geliştirildi. Sadece boyutlarıyla fark yaratmayan Note serisinin sembolik eklentisi akıllı ve kullanışlı S Pen kalemi. Galaxy Note’u çok büyük ve taşınmaz bulduysanız bir kez daha düşünün. Yeni Galaxy Note 2’de boyutlar 151,1 x 80,5 x 9,4 mm, yani az fark da olsa ilk modelden daha büyük ama fark edilecek bir oran değil. Boyut farkının abartılı olmamasının nedeni ekran boyutunun 5,3 inç yerine 5,5 inç olması. Ciddi bir değişim yok ve HD 720p çözünürlükle devam ediliyor ama Super AMOLED panelde Pentile yerine RGB dizilim kullanılıyor. Sonuç olarak görüntü kalitesi daha da iyi seviyede.




Samsung Galaxy S4

Milyonlarca kişiye ulaşan Galaxy S serisinin 2013 modeli Galaxy S4 ile çıta bir kez daha yükseliyor. Samsung, bu modelle birlikte ilk kez Full HD 1080p Super AMOLED ekran sunmayı başarıyor ve rakiplerinin gerisinde kalmıyor. Aynı zamanda ilginç biçimde sekiz çekirdekli Samsung Exynos 5410 ve dört çekirdekli Snapdragon S600 içeren iki ayrı modelin üretimi gerçekleşiyor. Türkiye’de satılacak modelde Samsung üretimi Exynos 5 Octa 5410 işlemci yer alıyor. 2 GB RAM ve Full HD 5 inç Super AMOLED ekran da hesaba katılınca en iddialı akıllı telefonlardan biri ortaya çıkıyor. Bu kez daha da sağlam olan Gorilla Glass 3 cam tercih edilmiş. Samsung Galaxy S4’ün rakipleri kıskandıran bir diğer özelliği microSD kart yuvası içeriyor olması ve bataryanın değiştirilebilmesi.





Apple iPhone 5

Her yıl düzenli olarak gerçekleşen yeni nesil iPhone duyurularından sonra kullanıcıların heyecanla geri sayıma başladığını söylemek mümkün. Önceki iPhone 4S modeliyle sunulan az sayıdaki yenilikten sonra Apple’ın iPhone 5 ile bir kez daha büyük ses getirmesi gerekiyordu. iPhone 4S’e kıyasla ağırlığı %20 azalarak 112 grama inen iPhone 5 inanılmaz derecede hafif. Aksine ekran genişliği ise artık 3,5 yerine 4 inç ve uzunluk daha fazla. Ekran daha büyük olsa da genişlik korunuyor ve artan yükseklikle çözünürlük 960 x 640 pikselden 1136 x 640 piksele çıkıyor. Sonuç olarak çözünürlük 720p HD değerine bile ulaşmıyor.
Malzeme kalitesi ve işçilik anlamında çok iyi durumda olan iPhone 5’te antenle ilgili sorunlar geride kalmış durumda. Değişen iç yapıdan ötürü 3,5 mm kulaklık fişi alta taşınmış ve 30 iğneli bağlantının yerini yeni nesil ince Lightning portu almış. Çok sayıda aksesuarı olanlar için kötü bir haber ama ek bir adaptör satın alıp uyum sağlanabiliyor.


Nokia Lumia 920

Uzun süredir geliştirilmekte olan ve daha fazla özellik sunacak biçimde sürekli güncellenen Microsoft Windows Phone işletim sistemini denemek için Nokia Lumia serisi dışında kalan bir telefon seçmek pek anlamlı gelmiyor. Windows Phone işletim sistemli cihazlar dendiğinde akla gelen ilk isim Lumia serisi ve Nokia’nın Windows Phone 8 yüklü modelleri arasında en gelişmişi -yakında çıkacak 925’i saymazsak- Lumia 920. Bu telefonda çok sayıda üstün özellik bir araya geliyor. Tasarım anlamında Lumia 800 ve 900’deki çizgiler devam ediyor. Tek parça polikarbon malzemeden üretilen gövdeyi görüp de beğenmemek mümkün değil. 4,5 inç ekrana kıyasla büyük olan boyutlardan ve malzemeden ötürü 185 gramı bulan ağırlık kendini hemen belli ediyor.





HTC One, HTC One X+, HTC One S, BlackBerry Z10, Nokia Lumia 920, Samsung Galaxy S3, Samsung Galaxy S4, Samsung Galaxy Note 2, Google Nexus 4, Apple iPhone 5 ve Sony Xperia Z’in detaylı incelemelerini okumak için Teknolog’u ziyaret edin.

Bir bumads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

12 Temmuz 2013 Cuma

Hangi Header'i beğendiniz?

Uzunca bir süredir yazılarıma ara vermiştim. Hayat bazen böyle oluyor.. Dün mail kutumda Sevgili Blog Yazarı arkadaşım @She mellon'un benim için yaptığı harika çalışmaları görünce ne kadar mutlu oldum anlatamam size..
Kendisi çok yetenekli, evde çalışan bir grafiker arkadaşımız. Tesadüfen bloğunu keşfettiğimde herkese Header yaptığını gördüm ve heyecanlandım. Bir istek bırakıyorsunuz kendisine, sıranız gelince Header'ınız hazır oluyor. Eskiden bir karşılık beklemezdi, şimdilerde bir paket kedi maması istiyor sadece.. Sokak kedilerini beslemek amacı.. Kendisini bu duyarlı davranışından dolayı ayrıca kutlamak istiyorum. En kısa zamanda kedi mamalarını ulaştıracağım ben de.

She Mellon ile hiç tanışmadım ama yaptığı çizimlerden sevgi dolu olduğunu, içindeki çocuğu sürekli yaşattığını hissedebiliyorum. Eğer siz de güzel bir Header istiyorsanız ve benim gibi çizim yeteneğiniz çöp adamla sınırlı ise buyurun Shemellon'a burayı tıklayarak ulaşın derim..


 Sağolsun benim için altı tane çizim hazırlamış, ben bir tanesini yayınladım şimdilik, çünkü karar veremedim. Hepsi birbirinden güzel.. Sayesinde çok ciddi bir görünümü olan bloğuma çocuksu bir neşe geldi..Çok teşekkür ediyorum Sevgili She Mellon, ellerine yüreğine sağlık..

Şimdi gelin birlikte karar verelim; hangisini seçeyim ? Yorumlarınızı bekliyorum.
Sevgiyle kalın..

1- Bu mu olsun?

 2- Bu mu olsun? 



3- Bu mu olsun?

4- Bu mu olsun?
5- Bu mu olsun?

6- Yoksa bu mu olsun?



Devamını Oku

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Fark Yaratan, Genç ve Dinamik Bir Üniversite: İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi

kemerburgaz üniverstesi
İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi'nin bu yıl sadece ikinci yılı… İkinci yaş bir üniversite için çok genç bir yaş, ancak deneyimli akademik kadrosu, öğrencilere sağladığı imkanları ve uluslararası işbirlikleriyle İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi eğitimde ciddi bir fark yaratıyor.

Bir dünya üniversitesi olma yolunda emin adımlarla ilerleyen üniversite, 7 fakülte bünyesindeki 22 programıyla öğrencilerini dünyanın dört bir yanında çalışabilecek donanımda yetiştirme sözünü veriyor.

Altınbaş Holding gibi güçlü bir markayı arkasına alan üniversite, öğrencileri için de büyük bir güven teşkil ediyor. Holding bünyesinde sağlanan staj imkanları ve ülkenin önde gelen iş adamlarıyla yapılan söyleşiler sayesinde öğrenciler girişimci bir ruhla eğitim alıyorlar.

İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi öğrencilerinin %81’ine burs imkanı sağlayarak bu konuda bir örnek teşkil ediyor. ÖSYM bursu yanında İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Bursu, Onur Bursu, Spor ve Sanat Bursları da gerekli koşulları sağlayan öğrencilere sunulan imkanlar arasında yer alıyor. Burslarla ilgili detaylı bilgiyi web sitelerinden öğrenebiliyorsunuz.

Üniversite kendinizi geliştirmeniz için birçok olanak sunuyor. Kısa ve uzun süreli staj olanakları öğrencileri iş hayatına hazırlıyor. Çalışma ve başarı burslarıyla öğrenciler kariyer planlarını sağlıklı bir şekilde oluşturabiliyor. Bu da mezun olduğunuz zaman rakiplerinize göre bir adım önde olmanız anlamına geliyor.

İngilizce eğitimi konusunda oldukça iddialı olan İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi'nin Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi ile Hukuk Fakültesi (Hukuk Fakültesi'nde eğitim %30 İngilizce yapılıyor) dışında tüm fakültelerinde eğitim İngilizce veriliyor. Ayrıca Kanada’nın seçkin dil okullarından olan Pera College ile yaptığı anlaşmayla öğrenciler İngilizce Hazırlık eğitimini Kanada’da, dünyanın en yaşanılabilir şehri seçilen Vancouver’da sürdürme imkanına sahipler.

İspanya, Almanya, İtalya, Bulgaristan, Portekiz, Polonya ve Hollanda gibi ülkelerin önde gelen üniversiteleriyle tüm fakültelere yönelik Erasmus anlaşmaları bulunan İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi öğrencilerine Avrupa’da mesleki deneyim kazanmaları için fırsatlar sunuyor.

World Political Conference, Information and Communication Technologies and Law, International Logistics & Supply Chain Congress gibi dünyanın önde gelen uluslararası organizasyonlarına da ev sahipliği yapan İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi bu sayede öğrencilerini alanlarında dünyanın en yetkin isimleriyle buluşturuyor.

Henüz ikinci akademik yılını dolduran İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi yeni dönemde öğrencilere Tıp Fakültesi'nin de kapılarını açıyor. Üniversite bu amaçla Türkiye’nin en büyük hastane zinciri olan Medical Park Grubu'nun Bahçelievler hastanesi ile de bir işbirliği yapmış. Üstelik fakülte birinci sınıftan itibaren öğrencilerini hastane ortamı ile tanıştırıyor. Üniversite aynı zamanda mezun hekimlerine Medical Park sağlık grubu hastanelerinde iş bulma desteği veriyor.

Hukuk Fakültesi'nde eğitim almak isteyen öğrenciler için de İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi ayrıcalıklı bir konuma sahip. Üniversite Avrupa’nın en büyük eğitim kurumlarından biri olan 625 yıllık geçmişe sahip Köln Üniversitesi işbirliğiyle gerçekleştirdiği ‘Çift Diplomalı Hukuk Lisans Programı’ ile Türkiye’de hukuk eğitimi alanında bir ilke imza atıyor. Bu program çerçevesinde öğrenciler ilk iki yılı Köln Üniversitesi'nde, son iki yılı da Alman öğrenciler ile birlikte İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi'nde okuyarak iki ülkenin de hukuk eğitimini alma olanağı elde ediyorlar. Programdan mezun olan öğrenciler Türkiye’de hukuk alanında çalışabiliyor. Program, kariyerine Almanya’da devam etmek isteyen öğrenciler için de, Almanya’da girilmesi zorunlu olan Birinci Hukuk Devlet Sınavı'nda büyük avantaj sağlıyor.

Sosyal bilinci yüksek bireyler yetiştirmeyi amaçlayan İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi, bu konuda da bir ilke imza atarak İngilizce hazırlık programında sosyal sorumluluk çalışmalarını ders olarak işliyor. Bu bilincin oturması için çeşitli belediyelerin ve sivil toplum örgütlerinin de desteğini alarak daha disiplinli çalışan öğrenciler, gerçekleştirdikleri projelerle kendilerine olan güvenleri artıyor, hayata daha pozitif bakıyorlar.

Üniversite, Türkiye’nin her bölgesindeki gençlerle sürekli iletişime büyük önem veriyor. Bu amaçla sosyal medyayı da etkin bir şekilde kullanıyor. Üniversitenin resmi Facebook ve Twitter adreslerinden, yapılan etkinliklerden, üniversite hakkındaki haberlerden, kampanyalardan haberdar olabiliyorsunuz ve hatta uygulamalara katılarak hediyeler kazanabiliyorsunuz. Şu anda oldukça eğlenceli bir uygulama olan  İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi'nde 1 Gün ile üniversite hakkında detaylı bilgi edinebilir, okumakta olan öğrencilerin üniversiteleri hakkındaki görüşlerini takip edebilirsiniz.

Bu bilgiler benim için yeterli değil diyorsanız, İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi’ni yakından tanımak, kampüsü gezmek, öğrenci ve öğretim üyeleriyle tanışmak istiyorsanız 18 Temmuz’a kadar her gün Mahmutbey ve Şişli yerleşkesini ziyaret edebiliyorsunuz. Üniversite, Tanıtım ve Tercih Günleri kapsamında İstanbul’un 4 farklı merkezinden yerleşkeye ücretsiz servis olanağı sağlıyor.

Bir bumads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

2 Temmuz 2013 Salı

Blog yazarınızdan kısa bir tatil molası..

.
vacation

Hani ünlü köşe yazarları vardır, tatile giderken kısacık bir not yazarlar gazetedeki köşelerine.. Mesela derler ki:
"Soluk almadan aylardır çalışıyorum, izin verirseniz bir kaç gün kafamı dinlemeye gidiyorum, gelince görüşürüz.." Sanki okuyuculardan bir kaç tanesi "Hayır, gidemezsin!" dese vazgeçecekmiş gibi.. Çoktan tatil planını yapmıştır oysa ki!..
Ya da bazıları bu notu yazmaya bile gerek duymaz,
 editör kendileri yerine şöyle bir not düşer: 
"Yazarımız, yıllık izninin bir bölümünü kullandığı için yazılarına bir hafta ara vermiştir.."
Bu tip notları gördüğümde hissettiğim -hasetimsi- duygudan yola çıkarak, köşe yazarlığına öykündüğümü bir kez daha fark ettim ben de.. Zaten bloğun adını koyarken de "Madem gazetede köşem yok, o zaman ben de evde yazarım, diye düşünmemiş miydim? 
"Neden olmasın?" dedim kendi kendime... Köşe yazarları gibi milyonlarca okura hitap edemesem de, mütevazi bloğumda insanların yokluğumu hissedeceklerini düşünerek bir "tatile gidiyorum" yazısı yazabilirdim pekala..
 Gerçekten de çok zevkliymiş, kaç kişi bu blogda yazı göremeyince hayal kırıklığına uğrar bilmiyorum ama, birilerinin yazılarımı takip ediyor olduğunu bilmekten inanılmaz bir keyif aldığım kesin..
 O halde bir köşe yazarı edasıyla diyorum ki:
" Bir hafta olacağını tahmin ettiğim kısa Karadeniz ve Ege seyahatimden dolayı, bloğa uğradığınızda yeni yazı göremeyeceksiniz.. Gittiğim yerlerde yediğim içtiğim bende kalacak ama, sizler adına sıkı gözlemler yapacağımdan ve dönüşte paylaşacağımdan emin olabilirsiniz.. Şu anda bu yazıyı Karadeniz'in sevimli bir kasabasında, kötü bir bilgisayarda yazıyorum size.. Sonrasında bu kötü bilgisayarı bile bulamayacağımı bildiğim için fırsat bu fırsat dedim.. Bu notu yazamasaydım gerçekten de üzülecektim..
O zaman sevgiyle kalın, görüşmek üzere diyorum..

Devamını Oku

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Konuk yazar günü / Banyo yapmazlar halkı

Bugün ilk  kez özel bir konuk yazarın müthiş öyküsünü yayınlayacağım için çok heyecanlıyım.. Kendisi ile bu bloğa yaptığı e-posta yorumları ile tanıştım. Yazdığı e-postalardaki esprili ve akıcı dil o kadar hoşuma gitti ki, bir yazısını yayınlamak konusunda teklifim oldu.. Çok mütevazi olan bu arkadaşımız, yazılarının kötü olduğunu iddia ederek başta teklifimi  kabul etmese de ben biraz da baskı yaparak bir öyküsünü yayınlama iznini koparabildim :) Öyküyü okuduğunuzda ne kadar haklı olduğumu sizler de anlayacaksınız.. Kendisine çok teşekkür ediyorum bu değerli öyküyü benimle paylaştığı için..

Bu arada telif haklarına saygı anlamında kendisinden bir tanıtım yazısı rica ettim; işte böyle tanımlamış kendisini:

Evde yazmaz, çoğu zaman yazmaz, bunu istemediği için değil yapamadığı için gerçekleştirir. Saçmalama konusunda liseler arası birinciliği vardır.
Ha bir de yazarın adı: Yaşamaz:))

İsmi bende saklı olan bu değerli arkadaşımıza teşekkür ediyorum ve size keyifli okumalar diliyorum..

banyo-yapmazlar-halkı

Ambargo...

Bombardıman uçakları sürekli üzerimizde. Bırakın başımızı çıkarmayı, nefes almak için bile pencerelere yaklaşamıyoruz. Şehir 3 gündür fiili saldırı altında. Son 3 yıldır ise Ambargo uygulanmakta. Ama düşmedik. Düşmeyeceğiz de. Tarihin görebileceği en kuvvetli, en cesur savaşçılar değiliz belki ama, yenilgiyi kabul etmek de bizim için kolay bir iş değil. Çünkü haklıyız.
İlk bombardımanın yapıldığı günü hatırlıyorum; şehirde ilk defa sirenlerin çaldığı gün, dünyanın geri kalanından çok şiddetli ültimatomlar yediğimiz günün ertesiydi. Tüm dünya ilk defa bir amaç uğruna birleşmişti adeta. Birçok farklı din, renk ve fikirde insanın tek bir derdi varmışcasına birleşip bize karşı durmaları gerçekten takdir edilebilirdi, eğer zalimce olmasaydı.. Küçük bir ülkeyiz biz. Ama dünyanın nabzı her zaman burada attı. Asla, hiçbir ülke vatandaşına ayrımcılık göstermedik. Mesela vize uygulaması bizim için sadece uluslararası gündemden öğrendiğimiz bir şeydi. Ayrıca komikti. Başka insanların ülkelerini ziyaret etmesini engellemeye çalışmak paranoyaklığın dik alasıydı çünkü. Onlar önce toprakları sınırlarla böldüler, sonra insanları sınıflarla. Biz kapımızı her zaman bu topraklara gelmek isteyenlere açtık. Ne olursanız olun gelin.” Bir sufi seslenişi gibi tüm dünyaya seslendik. Peki ya sonuç? Asla! Tek bir ziyaretçi bile uğramadı coğrafyamıza. Bunca iyi niyetin karşılığı ne mi dersin? Acımasızca sergilenen düşmanlık ve tüm benliğimizi bu dünyadan söküp atma isteği.
Savaş bize çalışkanlığı öğretmişti. Bombaların sustuğu saatlerde tüm halk tek bir yürek olup, zarar görmüş kenti ayağa kaldırmak için canımızı dişimize takıyorduk. Ne kadar başarılıyız bir şey diyemem ama şehri korumak için elimizden geleni yapıyoruz. İşte yine böyle bir günde, hepimizin dışarıda olduğu zamanlarda -bizi o göklerdeki uydulardan gördüklerini çok sonradan öğrendim- özellikle sivil hedeflere yönelik bir saldırıya maruz kalmıştık. Hayatımın en acı günü. Susab 1 adını verdikleri bu bomba o an dışarıda olan herkesi temizledi. Gerçek manada. Ve bu insanlar acı içerisinde hayatlarını sürdürmek zorunda bırakıldı. Biz... Banyo yapmazlar halkı olarak hiç bu kadar aşağılanmamıştık.  Antibakteriyel sabun ve şampuan katkılı su ile karıştırılmış ölümcül sıvı acımasızca üzerimize boşaltıldı. Biz ki yağmur başlar başlamaz evimize kaçardık. Artık tüm ülke mis gibi kokuyorduk. Dünyanın yedi kat dibi ve üstünde bulunan tüm tanrıların meleklerinden daha temizdik. Bu leke ile nasıl yaşanır bilmiyorduk. Ama yenilmeyeceğiz... Ve yenilmedik. Tekrar eski günlere dönmek için büyük çabalar göstererek dünya halkının dikkatini kokumuzla tekrar çekmeyi başardık. Zaten bombardıman da bu yüzden, bizi tekrar hizaya sokmak için başlatılmıştı. Ama bu sefer asla evlerimizden çıkmamaya kararlıyız. Köstebek gibi ömür boyu yer altında kalma pahasına hem de. Kokuyor olabiliriz ama bu insanlık dışı muameleyi hak ettiğimizi asla savunamazsınız.

Tüm dünya kirleninceye kadar savaşımız sürecek. Passak -savaş tanrımız- bizimle olsun! Tuvka denilen yeni bombalara nasıl dayanacağımızı ise bize O gösterecek. Tuvalet kağıtları her sokağı beyaza boyasa da inancımızı asla yitirmeyeceğiz. Şehirde tekrar sirenler çalmaya başladı... Şimdilik hoşçakalın.
Devamını Oku