Bir hafta boyunca ne gazete okudum, ne televizyon izledim, ne de internete baktım. Aslında bir anlamda ruh detoksuydu bu süre benim için. İyi oldu, güzel oldu da günceli yakalamak da mesele bu kadar uzak kaldıktan sonra.. Malum çok devingen bir ülkeyiz, hayatımız aksiyon filmi gibi! Ben de bu süre içinde kim bilir hangi heyecanlı dakikaları kaçırdım!
Adeta bir romanın bir kaç sayfasının yırtılıp kaybolması gibi kimbilir hangi tarihi olaylara tanıklık edemedim.. Bilemiyorum ve araştırmıyorum da..
Bu tatilde en beğendiğim şeyse, işte bu gördüğünüz denize giden orman yolunun güzelliğiydi. "Günlük Ağacı" denilen bu özel ağaçlardan elde edilen yağ çok özelmiş. Kleopatra bu yağı aşk iksiri ve parfüm olarak kullanırmış. Hipokrat döneminden bu yana da ilaç olarak kullanılan bu yağın eski Mısırlılar'ın mumyalama işlemlerinde kullanıldığı bilgisini de öğrenmiş oldum. Yeşile olan hasretimi gökyüzünü göstermeyecek kadar sık ve büyük bu ağaçlı yolda gidermenin mutluluğu kaldı aklımda.
Gelelim tatilden biriktirdiğim anılara.. Bu tatilimde deneyimlediğim iki önemli şey var. Birincisi İngilizler hakkında "soğukturlar" ön yargısı silindi beynimden. Açıkçası daha önceden tanıdığım İngiliz sayısı üçü geçmiyordu, onlar da kurs hocalarımdı. Bu nedenle orada burada okuduğum, İngiltere'de yaşayanlardan duyduğum "İngilizler soğuktur!" yargısı hakkında pek bir yorum yapamıyordum. Gittiğim otelde gördüğüm İngilizler ise bu yargının tam da aksine güler yüzlülerdi, çok kibarlardı ve çok konuşkan tiplerdi. Neden onlar için "soğukturlar" dediklerini gerçekten anlayamadım. Hiç konuşmadığım tipler bile sabah karşılaştığımızda mutlaka "good morning" dediler gülümseyerek. Çok sevimli olan orta yaşlı Dave'in söylediği gibi gittikleri ülkenin dilinde ihtiyaçları olan iki kelime "lütfen" ve "teşekkür ederim" sözcükleri. O derece kibarlardı ve "medeniyet böyle bir şey" diye düşündürttüler ister istemez beni.
İşte bir sevimli İngiliz çocuğu daha.. Doğru dürüst yürümeyi bilmiyor, yüzmeyi de bilmiyor. Annesi taktı kolluklarını, kendi kendine çırpına çırpına havuzda eğlendi bu adını bilmediğim sevimli çocuk. İnsan şaşırıyor, anneler ne kadar rahatlar.. Bizim annelerse abartmıyorum havuzda terör estiriyorlardı. Franceska'dan daha büyük çocuklarına "koşma, bu saatte havuza girme, git ellerini yıka, cezalısın Eftelya çabuk havuzdan çık!" talimatlarıyla işkence çektiriyorlardı resmen. Kendi kendine yemek yemekten bile aciz hale getirdikleri kocaman çocuklarının ağzına zorla çatalla yemek tıkıştıran Türk anneleri, öz güveni olmayan, beceriksiz çocuklar yetiştirdiklerinin farkında değillerdi kuşkusuz. Bu kadar baskıya dayanamayan çocuklar da tepkilerini doğal olarak mızmızlanıp çığlıklar atarak, ağlayarak gösteriyorlardı. Yüzme bildiği halde "başını havuza çarparsın, kendin suya girme" talimatlarıyla tek başına eğlenmesine bile izin verilmeyen çocukların ileriki yaşlarda kendilerini ifade edemeyişleri, cesaretsizlikleri, korkaklıkları, normal değil midir sizce de? Yok yok bizim eğitim sistemimiz aileden başlayarak çok yanlış bence.. Bebeğini havuza bırakıp kolayca yüzme öğrenmesine izin veren anne sanki daha mı az seviyor çocuğunu? Elbette hayır, sadece gereksiz kaygılar yaşamıyor hepsi bu. Örneğin ben, kaç yaşıma gelmişim, kaç kere yüzme dersi almışım hala atamıyorum içimdeki su korkusunu.. Bu bebek gibi zamanında bana da fırsat verselerdi sizce böyle bir korkum olur muydu? Hiç sanmıyorum.. Örneğin fotoğrafını çekmediğime pişman olduğum on yaşlarındaki başka bir İngiliz çocuğunun beş kere topu havuzdan kaçtı, beş kere topu kendisine verdim ve aynı çocuk beş kere bana "thank you" dedi. Çünkü kendisine iyilik yapan birine teşekkür etmesi gerektiği gayet iyi öğretilmiş. Yine aynı yaşlardaki bir Türk çocuğuna çekirdek verdiğimde cabbar annesi "teşekkür etsene çocuğum!" diye talimatta bulundu. Çocuk sıkılarak teşekkür etmek zorunda kaldı. Çünkü teşekkür etmekten bile utanıyordu.
Şimdi anneler bana tepki gösterecekler biliyorum. Elbette çocuklarına bu şekilde davranmayan anneler de var. Ama bütün gün havuz kenarında güneşlenirken hep aynı insanlar üzerindeki gözlemlerim böyleydi, bana göre iki ülkenin anneleri arasında bariz farklar vardı.
Telaşlıyız biz, Akdeniz insanı olduğumuz için de olabilir bilemiyorum. Yaygaracıyız, olayları büyütmeyi pek seviyoruz."Eftelya cezalısın, çabuk çık havuzdan!" deyince belki egomuz okşanıyor ama Eftelya'nın yaşadığı utancı önemsemiyoruz. "Çocuktur" deyip geçiyoruz.. Oysa bu basit tepkinin Eftelya'nın ruhunda açacağı gizli yaralar kim bilir hangi sonuçlara mal olacak düşünemiyoruz bile..
Keşke bir şansım olsa da Eftelya ve Franceska'nın bundan 15-20 sene sonraki hallerine de tanık olabilsem..
Sevgiyle ve telaşsız kalın..