Geçenlerde sosyal medyada bir yorum dikkatimi
çekti. Şöyle yazmıştı birisi:
“Karşıdan
karşıya yaya olarak geçerken bana yol veren arabalara tuhaf bir minnet
duyuyorum. Sanki bana iyilik yapıyorlarmış gibi hissediyorum”
Bu yorumu okuyunca “aynı ben!” dedim kendime
kendime. Ve bu tuhaf durumu birileri ile paylaştığım için az da olsa içim rahatladı. Sonrasında bu
konu hakkında düşündüm biraz.
Hani kişisel gelişim kitaplarında hep yazar ya
“Kendini sev, sen değerlisin… vs” Bizgiller familyasında ise durum tam tersi!
Nasıl bir kural kazımışlarsa artık bilinçaltımıza çocukken;
“Önce başkaları gelir, sonra sen!” mantığı işliyor bizde. Kesinlikle normal değiliz.
“Önce başkaları gelir, sonra sen!” mantığı işliyor bizde. Kesinlikle normal değiliz.
Mesela trafik özelinde bende durum tamamen böyleydi
yakın zamana kadar. Yaya geçidinde karşıdan karşıya geçmeye çalışırken kırk
yılın başı yol veren biri olduysa nasıl teşekkür ediyordum bir görseniz!
Mutlaka gülümsüyordum, ya da nazikçe başımı yana eğerek minnet duygumu
geçiriyordum karşı tarafa. Tamam kibarlık açısından iyi bir şey yapıyordum ama,
sosyal medyanın moda tabiriyle bu yaptığım bir anlamda “Eziklik” olmuyor muydu?
Hatta yeşil ışıkta bir tek ben geçiyorsam ezikliğim katlanıyordu ve “Ayıp oldu
ya, bir tek benim için araçlar duruyor” diye düşünmeye bile vardırıyordum
olayın boyutunu!
Bu
konudaki aydınlanmayı aslında ilk yurtdışı gezim olan Kharkov’da yaşadım.
Boşuna dememişler “Çok gezen mi, çok okuyan mı bilir” diye! Bugüne kadar
okuduğum hiçbir kitapta “Trafikte yayaya yol veren şoför iyilik yapmıyor, zaten
bunu yapmak zorunda, sen rahat ol, minnet etme, teşekkür etmek zorunda hissetme
kendini” gibi bir aydınlanma yaşamamıştım. Kharkov’da sokağa çıkınca direkt
hissettim bu durumu.
Önceleri ise sanki
bütün yollar arabalar için yapılmış da biz yayalar karşıdan karşıya geçerek
onların haklarını çiğniyormuşuz gibi hissediyordum. Daha doğrusu bizim
ülkemizdeki şoförlerin çoğu böyle
hissettiriyor zaten gariban yayalara! Misal yaşlı bir kadın arabadan inmek için bir
iki dakika yolu mu meşgul ediyor, hemen arkadan kornalar çalmaya başlıyor
“Zarrt zarttt …” Sanki o yol sadece gençlere ve hatta genç şoförlere aitmiş
gibi! Zira yayaya yeşil yanarken geçmek bile çok normal karşılanmıyor mu! Öyle
ya “Kurallar çiğnemek için yazılmıştır” demiyor muyuz millet olarak! Biraz yavaş yürüyen biri karşıdan karşıya
geçerken “yeşil” söndüğü halde kişi yolun ortasında kalmaya görsün hele! Toplu linçe
yakın bir taciz başlıyor o dakikada! Kornalar yetmezmiş gibi sabırsız arabalar
o insanın dibine kadar gelerek resmen kabus dolu anlar yaşatıyor. Bilmem
farkında mısınız, sıradan bir şey bu örneklediğim, özellikle de İstanbul’da!
Araba kullanırken kendinizi hayal edin. Kurala uyan yayalara ne kadar
tahammüllüsünüz? ! E-5’de karşıdan
geçmeye çalışanları saymıyorum elbette. Hadi itiraf edin, kornaya basıyor
musunuz sıkça?
Boğa’nın oradaki ışıklarda dakikalarca beklediğim
için neredeyse iki günde bir otobüsü kaçırınca başka bir aydınlanma daha
yaşadım geçenlerde. Yayalara yanan yeşil ışık ne kadar çok bekleniyor ve bu
ışık ne kısa sürüyor farkında mısınız! “Bas-geç” diye koydukları sistem var ya, hani
güya modernmiş gibi görünen! Bu sistemde nasıl bir adaletsizlik var yayaların
aleyhine işleyen! Üşenmedim içimden saydım, butona bastıktan tam 120 saniye
sonra yanıyor yeşil ışık! Yayasın ya, bekle köle der gibi; bütün arabalar tabakhaneye gidiyor ve hepsi de kokan üç harfli bir şey yetiştirmek zorundaymış gibi… Yağmurmuş, çamurmuş,
yaya otobüsü kaçırıyormuş kimin umurunda ki! Arabaların hakimiyetine
ses çıkaramayan zavallı yayaların hakkını kim savunuyor ki bu ülkede! Hangi
partinin seçim vaatlerinde böyle bir madde gördük şimdiye kadar!!
Kharkov’da ilk gün fark etmiştim bizde yayanın
nasıl ikinci sınıf muamelesi gördüğünü! Adamların en “yaya geçmez” sokak
başlarında bile trafik lambaları var ve hepsi otomatik. Ve dikkat ettim; 60
saniye araçlara yanıyorsa en az 25 saniye yayalara yanıyor ışık. Ve bu şekilde
döngü devam ediyor. Böylece yayalar dakikalarca beklemek zorunda kalmıyor.
Üstelik tek bir yaya gördüklerinde bile metrelerce uzakta da olsa “zınk” diye
duruyor arabalar. Tek bir yaya olmasa bile kırmızı yandığında bekliyorlar.
Neden peki? Salak mı bu insanlar? Cevabı buldum;
YAYA DEMEK İNSAN DEMEK, YAYAYA YOL VERMEK DEMEK,
İNSANA YOL VERMEK DEMEK! İNSANA YOL VERMEK İSE İNSANA SAYGI DEMEK. ARACI OLAN
VE OLMAYAN EŞİT HAKLARA SAHİP! YANİ EŞİTLİK, YANİ İNSAN HAKLARI, YANİ ADALET
KAVRAMLARI IŞIKLARIN ORANTILI YANMASINI DA BERABERİNDE GETİRİYOR!
Yurt dışına çıkan çok arkadaşımdan “yayaya saygı”
hikayeleri duymuştum da bizzat yaşayınca bizdeki hoyratlığı, bizdeki zengin
yoksul ayrımının derinliğini, bizde
“insana saygı” kavramının ne kadar lafta kaldığını ve ne kadar önemsenmediğini ayan beyan görmüş oldum. İçim “cız” etti ne yalan söyleyeyim. Şimdi “Basit bir trafik ışığı sorununu nasıl da
insan haklarına, adalete bağladın” diyeceksiniz biliyorum. Ama demeyin!
Ona “Basit
ayrıntı” buna “Amaan sende pireyi deve yapma”, öbürüne “Böyle gelmiş böyle
gider” diye diye ne kadar geriliyoruz medeniyet basamaklarında farkında değil
misinz!
Sonuç olarak trafik ışıkları konusunda insanlık
için küçük, ama kendim için devrim niteliğindeki bu aydınlanmayı yaşadıktan
sonra artık sadece ben geçiyor olsam dahi yayaya yeşil ışık yandığında şoförlere minnet hissetmiyorum; bilakis
göğsümü gere gere, hem de yavaş yavaş geçiyorum karşıya. Hoş medeniyet
basamaklarının çok gerisinde olduğumuz için yine eski ritüellerim devam ediyor.
Yani yaya geçidinde olsam bile yine hurra yola atlayamıyorum. Önce, gelen arabanın şoförüyle göz göze gelmem
lazım. Sonra da şoförle aramızdaki mesafeye göre ya el kol hareketleriyle, ya
da konuşarak “Dur da bir geçeyim!”
iletişimi kurmak zorunda hissediyorum yine kendimi. Yayaya yeşil ışık yansa
dahi tırsar, en azından kaş göz işaretiyle şoförün onayını alır öyle geçerim.
Öyle ya, canımı sokakta bulmadım! Hele mavi dolmuş şoförlerine düşman askerinden bile daha az güveniyorum.
Ama artık bütün yollar arabalar için
yapılmışçasına, sanki ben karşıdan karşıya geçerken onların hayatlarından
“değerli dakikalarını” çalıyormuşçasına mahcup olmuyorum... “Yollar arabalar
içindir, arabalar önemli şahsiyetler içindir, toplu taşıma gariban halk içindir.” Özel arabasına binen
özel insanlar tabii ki arabalarının hız
limitlerinin sınırlarını zorlama haklarına sahiptir” gibi gibi ülkemizdeki yazılı olmayan kurallar değişmediği sürece, bu
ritüellerim devam edecek ne yazık ki!
Velhasıl bu ve benzeri detayları düşündükçe,
sadece boğazıma bir yumruk tıkanıyor ve sadece su içebiliyorum.
Sonra da kitaplara ve tiyatrolara ve dahi filmlere kaçasım geliyor…