25 Ekim 2020 Pazar

Corona-11-Corona Sonrası Müsahipzade’de Oyun İzlemece

Corona Sonrası ilk kez iki hafta önce gittim Şehir Tiyatroları’na. Oyun, Üsküdar Müsahipzade Sahnesi’ndeki “Lanet Olası Lanet Kuş”, orijinal adıyla “Stupid F..king Bird’dü. Bu sezon İBB, özel tiyatrolara sahnelerini açtı destek amaçlı. İşte bu oyun da Kadıköy Theatron’un oyunuydu.

Müsahipzade'de Oyun Öncesi
İtiraf edeyim, Müsahipzade’yi ilk kez bu kadar sıcak buldum. Belediyedeki değişim, sahnelere de yansımaya başlamış. Bu havayı hissetmek, ne yalan söyleyeyim içimi ısıttı. Ne mi değişmiş, mesela girişte  eski belediye başkanının kartondan kocaman resmi ve mesajı olurdu. (Sahi neydi önceki başkanın adı, hatırlamıyorum bile… ) Tiyatroya sanat açlığıyla gelmişken, karşımda belediye başkanının kartondan suratını görmek hafifçe gererdi ruhumu. Sonra fuayede otururken bir dergi olurdu masalarda. İçinde “Belediye yol yaptı, köprü yaptı, bi şey bakanı geldi bi yeri açtı bla bla bla…” yazan propagandist yazıların olduğu bir dergiydi bu. Şimdi yine belediyenin dergisi var masalarda. İçinde sanata dair keyifli yazılar, güzel söyleşiler… Bunlar minik detaylar belki ama, insan nefes aldığını hissediyor. Kuşatılmışlık hissinden uzak, daha bir özgür… Ben sevdim tiyatrodaki bu değişimi, umarım daha da güzelleşir her şey.

Bu güzel duygularla açılan sahne kapısından girdik içeriye. Merdivenlerden çıkınca yer gösterme görevlisi ( Tam da bilemedim ne demeli) “Hoş geldiniz, buyurun sizi şöyle alalım” diyerek yerimizi gösterdi. Koltuklarımız tam kapıya yakındı. Her gelene “Hoş geldiniz, buyurun sizi böyle alalım, iyi seyirler…”  diyen bu görevlinin ses tonu, vurguları, vücut dili öylesine öncüydü ki, ister istemez izlemeye başladım. Bu özenli karşılamayla oyunun içine girmiştim bile. Yıllar öncesinin samimiyetinde, Darülbedayi’de oyun izlemeye gelmiş müdavimlerden biriydim sanki. 

Aylardır tiyatro izlemeyi özleyen bünyeme o kadar iyi geldi ki bu atmosfer! "Tiyatro iyileştirir " sloganı boşuna atılmıyordu işte!

 Devam ediyordu görevli kişi:


“Hoş geldiniz, buyurun sizi böyle alalım.”

Bu arada maskesiz birileri giriyordu salona. Onlar yerlerine geçtikten sonra bizim görevli diyafram sesiyle konuşuyordu yine:

“Maskelerinizi burnunuza indirdiğinizi görüyorum, ben her şeyi görürüm, benden bir şey kaçmaz!”

Sanki oyun başlamış gibiydi. İnsan ister istemez gülümsemez mi bu tavra. Bu arada sahnede oyuncuların hepsi pijamalı olarak yerlerini almış, nefis bir şarkı söylüyorlardı. Dediğim gibi sıcacık bir havaydı içeride esen.

Yer gösteren kişi kendi çapında oyun kurmuş ve  belli ki çok eğlenerek yapıyordu bu işi. Diyaframdan çıkan gür sesiyle bıkmadan usanmadan

“Hoş geldiniz, buyurun  buyurun sizi önden ikinci sıraya alıyoruz…” diyordu.

Bir ara bizim önümüzden geçerken dayanamadım:

“Oyun sizinle başladı benim için, keyifle izliyorum” dedim. Gülümseyerek devam etti:

“Zaten tiyatro gişede başlar, yer göstericiyle devam eder, seyirciyle…”

Lafı ağzından aldım; çünkü bu tanımı biliyordum:

“Seyirciyle tamamlanır” dedim. O da zaten aynı şeyi söylüyordu:

“Seyirciyle tamamlanır...” 

Dayanamadım sordum artık:

“Siz oyuncu musunuz?”

“Evet” der gibi oldu ve hızla uzaklaştı. İnsanların duymasını istememişti belki. Bilemiyorum, belki de oyunu bozulsun istememişti. Ama benden de kaçmazdı, o arada yaka kimliğini okuyup ezberlemiştim. Eve gelip araştırdığımda gördüm ki yanılmamışım. Kendisi iyi bir oyunculuk eğitimi almış, film ve dizilerde oynamış, gencecik pırıl pırıl bir sanatçıydı. Eminim bu ruhla çok da güzel yerlerde hep izleyeceğiz kendisini.

 Bunları yazarken bile gülümsüyorum şu an. Çünkü o akşam muhtemelen bir tek ben anladım yer göstericinin aslında oyuncu olduğunu. Kendimle gurur duydum elbette.  Kül yutmam, oyuncuyu konuşmasından anlarım! Şaka bir yana, asıl güzel olan şey; hayatın içinde insanı gülümseten bu sıcak anları yakalayabilme becerisi değil miydi?

Lanet Olası Lanet Kuş’a gelirsek… Çehov’un Martı’sının karamsar, depresif gösterimlerinin parodisi diye özetleniyor oyunun açıklamasında. Orijinal Martı’yı önceden izlemiş olsaydım belki daha derin yorumlayabilirdim bu konuyu. Orijinal Martı’yı bilmeyen biri olarak kendi izlenimimi ileteyim.

Şehir Tiyatrolarında geçen yıllarda gittikçe muhafazakarlaşan, sloganvari oyunları düşününce, bu oyun gerçekten de cesur ve sansürsüz yorumuyla bende olumlu izlenim bıraktı. Canlı müzikler güzeldi, bazı repliklerde güldüm. Ama bana sorarsanız metaforların havada uçuştuğu, yazarın dilini anlamakta zorlandığım, araya anlatıcının girdiği, bu izlediğimiz şeyin bir oyun olduğunu gözümüze sokan metin ve yorumlardan pek de hoşlandığımı söyleyemem. Ben tiyatroda klasik estetikten, güzel repliklerden yanayım sanırım. Evet küfür hayatın içinde varsa elbette tiyatroda da olacak. Ama yerli yerinde olursa... Bu oyundaki küfürleri biraz, nasıl desem “ olmamış” buldum. Anlatıcının sık sık araya girmesiyle dikkatim dağıldı. 

Demem o ki, çok tarzım olmasa da oyun iyiydi, güzeldi, hoşça vakit geçirdim. Emeklerine sağlık herkesin.

Sloganımı atıyor ve gidiyorum şu an,


Tiyatro iyidir, tiyatro iyileştirir. Corona'ya rağmen hem de.

Mutlu pazarlar efendim. 

Devamını Oku

18 Ekim 2020 Pazar

Corona-10-Pandemi Günlerinde Tekstil Firması Çalışanı Gözünden Bir Şeyler...

En son ağustos ayında yazmışım. O günden bugüne neler oldu neler, maydanozlu köfteler…  

Mart ayında herkes koronadan korkarken, bütün işyerleri bir bir kapanırken, biz yani tekstil sektörü çalışanlarının çoğu cengaver gibi işe gitmeye devam ettik. Sokağa çıkma yasakları döneminde özel izinlerimiz vardı sağlık bakanlığından. Hey gidi hey! Yolda polis çevirince kırmızı naylon dosyayla taşıdığımız izinlerimizi gösterip havalı havalı boş sokakların tadını çıkarıyorduk. Şimdilerde en iyi ihtimalle 78 dakikada gittiğimiz işe, o zamanlar 20 dakikada gitme rekoru kırmışlığımız bile var.  Hem de E-5’den!

 Çünkü o dönem markaların siparişleri aniden kesilmiş, çoğu tekstil firması gibi biz de ayakta kalmak için eskiden hiç bilmediğimiz maske, tulum ve medikal önlük işlerine girmek zorunda kalmıştık. Halen de o işler devam ediyor. Sekiz ay öncesinde  meltblown, spunbond nedir bilmezken, şimdi üç katlı cerrahi maskeleri uzaktan gördüğümüzde bile kalitesini anlar hale geldik. Ne değişim ama…

İlk zamanlar maskelerde tel bile yoktu. O furyada bizim gibi en doğrusunu yapmak için olayı öğrenmeye uğraşan, araştıran, akreditasyon laboratuvarlarından onay almaya çalışan, sağlık bakanlığı havuzuna girmeye uğraşan firmalar değil de, merdiven altı üretim yapan küçük atölyeler vurdu voliyi. Normalde "full ultrasonik" makinelerde el değmeden üretilmesi gereken maskeleri pis koşullarda dikişle yaptılar! Üstelik basit bir dikiş operasyonunu fahiş fiyatlara satan “cahil ama kurnaz” atölye sahipleri, bir ay içinde altlarına son model cipleri çekip sınıf atladı!. Bir dönem” bavul ticareti yapıyoruz” diye Rus pazarına çöp gönderen kurnazlar vardı ya o hesap… Bizim gibi pek çok firma serbest bölgeden bile ihracat izni alamazken bu adamlar, bu pis maskelerin -artık arkalarında nasıl  dayıları varsa-  Avrupa’ya konteynır konteynır ihracatını yaptı!. Neyse ki olayın ilk şoku atlatıldı ve Avrupa ülkeleri standartları sorgulamaya ve malları geri göndermeye başladı da, bu adamların önü biraz kesildi! Ama ne milyonlar döndü o havuzda, akıllara zarar! Fırsatçılar iş başındaydı anlayacağınız. Birileri ölümle pençeleşirken, birileri de bu sayede cebini dolduruyordu vicdansızca.

 İlk zamanlar Sağlık Bakanlığının Ushaş adlı kuruluşu, maske ve tulumları belirli fiyata satın alacağını söyledi ve ihracatı yasakladı. Düşününce bu mantıklı geliyordu sanki kulağa.  Ülkenin ihtiyacı varken niye ihracat yapılsın! Seferberlik bir nevi… Ama sonuçta ortaya çıkan tablo farklı oldu ne yazık ki.

 Bizim gibi ayakta kalmaya çalışan tekstil firmaları bu gelişmeye umut bağladı. Malzeme ve makineye yatırım yapıp milyon adet üretime başladık. Öyle ya, devlet kuruluşu ile sözleşme yapılmıştı! O dönem hiç unutmuyorum; iç piyasada maske satışı yasaktı, insanlar maske bulamıyordu ama biz ülke olarak İngiltere’ye Amerika’ya oraya buraya medikal malzeme yardımı yapıyorduk! Bu da tarihin tozlu sayfalarında kayıtlara geçecek elbette!

İlk bir iki sevkiyatta Ushaş aracılığı ile üretici firmalara ödeme yapan devlet, aniden karar değiştirdi. Basında cılız bir iki haberle geçiştirilen değişiklik şöyleydi:

 Artık USHAŞ bu işlere karışmayacak. DMO, yani devlet malzeme ofisi devreye girecekti. İyi güzel! Ama değişiklik bununla  da kalmadı. Artık devlet, medikal malzemeye para ödemeyecekti! Devlete hibe vermek zorundaydık ürettiğimiz ürünlerden.! Peki ama nasıl olacaktı bu iş! Devlet hibe karşılığı ihracat izni veriyordu. Yani bir maske devlete ver, üç tane ihracat yap! 1 tulum devlete ver, üç tane sen ihracat yap!

Peki ya ihracat müşterisini nereden bulacaktık! Üstelik hibe maliyeti, dünyadaki rekabet gücümüzü de zora sokmuyor muydu! Devlet ihracata izin vermediği dönemde uluslararası piyasalar kendi dengesini çoktan bulmuştu! Portekiz, Bulgaristan, Çin milyon milyon adetleri üretip dünyaya sevk etmeye başlamıştı zaten. Geçmiş olsun! Tekstil firmaları yeni bir darbe yedi böylece.

 Eğer başta ihracatın önü kapatılmamış olsaydı,  ülkenin cari açığına büyük katkı sunacak kadar çok maske, tulum önlük siparişi vardı Avrupa ve Amerika’dan… Ne yazık ki süreç iyi yönetilemedi ve bu fırsat kaçmış oldu.   

Peki ya bizim gibi orta ölçekli firmaların Ushaş'a satmak için ürettiği stoklar ne olacaktı? İhracat müşterisi olmayanlar ne yapacaktı? Zararına, maliyet fiyatına kapattı büyük firmalar bu ürünleri. Büyük balık küçük balığı her zamanki gibi yuttu sizin anlayacağınız! 

İşte bu dönem sayesinde, kapitalizmin bildiğim ama pek de karşılaşmadığım diğer bir yüzünü daha yakından tanıma olanağı buldum.

 GÜNÜMÜZ KAPİTALİZMİNDE ÜRETEN DEĞİL, ARAYA GİREN KAZANIYOR!

 Ya nasıl anlatsam, senaryo yazsam iki sezonluk dizi olur bildiklerim!

 Kuyumcular, kumaşın ke’sinden anlamayan inşaatçılar, hemen hemen herkes bu işe soyundu son dönem. Biri bir bağlantı kuruyor yurt dışıyla, o bağlantıyı kuran kişiyle imalatçı arasına abartmıyorum on kişi falan giriyor. Mafya kılıklı adamlar mı dersiniz kimler kimler! Haberlerde gözünüze çarpmıştır belki, maske üreticileri- satıcıları birbirlerini vurdu silahlarla! Öyle böyle değil!

Takım elbiseli, bürokratik dille konuşan, "arkam sağlam" diyen adamlar mı dersiniz, Nato’dan 50 milyar adet maske siparişi aldım diyenler mi dersiniz, kimler kimler…  Bu aracı adamların durumu inanılır gibi değil! Birini tanıştırıyor, ve o tanıştırdığı adamın aldığı nefesten bile komisyon almaya çalışıyor. Aman Allahım bir görseniz! Bu arada malzeme fiyatları herhalde otuz kat falan artmıştır! Nasıl bir kontrolsüzlük, nasıl bir iğrençlik! Bunun adı tabii ki " SERBEST PİYASA EKONOMİSİ" 

Kime ne kazık atıyorsan serbestsin canım kardeşim, hodri meydan!

Sonuç olarak demem o ki, üreten insanlar, işçiler, kobiler bu dönem çok yara aldı. Ama araya girenler, dayısı olanlar, gücü elinde tutanlar, karar verenler öyle kazandı ki!  Tarihe "PANDEMİ ZENGİNLERİ" olarak geçecek bunlar! Birileri elbet yazacak bu dönem yaşananları!

Yani "Batı Yakasında Değişen Pek Bİr Şey Yok" demek istedim ama diyemiyorum sevgili dostlar! Öyle değişiyor ki her şey!

Öyle böyle değil...

Devamını Oku