29 Aralık 2022 Perşembe

BU KARAKTER KİM - YAZI DİZİSİ -1

Haydi gelin hem yazı dizisi yapalım birlikte, hem de bir anlamda oyun oynayalım.  Şöyle efenim:

Varsayalım ki bir senaryo var. Bu senaryoda değişik karakterler var. Ben her yazıda bir karakteri ve başından geçenleri özet olarak anlatacağım. Yorumlarda da sizden bu karakterin kimliğini yazmanızı rica edeceğim. Mesela şöyle yazacaksınız:

Bu karakter 45 yaşında, sarı kısa saçlı bir kadın, adı Emine, şerefsizin önde gideni olur kendisi. Zaten çocukken mahallede “Yampiri Emine” lakabıyla bilinirdi ” gibi...

who is that

Haydi o zaman başlıyorum.

Bizim bu şahsiyet büyük bir şehirde doğmuş. 8 nüfuslu bir ailenin ortanca çocuklarından biri oluyor kendisi. Anne cahil, baba cahil. Kardeşlerin kimi ilkokul mezunu, kimi iteleye kakalaya liseyi zor bitirmiş. Bizimki (cinsiyetini siz biliyorsunuz) daha ortaokuldayken keşfettiği gönül işlerine bir takılmış ki, üniversite falan hak getire tabii ki! 

 Eh eli yüzü düzgün, boy pos da olunca sevgililerinden biriyle birlikte bir manken ajansına yazılmışlar. Efendim yok ayakkabı reklamı, yok gazoz reklamı derken boy boy fotoğrafları dergilerde çıkmaya başlamış mı. Yaşadıkları dönem itibariyle.

  ( hangi yıllar olduğunu siz biliyorsunuz) dergide  fotoğrafının çıkması, hele ki bir lise öğrencisi için mükemmel bir sınıf atlama aracı.

 Bu bizim şahsiyet, paranın kokusunu da alınca, liseden diplomayı kaptığı gibi terk eylemiş baba evini. Çok para kazanmamış belki ama; yemiş, içmiş, gezmiş. Partiler, diskolar, sahiller, plajlar… Bir gencin hayallerini süsleyen yaşam işte; daha iyisi Şam’da kayısı.

Elbette bir sürü sevgilisi olmuş ama içlerinden birine vurulmuş bizimki. Öyle bir aşk ki bu, platoniğin en dibi. Kendinden dokuz on yaş büyük olan bu insan, hem çapkın, hem de evli miymiş bir de! Al sana dizi konusu! Efendim bizimkinin yıllar sonra  kişiliğinin bir parçası haline gelen yalancılık huyu da  işte o zamanlarda başlamış. Abi- abla kategorisindeki bu insana aşkını ilan edememiş ama, yanından da uzaklaşamamış. Ne O’nunla, ne de O’nsuz hesabı… Aşkını içine gömüp takılmış bu insanın peşine! O da manken ya; bunlar o defile senin, bu defile benim gezmişler Balkanları, Avrupa’yı. Derken kader işte,  bizimki evlenmek zorunda kalmış bir başkasıyla.

 "Hayat ne kadar sürprizli, onlar ermiş muradına, mutlu son." diyeceksiniz şimdi. Acele etmeyin. Öyle olmuyor işte.


 Kader ağlarını bir ters bir düz örerken, maalesef ki bizim şaşkolozun  hayatı da savrulmuş bir o yana, bir bu yana.

Şöyle ki;

Bu platonik aşık olunan kişi mankenlikten istifa edip bir iş açmış. Bizimki durur mu, vın peşinden. Birlikte çalışmışlar, ihracat, ithalat işlerinde. Sonra gelsin paralar, gitsin paralar. Yatlar, katlar, lüks tatiller, dünya turları. Bitmiş mi? Tabii ki bitmemiş.

Tahmin edeceğiniz üzere her şey dört dörtlük ilerlerken afili bir iflas gelmiş. Neden? Çünkü aşık olduğu kişi meğer mafyanın tedarikçisiymiş. Mafya hesaplaşmasında para muslukları aniden kesilebilir bilirsiniz.  Ama film tabii ki burada da  bitmemiş. 

Sonunu beraber belirleyeceğiz, derin karakter analizleri yapacağız. İnsan dediğin öyle bir sayfada anlatılır mı?

Şimdi top sizde, haydi bakalım pamuk eller klavyelere…

Diyorum ki bu karakter kimdir, cinsiyeti nedir, yaşı kaçtır, adı nedir, akıbeti nedir. Yani demem o ki, bu karakterin eti bende, kemiği sizde. İçinizden ne geliyorsa yazın, hatta giydirin giydirebildiğiniz kadar. 

Bu iyiliğimi de unutmayın, bedavadan katarsis yaşatıyorum size 

Devamını Oku

18 Aralık 2022 Pazar

O Havuç Var Ya O Havuç!

18 Aralık geldi. Normalde yılın bu zamanında ben çoktan didik didik arayıp, bulabildiğim en simli, en kar manzaralı kartpostallarımı almış, son yıllarda kendi kendime ritüel haline getirdiğim yılbaşı tebriklerini yazmış ve hatta postalamıştım. Bu sene yapamadım, çünkü içimden gelmedi.

Ne mi oldu, bırakın yeni yıl heyecanını; içimdeki umudu, yaşama sevincini bile öldürdüler. Niye mi böyle oldu, nasıl anlatsam, inanır mısınız bilemem ama, özet geçeyim.

Bir havuç sebep oldu bütün bunlara!

Evet, her şey bir havucun intihar etmesiyle başladı. Nasıl mı? Toprağa ters gömdü kendini. Hoop, gitti.


Meğer bu havuç var ya bu havuç! Cezerye mafyasına kendini pazarlayıp almış mı önden çekleri! Bu da yetmezmiş gibi bütün kabzımallardan para da toplamış mı! Bir de gidip o çekleri tefecilere kırdırınca, al sana evlere şenlik havuçlu karnabahar yemeği! Daha kar yağmadan, kardan adamların burunları için kendini milyon kilo göstermiş ve düş satan masalcılara pazarlayıp toplamış paraları. Daha neler neler. Saça sürülen havuç suyu, saçları ömür boyu “havuç kafa” yapıyor diye Çocuklar Duymasın dizisinin senaristinden bile telif parası alıp marka tescili yaptırmış! Böylesi dolandırıcılık, yapay zekanın bile aklına gelmez! Türlü türlü senaryolarla paraları toplamış ve af buyurun cukkalamış! Artık nerelere harcadıysa, ya da kimleri zengin ettiyse bilinmez, misyonunu tamamlayıp kendini toprağa ters gömerek, hoop ortadan kaybolmuş. 

Şimdi siz en ukala tavrınızı takınarak bana “Bir havuç nasıl para işine bulaşır, saçmalama, insan mı ki bu?”  falan demeyin. Havuç deyip geçmeyin. Onun da bir iç dünyası var, hatta sadece havuçların yaşadığı bir dünya da var. Siz bilmiyorsunuz; kendinizi demokratik insan cumhuriyetinde yaşıyor zannederken, bütün sebzelerin ve de bilumum baharatların da kendilerine göre bir dünyaları olduğunu es geçiyorsunuz. Siz şimdi burada bu saçmalıkları okurken, mutfak dolabında ne entrikalar dönüyor, tencerede kaynayan havuçların piştikçe daha da canlanıp, bir adım sonrasında sizin bağırsaklarınızda ne devrimler planladıklarından haberiniz var mı? Yok tabii ki! Siyaset, seçim, geçim derken bilimi ve kurguyu ıskalıyorsunuz canım kardeşlerim benim.


 
Konuyu lütfen dağıttırmayın bana. Bu havuç var ya bu havuç, kankası pırasaya en büyük kazığı atmış da gitmiş. İyi niyetinden mi, havuca koşulsuz güveninden mi, yoksa saflığından mı, nedenini kimse bilemiyor ama sonuçta ortağı pırasa kalmış mı dağ gibi borcun altında tek başına! Buyurun buradan yakın canım kardeşlerim. Pırasa ne yapacağını şaşırmış tabii ki. Nasıl şaşırmasın; pırasa denilen nesnenin yapabileceği birkaç şey var bu dünyada. Kapasitesi belli. Ya zeytinyağlı soğuk yemek olur kendisinden, ya laz usulü yumurtalı pırasa olur. Eh çok zorlasa belki diyetisyen işi antin kuntin pırasalı yulaflı börek olur. Hepsi bu kadar! Peki siz söyleyin, ne yapsın bıyığı kendinden önde giden kabzımal reis bu saçaklı pırasayı! 

“Bak pırasa, gözünün yaşına bakmam! Bana mağdur edebiyatı yapma! Ya paramı getir, ya da git cezerye mafyasına bir yerlerden havuç bul! Yoksa, gerisini sen düşün! Aksi taktirde o saçaklarını bir bir yolar, yeşil yapraklarını ineklerin önüne atar, kalan köklerini de martini bardağına zeytin yerine doğrayıp, seni Sicilya mayfasının brunch menüsüne aperatif diye sunarım!” demiş...

Pırasanın bu düştüğü durum, dalga dalga yayıldı tabii ki camiada, bana da patladı, patlamaz mı! Nasıl patlamasın, benim hayatımda pırasa yok mu? Pırasanın düştüğü durumu es mi geçeyim! Hiçbir şey olmasa bile kesin bir şey oldu diye kendimi inandırıp, sonra da “Amaan bana ne ya, bundan sonraki hayatımda pırasa da olmayıversin!” mi diyeyim? "Pırasa gideer, ıspanak gelir!" mi diyeyim ne yapayım. O kendini çok akıllı sanan havucun yaptıkları yanına kar mı kalsın? 

Olay özetle böyle.

 İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte, bir türlü yeni yıl ruhunu yakalayamıyorum a dostlar! İçimde yanan mumun alevi söndü. Bulaşık deterjanının son damlası yanmış tavaya yetmez ya, işte  ruh halim tam da öye! Fabrika ayarlarıma geri dönmek isitiyorum artık, havuç sopanın götürdüğü mutluluğum geri gelsin kollarıma…

Devamını Oku

13 Aralık 2022 Salı

Kurtçuk Güzellemesi

Neden mi yazmıyorum epey zamandır? Yazmaya bir başlasam, içimin şişikliği sözcüklerime yansıyacak diye endişeleniyorum. Mutsuz mutsuz yazarım da okuyanlar kaçar diye. Eğer yazmaya başlarsam etliye sütlüye ve de zeytinyağlıya dokunurum diye. Mizahtan taviz veririm diye. Dişimin kovuğuna kaçan et tanesini çıkaramadığım için aslında. İş hayatına dalarım da rezillikler ortaya dökülür diye. İnsan sevmezliğimle yüzleşirim diye. Yumurtanın sümüğümsü beyazını ya tam pişiremezsem diye.

Tamam tamam yemediniz.

Evet, yazmıyorum. Çünkü yazacaklarım biriksin biriksin, biraz daha biriksin ve ben bir senaryo, hatta 13 bölüm tekmili birden sitcom yazayım ve satayım diye bir platforma.

Bunu da mı yemediniz.

Peki itiraf ediyorum, tükenmişlik sendromunun eşiklerindeyim. Ve çıkmazlardayım. İş hayatım; sindirim sonucu vücuttan atılması gereken; rengi kahverenginin elli tonunda olabilen; akışkanlığı sıvıdan süper katıya kadar değişkenlik gösteren; kokusu hayvandan hayvana, insandan insana ve de bulunulan coğrafi bölgenin yaygın baharatlarına göre değişebilen; metaforik anlamda beyni kemiren kurtçukların fiziksel olarak da içinde yer alabildiği; ismi lazım değil o üç harfli nesneye benziyor! O nesne ki, içinde kurtçuk olduğu durumlarda babaannelerimizin aç karnına kabak çekirdeği yememizi öğütlediği bir şey. Ama hangimiz düşünmemiştir çocukken o beyaz kurtçukların, o karanlık ve yapışkan ortamda nasıl yaşadığını! İşte bu tasvir ettiğim yapışkan ortam, bizim iş yerinin şu anki hali. Kurtçuk metaforunun yorumunu da size bırakıyorum…

Hadi ortam yapışkan ve kokulu, o kurtçuklar da nereden çıktı? Ulan madem kurtçuklar var, aç karnına kabak çekirdeği yediren babaanne nerede? “Kabak çekirdeği yok, kara şimşek vereyim mi? “ diyen yengeler basmış etrafı.

Hayır ben yenge menge istemiyorum, babaannemi getirin bana. Kurtçuklara çamaşır suyu dökün bir şey yapın. Hiçbir şey yapamıyorsanız bari “ders alınmış” haliyle sosyalizmi getirin de şu özel sektör denilen, kendisine “ ha sektör” diye kibar sövgüler düzmek istediğim şeyi kaldırın ortadan.

Yapamıyor musunuz? Dağılın, beni tükenmişlik sendromunun sularında yıkasınlar…. Yıkasınlar…. Sonra da ellerime gül kremi sürsünler.

 

 

 

Devamını Oku