24 Ağustos 2025 Pazar

Eski Bavulda 2007'den Kalma Gazete Buldum!

Dün akşam evdeki eski bir bavulu karıştırıyordum. İçinden bir gazete çıktı. Tarih, 28 aralık 2007!

 Radikal Gazetesi, satış fiyatı 40 YKr… Tam 18 sene öncesinden günümüze mesaj gibi…


Bir mücevher bulsam ancak bu kadar sevinirdim inanın.

Paradan 6 sıfır atılmış, Liranın önüne “Y” konmuş. Gazetenin çok sevdiğim kitap ekinin tanıtımı var üstte.

Manşette “İslamcı Terör İşbaşında” başlığı.... Pakistan’da seçimlere 10 gün kala öldürülmüş kadın başbakan Benazir Butto! İslam aleminin ilk kadın lideriymiş kendisi ve "göreve gelince daha iyi yaşam” sözü verdiği miting sonrası saldırıya uğramış… Harvard ve Oxford mezunu kendisi… İstememişler.  "Tarih tekerrürden ibarettir." sözüne nasıl da güzel örnek olmuş! 

Yıl sonu yaklaştığı için "2007'den Öğrendiklerimiz" diye bir köşe yapmışlar. "Doğrunun işe geldiği gibi çarpıtılabileceğini, pozisyon kaybının azgınlaştırıcı gücünü" öğrendik demişler ama, bence asıl bunları öğrenememişiz aradan geçen zamanda.

İkinci sayfada Tarkan’ın “Metamorfoz” ismini verdiği son albümünden bahseden bir yazı var, yazar pek de beğenmemiş albümü.

Okumaya devam ediyorum büyük bir merakla ve biraz da duygulanarak.

Altıncı sayfada Avrupa Birliği uyum sürecinde bile yasalarda ne güzel düzenlemeler olduğundan bahsediliyor.  Avrupa Birliği'ne girme umudu var yani...


Yazıda, "Şimdiden böyleyse bir de Birliğe girsek neler neler olacak.." diye güzel beklentiler anlatılıyor. 


 “Türkler, pasaport olmadan  nüfus cüzdanı ile bütün Avrupa’da gezebilecek” ilk maddesini okuduktan sonra gerisini okumuyorum. Çünkü 18 yıl sonra 2025 yılındayız ve biliyorsunuz ki vize bile alamaz halde ülkemiz vatandaşları…

 AB müzakerelerinde baş müzakereci Ali Babacan’mış, kendisi hem de Dış İşleri Bakanıymış… Günümüzde biliyorsunuz Deva diye bir partinin başkanı kendisi, %1-2 gibi belki de daha az oyu var partisinin. 2007’de bayağı forsluymuş… Vay be, nereden nereye… 

"Türkiye makas değiştirdi" söylemleri varmış o zamanlar. Hasan Celal Güzel bu söyleme karşı çıkıyormuş...

Yedinci sayfada DTP partisi kapatma davasından bahsediliyor. Bugünün DEM Partisi yani…

 Konular aynı, çoğu politik aktör aynı, polemikler aynı... Tarih hep mi tekerrür etmiş; yoksa  biz insanlar mı tarihi buna zorlamışız?







Sonra Yılbaşı kutlamalarının “güvenlik gerekçesiyle” iptal edildiği haberini okuyorum. 
"Son günlerde artan araç yakma olayları, patlayıcı ele geçirilmesi...vs. vs..."

Gazetenin küçücük bir köşesinde yayınlanan bu haber aslında ne çok şey anlatıyor...

Aradan geçen 18 senede böyle haberler hiç değişmemiş bakın, sadece gerekçeler güne daha uyarlanmış gibi...



Başka bir haberde Aselsan'ın deprem gibi tehlike anlarında kesintisiz iletişim projesi başlattığından söz ediliyor. Ne oldu acaba o proje? Mutlaka geliştirilmiştir 18 senede... Öyledir, öyledir...

Ramize Erer’in o zamanlar çok sevdiğim köşesini görüyor ve gülümsüyorum sonra... Karikatür demişken Leman Dergisi kapatılmıştı değil mi geçenlerde? O kadar yoğun ki gündem, arada kaynıyor böyle haberler. Tekrar açıldı mı hiç bir fikrim yok...

Ekonomi sayfasına geliyorum sonra;

Dolar= 1,1790 YTL

Avro= 1,7050 YTL

Yalnız bakar mısınız Türkçe hassasiyetine! Euro değil Avro yazıyor gazetede. Radikal'in bu dilini çok severdim...

Bu arada bilmem hatırlatmaya gerek var mı;  günümüzde Dolar 40,9 TL, Avro 47,56 TL!


Ekonomi sayfasını hemen kapatıp bunları görmemek isterken yan sayfada asgari ücrete ait bir tablo ile yüzleşmek zorunda kalıyorum. İstatistik böyle bir şey işte, görmek istediğini gösterir sana...

Sonra televizyon sayfasına bakıyorum. Sayfanın yarısı, günümüzde neredeyse yok olmak üzere olan sinemalarla ilgiliymiş. Günün filmlerinden seçmeler ve seans saatleri…

Henüz gelinli kaynanalı, bağırtılı çağırtılı alt seviyenin de altında gündüz programları çıkmamış o zamanlar. Mesela Kanal D’de gündüz kuşağında gayet bilgilendirici ve seviyeli Esra Ceyhan’la var. O zamanlardan günümüze gelen tek şey galiba Arka Sokaklar… 

Saat 20’de bir dizi, 22’de başka bir dizi var. Yani günümüzdeki gibi akşam kuşağında 5 saat bir diziyle oyalamıyorlarmış insanları… Reklam odaklı değilmiş galiba tv politikaları...

Star’da Haluk Bilginer ve Sumru Yavrucak’lı Sevgili Dünürüm komedisi var mesela… Sahi böyle kaliteli komedi var mı televizyonlarda artık? Çukur ve versiyonları, yani kafası garip traşlı, yer altından fırlamış gibi erkeklerin habire birbirine silah sıktığı, gençleri çetelere özendiren mafya dizileri daha başlamamış o zamanlar. 

TV8 henüz Acun’a geçmemiş, tatlı tatlı programları var. Pilates Saati gibi, Nilgün Belgün’le gibi soft ve düzeyli programlar...  2007’de Acun demek ki parmak arası terlikle  hâlâ sahillerde turistlerle röportaj yapıyormuş. Vay be, kısa sürede nasıl da değişmiş hayatı demek istiyor insan! 

Bu minik tv program akışına 18 yıl sonradan bakıldığında sayfalarca yazı yazılır... 

Bence eski gazeteler tarih müzelerinde korunmalı! Nasıl öğretici ve nasıl da heyecan verici yorumlar yaptırıyor insana bu tip bir yüzleşme! 

Devam ediyorum okumaya...

19. sayfanın yarısı kültür sanat reklamlarına ayrılmış. “Efes Pilsen’in kültür ve sanata katkıları artarak sürecek” son sözüyle yayınlanan Sivas93 oyun duyurusunu okuyunca gözlerimin dolmasına engel olamıyorum. Genco Erkal 2024’de aramızdan ayrıldı ve Efes Pilsen’in reklam yapması  artık yasak… 

Son sayfada Rus Hükümeti ile ilgili gülümseten bir haber daha var…  Noel Baba yalandır diyen reklamı yasaklamış hükümetleri.  Çocukların büyüklere olan güvenini sarsıyorlar diye...  Savaş mavaş yok ve bakar mısınız ince düşünceye...

Böyle şeyler işte... 

Ne çok severdim Radikal gazetesini. Hele hafta sonları verdiği kültür sanat, kitap ekleri... Tam sayfa kare karalamaca, su doku…

İçim bir hoş oldu gazeteyi incelerken. Ve tarihe not düşmek için yazmak istedim buraya ve paylaşmak istedim sizlerle de...18 senede nereden nereyeee…

 Umarım 18 sene sonra bugünün gazetelerinden birini ele geçirdiğimizde “Amma da kötüymüş 2025’ler, 2043 yılında nasıl da güzel her şey" deriz…

Sevgiyle ve umutla...

Devamını Oku

21 Ağustos 2025 Perşembe

Kutu kutu hayatlar...

Son zamanlarda neyi fark ediyorum biliyor musunuz, her yerde kapaklı kutular var, içleri kutuya özel insanlarla veya duygularla dolu...

Mesela eski adıyla Twitter, yeni adıyla X! Bir türlü vazgeçemediğim tek sosyal medya platformu.  Her sabah uyanır uyanmaz açtığım, gündemi takip ettiğim ve evet sanırım bağımlısı olduğum gürültü kutusu!  

Evet, geçenlerde Twitter’ın bir gürültü kutusu olduğu geldi aklıma aniden; hatta gözümün önünde de canlandırdım. Bir kutu var, koli gibi düşünün… İçinde her kafadan bir ses çıkıyor! Kimi kendi kendine boşluğa konuşuyor, kimi aynadaki kendine bakarmış gibi kendini tatmin edercesine konuşuyor, kimi kutudaki diğer gürültücü kitleye hitap ederek konuşuyor… Kiminin önünde diz çökmüş yatıyor birileri, konuşsa da duysam diye… 



Bazıları başkalarının söylediklerini tekrar ediyor sadece… Yankılar birbirine karışıyor. Kimileri de birbiriyle kavga ediyor. Ben ve benim gibileri; yani ne diyeyim bilemedim- Allah ıslah edesiceler grubu olarak bizler- bu gürültü kutusuna pek bi meraklıyız. İnsan böyle saçma bir gürültü kutusunun bağımlısı olabilir mi? Bin tane zararını bildiğimiz nelere bağımlı olmuyoruz gerçi… Netekim, Twitter benim gözümde bakkal kolisi gibi gösterişsiz bir kutu, içinde bir dünya gürültücü minik insan var.

Bir de allı pullu kutular var. Mesela Instagram gibi… O kutunun dışı yanarlı dönerli, ışıltılı pırıltılı… İçinde milyonlarca minik sahne kurulmuş. Herkes en güzel, en zengin, en gezgin, en sosyal haliyle o sahnelerde. Kimisi şahane sofralarda kadeh kaldırıyor; kimi “kocişinden” gelen pırlanta yüzüğü gösteriyor… Her yer ışıl ışıl pırıl pırıl… Ama neticede orası da bir kutu, gösteriş kutusu… 

Yanlış anlaşılmasın; o paylaşımları yadırgamıyorum. İnsan bir şeyleri göstermek, paylaşmak istiyor neticede, ruhumuzun ona da ihtiyacı var demek ki… Hiç Instagram kullanmıyorum diyen ben bile, çiçeklerimin fotoğraflarını, gittiğim tiyatroların alkış videolarını paylaşıyorum orada, bir nevi arşiv gibi… Ama sonuçta orası da bir kutu; kapağını açmadan içine giremiyorsun…


Bu kutu metaforunu çok sevdim sonra… Ben değilim ki bu metaforu icat eden. Yıllardır apartman daireleri için “kutu gibi evler” demiyor muyuz? Şahane benzetme, bulanın düşüncesine sağlık. O kutu evlerin hepsinde bir hayat var ve kapağını, kapısını açmadan içeride neler oluyor bilemiyoruz. Peki ya insanlar? Hepsi birer kapalı kutu değil mi? Kapağını açıyorsun, kutu içinde kutu çıkıyor bazılarında!

İşte bütüün bu kutular arasındaki yaşamda insanın kendini en güçlü hissettiği an kapaklara bağlı… Yani kutuların kapaklarını canın istediğinde kapatıp canın isteyince açabiliyor musun, senden iyisi yok… Kendi kutunun kapağı da dahil elbette…

Devamını Oku