8 Kasım 2025 Cumartesi

Mutlu Son Varsa Diziye Katlanıyor İnsan!

Genellikle mutfakta çalışırken Türk dizisi açıyorum telefonda. Eski diziler… Mümkünse on sene öncesinin dizileri. Ses olsun diye, bir hikâye olsun diye…  Film açmıyorum, çünkü filmi izlemek, dikkatini vermek gerek. Neyse işte normalde açıp da izlemediğim romantik komedilere denk gelirsem ne âla… Çok kavgalı, bağırışlı çığırışlı olursa diziyi yarıda bırakıyorum. Sonra yine çok araştırmadan Youtube’da karşıma çıkan dizilerden çok abidik gubidik olmayanları seçmeye çalışıyorum. Çünkü genelde elimde soğan ya da domates olabiliyor. Ya da işte konusu neymiş falan diye araştırma yapmaktan sıkılıyorum. Ne de olsa mutfak dizisi… İlk sahneyi beğendiysem devam ediyorum. Zaten diziye baktığım da yok, ilk bölümde karakterleri tanıdıktan sonra sesleri yetiyor. Radyo tiyatrosu gibi yani.

Neden anlatıyorum bunu uzun uzun… Çünkü bu dizi mevzusunu güncel hayata, politikaya, memleket meselelerine bağlayacağım da ondan.

Son bir haftadır izlediğim bir dizi var. Hadi adını da söyleyeyim, Ihlamurlar Altında… 2005'de başlamış, şimdi bize çook eski gelen zamanlara ait… İşte bu dizi başlarda ilgimi de çekmişti meslek gereği. Tekstilin yıldızının yüksek olduğu zamanlar. Konu da tekstil fabrikasında başladı. Patronun at çiftliği var, zengin… Çocukları yurt dışında okumuş ama babalarının fabrikasında çalışıyor. Patronun kızı işçilere çok iyi davranıyor falan… Şimdiki dizilerde göremezsiniz tekstil fabrikasında geçen konu. Çünkü tekstil bitti malumunuz.



Arka plan açısından bakıldığında her ne kadar diziler toplumsal kaygılar taşımasa da detaylarda iyi kötü zamana ayna olabiliyorlar. Şimdiki dizilerde tekstil patronu yok mesela, çünkü tekstil kalmadı. Günümüz dizilerinde mafya babaları var, havuzlu villalarda oturan zengin aileler var ve genelde ne iş yaptıklarını bilmiyoruz. Zamanın ruhu işte…  İzlediğim dizide mahallede meyhane var mesela. Meyhaneci tanıdık, zaman zaman ailecek gidip kızlı erkekli efkâr dağıtabiliyorlar. Zamanın hüzünlü ruhu… Aşklarına üzülüyorlar iki kadeh parlatıp. Günümüzde iyi karakterler meyhaneye gitmez dizilerde. Gitseler de rakı kadehi falan görünmez. Dedim ya, zamanın ruhu… 

Her neyse konuyu dağıtmayayım… Benim dizide olaylar tekstil fabrikasında geçerken aşklar da var tabii ki. Bazı aşklar başlıyor, iyi güzel, sonra malumunuz kader ağlarını iki ters bir düz örüp… Hoş o zamanlar diziler şimdiki gibi üç saat olmasa da bölümler ilerleyince bıktırıcı kadersel rastlantılar,  bir türlü olamayışlar, duyguları içine atıp yanlış anlamalar falan giriyor devreye. Yeşilçamvari...

Altmışıncı bölümde o kadar baydı ki bütün bu ola(ma)yışlar, diziyi bırakacaktım nerdeyse… O kadar sıkıldım ki her şeyin olumsuz gitmesinden! Yani işte esas kız, âşık olduğu adamdan çocuk bekliyor, araları da bozuk. Her gün karar veriyor durumu söylemeye, telefon açıyor. “Sana çok önemli bir şey söylemem lazım” diyor. “Telefonda olmaz” diyor. Sonra bir şeyler oluyor, kaç bölümdür kız bir türlü söyleyemiyor durumu. Tahmin edeceğiniz üzere kızın güya iyiliğini düşünen kötü, bencil ve de kibirli annesi, doktordan sahte rapor alarak esas oğlana “kızım hamile ama başkasından” diyor. Akıllara zarar senaryo klişeleri… Esas kız ve esas adam mutlu olamasın diye senarist elinden geleni yapmış anlayacağınız. Dizi de olsa ruhu kararıyor insanın...


Tabii ki bütün bu salaklıklara sinir olup diziyi bırakmak istiyorum ben. İyi de 60 bölüm dinlemişim, finali görmeyi hak etmedim mi? Yok bilemediniz, açıp  final bölümüne bakmadım. Ama yapay zekaya sordum.  Ve öğrendim ki mutlu son oluyormuş ve bütün saçmalıkların neticesinde sevenler kavuşuyormuş. Heyt be, hep kötüler kazanacak değil ya!


                     💪🏼👍🏼😇👏🏼👏🏼👏🏼🥰🙏🏼🫠💐🌸🌸🌸🌸🌸

İşte bunu öğrendiğimde resmen aydınlanma yaşadım!

Diziyi izlerken, yani dinlerken artık stres olmuyorum, biliyorum ki final güzel.

Peki aydınlanma bunun neresinde?

Dedim ki kendi kendime:

“Hayatımızın bıktırıcı taraflarına da mutlu sonunu bildiğimiz dizi gibi bakamaz mıyız?”

Daha doğrusu son zamanlarda ülkemizde yaşanan şeylerin de aynı bu izleyicisini bıktıran, “Hadi ya, bu kadarı da olmaz ama ya, senarist bizimle dalga mı geçiyor?” dedirten dizilerden ne farkı var?

  Her gün “Yok artık” dedirten "ülke dizimiz"in  yüz bin bilmem kaçıncı bölümünü izlemekten vazgeçemeyiz de üstelik! Kanal değiştirme şansımız var mı? Evet bazıları için mümkün bu ama genel izleyicinin cüzdanı yeter mi ülke kanalları arasında geçiş yapmaya! Hem sevdiğimiz ülkemiz, yani kanalımızı niye bırakalım… İşte tam da bu noktada benim aydınlanmam giriyor devreye…

Yahu filmin sonunda iyiler kazanacak işte!

Sizi bilmem, ben hep mutlu sonlara inanırım.

O halde sakin be…  Az relaks… Az sabır... Biraz papatya çayı, az lavanta yağı kokusu... Olmadı sarı kantaron çayı içiverelim...

Edip Cansever’in de dediği gibi

“…Sanki beyaza keser gibisine yedi renk…”

Apaydınlık oluverir ortalık… 

Yani demem o ki, bizim hayatımız da olmuş dizi film…

Mutlu sona inanırsak, mutlu sonu görürüz be dostlar; enseyi karartmaya ne gerek var...

 

 

 

 

 

Devamını Oku