Hani
vardır ya kendilerinden “O” diye bahsedenler, kimi zaman
blogların “hakkımda” sayfalarında, kimi zaman iş
başvurularına gönderilen öz geçmişlerde rastlarsınız. Hatta
bazıları abartıp konuşurken bile kendinden “üçüncü tekil
şahıs” olarak bahseder! Seçim zamanı hatırlamıyor musunuz bir
belediye başkan adayı televizyonlara çıkıp “Morkaranfil
herkese saygılıdır, Morkaranfil asla böyle şeyler yapmaz,
Morkaranfil dürüsttür...” gibi nutuklar atıyordu ve
spikerler soruyordu “neden kendinizden başka birisi gibi
bahsediyorsunuz?” Pek de cevap veremiyordu, çünkü kendisine
o kadar tapıyordu ki, adeta ruhunu yüceleştirip bedeninden
ayırmış, yüksek bir mertebede farklı bir kişilik olarak
algılamaya o kadar alışmıştı ki, başka türlüsünü yapamazdı
zaten o saatten sonra...
Öz geçmişlere,
hele ki bloglarda yazılan bu tarz öz geçmişlere söyleyecek pek de
lafım yok aslında. Hani büyük bir web sitesi olursunuz, çok
yazar vardır sitede, öz geçmişi o zaman başkasının ağzından
yazmanız normaldir:
“Sitemiz
yazarlarından Barış Bulutaltındayatar, 1930 senesinde Sivas'ın
Şarkışla ilçesinde doğmuştur...vs.”
Ama
kalkıp da bir kişisel blogdaki “hakkımda” sayfasına
“Mehmet
Tepedenbakar kimdir? Mehmet Tepedenbakar, 2001 senesinde İstanbul'un
Beylikdüzü ilçesinde doğdu, 1 yaşında okumayı, 3 yaşında
yazmayı öğrendi. Kendisi pazarlama dahisidir, her şeyin en iyisini
bilir...vs.”
şeklinde
bir tanıtım yazısı yazdığınızda, ben şahsen işte
“Morkaranfil Sendromlu” yeni bir kişilik diyorum, elimde değil!
Tamam,
biz mütevazı olma konusunda aşırıya kaçan, hatta günümüzden
bakıldığında ezik denilebilecek bir nesildik, çoğumuzda güven eksikliği vardı. Elbette ki öz güven iyi bir
şeydir de bu kadarı biraz fazla değil mi? Devir reklam ve
pazarlama devri, kendini yeterince anlatamazsan ne toplumda yer
edinebiliyorsun, ne doğru dürüst bir iş bulabiliyorsun. Buna da
bir diyeceğim yok, ama pardon ya, işi kendinizden bahsederken “O
bir mükemmel insan..” seviyesine taşıdığınızda ben hemen
“Morkaranfil sendromu” teşhisi koyup kaçıyorum fersah fersah
sizden, kaçmayıp da sizin ne kadar mükemmel bir şahsiyet
olduğunuzu mu dinleyeyim kendi ağzınızdan?
Özellikle
“network marketing” dedikleri, bir aralar “bu asla senin
bildiğin network marketing gibi değil, kimseyi üye yapmana gerek
yok, evde bilgisayarınla çalışacaksın, kimseyle muhatap
olmayacaksın” diye beni de içlerine çektikleri, daha doğrusu
kendilerine bir kez şans verdiğim, neyse ki sonradan uzaklaştığım
insanlarda da var bu “aşırı öz güven” durumları. Konuşma
biraz uzayınca anlıyorsunuz zaten, çünkü çok iğreti duruyor,
birkaç beden büyük gömlek giymiş gibi... (Böyle olmayan
network marketingcileri ayrı tutuyorum, alınıp da saldırgan
yorumlarla üzerime gelmeyiniz lütfen!)
Karşısında
bir kişi varken çoğul hitaba geçenler var bir de,
Mutlaka
rastlamışsınızdır, mesela yemek yiyorsunuz, iki kişisiniz.
Diyelim ki tabağınıza çok biber döktünüz. Karşınızdaki
senli benli konuşan kişi yani arkadaşınız birden ciddileşiyor
ve başlıyor nutuk atmaya, sanki karşısında kalabalıklar varmış gibi çoğul konuşuyor üstelik:
“Yapmayın
arkadaşlar, tabağınıza bu kadar çok biber atarsanız mideniz
delinir, hebele hübele...”
Birden
neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz, ne diyeceğinizi
bilemiyorsunuz... Böylesi durumlarda yapılacak en güzel şey,
biran önce o ortamı terk etmektir bence. Zira karşınızda
“Morkaranfil Sendromu”na yakalanmış, tepeden bakmacı, kendine
hayran, insan olduğunu, karşısındaki ile eşit olduğunu unutan,
her şeyi kendinin bildiğine inanmış, öğreten adam modunda ve
hayatını idame ettirmek için muhtemelen yönetici pozisyonunda
çalışmış/çalışan/çalışacak/çalışmayı isteyen birisi
oturmaktadır.
Pardon
ya, her tarafınız yönetici olsa ne yazar? Aynı malzemeden
yapılmışız, kendinizi istediğiniz kadar allayıp pullayın, yok
benden, bizden, onlardan farkınız! Sabah sabah yazayım dedim, o
parlak zırhlı kostümlerinizle oynadığınız oyun komedi değil
çünkü, kendi dramınızı yaşıyorsunuz, buradan bakılınca
komik görünüyor hepsi bu!
Yine
çok konuştum, gideyim en iyisi, sürç-i lisan eylediysem affola...