Her
sabah işe giderken bir fotoğraf çekiyordum cep telefonumla. Sonra
otobüse binince o fotoğrafı Facebook'da ya da Instagram'da
paylaşıyor, altına da içimden gelen bir paragrafı yazıyordum.
Gayet de keyifli bir rutin haline gelmişti bu benim için. Zamansızlıktan sadece
hafta sonları bloga yazabildiğimden ötürü, sosyal medyadaki bu mini yazılarla
oyalanıyordum kendimce.
En
son 3 gün önce çarşamba günü yazmıştım yine bir şeyler.
Hatta yeni başladığım kitabımı otobüs camına dayayıp
fotoğrafını çekmiştim.

O gün öğlene doğru iş yerinde
mutfağa gittim. Tezgahın önünde ayakta duruyor, ne yemek var diye bakıyordum. Bir ara istemsizce cep telefonumu çıkardım
cebimden. Hani öylesine açıp bakıyoruz ya telefona defalarca. Öyle bir andı işte, gayrı ihtiyari... Sonra tahmin ettiğiniz şey oldu. Evet; telefon elimden "çat" diye yere düştü bir anda! Üstelik nasıl olduysa düşerken
ters takla attı ve ekranı yer tarafına döndü. “Çaatt!” diye
bir ses çıktı. İçimden “Eyvah, gitti!” dedim, öylece
bakakaldım. Daha önce de defalarca düşmüştü, ama sırt üstü
düştüğü için en fazla bataryası dağılmıştı. Bu sefer dış
görünüşte hiç bir yeri dağılmadı, o düşmeye camı bile çatlamadı! Çünkü iç kanama
geçiriyordu zavallıcık! Aldım elime korka korka, tabii ki ekran
gitmiş, yerinde boş bir karaltı bana bakıyordu. Hemen nabzını
dinledim, kalp atışlarına baktım. Iıhh, ses gelmiyordu. Ambulans
çağırmadan önce ilk müdahaleyi yapayım dedim. Ortalama her
Türk'ün yapacağı gibi bataryasını söktüm, sonra yeniden
taktım. Bizde adettir bilirsiniz; ya çalışmayan alete afili bir
tokat atarız, ya da fişini çekip yeniden takarız. İşe de yarar!
Ben de kültürümüze yakışanı yaptım ve bataryayı yeniden
takınca telefon düzelecek sandım. Açılmasını bekledim bir
süre. Evet açıldı. Fakat ekranın yarısı vardı, yarısı
yoktu.

Şifreyi el yordamıyla girecektim mecbur. Hay bin kunduz! Bir
kere girdim, olmadı. Sayıların sol tarafını göremiyordum ki!
İkinci kez girdim yine olmadı. Artık son hakkım kalmıştı, onu
da yanlış girersem telefonu hepten kaybedecektim! Son seferde çok
hassas davrandım ve şifreyi girmeyi başardım. Evet telefonum
açıldı! Peki ama her şey bitti mi? Elbette hayır! Erken
sevinmişim, çünkü yine ekranın sağı vardı, solu yoktu!
Dolayısıyla da telefonun bu şekilde varlığı bana bir şey ifade
etmiyordu. Zaten kafası iyice karışmıştı garibanın.
O
maviydi, üç sene önceki doğum günü hediyemdi, ilk akıllı
telefonumdu! Son zamanlarda
çok
acı çekiyordu gerçi. Uygulamaları açamaz olmuştu, hafıza kaybı
vardı. Aslında uzatmaları oynuyorduk birlikte. Format atmayı düşünüyordum, o benden önce davrandı. Kendi
kendinin fişini çekmeye karar verdi! Demek ki telefonların ötenazi
özgürlükleri varmış, bunu da öğrenmiş oldum!
Ne
yapabilirdim, bu da onun kararıydı, saygı duymak lazımdı! Bu arada
ambulansa haber verildi hemen. Meğer bizim iş yerine servis veren
mobil bir cep telefoncusu arkadaş varmış. Ambulans gibi bir şey
işte. Geldi baktı; “Ekranı değiştiririm ama bu mavi kasadan bulamam" dedi! Yüzümde nasıl bir üzüntülü ifade oluşmuşsa
artık, “Beyaz yaparız!” dedi daha sonra! Sanki beyaz maviye özdeşmiş
gibi... Sustum, devam etti.
“Ben tamir edince sizi 5-6 ay daha
idare eder” dedi. “Ne kadara olur?” diye sordum. “Size 100 TL”
dedi. Benim adımı bile bilmez etmez, bana 100'müş! Niye seksen değil! Hayır nasıl maliyet yaptın iki dakikada da "yüz" diyorsun! Bunları içimden düşündüm tabii ki; bu arada bir sessizlik oldu. Bizim acar ambulans telefoncu baktı müşteri kararsız, hemen atağa geçti: “İsterseniz size yeni bir
telefon verelim!” dedi. “Yeni ayfonlardan yakışır” dedi
gülümseyerek. Öyle ya herkesin elinde ayfon var. Benim gibi alışveriş düşmanı birine çattığını nereden bilsin zavallı! “Bir telefona üç dört bin lira asla vermem, o
işler bana göre değil!” dedim. “O zaman tamir edeyim!” dedi.
“Ben bir düşüneyim” dedim. Akşam anlayan birine
gösterdim telefonu. Öğrendim ki meğer içi de parçalanmış!
Yani 100 TL verip iki gün sonra tekrar sorun yaşatma riski var! Bu
durumda kadere boyun eğdim ve zor da olsa vedalaştım telefonumla.
Peki ne yaptım?
 |
Eski dostlar, mavi telefonlar gibi... |
Eski
Nokia'ma taktım kartı. Taş gibi çalışıyor mübarek! Nereden
baksan yaşı dokuz ya da on! Perşembe gününden bu yana hesap
edin iki buçuk gün oldu, şarj çizgisi hala dolu! Hep söylüyorum,
yine tekrar edeyim :
“Bence
teknoloji, kapitalizmin çıkarlarına daha iyi hizmet edebilmek için
geliştiriliyor!” Her şey biz daha çok tüketelim diye kurgulanıyor!
Yeni
teknoloji ile üretilen ürünlerin kullanım ömrü git gide
kısalıyor farkında değil misiniz? Kırmızı başlıklı kız
sorsa mesela teknoloji nineye:
“-
Telefonum neden iki sene sonra bozuluyor Tekno Nine?”
dese;
iyi kalpli bilim teknik babaannesi gibi görünen, aslında maskesinin altında kapitalizm canavarı yatan teknoloji şöyle cevap verir
muhtemelen:
“-
Seni daha iyi sömürebilmek için modern insan!”
Eskiden
bilmez misiniz annelerimizin evlenirken aldıkları buzdolabı otuz
sene ayakta kalırdı, taş gibilerdi! Çünkü mühendislik, bir
ürünün dayanıklı olması için de kafa yorulan bir bilimdi. Oysa
şimdi öyle mi! Adamlar öyle bir sistem uyguluyor ki, misal
çamaşır makinenizin garanti süresi bitince çat diye makine bozuluyor. Sanki programlanmış gibi! Hiç başınıza gelmedi mi?
Güya
yeni işe girdim, gelirim eskiye göre biraz arttı ya! İki hafta
önce modem bozuldu, yenisini aldım. Geçen hafta sekiz sene önce
aldığım ve yine rengi metalik mavi olan elektrik süpürgem
bozuldu, mecburen yenisini aldım. Bu seferki mavi-kırmızı karışım
renk ama ne yapayım, toz içinde yaşamaktansa kırmızıya
katlanacağım artık! Bu hafta da telefonum bozuldu; mecburen
yenisini alacağım. Ya birileri nazar değdirdi bana, ya da evrenin
bir bildiği var; bol bol para harcatıyor! Ne oldu şimdi; güya işe
girdim, evdeki her aleti yeniliyorum! O zaman hemen ricada bulunalım:
"Sevgili
Evren, lütfen pozitif enerjilerini gönder; artık bir şeylerim bozulmasın, amin !"
Eski
telefonumla nostalji yaşıyorum
 |
Telefonlar birer birer eskiyor... |
Olabilecek en makul fiyatlı telefonun internetten siparişini verdim bu arada.
Elbette ayfon değil. En az bilinen marka, Casper Via M2. Görgüsüz
gibi marka yazdığımı düşünmeyin. Tam tersine mütevazı, “best
seller” olmayan ve piyasadaki en makul fiyattaki telefonlardan biri bu. Araştırdım da söylüyorum, reklam falan yapmıyorum yanlış anlaşılmasın. Makul fiyatta ve işlevsel telefon arayan vardır belki diye yazıyorum bunu! Neden mi alıyorum yeni telefon; sadece
iş hayatı için! Bütün iş hayatı akıllı telefonlarla, Whatsapp gruplarıyla iç içe geçmiş durumda çünkü.
 |
Eski Nokiaaa, Eski Nokiaa |
Siparişi verdim dün akşam,- bu arada da eski Nokia'mla hasret gideriyorum, nostalji yaşıyorum. Ne zaman sıkışsam yardımıma koşuyor sağolsun. Avcumun içine sığıyor, minik bir zarafeti var.
Üstelik mavi o da, en sevdiğimden! İçinde 2010 yılından harika
mesajlar kalmış. Çıkarıyorum mesaj yazmak için otobüste,
herkes şaşkın şaşkın bana bakıyor. Sanki elimde dinozor varmış gibi! Topu topu 10 senelik bir alet oysa bu. Tarih için 10 sene nedir? Düşünün teknolojideki hızı...
“Surat ekle” diye bir
seçeneği var menüsünde Nokia'mın. İki nokta üst üste kapa parantez, iki
nokta üst üste aç parantez, bir iki seçenek daha... Emoji denilen sarı suratlar henüz keşfedilmemiş o zamanlar. Ne kadar az özellik, o kadar naiflik ve duygusallık.
Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim. Telefon bozulma hikayesinde anladım ki, ben akıllı telefon
bağımlısı değilmişim! Gün içerisinde hiç olmazsa en az 10-20
kere whatsapp vs. bakarken, akılsız şirin telefonumu kullandığımdan
bu yana telefon öylece cebimde duruyor. Sadece aramam gerektiğinde
kullanıyorum, kafam rahat. Sosyal medyanın bilgi kirliliğinden
uzak, kitaplara yakın nefis bir deneyim oldu bu bir kaç gün benim için. Önümüzdeki salı
gününe kadar da böyle dolaşacağım. Bir nevi özgürlük
aslında. Minimalizme yolculuğun belki de ilk adımları böyledir,
kim bilebilir...