8 Mart 2014 Cumartesi

8 Martı ben böyle biliyorum!

Dünya Kadınlar Günü diye 8 mart tarihinde yapılan alışveriş indirimlerine, kadınlar matinesi ayarında yapılan vıcık vıcık kutlamalara, alınan saçma sapan pahalı hediyelere, 8 mart diye boğazda yemeğe çıkmalara oldum olası antipati duymuşumdur. Kadınların görevinin “çocuk yapıp evde oturmak“ olduğunu düşünen dayatmacı zihniyete inat, bugünün anlamını bir hatırlayalım derim.

emekci kadinlar gunu

8 marta neden kırmızı karanfil yakışır?

Bakmayın öyle keskin kelimelerle giriş yaptığıma, 8 martta da hediye alınır elbet; ancak 8 martta verilecek en güzel hediye kırmızı karanfildir. Neden mi? Tarih bloğu gibi hissedeceğim kendimi ama bu konuya da kısaca açıklık getirmek isterim.

1974 yılında Portekiz'de diktatöre karşı darbe yapan askerler, silahlarının namlularına karanfil takmışlardı ve de tüm dünya bu görüntüden çok etkilenmişti. Sözün özü şudur ki  Portekiz, diktatörlükten demokrasiye tarihe “karanfil devrimi” olarak adını yazdıran, şiddet içermeyen bir devrimle geçmişti. O gün bugündür de barışçıl bütün anmalarda kırmızı karanfil bir sembol olmuştur sol gelenekte. Ne alakası var demeyiniz, belki de 8 mart özel kadın indirimi kampanyalarından günün anlam ve önemini unuttunuz!

O halde gelelim 8 marta, ne olmuştu?

Kadın erkek eşitliğinin çok ötesinde, “kadınlar başımızın tacıdır” gibi hamasi lafların da çok ötesinde bir emek mücadelesi, bir despotizmle savaşma günüdür 8 mart.

1857 yılında, yani tam 157 yıl önce Amerika'da 40.000 dokuma işçisi daha iyi koşullarda çalışmak için greve gittiler. İstedikleri, 12 saatlik çalışma koşullarının düzeltilmesi, ücretlerin yükseltilmesiydi. Ancak çok bildik bir senaryo yaşandı; polis aynı bugün olduğu gibi işçilere saldırdı, onları fabrikaya kilitledi, barikatlar kurdu.

 Fabrikada yangın çıktı..

Kaçamayan 129 kadın işçi yanarak can verdi! Suçları neydi, suçları insanca çalışma hakkı istemekti..

Bir cenaze töreni düzenlendi on binlerin katıldığı, ama ölene ne çare!
Bir kez daha paranın, kapitalizmin canavarlığı yüzünden canlar gitmişti!

Aradan geçti tam 53 sene, yani 1910 yılı geldi, 2. Enternasyonele bağlı kadınlar konferansında ( Uluslararası sosyalist kadınlar konferansı) 8 martın Dünya Kadınlar Günü olması kararı alındı. 1921'de Moskova'da bu ad, Dünya emekçi Kadınlar Günü olarak değiştirildi. Tahmin edeceğiniz üzere uzun yıllar boyunca çoğu ülkede 8 martın kutlanması yasaklandı. Ama işte bilirsiniz, zamanla en olmadık şeyler bile değişir. Nitekim 1960 yılında, o kadınların ölümünden tam 103 sene sonra, Amerika'da bile Dünya Kadınlar Günü adıyla kutlamalar başladı.

Durum özet olarak böyle, sizler de okuyunca hatırladınız eminim. Enteresan ve üzücü olan ise aradan geçen 157 yılda bazı şeylerin değişmemesi..
Mesela gidin Ümraniye'nin, Dudullu'nun ara sokaklarındaki fason konfeksiyon atölyelerine. Buralarda işçiler sabah 8 de iş başı yaparlar, akşam 7 güya paydos saatidir. Hayır değildir, haftanın en az 3 günü gece 10-11'lere kadar sürer mesai. Tam 15 saat çalışırlar! Güya yasaya göre sınırlamalar vardır, kim takar yasayı? Fazla mesaiye kalmayan işçi, kendini kapının önünde bulacağını bilir. Kadınmış, anneymiş kimin umurunda! Yıllarca tekstil sektöründe çalışan biri olarak yakından şahidim ben insanlık dışı çalışma koşullarına. Anlatmaya kalksam sayfalar yetmez, o derece yani!
Atölyeden büyükçe firmalarda sendika ile duruma çözüm bulmak isteyenlere ise aynı 157 yıl önce olduğu gibi bugün de polis saldırır.

Hak aramak hep suçtur, değil midir? 

Aslında plazalarda, 9-5 çalışan beyaz yakalılar pek bilmez bu durumları; hoş onların da kendilerine göre dertleri vardır. İş yaşamı zor, iş yaşamı çetin, iş yaşamı kıran kırana mücadele ile geçen bir savaş arenasıdır adeta. Bir de kadınsanız zorluklar misliyle yaşanır.
Kadın cinayetlerinden, kadın ayrımcılığından, çalışan kadın sayısının her geçen gün azalmasından, kadınların evlere hapsedilmek istenmesinden bahsetmiyorum bile..
Onuruyla, alnının teriyle  evde, ofiste, tarlada, fabrikada çalışan, emeklerinin karşılığını layıkıyla alamayan tüm kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü dayanışma ruhuyla kutluyorum sadece..


NOT: Artık şu "bayan" kelimesini unutmak gerek, "kadın" demekten utanmasın kimse; bu da başka bir yazının konusu olsun.


Devamını Oku

4 Mart 2014 Salı

Benim bloğumda değil, UzmanKirala.com'da!

Makaleyazarak para kazanma maceralarım-3 adlı yazım çok okunuyor ve hemen hemen her gün bu yazıyla ilgili mailler alıyorum. Maillerin çoğunda “ben de yazmak istiyorum, bana yardımcı olur musunuz?” gibi istekler var. Elimden geldiğince tek tek e-postaları yanıtlarken söylediğim şey şu:
Çok üzgünüm, maalesef ben de sizler gibi freelancer olarak çalışıyorum.”
 “Peki ama güvenilir siteler, platformlar nereler, nerelere gideyim?” diyenlere de Uzmankirala.com'da mutlaka bir profil oluşturun diyorum.


home-office



Peki ama ya siz freelancer çalışan değil de proje sahibi iseniz?

Mesela bir web sitesi tasarlatmak istiyorsanız, bir reklam ya da grafik işiniz varsa, çeviri yaptırmak istiyorsanız, belirli bir konuda danışmanlık almak istiyorsanız, ya da ne bileyim işte herhangi bir konuda uzun süreli ya da bir kereye mahsus freelance /home office bir destek almak istiyorsanız ne yapacaksınız?

Doğru insanlara ulaşmanız cidden zor olabilir. Ulaşsanız da karşılıklı memnuniyetin oluşabilmesinin risk içerdiğinin farkındasınızdır.
Forumlarda ilan bırakırsınız mesela, gayrı ciddi başvurulara sinirleriniz bozulma olasılığına hazırlıklı olmanız gerekir.
Eş-dost aracılığı ile sorununuza çözüm ararsınız. Bu da zaman kaybıdır; üstelik tanıdık birileri ile çalışmak kapris çekmek demektir, pazarlık yapamamak demektir.
Baştan ödeme yaptığınız işinizin yarım kalıp kalmayacağı ise freelancer çalışanın insafına ve biraz da sizin şansınıza kalmıştır yalan yok. Her freelancer çalışan benim gibi olmuyor deyip işi espriye vurayım biraz ☺
Şaka bir yana, bu tip sorunlar aslında hem freelancer olarak çalışanların, hem de bağımsız çalışanlara iş verenlerin ortak sorunu.

Her iki tarafı da koruyan çözüm belli aslında; e-ticarete aracılık yapan firmaların da kullandığı ve “güvenli ticaret kalkanı” denilen havuz hesabı sistemi.

UzmanKirala.com'da projeniz nasıl yürür?

  • UzmanKirala.com sitesine ücret ödemeden, işveren olarak üye olursunuz. Projenizi yine ücret ödemeden ilan edersiniz. Bu aşamada ya kendiniz ne istediğinizi yazarsınız, ya telefon numaralarından arayıp proje ilanınızı hazırlama konusunda UzmanKirala'dan destek alırsınız; ya da örnek projelere bakıp “benzer proje ilan et” tuşuyla bu aşamayı çabucak halledersiniz.
  • Sonrasında sisteme kayıtlı uzmanlardan teklifler gelir, ya da siz uzman profillerini inceleyip teklif almak istediğiniz uzmanlardan projenize teklif istersiniz.
  • Bu süreç boyunca projeniz ile ilgilenen uzmanlarla sistem üzerinden mesajlaşıp detayları netleştirirsiniz.
  • Bir tane uzmana karar verince, UzmanKirala'nın güvenli havuz hesabına paranızı yatırırsınız. Uzman projeye başlar. Projeyi teslim alınca, “projeyi teslim aldım, uzmana ödeme yap” işlemini seçersiniz ve uzman parasını alır.
  • Projeniz zamanında bitmezse veya eksik kalırsa, sistem üzerinden projeyi iptal ederek paranızı hiç bir kesinti olmadan geri alırsınız.

İşveren yani iş yaptıran üyelerden UzmanKirala.com'da hiç bir komisyon alınmıyor. Yani sıfır risk ve gönül rahatlığıyla sadece sonuca para ödeyerek UzmanKirala.com'da tüm freelance işlerinizi yaptırabilirsiniz. Komisyon ise yalnızca başarıyla bitirilen projelerde freelance çalışan uzman üyelerden alınıyor. (Bildiğim kadarıyla %10)

Ben, Uzmankirala.com ile çalışma konusunda şimdiye kadar hiç bir sorun yaşamadım.

Nereden başlasam, nasıl yapsam, senin bildiğin reklamcı var mı, nerede yazsam?” diye soran bütün takipçilerime faydalı olacağını düşündüğüm için böyle bir yazı yazma gereği hissettim, hatta UzmanKirala.com'un tanıtım videosunu da paylaşıyorum sizinle..




Devamını Oku

3 Mart 2014 Pazartesi

Yeni Nesle Yeni Kalp

Mercedes-Benz’den mükemmel kombinasyon.
Bir otomobilden beklentileriniz nelerdir? Konfor? Lüks? Ekonomi? Peki, tüm bunları tek bir otomobilden bekleyebilir misiniz?
Söz konusu Mercedes-Benz ise, evet!
Yeni nesil kompakt otomobiller A, B ve CLA Serileri şimdi 1.5 litre dizel ve otomatik. 1.5 litre hacminde ve 109 beygir gücündeki motorlarıyla düşük yakıt tüketimi sunarlarken, 7G-DCT çift kavramalı otomatik şanzımanlarıyla ise kullanım rahatlığı sağlıyorlar.
 Detaylı bilgi için www.mercedes-benz.com.tr'yi ziyaret edin.

mercedes arabalar

Bir boomads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

2 Mart 2014 Pazar

Bok böceği yol hakkına sahiptir!


Bir arkadaşımın Sinop Boyabat'ta muhtemelen Bazalt Vadisi'nde çektiği bu resmi görünce gözlerime inanamadım.

bok bocegi yasam hakki

Yok canım, fotoşop'tur, montajdır dedim; tam dublajdır diyecektim ki birden bu bok böceklerinin sesini bilmediğimi ayrımsadım. Hem ne oluyordu bana böyle, niye ezbere yorum yapıyordum ki? Arkadaşım çekmişti işte, fotoşop falan değil, kanlı canlı bir uyarı levhasıydı bu.
 Doğaya saygısızlıkta  en dip muameleye alışınca ister istemez böyle duyarlılıklar ani bir ”overdose” etkisi yapıyor ve afallıyor insan!

Trafikte yayaya geçme hakkı tanınmayan, her gün sırf bu nedenle insanların öldüğü bir ülkede yaşadığımızı  anımsatmak isterim.. “Bok böceklerinin geçme hakkı vardır” da neymiş diyoruz ister istemez. Çünkü bırakın diğer canlıların yaşama hakkına saygı duymayı, daha bizim gibi olmayan insanların yaşama hakkına bile saygı duymamız gerektiğini doğru dürüst bilmiyoruz ki? Her gün “bunlaaaaar, onlaaaarr” diye ayrımcılığın en yüksek perdesiyle söylenen aşağılamalarla çınlamıyor mu kulaklarımız; bok böceğinin geçme hakkından bahsediliyor öte yandan!

Eski Türk geleneklerinde yani Şamanlar döneminde insanlar ihtiyacı olduğu için bir ağaç dalı keseceklerse önce o ağaçtan özür dilerlermiş biliyorsunuz. Ana dedikleri doğa da cömert mi cömertmiş. Karşılıklı saygı ilişkisi varmış çünkü. Şimdilerde artık modern dünyadayız, modern ilişkiler var aramızda. Modern ilişki deyince nedense çıkar ilişkisi geliyor benim aklıma. Yalan mı, biz ne istersek onu reva görmüyor muyuz doğaya karşı? Koskoca kış ayını geçirdik, bir damla kar düşmedi diye hayıfanıyoruz ya; doğa ananın “yol lazım, köprü lazım, villa lazım, rant lazım” diye kesilen ağaçların intikamını aldığını bal gibi biliyoruz aslında. Dillendirmek işimize gelmiyor. "Bok böceklerinin geçme hakkı vardır" diyen duyarlı insan kimse, ona da deli muamelesi yapıyoruz öte yandan.
Normal” algımız bozuldu çünkü. Olması gereken, bok böceklerinin de geçme hakkı olduğu değil midir? Bu dünyada insanların hayvanlarla ve bitkilerle uyum içinde saygıyla yaşaması gerekmez mi? Oysa bize yıllardır dayatılan, insanın üstünlüğü, hatta üstün insanın(!) üstünlüğü ilkesi olduğu için neyin normal neyin anormal olduğunu da çoktan karıştırdık.

Normale döner miyiz?
Döneriz elbette, aklımızı hepten yitirmedik çok şükür. Ne zaman ki “bok böceklerinin geçme hakkına saygı duyalım” uyarısı bize komik ve saçma gelmezse normale dönmüşüz demektir. Böyle bir uyarı levhasına ihtiyaç olmadığı ütopik bir dünya ise sanırım en yaşanılası yer olacaktır.


İyi pazarlar...

not: Aşağıladığımız bok böcekleri hakkında Vikipedi diyor ki:

Kültürde

Mısır Skarabeleri-İstanbul Arkeoloji Müzesi
Bok böcekleri (Skarabe) eski Mısır’daki en yaygın sembollerden biridir. Mısır geleneğinde farklı bağlamlarda, üç değişik anlamda kullanılmış olan sembolün simgelediği anlamlar şöyle açıklanır:
  • Ra’nın “khepre” şeklini temsil eden kullanımlarında kozmik evrenin meydana getirilişini simgeler. Bu böceğin üreme biçimi, kendi kendini doğuran, daha doğrusu kendi kendinin nedeni olan yaratıcı güç “Phtha”nın evrendeki kozmik nesneleri şekillendirerek oluşturmasını temsil eder. Burada söz konusu olan güç, yoktan var eden değil, “var edilen”i biçimlendiren bir güçtür. Mısır’ın hiyeroglif yazısında “olmak”, daha doğrusu “verilen biçimi alarak varlık haline dönüşmek” anlamına gelen “hpr” ya da “kheper” fiili ayakları açık bir skarabe ile yazılır. İlah Khepra’nın adı da bu fiilden türemiştir.
  • Güneş ile birlikte kullanımlarında, Güneş Sistemi’nin kendisine yaşam veren, kendisini yöneten Sirius Sistemi ile ilişkisini simgeler. Böceğin yumurtalarını koyduğu ve itme gücüyle yuvarladığı küre, kozmozda bir güçle yuvarlanıp giden bir ateş küresi olan ve tohumlarını Sirius’ten alan Güneş’i simgeler[3]. Sembolün bu anlamdaki kullanımında, sembole genellikle Güneş’i simgeleyen bir diskin eşlik ettiği görülür.
  • Ölüm ve ölüm-ötesi konularıyla ilgili olarak kullanımında ise reenkarnasyonu simgelemek üzere kullanılırdı. Bununla birlikte skarabenin eski Mısır’da aynı zamanda bir tür muska olarak da kullanıldığı bilinmektedir.

Kadim Mısır'ın tılsımsal böceği

Kadim Mısır'ın bu kutsal böceği, günümüz dünyasının bile en geçerli tılsımlarından biridir. Kadim Mısırlılar onun yaratılış, erkekliğin tartışılmaz gücü, üreme, bilgelik, reankarnasyon, ölümsüzlük ve yenilenmeyle özdeşleştirmişlerdir. Bokböceği tılsımı hemen hemen dört bin yıllık bir faal yaşam süresi gösteren ve dünyadaki tılsımların içinde en uzun bir geçmişe sahip olanıdır. Bugün bokböceği simgeli yüzük, küpe ve broşlar uğur olarak hala kullanılmaktadır.

Devamını Oku

28 Şubat 2014 Cuma

Enerjimizi yüksek tutalım!

Ya hep birlikte psikolojik bunalıma gireceğiz, ya da bütün bu olan bitenin altından güçlenerek kalkacağız.

Şahsen ben, ruhları çürümüş bu insan müsveddeleri yüzünden yeterince zedelenmiş olan adalet duygumun dibe vurmasına, ekranlar aracılığıyla içime işleyen kötü enerjilere; bu kokuşmuş, bu rezil, bu paraya ve güce tapma ritüellerinden oluşan acemi tiyatroya daha fazla tahammül etmek istemiyorum.

Kirli insanların er ya da geç kendi kirli çukurlarında yok olacaklarına inanıyorum. Belki de kirin ortaya çıkması için etrafın bu kadar çok kokuşmasına gerek vardı diyorum.
 Halı temizleme deterjanları gibi; önce pislikler yüzeye çıkacak, sonrasında da süpürülüp atılacaklar!

Ben umutluyum, dünyayı güzelliklerin kurtaracağına inanıyorum. Şimdi size bugün okumaya başladığım Reiki kitabının güzel bir egzersizini anlatıyorum, evrenin enerjisi içinize işlesin diyorum.
evrensel enerji


Ayaklarınızın üzerinde durunuz. Kollarınızı sol avcunuz yukarı, sağ avcunuz aşağı bakacak şekilde, sol kolunuzu yukarıya doğru 45 derecelik açıyla, sağ kolunuzu aşağıya doğru 45 derecelik açıyla geriniz. 3-5 dakika bu egzersizi yapınız. Çevrenizdeki manyetik akım sol avcunuzdan girip kalbinizden ve güneş ağından akarak bütün vücudunuzu ilave enerji ile doldurduğunu hissedersiniz.
Bir kere Evrensel Hayat Enerjisi ile temas edilince ve onun tüm vücuttan aktığı hissedilince, hayatın tüm yollarında zenginlik, başarı ve bolluk hisleri üzerinde tüm dikkatinizi yoğunlaştırmalısınız.

İçimdeki sevgiyi bu pislikler bitiremeyecekler!



Devamını Oku

24 Şubat 2014 Pazartesi

Nedir bu Tivibu'dan çektiğim, yazmadan duramadım!

Bundan yaklaşık 5 sene önce, Tivibu henüz çok bilinmezken Tivibu'lu olmuştum. Tivibu Tivibu hu huuu diye şarkısı vardı reklamlarda hatırlarsanız. Çok isteyerek değil, çanaksız olduğu için biraz da mecburiyetten. Çünkü çanak anten alırsam evin içinden boylu boyunca kablo geçmesi gerekecekti, evden kablo geçsin istemedim, neyse işte Tivibu'lu oldum.

İlk zamanlar kendisiyle ilişkimiz bir flörtün cicim ayları gibi gayet güzeldi. “Seç İzle” ve “Kirala İzle” diye seçenekleri vardı. 9.90 lık en mini pakete sahip olmama rağmen bedava “Seç İzle” klasöründen film seçip izlerdim.  Çoğu eski meski filmlerdi ama olsun, ne mutlu günlerimizdi!

En mini pakete sahip olsam da Nat. Geo. Adventure gibi güzel belgesel kanallarımız da vardı. Gerçi HD kanalları izlettirmiyordu ama en azından abuk sabuk filmler de gösterse Planet Türk, Planet Sinema gibi film kanalları ile oyalanabiliyorduk. Bu film kanallarının görüntü kalitesi berbat da olsa arada sırada Türk filmi izlemek terapi gibi geliyordu. Halk Tv yoktu gerçi, tek tip yayın yapan kanalların aksine değişik şeylerden bahseden Ulusal Kanal vardı mesela, hiç yoktan iyiydi. Ülkede olup bitenlere muhalif bir pencereden bakabiliyorduk.

Yeniydi Tivibu ama teknik hata ile pek karşılaşmazdık. Bir şey olduğunda da müşteri temsilcileri acayip ilgi gösterir, sorunumuzu şıp diye çözerlerdi. Öyle ya tivibu, tivibu huhu diye şarkılarla yeni ürünlerini pazarlama aşamasındaydılar, müşteri memnuniyetine önem vermek zorundaydılar.

Ne zaman ki Tivibu yaygınlaşmaya başladı; tabiri caizse arkadaşların bitleri kanlanmaya başladı, hizmet kalitesi de yerlere düştü ne yazık ki. 

Önce kanalları tırpanladılar yavaş yavaş. Ulusal Kanal gitti, Planet Sinema gitti, Planet Türk gitti, en sevdiğim Nat Geo Adventure gitti. Bir ara reklam olsun diye bedava verdikleri FilmTv'nin gittiğini söylememe gerek yok sanırım.

Artık ezbere bildiğim şikayet numarası 4440375'i arayıp “bu kanallar neden yok artık?” dediğimde
 “Kem de küm, ee şey işte onların yerine Planet Pembe ve Planet Mutfak var” gibi saçma şeyler söylediler. Kardeşim yemek tarifi ve pembe dizi ile film aynı şey mi diyemedim, desem ne değişecekti ki?

Birdenbire “seç izle” klasörünü en mini pakete sahip, 9,90 (bu arada artık 12 ya da 13 gibi bir şey oldu bu fiyat, tam bilemedim şimdi, otomatik ödemede) ödeyen bizim gibi paryalara, aşağı tabakaya (!) kapatıverdiler ansızın. Bir sabah uyandık ve bedava filmlerimizin yok olduğunu gördük. Bedava film seçmeye kalktığımızda “bir üst pakete geçin” mesajı ile
 “hooop yassah hemşerim, paran kadar konuşacaksın” tavrını bize layık gördüler. Üstelik haber verme nezaketi hak getire! Aradığımda meşhur 4440375'i,
 “Ben Tivibu aldığımda bedava film izleyebiliyordum, ne oldu?” diye sorunca “işinize gelirse” nin kibarcası olan “ bundan sonra bu şekilde efendim” yanıtını aldım.

İyi kötü idare ediyorduk, çünkü dedim ya, çanak istemiyordum. Kablolu tv ile görüşeyim dedim; Türkiye'nin en büyük şehrinin en bilinen semtinin göbeğinde böyle bir hizmet yoktu maalesef! İşin komiği de bizim sokakta vardı, ama 125 metre ötedeki apartmanda bitiyordu döşenen kablolar; dolayısıyla kablolu tv'den yararlanamazdık.

 Hay bin kunduz! Yıl 2014! Çatıya eski tip anten mi koysak, yoksa tencere kapağı mı?


Son günlerde teknik arızalar öyle arttı ki Tivibu'da, insanın parasıyla rezil olması sanırım tam da böyle bir şey. Yazarken bile sinirden gülüyorum:

Sistem o kadar yavaş ki, kumandaya 5 yazıyorum mesela, beşinci kanala gideceğime kendimi 8 de buluyorum, algılamıyor kumanda komutlarımı, sanki Commodore 64 çağından kalmış!

Parasıyla film izlemek istedim dün, “kirala izle” klasörünü açtım.
 “Şu anda zaman detayına ulaşılamadığı için işleminizi yeniden yapın, kutunuzu açıp kapatın, olmadı 4440375'i arayın” mesajı geldi. Kutu açıp kapatmaktan ctrl-alt-delete ile iş yapmaya çalıştığım, külüstür bilgisayar reva görülen eski iş yerindeymişim dejavusu yaşıyorum, sinirler laçka ki ne laçka!

Efendi efendi şikayet hattını aradım yine de; otomatik ses “tahmini bekleme süreniz 1 dakikadır” demesine rağmen tam 14 dakika 25 saniye  beklemede kaldım. Tahmin edeceğiniz üzere kapattım telefonu. Şikayet hattında bekleme süremden de kazanıyor bu Ttnet diye düşünmemeye çalıştım; netekim sabit hattan yani Ttnet'den arıyordum, çifte darbe!

Bence benim gibi herkes şikayet ediyor ve bence pazar günleri telefona bakan eleman sayısı oldukça az. İyi de kardeşim en çok pazar günleri izlemiyor muyuz bu televizyonu..

Tivibu tivibu hu huuuu!

"Kategorilere ulaşılamıyor" diye bir hata var çok gülüyorum. Sanki doksanlı yılların bilgisayarları gibi..

Tivibu tivibu hu huuuu!

Zaten o kategorileri yapan arkadaşları da ayrıca tebrik etmek lazım. Kırmızı halı kategorisinin içinde alfabetik liste, ayrıca başka bir alfabetik liste daha! Nereye bakacağımı şaşırıyorum. Öyle karman çorman ki film kategorileri, ben mesela en mini paket sahibi parya sınıfı olarak hangi filmlere erişebileceğimi bilemiyorum. Tek tek bakmam lazım ki göreyim bana hangilerini izlettirmiyorlar.. Hangisi paralı hangisi parasız diye tek tek filmlere bakmak ise Çin işkencesi, insanı korsan cd'ye teşvik ediyor neredeyse! 

Bir de HD meselesi var ki anlamak mümkün değil. Bu Tivibu, Hd filmleri 2-6 TL ye kiralıyor güya ama bana HD film yassah! "Parasıyla değil mi kardeşim, niye izleyemiyorum HD film?" dediğimde ise “ bir üst pakete geç, daha çok öde” diyor.

İnat değil mi daha çok ödemiyorum. Beni aptal yerine koyarak bir üst pakete geçirtmeye çalıştıkları sürece de ödemeyeceğim!

TRT vergisini elektrik faturalarında yıllardır dayatan devlet, beni neden bunlarla muhatap bırakıyor sorusu ise ayrı bir muamma!

Bir kez bile açıp izlemediğim TRT için vergi veriyorum, üzerine dicibilmem ne, smart cart curt, tivibu huhu için ayrıca para ödüyorum, soygunun haddi hesabı yok!

minik kumandator?


Ya bir de şu kumanda meselesine değinmek istiyorum.
İlk aldığımda yaptıkları memnuniyet anketinde de söylemiştim. Bu kumanda ergonomiden fersah fersah uzak demiştim. Sağdaki televizyon kumandası, soldaki Tivibu kumandası. 

Tivibu kumandası neden bu kadar küçük? 
Cebimde mi taşıyacağım ben bunu? Hayır parmaklarım da incedir ve buna rağmen ben bu tuşlara ba-sa-mı-yo-rum! Tombul parmaklıların hali nicedir düşünmek bile istemiyorum, yanlarında çocuk bulundurmaları lazım bu kumandayı kullanabilmek için: 
- Orçun evladım, bas yirminci kanala.
- Çikolata almazsan olmaz dedeciğim..
Ya bu Tivibu yüzünden yeni nesil rüşvete alışıyor bir şey değil..
Abartmayayım durumu, hadi bastım diyelim zorlana zorlana, kumanda simsiyah! Karanlıkta tv izlemeyi severim ve akşamları bu kumandayı ışık olmadan göremiyorum. “Gidip ışığı açıp sonra da kumandayı kullanacaksam o zaman kumandaya ne gerek var ki? Madem kalkıyorum, gidip aletin üzerinden de değiştiririm kanalları eski Şaplorenz televizyonlar gibi” dedim geçen gün toplu şikayet ederken, “buna yapabileceğimiz bir şey yok” dediler.. Ya bari ileteceğiz ilgililere falan deyin, müşterinin gazını alın değil mi ama. Hani tüketim toplumunda müşteri her zaman haklıydı, her şey yalan! 

Aslında ben huysuz, olduk olmadık şeyleri şikayet eden şımarık biri değilim. Çağrı merkezlerinde zor koşullar altında çalışan arkadaşlara da olabildiğince nazik davranmaya çalışırım her zaman. Bu yazıyı yazmaktaki amacım öncelikle içimi dökmek, sonrasında ise belki Tivibu çalışanlarından biri bu “cinnet geçiren müşteri” yi duyar da hak verir diyedir. Yoksa rakip şirketten filan değilim yanlış anlaşılmasın. Ben sadece 2014 yılı teknolojisine yakışır bir tv hizmeti almak istiyorum kazıklanmadan, çok mu şey istiyorum?

Ha bu arada yiğidi öldürüp hakkını yemeyelim, bildiğim kadarıyla başkalarında olmayan güzel bir özelliği var Tivibu'nun. Durdur izle, tekrar izle.. Bütün kanallardaki dizi ve programları hafızaya alıyor, bir hafta oradan izleyebiliyorsunuz. Ama nedense Cnbc-e dizileri hariç! Orada kaliteli diziler olduğu için olabilir mi? Bilemiyoruz, Tivibu böyle uygun görmüş!
 "Durdur İzle" ise süper bir özellik gerçekten de, 90 dakika canlı yayını dondurabiliyorsunuz.. İyi de benim anlayamadığım şey şu:
 Rekabet çağında iken neden dicibilmem ne, smart cart curt gibi platformlar da bu teknolojiye geçmiyor ve neden sırf bu "durdur izle" cazibesi yüzünden Tivibu'nun onlarca hatasını sineye çekmek zorunda kalıyoruz?

Dijital platform yöneticileri uyuyor mu?7








Devamını Oku

22 Şubat 2014 Cumartesi

Her an, Her yerde, Herkese daha fazla Hürriyet!

Hürriyet Dünyası mecralarına reklam vermek artık çok kolay!
Gazetede, webde, tablette, mobilde ve sosyal medyada her gün 6,9 milyon insanın yolu Hürriyet Dünyası’ndan geçiyor.
Her gün 1,6 milyon kişiye erişen Hürriyet Gazetesi’ne artık tek bir sayfa üzerinden reklam vererek mesajınızı hedef kitlenize en etkili şekilde ulaştırabilirsiniz. Hürriyet Reklam Grubu size en uygun planlamayı ve rezervasyon hizmetini sağlayarak reklamınızı en etkin şekilde tüketici ile buluşturur. Hürriyet Dünyası, Türkiye’nin en çok okunan gazetelerden birine sahip olmasının yanısıra; internet dünyasında da Türkiye'nin en etkin ve en yenilikçi portalleriyle reklam veren için dev bir içerik ağı sağlamaktadır.
Hürriyet Gazetesi’nde yerinizi almak için; http://reklamver.hurriyet.com.tr/gazeteye-ilan-ver.html adresinden; her biri kendi alanında uzman olan internet siteleri üzerinden hedef kitlenize ulaşmak için ise http://reklamver.hurriyet.com.tr/internete-ilan-ver.asp adresinden Hürriyet Reklam Grubu’na ulaşabilirsiniz.

Hürriyet e-Gazete
Hürriyet’i geleneksel gazete formatında tabletten veya akıllı telefondan okumak isteyenler için hazırlanmış olan Hürriyet e-Gazete Uygulaması; ana gazete ve yayınlanan tüm ek sayfalarına dijital ortamda erişme şansı vermektedir. Uygulama bugün, Türkiye’nin en çok okunan tablet gazetesidir. Toplamda ücret ödeyen abone sayısı, ücretsiz rakiplerinin ulaştığı rakamları geride bırakmıştır. Ertesi gün bayide yerini alacak gazeteye, her gün saat 00:00’da erişme imkanı sağlayan Hürriyet e-Gazete Uygulaması, IOS, Android ve Windows 8 platformunda yer almaktadır.

Hürriyet Tablet
Hem ertesi gün bayide yer alan gazetenin içeriğine hem de tablete özel haber, video ve fotoğraflara ulaşma şansı veren Hürriyet Tablet Uygulaması, kullanıcı dostu bir ara yüzle tasarlanmıştır. Her gün 20:00’da güncellenen uygulama, görsel zenginliğin yanısıra Hürriyet'in en beğenilen köşe yazarlarını, Spor Servisi'nin hazırladığı zengin spor sayfalarını, gündemi belirleyen haberleri ve birbirinden renkli Kelebek, Cumartesi, Pazar ve Seyahat ekleri içeriğini tablete özel bir şekilde okuma imkanı sağlamaktadır.

Hürriyet Çocuk Kulübü       
Hürriyet Çocuk Kulübü, 7-14 yaş hedef kitlesine sahip; spordan sanata, güncel konulardan eğlenceye, teknolojiden bilime kadar pek çok alanda düzenli haberler yapan bir tablet uygulaması ve internet sitesidir. Kulübün 12 adet çocuk ve genç yazarı vardır. Tablet uygulamasının içinde ve Hürriyet Çocuk Kulübü internet sitesinde oyunlar, yarışmalar, makaleler, eğlenceli videolar, çocuk ve gençlerden gelen haberler yer alır. Tablet uygulamamız haftalık yayın yapan, ama aynı zamanda güncel olan ücretsiz bir uygulamadır.
Hürriyet Tablet veya Hürriyet e-Gazete üzerinden hedef kitlenize ulaşmak için http://reklamver.hurriyet.com.tr/tablete-ilan-ver.html adresinden Hürriyet Reklam Grubu’na ulaşabilirsiniz.
Türkiye'nin en etkin mecralarından biri olan Hürriyet Gazetesi'nde Türkiye veya bölge baskılarında seri ve sosyal ilan verebilirsiniz.
Eleman İlanı (Gazetenin Türkiye ve Bölge eklerine Eleman İlanı, Hürriyet IK gazetesine Eleman İlanı), emlak ilanı (satılık veya kiralık ev, işyeri, yazlık, arsa, gayrimenkul, konut, devre mülk ilanı), vasıta ilanı (satılık veya kiralık araba, iş makinesi, kamyon, otobüs, minubüs, motosiklet ilanı), kayıp ilanı, nakliye ilanı, ders verme ilanı, satılık eşya ilanı veya eşya arayanlar kategorilerinde ve sosyal ilan (Doğum, vefat, anma, baş sağlığı Teşekkür İlanı) vermek istiyorsanız, http://reklamver.hurriyet.com.tr/seri-ilan-ver.html adresinden Hürriyet Reklam Grubu’na ulaşabilirsiniz.
Insert Kullanımı
Hane halkının her bireyine ulaşan, başlı başına bir mecra olma özelliğiyle etkin bir pazarlama ve iletişim aracı olan insert uygulaması ile gazetede, hafta içi ve sonunda ürünlerinizin, hizmetlerinizin tanıtım ve pazarlamasını yapabilirsiniz. Firmanızı veya ürününüzü tanıtmak amaçlı broşür / insert’ün Hürriyet Gazetesi ile birlikte dağıtılmasını istiyorsanız, Hürriyet Gazetesi’ne http://reklamver.hurriyet.com.tr/insert-ilan-ver.html adresinden ulaşabilirsiniz.
Hürriyet Dünyası’nın tüm mecralarına reklam vermek için Reklamver.Hurriyet.com.tr adresine tıklayın. Reklamınız hedef kitlenize en etkin şekilde, her an, her kanaldan ulaşsın.
Bir boomads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

21 Şubat 2014 Cuma

Yalan yok, tanıtım yapıyorum: Kampanyon.com

Samimiyet, bir blog yazarının sevilmesi, takip edilmesi için en önemli özelliktir diyoruz ya hep. Aksi olsa zaten blog değil gazete yazarı olurduk, ciddiyet akardı kelimelerimizden.

Her yiğidin bir yoğurt yeme tarzı vardır” meselesi var bir de, ben de bu iki özeliği birleştirerek değişik bir şey deneyeyim dedim. Neden bahsettiğimi az sonra anlayacaksınız.

Açın bakın blogların çoğuna, “şöyle bir ürün gördüm, aman ne harika, aldım uyguladım... vs” yazılarıyla karşılaşırsınız bol bol, çoğu reklamdır aslında, yani tanıtım yazısıdır.

Peki blog yazarı tanıtım yazısı yazmasın mı?

Elbette yazsın.

Blog yazarı, verdiği emeğin karşılığında küçük de olsa kazanç elde etsin ki motive olabilsin. Ama biraz samimiyet olsun, dürüstlük olsun bu işte.. Yani ürün incelemesi yapan bloglar, bir ürünün bazı özelliklerini beğenmiyorlarsa, para aldıkları için bunu yazmamazlık etmesinler. Yanıltıcı reklam yapmasınlar diyorum ben.

Çoğumuz hem blog yazıyoruz, hem de okuyoruz. Bloglarda tanıtım yazısı olduğunu hissettiğimizde ise hemen kaçıyoruz. Belki de en sevdiğimiz dizinin arasında yarım saat reklam koyanlara tepkimiz, bizi böyle reflekslere itiyor. Yazılarına onlarca yorum gelen blog yazarlarının tanıtım yazılarına bakın, sıfır yorum görürsünüz. Okuyucu ilgilenmeyip kaçmıştır. Bazı okuyucular da “Sen de reklam yapmaya başladın, yazıklar olsun” şeklinde yorumlarla moral bozarlar.
 Blog yazarı yaptığı işten para kazanıyorsa ayıp mı yani, o zaman roman yazarları da bedava yazsınlar. Hiç öyle şey olur mu, biraz hoşgörü ve anlayış bekliyoruz netekim.. ( Blog yazarları benimle gurur duyacaklar böyle söylediğim için)

Ben, çok deneysel bir çalışma yapıyorum şu anda. Birazdan yapacağım tanıtımda size
böyle bir siteyle karşılaştım, süper ötesi alışverişler yaptım, aman da ne memnun kaldım” demeyeceğim yani; sadece benden tanıtmamı istedikleri siteyi objektif bir gözle inceleyip size anlatacağım.
Ama sizden bir şey istiyorum; siz, yani benim için çok değerli olan, her gün gelip yazılarıma yorum yapan sevgili takipçilerim:
Lütfen bu yazıyı, yani yapacağım tanıtımı sonuna kadar okuyunuz ve her zamanki gibi yorumlarınızı eksik etmeyiniz.
Neden biliyor musunuz, açıkça söylüyorum yine:
Bu blog biraz para kazanmalı, çok emek veriyorum çünkü, çok zaman harcıyorum.
Yani tanıtım yazılarımı da okumalısınız, reklam bannerlarıma da ilgi göstermelisiniz ki Evde Yazar ayakta kalsın, kendini geliştirebilsin.

Bu kadar girizgahtan sonra zevkle okumaya devam edeceğinizi hissettiğim – yazar yönlendirme mi yapıyor demeyiniz, bu kadar pimpirikli olmayınız ☺- tanıtım yazıma geçiyorum efendim..
Dediğim gibi objektif bir bakış açısıyla siteyi inceleyeceğim, hazır mısınız?
Peki o halde başlayalım:

Sitemizin adı: Kampanyon.com

Zaten bu günlerde takip ettiğiniz bir çok blogda adını mutlaka görmüşsünüzdür. Sitenin sahipleri eksik olmasınlar Evdeyazar'ı da tanıtım yaptırmaya layık görmüşler. (Yazar böyle bir cümleyi reklamverene şirinlik olsun diye yazmıyor, nezaket icabı teşekkür ediyor. Bu arada eğer kendileri bir banner reklam ile ilişkiyi sürdürmek isterlerse değerlendirir elbette ☺)

Pek bir pozitif günümüzdeyiz ya, sözcüklerimiz yetmezmiş gibi bir de ☺ işaretleriyle şenlendiriyoruz ortalığı. Eee amacımız okuyucuyu kaçırtmadan tanıtım yazısı yazmak..

Neyse efendim biraz ciddi olalım ve tanıtıma devam edelim.

    Kampanyon.com'u açınca ne görüyoruz?

kampanyom.com kategoriler


İlk etapta GİYİM-AYAKKABI-ÇANTA-ERKEK-ÇOCUK-AKSESUAR-KOZMETİK ana başlıklarını görüyoruz. Buyurunuz kampanyon.com'un ana sayfasına siz de bakınız.
Benim için bir sitede kategorilendirme mantığı çok önemlidir. Bunu test etmek için hemen ÇANTA başlığına giriyorum. Sol tarafta karşıma DERİ, KUMAŞ, GÜNLÜK, ASKILI, ABİYE, PORTFÖY vb. gibi 14 alt kategori çıkıyor. İçlerinden bir kategoriyi mesela sırt çantasını seçiyorum.

alt kategoriler

Gördüğünüz gibi renk- fiyat-markalar seçenekleri geliyor. İçlerinden birini seçiyorum, tıklıyorum, hoop o çantanın satıldığı mağazanın sitesinde buluyorum kendimi.

Kategorilendirme mantığı benden geçerli tam notu alıyor. ( Tanıtım yazısı olduğu için değil, acayip pratik olduğu için bunu söylüyorum) Buyurunuz isterseniz kendiniz de kampanyon.com kategorileri  test ediniz. 

Devam ediyorum incelemeye.

Kampanyon.com, aceleciler için iyi seçim

Zamanınız kısıtlıysa, bir çok e-ticaret sitesini tek tek gezmektense mesela

parfüm/ menekşe kokulu/ 50-100 TL arası

gibi iki-üç saniyede komutlar vererek karşınıza çıkan marka seçeneklerini ucuzdan pahalıya sıralatıp kısa sürede alışverişinizi yapabiliyorsunuz. Günümüzün tahammülsüz, sabırsız, her zaman acele eden insan profili için ideal bir hizmet bence..

Başka ne avantajlar var Kampanyon.com'da?

etiketler


*** Resimde göreceğiniz üzere Kampanyon.com'a özel indirimler var.
*** Ürünlerin üzerine geldiğinizde tıklamanıza gerek kalmadan resimdeki gibi küçük tanıtım pencereleri açılıyor, ki bence çok mantıklı bir uygulama.
*** Site sayfaları hızlı açılıyor.
*** Bir çok marka ve de alışveriş sitesi seçeneği var.



SON SÖZ: Ben cidden siteyi beğendim. Aklıma “şöyle de olsaydı iyi olurdu” diyebileceğim bir eleştiri gelmiyor. Umarım bu yaptığım tanıtımdan ve de siteden sizler de hoşnut kalmışsınızdır.
Yorumlarınızı heyecanla bekliyorum, sevgiler..




Devamını Oku

19 Şubat 2014 Çarşamba

Başka türlü hayatlar mümkün!


Başka türlü hayat mümkün!

Bir genç adam düşünün. 10 sene dünyanın çeşitli yerlerinde gezgin hayatı yaşamış, sonrasında doğaya adamış kendini. Derdi tohumları toprakla buluşturmak. 22 metrekare bir balkonu varmış, anlattığına bakılırsa eline geçen bütün tohumları orada fide haline getiriyormuş.
Büyük bir hayranlıkla dinledim kendisini, içim mutluluk ve sevgi doldu..
Tam 3 sene neredeyse minimum market alışverişi yaparak yaşadığından bahsetti. Yetiştirdiği ürünleri takas pazarlarında paylaşarak diğer ihtiyaçlarını gideriyormuş. Mesela karpuzdan reçel yapıp, karşılığında ups kablosu alıyormuş. Dedim ya, başka türlü ütopik bir hayatın mutluluk veren temsilcisiydi karşımdaki.

Bütün sebzelerini balkonda yetiştiriyormuş.
 Bamya, kabak, bezelye, aklınıza ne gelirse. Hatta ada çayı bile.. "Ada çayı ağaç değil mi" dedim bilmezlikle, "70 çeşidi var" dedi. Balkonundan topladığı ada çaylarından getirmiş bir torbada, mis gibi kokuyorlardı.
Marul gibi, maydanoz gibi yapraklı bitkilerin çok bereketli olduğunu söyledi, "siz koparıp yersiniz, ardından yenisi gelir" dedi. Küçük bir tarla edinmiş kendisine, balkonda sürgün veren filizleri daha geniş topraklarla buluşturmak için. Oradan elde ettiği ürünleri de ailelerle paylaşıyormuş.
Bu toplayıcılık ve yetiştiricilik işlerine ilk başladığında “hadi aranızda yiyecek bir şeyler yok mu diye dolanırdım” dedi. “Sonrasında o bamya çiçeğinin güzelliğini, o bezelye çiçeğinin zerafetini gördüm ya” dedi, “unuttum yiyeceği filan, bitmesin istedim çiçeklerin vakti sonrasında” ve ekledi:
-Bitkiler öylesine değiştiriyor ki bakış açınızı!

"Benim gezme rotamı bitkiler belirliyor" dedi. "Mesela İğneada'da ıhlamurlar, Bolu Ormanları'nın lezzetli meyveleri"..

Etkinliğe gelen genç bir çift vardı. Karar vermişler, gideceklermiş doğanın kucağına; basit ve mutlu bir hayat yaşamak için. Birikimleriyle alacakları bir arazi baktıklarını söylediler.
Bir diğer katılımcının söyledikleri ise şiir gibiydi:

-Bu zamanlarda Datça'da bademler çiçeklenmiştir artık. Datça'ya bahar, şubat ayında gelir. Gece kışından bineceksiniz otobüse, sabahın baharı karşılayacak sizi Datça'da...

Nasıl içim eridi, anlatamam size..

balkonda harikalar
çiçeklerim

Etkinlikte kendi yetiştirdiği bu güzel çilek ve sümbülü verdi bize genç adam. "Sümbül çiçeği açıp solduktan sonra sapını kesin, soğanı serin bir yerde kurutun. Seneye şubat ayında sürgün vermeye başladığında toprakla tekrar buluşturun" dedi, gözleri parlıyordu.
Bir de kendi toprağını kendisi üretiyormuş. Derince bir kaba kat kat evdeki bitki çöplerini, kurumuş yaprakları, üzerine de -solucanlısı makbul olan- toprağı örtüyormuş, dört beş ay sonra taze toprak oluşuyormuş.
Bir katılımcı "çiçeklerimde beyaz bitler var, ne yapsam da kurtulsam" dedi. Genç adam “bir keresinde güllerimi yemişti o bitler, biberi kaynatıp sıktım üzerlerine, gülüm kurtuldu. Ama böceklerin intikamı acı oldu, bir hafta sonrasında Gezi'de biberi bana sıktılar “dedi, gülüştük..
Bir başka katılımcı ta Silivri'den gelmiş etkinlik için, " benden geçti artık, torunlarıma güzel bir dünya bırakmanın peşindeyim" dedi.
Bu güzel insanları buluşturan  harika etkinliğe nerede gittim diye merak ediyorsunuz belki de;  Don Kişot Sanat Merkezi'nde.. Belki duymuşsunuzdur hani şu işgal evi var ya! Basında sıkça yer alan, işte orası. Upuzun bir yazı konusu olacak o müthiş mekan!

NOT: Merak edenleriniz, harika bitki fotoğrafları görmek isteyenleriniz olursa Facebook'a "bahçe günlüğü" yazsınlar...

Sevgilerimle..







Devamını Oku