20 Kasım 2024 Çarşamba

Bugün Hayata Pozitif Baktım

Su sesi duyup camdan baktım. Temizlik işçileri sokağı yıkıyordu. Hava serin olmasına rağmen camdan izledim işleri bitene kadar. Karşı komşu da baktı sonra. O, camı açmadı. Belki de üşüyordu. Sokakların basınçlı hortumla yıkanmasını izlemeye bayılırım ben. Size de böyle olur mu?

Sokaklar yıkanırken, hortumdan çok az su fışkırtılır aslında. Ama öyle basınçlıdır ki o su, bütün çöpleri öne doğru sürükler. Hortumu tutan kişi ilerledikçe, geride ıslak bir temizlik kalır. Neden severim bunu izlemeyi? Bilmem. Belki de bir çeşit arınma hissi gelir içime o anlarda. Bir anlığına dünya güzelleşir sanki!

 İzlerken, yerden havalanan izmaritleri kimlerin attığı düşüncesi bir an gelir; sonra suyun kaldırma kuvvetinin etkisiyle geçer gider aklımdan. Normalde kızarım izmariti yere atanlara. Ama böylesi anlarda, sokaklar temizlenirken yani; içim de arındığı için midir nedir, hiç öyle kötü şeyler düşünesim gelmez.

Temizlik işçilerine bakkal Ali Abi’nin çay ikram etmesi sonra… Nasıl huzur dolu bir andır o… 

“Her şey, tam da olması gerektiği gibi duygusu…” Bence paha biçilemez buna.



Vergi dairesine gittim sonra. Hiç sıra yoktu. Soruma yanıt veremedi memur. “Siz nasıl ki hastalanınca hastaneye gidiyorsanız bu soruyu da SSK’ya sormalısınız” dedi. Tane tane, cahile anlatır gibi anlattı. Çok kızmadım, biraz hayal kırıklığı oldu. “Ama size yönlendirdiler” dedim. “Yanlış yapmışlar” dedi. Yine kızmadım çok, böyle oldu işte ne yapalım...

Eve geldim sonra.  SSK’yı aradım. ALO 170. Hemen açıldı telefon.

“Size nasıl yardımcı olabilirim, adım Furkan” dedi medenî bir ses.

Derdimi anlattım, “Birkaç dakika bekletelim sizi” dedi, “Elbette” dedim. Birkaç dakika sonra son derece pozitif ve kibar bir yaklaşımla ve özetle tam da sorumun yanıtını verdi. “Şahane bir şekilde yanıtladınız, çok teşekkür ederim” dedim. Umarım bu ses kaydını amiri dinliyordur ve umarım Furkan Bey’e çok zam yapar. Saygılı ve bilgili olduğu için. Yaa bak işte! Eğer vergi dairesinde sorumun yanıtını alabilseydim, SSK’yı aramazdım. SSK’yı aramayınca da Furkan Bey gibi işini iyi yapan, saygılı ve bilgili bir memurun varlığından haberdar olmaz ve kendimi böyle iyi hissetmezdim.

Sonuç olarak ben bugün hayata pozitif baktım.

Aslında kayda değer bir şey yoktu günümde.

Ama pozitif baktığım için pozitif şeyler gördüm.

Ben bugün sebepsizmiş gibi görünen küçük mutluluklar yaşadım...

Teşekkürler hayat, olumsuzluklara perde çektiğin için…

Ve, bunu görmeyi başarabildiğim için…


Devamını Oku

17 Kasım 2024 Pazar

Paralel Evrende Mutlu Ülkemizden Kesitler

Kapımızın önündeki dört buçuk metre genişlikte kaldırıma bayılıyorum. Akşamları ferah ferah yürüyüşlere çıkıyoruz. Kaldırımlara dikilen ıhlamur ağaçlarının kokusu yok mu, insanı mest ediyor. İyi ki sokaklara böyle güzel kokan, meyve veren ağaçlar dikilmiş otuz sene önce.

Haberleri açayım bakalım neler varmış:

“Sevgili Seyirciler,

Bugün yine harika haberlerle karşınızdayız. İlk haberimiz bir ödül ile ilgili. İstanbul, dünyanın en yeşil büyük şehirleri yarışmasında birinci oldu. Paralel evrenlerde “kupon arazi” diye adlandırılan, istenilse gökdelenler dikilebilecek alanları kent ormanı, kent göleti, park şeklinde devasa yeşil alanlara dönüştürüp halkın hizmetine açan yöneticilerimize şükranlarımızı iletiyoruz.


Sıradaki haberimiz, “ulusal tarım kalkınması” programı ile ilgili. Türkiye, gıda anlamında “kendi kendine yeten” birkaç ülkeden biri olma özelli
ğini koruyor. Köye teşvik programının da etkisiyle verimli Anadolu topraklarında ilaçsız, zehirsiz, ata tohumlarıyla yapılan üretimlerden âdeta bereket fışkırıyor. Hatta dünyanın pek çok ülkesi, Türkiyeden gönderilen tarım ürünlerini, meyve ve sebzeleri test etmeye bile gerek duymadıklarını; Türkiyeye çok güvendiklerini basın araçlarında sürekli gündemlerinde tutuyor.

Evet sayın seyirciler, ülkemizin her noktasına eşit kalkınma olanakları sunan Merkez Planlama Teşkilatı sayesinde fabrikasız şehrimiz kalmadı biliyorsunuz. Her ilimizde, o ilin özelliklerine uygun fabrikalar adeta sosyal yaşam alanına dönüşmüş durumda. Atatürk’ün Sümerbank projesinin devamı dalga dalga tüm kasabalara yayılıyor. Fabrika yerleşkelerinde açılan okullar, kurslar; düzenlenen bahar şenlikleri, Cumhuriyet baloları; konserler, sinema etkinlikleri… Kapalı meclis oturumundan sızan kulis bilgilerine bakılırsa; Almanya’dan bir heyet, fabrika sosyalleşmesini incelemek üzere yakında ülkemize gelecekmiş. Bu konudaki yorumlarınızı lütfen bizimle paylaşın. Alman heyet sizce neden ülkemize gelmek istiyor?


Sıradaki haberimiz yurt dı
şından ülkemize çalışmak ve okumak için gelmek isteyen batılı gençler ile ilgili. Kısa sürede zenginleşen ülkemizde biliyorsunuz bilim alanında da harika gelişmeler yaşanıyor. Üniversitelerimizin akademik üretimleri, bilimsel buluşları dünyanın dört bir yanında hayranlıkla izleniyor. Almanya, İsviçre, İngiltere gibi Avrupa ülkelerinden ülkemizde okumak ve çalışmak için gelmek isteyen son derece donanımlı gençler için Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen sınava başvurular yarın başlıyor. Dünya ülkeleri bizi kıskanıyor mu bilemeyiz ama bizi hayranlıkla izledikleri bir gerçek.

Bu günlük bültenimiz bu kadar Sevgili Seyirciler. Şahane ülkemizde şahane günler, şahane akşamlar sizlerin olsun efendim, kalın sağlıcakla…

*******************

Haberleri kapatıp dışarıya çıkıyorum. Etraf mis gibi… Ne kadar şanslıyım… Kim bilir paralel evrenlerde benim diğer versiyonlarım neler yaşıyordur?

Mutlu pazarlar…


Devamını Oku

13 Kasım 2024 Çarşamba

Elektronik Oy Nedir Lo?

Sözümüz meclisten dışarı. Efenim teşbihte hata olmaz, rivayet bu ya; adı bilinmez bir ülkenin adı bilinmez köyündeyiz. Bir telaş, bir telaş… Çünkü köye elektronik oy verme sistemi gelmiştir.

—Hadi yegen lo, oy vermeye gidah!

—Gitmeye gerek yoh babo. Açiirsin cep telefonini, bi uygulama vardir, adı “Beni Seç”.

 O uygulamayı indiriyırsın gogle playerden. Oraya giriyırsın adini soyadini, oyunu veriırsın.

—Benim telefon eskidir, internet denen şey bende yohtir.

—Emmi sen hiç merak etmeyesin, biz senin yerine oyu verirık. Sen bize partini söyle, sonra da ver kafa kaadını, gerisine garışma!

—Hay Allah razi olsin yegen.

—Senin anangilin cep telefoni vardir?

—Yohtir oglim, ne gezer cep telefoni, okuma yazmalari da yohtir bizim köydeki gadinların!

—Eskiden nasil veriylerdi oylarini anangil?

—Gotüriydik okula, gösteriydik partimizin resmini, ona basiyirlerdi mühuri. Golay oliyidi, şincik bu uygulama ney nasil yapaciyik?

—Sen merak etme emmi, ver kafa kaadını Hatçe Deyzenin, evdeki öbür kadınların. Biz onların oylarını da hallederik.

—Hay Allah senden razı olsun yigenim!

—Lafı olmaz emmi, vatan için yaparıh elimizden ne gelirse…


**************************

 Köyde bunlar olup biterken aynı ülkenin büyük şehrini görürüz. Rezidanslarından birinde duman altı bir ortam... Etrafta pek çok ekran, mavi kodlar akıyor … İki cin bakışlı genç konuşmaktadır:

—Ooolumm yırttık! İki partiden teklif geldi bile şimdiden. Mikro düzeyde çalışacağız. Göze batmadan. Mahalle mahalle yapacağız işi. Her mahallede yüzde sıfır nokta beş indiragandi… Anladın sen! Zenginiz oolumm!

—Hangi partiye çalışacağız?

—Sorduğun da laf mı, kim çok verirse ona çalışırız; kapişş!

 **************************

Bütün bunlar bir ülkede olup biterken, Çinliler uzay malzeme bilimi, uzay tıbbı gibi konularda bilimsel araştırmalar yapmak üzere insanlı uzay aracını fırlatıyordu. 

Japonya, Ay’a yumuşak iniş yapan beşinci ülke unvanını alıyordu.

 Hindistan ise çoktan Ay'a inen dördüncü ülke olmuştu...

Kapişşş


Devamını Oku

10 Kasım 2024 Pazar

Olmadı Atam, İlkelerinde Sınıfta Kaldık, Başaramadık…


Senin mirasını koruyamadık, ilkelerine sahip çıkamadık Atam. İlkelerin yara aldı. Anlatacak çok şey var, boğazım düğümleniyor...

1-Cumhuriyetçilik İlkesinde Sınıfta Kaldık,

Sen, “Cumhuriyetçilik” ilkesi ile “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir dedin.

“Anayasada belirtilen sürelerde halkın seçtiği yönetim başa gelir ve görevi bitince başkaları gelir” dedin. 

Bugün ise halkın seçtikleri yerine atanmışlar geliyor Atam…

“Hükümet ile millet arasında herhangi bir kopukluk olmaz “ dedin, sence bugün öyle miyiz Atam?



Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerini”  oluşturdun; bak bugün ilk dört madde de revize edilmelidir sesleri yükseliyor.

Birinci ilkenden sınıfta kaldık Atam…

2-Milliyetçilik İlkesinde Sınıfta Kaldık,

Sen, Yurtta barış, dünyada barış dedin; bugün birçok ülkenin iç işlerine karışır hale geldik. Sen, cemaatlere karşı çıkmış, millet kavramını ön plana çıkarmıştın. Ümmetçiliği, Panturanizm'i, Panislamizm'i, ırkçılığı reddetmiştin.

Kendilerine milliyetçiyim diyenler, acaba seni anlamışlar mı Atam?

Bu ilkeden de sınıfta kaldık maalesef. Milliyetçiliği ırkçılıkla karıştıranlar var, senin adını kullanıp olmadık işler yapıyorlar…

3-Halkçılık İlkesinde Sınıfta Kaldık,

Sen, bize halkçılık ilkesi olarak “Bireyler arasında hiçbir hak ayrılığı görmemek, topluluk içinde belli bir zümre, cemaat, aile ve ekonomik güç için ayrıcalık tanımamak, kanun önünde herkesin eşit olması ilkesini miras bırakmıştın. Bugün mülakat sınavlarında torpil konuşuluyor. Cemaatler öyle güçlenebiliyor ki, darbe yapmaya bile kalkışabiliyor! Eğitim, sağlık, hatta askerlik hizmetinde bile parası olana ayrıcalıklar tanınıyor.

Sen, Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil, fakat kişisel ve sosyal hayat için iş bölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek, esas prensiplerimizdendir.” 

demiştin. Oysa şimdi adını sayamayacağım kadar çok bölünmüşlük var ülkemizde.

Halk olarak bir arada kalamadık Atam; en çok da bu ilkeden sınıfta kaldık belki de! Bizi kendi içimizde kavga ettirdiler şu veya bu sebeplerle…

“Halk, halk tarafından halk için idare edilir. Devlet vatandaşın refah ve mutluluğunu amaçlar, devlet hizmetlerinden herkes eşit yararlanılır” ilkesini benimsetmeye çalıştın ama, yönetenler ve yönetilenler arasında uçurumlar oluştu Atam… Halkçı olamadı yöneticiler, hem de hiçbir zaman…

4-Laiklik İlkesinde Sınıfta Kaldık,

Laiklik ilken çok yaralandı Atam. Sen, “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti demektir” dedin, bugün bu ilkeden ne kadar uzaktayız…

Hatta "Laiklik İlkesi" konuşulmuyor bile uzun zamandır. Devletin en büyük bütçeli kurumu Diyanet İşleri… Çok kötü çuvalladık Atam; laik kalamadık, dini devlet işlerinden uzakta tutup herkesin kendi vicdanında yaşayacağı özel bir alan olarak koruyamadık. Din, bireylerin özel yaşamında kalamadı… Bunu da başaramadık…  Senden sonra gelen yöneticilerin çoğu, dini değerleri kullanarak halkı sömürdü. 

5-Devletçilik İlkesinde Sınıfta Kaldık,

İlkeleri hatırladıkça, en çok hangisinden sınıfta kaldığımıza karar veremiyorum Atam. Sen, “Özel girişimin gücü dışındaki ekonomik örgütlenme ve kalkınmayı devlet yapar.” demiştin. Bugün yolları, köprüleri, neredeyse her şeyi özel sektör yapıyor; hem de yıllarca süren yüksek kârlar kazanarak… Senin kurduğun fabrikalar kapatıldı, limanların satıldı. Ülkemin zümrüt yeşili ormanlarını kesip yok ederek maden işletmeleri kuran özel sektör var artık… Ne halka hizmet eden Sümerbank kaldı, ne de madenleri halk çıkarına işleten Etibank…

6-Devrimcilik İlkesinde Sınıfta Kaldık,

Sen, Saltanatı Kaldırmak, Cumhuriyeti İlan Etmek, Halifeliği Kaldırmak, Medenî Kanunu Kabul Etmek, Tarikatları Kaldırmak, Tekke ve Zaviyeleri Kapatmak, Laikliği Kabul Etmek, Kadın Haklarını Tanımak, Şapka ve Kıyafet Kanunu Çıkarmak, Takvim Saat ve Ölçülerde Değişiklik Yapmak, Soyadı Yasasını Çıkarmak, Harf Devrimi, Dil Devrimi, Eğitim ve Öğretim Devrimi gibi birbirinden değerli devrimlere imza attın Atam. Bize medenî bir ülke bıraktın, peki biz ne yaptık?

Senden sonra senin devrimlerin yolunda biz ilave ne yapabildik?

Sen eski, kötü, gerici çirkin yerine yeni, güzel ve ilerici adımlar attın.  Sen bizi çağdaş uygarlık seviyesinden de üste çıkarmayı hedefledin. Şimdi o ülkelerin çoğu bize güvenmediği için turist olarak bile vize vermiyor Atam!

Bütün bu sınıfta kalmalarımıza rağmen; ölümünün 86. yılında seni özgürce anabilmeyi başarıyorsak; bu da senin attığın sağlam temeller sayesindedir!

Bir gün,

“Atam başarıyoruz; yara alan ilkelerin tekrar canlanıyor!” deme umuduyla

Saygı ve sevgilerimle Atam, ruhun şâd olsun...


Devamını Oku

7 Kasım 2024 Perşembe

Birisi Size İstemediğiniz Halde Nasihat Etse...


Birine sadece içinizi dökmek istediğinizde, o kişi size nasihat etmeye kalkarsa ne yaparsınız?

Ben böyle bir durumda direkt kabuğuma çekiliyorum. Bunu isteyerek de yapmıyorum ama genelde böyle oluyor. Hatta nasihat veren kişiyi göresim de gelmiyor. Uzaklaşıyorum. Bunu bilinçli de yapmıyorum, ama böyle oluyor. Sonra da o kişi “Neden aramıyorsun, neden aradığımda kısa kısa konuşup kapatıyorsun, neden görüşemiyoruz?” falan deyip bir süre sonra da benden kopuyor. Hatta içlerinde beni azarlayanlar da oldu bu konuda.

 Ben ne yaptım?  Elbette yine içime kaçtım… Neden sadece beni sorguluyorsunuz ki, azıcık ama çok az bile olsa kendinize de baksanıza…

Şimdi diyeceksiniz ki kaçmak en kolayı.

” Neden rahatsız olduğun şeyleri yüzlerine söylemiyorsun?” diyeceksiniz belki de.

Çünkü ben, eğer önemseyip karşımdaki kişiye içimi açmışsam, o kişi de sadece beni dinlemekle kalmadığı için ve hiç ihtiyacım olmayan, ya da zamanı gelmemiş, ağır gelecek nasihatlerle beni yaraladıysa; niye konuşayım ki ötesini berisini… 

“Dost acı söyler" cümlesi hiç bana göre değil. Dost dediğin, incitmeyendir…

Çünkü dedim ya, ben öyle kolay kolay içini açan biri değilim. Açmışsam eğer, demek ki çok güvenmişim. Sadece beni dinlemesini istemişim. Nasihat isteseydim zaten sormaz mıydım “Ne yapayım sence?” diye…

Bazıları beni çok kırılgan bulur, alıngan bulur. Daha doğrusu kendilerinin ne söylediğini falan sorgulamadan, yani özeleştiri yapmadan “Sen de çok alıngansın!” deyip işin içinden çıkarlar.

Ben bu klişelerden çok sıkıldığım zamanlarda da içime kaçarım. Ya da işte böyle yazarım, kelimeler en yakın arkadaşım olur. O yüzden blogum, ve bloguma yorum yazan, şahsen tanışmadığım insanlar gerçekten de çok değerli benim için.

Sadece içini dökünce de değil; durduk yere nasihat edenlerden de uzaklaşırım.

Mesela durduk yerde size birisi “Bu ne böyle, ne kadar kilo almışsın!” dese; ya da tam tersi “Bu ne böyle çöpe dönmüşsün zayıflıktan” dese… Ya da “ Sen geçenlerde böyle bir yazı yazdın, niye yazdın bunu, başka konu yazsaydın ya” dese!  Ya da  bir hastalık atlattığın için sevincini paylaştığın bir arkadaşın “Ya bir de şu doktora git, belki başka hastalık vardır” dese; uzaklaşıp kaçmaz mısınız oradan… Ben kaçıyorum, çünkü böyle hitaplar bana aşırı negatif enerji yüklüyor… Mücadele edecek gücüm kalmıyor, hatta nefes alamayacak hale geliyorum sıkılmaktan...

Zaman geçtikçe fark ediyorum ki, insanın kan bağı ile bağlı oldukları da dahil olmak üzere; dost dediği, arkadaş dediği, ne bileyim yeğen dediği, abla dediği, kardeş dediği birçok ilişki bilerek ya da bilmeyerek negatif duygular yüklüyor.

Ve aslında belki de insanın huzurlu olması için bütün bu ilişkilerden arınması lazım.

Şu anda bakıyorum da kendi hayatıma; bugüne kadar olan üzüntülerimin büyük çoğunluğu insanların bana söyledikleri yüzünden olmuş. Hani demiş ya Pir Sultan Abdal:

"... İlle dostun bir  tek gülü yaralar beni..."

O hesap işte...

 Duymamak için kaçıyorum kendime, nefes alıyorum biraz…

 


Devamını Oku