25 Nisan 2021 Pazar

Bugün Söylenme Günüm!

Az önce güncel politik gelişmelere söylenirken birden zihnim üniversite yıllarına kaydı. Ne güzelmiş o zamanlar! Ben mesela asla oy vermezdim, nüfus sayımlarında memura kapıyı açmaz, kendimi görünmez kılardım. Yakın arkadaşlarım da benim gibiydi. Hayır yanlış anlaşılmasın; toplumsal konulara duyarsız değildik. Aksine gelişmeleri yakından takip ettiğimiz için tepkiliydik güncele.

Arkadaş grubumuzun içinde liberaller, solcular, orta solcular, orta sağcılar, oruç tutanlar, oruç tutmayanlar, Anadolu’nun doğusundan batısından kuzeyinden insanlar vardı. Kimimizin annesi başını örter, kimimizinki örtmez, bunlar asla konu edilmezdi. Ramazanda hep beraber akşam yemeği yiyeceksek lokantaya giderdik. Oruç tutanlar yemez, tutmayanlar yerdi ya da hep birlikte top atılmasını beklerdik falan. Detayları çok hatırlamıyorum; çünkü bu şeylerin akılda kalacak kadar konusu edilmezdi ki! Bunlar problem değildi çünkü! Birebir aynı düşünmesek de arkadaş olabiliyorduk, kendimizi haklı çıkarmak için birbirimizi deli gibi yargılamıyorduk! Demokrasi gibiydi, sahi öyleydi...

O zamanlar açıkçası 23 Nisan veya diğer milli bayramlara karşı aşırı hassasiyetim de yoktu. Bayramlar zaten kutlanıyordu rutin bir şekilde; ben genellikle oralı olmuyordum. İsteyen törene gidiyor, isteyen televizyondan seyrediyor, bazıları da bayram yokmuş gibi hayatına devam ediyordu. Hiçbir şeyin çivisi çıkmamıştı yani, zorlama yoktu! Problem yok muydu, hem de çoktu! 

 Şimdinin gözlüğüyle bakıyorum da, iskeleti sağlam bir koltuğun kumaşının hafiften yırtılması gibiymiş o zamanın problemleri. Kıymetini bilememişiz.


Eşyanın tabiatı denir ya, harbiden de öyle. Düzgün bir şeye çomak sokup  eşelersen, o şeyin hem kendisi  dağılır, hem de dağıntılar etrafı kirletir. Biz de aynen böyle zamanlardan geçiyoruz ne yazık ki. Pandemi de tuz biber elbette!

Söylenecek çok şey var da yeter bu kadar, baymayayım pazar pazar içinizi.

Ne demişler; gün olaaa, hak getire!( uydurdum galiba) 


Devamını Oku

1 Nisan 2021 Perşembe

Ben, April's fool !

Beni bilenler bilir, bu blog açıldığından bu yana 1 Nisan şakası yapıyorum. Bazen sahici gibi, bazen de eğlenceli oluyor şakalarım. Zevkle yazarım hep. Bakıyorum da geçen sene bile yapmışım; hem de pandemi nedir doğru dürüst bilmezken ve dolayısıyla da ödüm patlarken…

Bu sene bu zinciri kırıyorum.  Artık sıra sizde!

Lütfen, n’olur, çok rica ediyorum, birisi bana “Bu yaşadığımız her şey şaka!” desin.

 

Mesela şöyle sıralayıp yazın bana biriniz;


Avro 9,78 TL olmuş! Şaka şaka Nisan Biirr!

Dolar 8,34 TL olmuş! Şaka şaka Nisan Biirr!

İstanbul Sözleşmesini iptal etmişiz! Şaka şaka Nisan Biirr!

Hafta sonları içki satmak yasaklanmış! Şaka şaka Nisan Biirr!

Covid-19 vaka sayısında Avrupa birincisi olmuşuz! Şaka şaka Nisan Biirr!

Mercimek, buğday ve hatta samanı bile ithal ediyormuşuz! Şaka şaka Nisan Biirr!

Genç işsizlerin sayısı çok artmış! Şaka şaka Nisan Birr!

Yabancı özel bir şirket, altın aramak için Kaz Dağlarını delik deşik etmiş! Şaka şaka Nisan Birr!

Ülkede okullar ticarethaneye dönmüş! Şaka şaka Nisan Biirr!

Memal Mırıçtaroğlu koltuğunu BIRAKMAYI asla düşünmüyormuş! Şaka şaka Nisan Birr!

Her gece televizyonlarda akşam 8 gece 12 arası dört saat boyunca ağlak diziler yayınlanıyormuş! Şaka şaka Nisan Birr!

Menemen soğansız yapılınca daha güzel olurmuş! Şaka şaka Nisan Birr!



HAMİŞ: Seneye 1 Nisan’da şaka yapacak ruh bütünlüğüne kavuşmak dileğiyle…



Devamını Oku

14 Mart 2021 Pazar

COVİD-16- Lulu Başkan’ın Şafetullah’ı!

Şatafatlı bir oda. Oymalı kakmalı bir koltukta Lulu Başkan oturuyor. Karşısında Şafetullah Türedi ayakta durmakta. Adı Şafetullah diye önyargı oluşturmasın kimse. Kendisi Harvard’da profesörken oğul Bush’a danışman olmak için Beyaz Saray’a transfer olmuş. Ama işte kader bu ya! Ani bir kariyer sıçramasıyla bir şekilde Lulu Başkan’ın yaverliğine terfi etmiş! Lulu, küçük bir ada ülkesi olan Lulistan’ın başkanı. Nedense Türkçe konuşuyorlar bu ülkede ama, inanın ki bizlerle uzaktan yakından hiç mi hiç alakaları yok! 

Lulu başkan Şafetullah Türedi’ye kısaca Şakir diyor. Niye mi? Koskocaman başkan nasıl uğraşsın “şe” harfiyle “fe“harfinin “tullah” haliyle! Sizinki de soru mu yani!  Şakir deyip geçecek elbette, daha ne yapsın!  

Diyaloğu kaçırıyoruz sizin bu gereksiz merakınız yüzünden! Ne konuşuyorlar bir bakalım:

“Oğlum Şakir, sana on beş gün süre! Al tepe tepe kullan. Ne yap ne et, bi şey uydur. Yok demokrasiydi, yok denetlemeydi, yok hesap vermekti, yok üst kuruldu yok alt kuruldu! Bütün bu zaman kaybettiren şeylerden kurtar beni! Artık yolumda taş, bana karşı çıkan baş istemiyorum!  

Lulistan dünyanın merkezi olacak! Zaman daralıyor! Kaldır önümdeki engelleri! Kaldırırken de öyle bir bahane bul ki, herkesin aklı başından gitsin. Kimse beni sorgulayamasın! Anladın mı Şakir!”

Şafetullah Türedi, nam-ı diğer Şakir Gariban, Şakir zavallı, Şakir perişan! Ne diyeceğini bilemez hallerde. İki elini ovuşturarak haşmetmeaplarının önünde ezim ezim eziliyor;

“Ama, sayın ve çok saygıdeğer Lulu başkanım, ben şimdi ne yapsam bilemedim ki…”

“Sus bre gafil! Bana laf salatasıyla gelme! Bak şimdi bir çarparsam iki de yerden yersin! Yapar mıyım?”

“Yaparsın Lulu Başkanım, yaparsın bilirim!”

Bütün bu konuşma sürerken, Şafetullah Türedi’nin Harvard günleri bir film şeridi gibi bile aklından geçemiyor artık! Çünkü çoktan devran dönmüş, bütün atlar kabak olmuş, külkedisi bile masaldan kaçmış!

Nitekim, ortamda şok etkisi sürmekte. Şafetullah yalvarıyor:

“Sayın ve çok saygıdeğer Lulu başkanım, ne olur dövmeyin beni!  Geçen seferki morluklar henüz geçmedi, mendeburlar beni sosyal medyada rezil ediyor! Tamam tamam ben bir şey düşüneceğim. Az müsaade, toplayayım bizim hacı hocaları, avukatları; muhtarlarla tüccarları; aracıları, bozacıları ve bir de şıracıları!

“Mühendis bozuntularıyla bilim adamlarını araya karıştırma sakın haa Şakir! Bak geçen de çağırdın okul arkadaşlarını falan, onların yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı! Teoremdi, veriydi, formüldü, deneydi monşer monşer kafamızı ütülerler, uğraşamam onlarla!”

“Tamam Lulu Başkanım, siz hiç merak etmeyin. Okul arkadaşlarımın hepsini sildim defterden. Ben sizi üzer miyim!”

“Aferin Şakir, yeni bir uçağı hak ettin bak! Şu iş bir bitsin; sana zırhlı uçak alacağım söz, hem de hostlu hostesli!’

Yalayan Şafetullah 

Artık Şakir olmayı iyice özümseyen eski Şafetullah’ın yüzü kızarıyor:

“Yüce gönüllü Lulu Başkanımın hazinesine bereket! Ben hediye için değil, size layık olmak için çalışıyorum efendim!”

 Öyle dediğine bakmayın siz! Harvard’lı Şafetullah Şakir’in yüreği tabii ki pır pır ediyor hostlu hostesli uçağı duyunca!  

Bu konuşmanın üzerine hemen sarılıyor telefona. Günler geceler boyu tartışıyorlar ve nihayet çözüm bulunuyor!

Evet on sekiz senedir iyilik için bilim insanlarının üzerinde çalıştığı virüs çalınacak, ismine +1 eklenecek ve corona-19 olarak piyasaya çıkarılacak! İşte bu kadar! Sonrası zaten kendiliğinden gelir, gelmezse de de kervan yolda düzülür!

Lulu Başkan için ballı börek tatlısı bu çözüm! Daha ne olsun! Hem börek, hem de tatlı!

Projeye bayılıyor ve hemen emirleri ardı ardına yağdırmaya başlıyor:

-        Kapatın Lulistan’ın tüm limanlarını, artık başka adalara gitmek yasak!”

Hoop kapatır Şakir.

-        Saat dörtte evden çıkın, beşte eve girin!

Hoop bu da tamam! Bir saatte neler yapılmaz ki! İnsan olana çok bile!

-        Hafta sonları zencefilli gazoz, hafta içi kuyu suyu içilecek!

Herkesi alır mı kuyu kazma telaşı!

-        Öpüşmek yasak, bundan böyle kafalar tokuşturulacak!

Vatandaşın “Bir kere mi tokuştursak iki kere mi” sorularından Lulistan din işlerinin telefonları kilitlenir.

-        Tiyatora miyatora yok, herkes evinde dizi izlesin!

"Ohh mis gibi! Şakir kulunuz hemen ithal eder dost ülke Türkiye’den dizileri. Yarısı kahramanlık dizisi olacak elbette, çünkü milletimizin katarsise ihtiyacı var! Yarısı da romantik ve de ağlak olacak el mahkum! Özcan Deniz yarı yaşında kızla romans kahramanı olsun bir de! Bundan iyisi Lulistan’da kayısı! Komedi falan istemez, insanı yoldan çıkarır onlar! İzahı olmayan şeyin mizahı olur falan derler, evlerden ırak! Siz hiç merak etmeyin Lulu Başkanım. O iş bende!"

-        Belediyelerin yüzme havuzları virüs yayıyor! Derhal kapatın, parası olan beş yıldızlı otele gitsin, hemen kanun çıkar Şakir!

"Emriniz olur Lulu Başkanım!"

-        Virüs sahillerden yayılıyor, sahilde yürümek yasaklansın. Vatandaş yürüsün tabii, ama sadece işine gitmek için, sahile paralel sokaklardan yürüsünler!

"Hemen düzenliyorum Lulu Başkanım."

-        Barları kapat Şakir! Barlar hemen kapansın!

"Şimdi hallediyorum Lulucuğum!"

"   Nee Lulucuğum mu dedin sen! Ben sana toplum içinde böyle konuşma  demedim mi!"

"   Ağzımdan kaçtı Lulucuğum!"

"    Bak hala ne diyor!"

(Şakir ağlamaya başlar)

………………………..

Lulistan’da sıradan bir akşam daha bitmekte. Herkes evine gitsin, dağılın! Hey dağıl sen de blog okuruyum diye havalanma öyle ! Hem HES kodun var mı senin bakayım! Çağırırım Şakir’i bak!

***Görsel alıntıdır

 https://aumolc.wordpress.com/2019/11/18/sycophancy/

Devamını Oku

30 Ocak 2021 Cumartesi

Covid-15- Büyük Sırrı Ortaya Çıkarıyorum!

Evet saygıdeğer bayanlar, sayın baylar ve sevgili çocuklar! Uçağımız dünya semalarında yüksekten atmasyon inişlere geçmişken, kaptan pilotunuz bendeniz, nam-ı diğer çok bilmiş sıradan vatandaşlardan herhangi biri, kemerlerinizi sıkı sıkıya bağlamanızı rica ediyor, keyifli uçuşlar diliyorum. Çünkü az sonra dünyayı sarsacak, bilim adamlarının ve de bilim kadınlarının önümde şapka çıkaracakları o çok önemli açıklamayı bütün basın mensuplarını atlatarak ilk kez sizlerin önünde yapacağım efendim!

Evet konumuz elbette ki Korona! “Eşşekler kovalasın” temennisini kibarlık olsun diye içimizden söylediğimiz, eşeyli mi eşeysiz mi ürediği sorunsalına liseden kalma flu biyoloji bilgimizle bir türlü çözüm üretemediğimiz bu Covid-19 denilen sinsi ve de kırmızı antenli yaratığın nereden çıktığı konusuna vereceğim yanıt, daha önce de söylediğim gibi dünyayı sarsacak boyutta bir bilgidir efendim.

Covid-19 denilen şeyle ilgili beynimizi yakmalarına gönlüm razı olmuyor! Gerçeği bile bile ortada dönen yalanlara artık tahammül edemiyorum. İşte bu nedenle, biraz sonra açıklayacağım bomba haberi Aylacığımın da anlayışla karşılayacağını umut ediyorum efendim.  (Aylacığım canım ciğerim, sırrını açığa çıkardığım için beni affet n’olursun kuzum!)

Evet, sevgili alçak uçuş dostlarım, hepimizi oyalıyorlar bir senedir. Birileri diyor bu Covid Çinlilerin yediği yarasadan yayılmış, zaten Çinliler canlı hayvan pazarında iğrenç yaratıklar satıyorlarmış. Öbürleri diyor hayır öyle değilmiş de laboratuvardaki sakar salak asistan, bakteri deney tüpünün kapağını açık bırakmasaymış bakteriler dünyaya yayılmazmışmış! Daha neler efendim daha neler, maydanozlu köfteler! Neymiş Bill Gates tedarik zincirini daha iyi yönetebilmek için insanlara “dijital sertifika” adı altında çipler takacakmış, bu nedenle Covid'i  yaratmış! Hadi canım sen de! Yok yok, “Dünya çok kalabalıklaştı, birkaç milyonu ölsün” diyen Rockefeller ailesi bu Covid’i tasarlamış, hayır öyle değilmiş de 5G teknolojisiymiş asıl suçlu falan filan... Geçiniz efendim geçiniz. Bütün bu bahanelere kim inanır? Tabii ki Kadir İnanır! Hahaha, hunharca ve de düzeysizce espri yaptım yine değil mi? Yorumlarınızı duyar gibiyim.  Ama başka türlü sizi bu önemli konuya nasıl ısındırabilirdim efendim? Anlayınız benim durumumda zor!  Dünyayı sarsacak gerçekleri açıklayacağım az sonra boru mu bu! Üstelik “Az sonra” dedikten sonra araya reklam bile almıyorum, sırf sosyal sorumluluk olsun diye yani, daha ne yapayım…

Neyse, ehem ehem. Se se se, se bir ki, se bir ki.. Mikrofon da tamam!

Evet baylar bayanlar ve sevgili çocuklar! Girizgâhı kısa(!) keserek direkt konuya dalıyorum.

İşte beklenen yanıt! Başımıza bu Covid belası Ayla yüzünden geldi!

Kim bu Ayla! Çevresinde psişik olarak tanınan, içinden geçirdiği her düşüncenin Evren tarafından emir kabul edildiği Ayla bu! Bazı abuk isteklerinin bile gerçekleştiğini anlayamayacak kadar da saf ne yazık ki kendisi!

Olay nasıl gelişti kısaca anlatayım efendim. Yıl 2018. Şimdi bu bizim Ayla’nın adı Sadık, kendisi “dünyadaki tüm kadınlara Sadık” olan salak kocası, her gece barlarda oralarda buralarda takılıyor. Bu yetmezmiş gibi kırık dökük İngilizcesiyle Facebook’dan Rus hatun ayarlamaca, İnstagram’dan Ukraynalı arkadaş edinmece konularında da uzman. Neyse lafı uzatmayalım, yine bir gece saat üç sularında bizim temiz kalpli psişik Ayla eşşek kocası Sadık’ı evde beklerken içtenlikle dua ediyor;

Allahım ne olursun Sadık bir daha bu kadınların  yanına gidemesin, barlara gitmesin hep yanımda kalsın, varsın internetten Rus mus ayarlasın ben razıyım”

Peki sonra ne oluyor? Evvet bingo, doğru tahmin ettiniz! Bizim psişik ve de temiz kalpli Aylacığın duaları kabul oluyor. Ya da Evren dileklerini gerçekleştiriyor, hangi argümana inanırsanız artık, orası size kalmış. Aylacığımız kocası Sadık’ın her gece bardan gelmesini beklemesin diye patlıyor mu Korona virüsü! Patlıyor! Sonrasında hoop barlar kapanıyor, ardından geliyor sokağa çıkma yasakları. Ne oluyor! Mecburen Sadık beyefendi hazretleri Ayla’nın dizinin dibinden ayrılamıyor!

İste sayın seyirciler, dünyanın başına gelen Covid belasının kaynağı budur!  

Peki ne zaman son bulacak bu durum?

Onu da Ayla’ya sormak lazım…

SON SÖZ:

Böylesine yüce bir görevi sağ salim yerine getirip  dünyayı aydınlatma şerefine nail olduğum için gurur duyuyorum efendim. 

Mutlu cumartesiler hepinize; hürmetler, bilmukabele bilmukabele…

 


***Görsel aşağıdaki siteden alıntıdır

https://www.vectorstock.com/royalty-free-vector/woman-telling-big-secret-to-friend-vector-23274593


Devamını Oku

24 Ocak 2021 Pazar

Corona-14- Aşı Karnesi ve Salatalık Özlemi

Tam evin köşesini dönmüşlerdi ki, Filiz telaşla kocasına sordu:

“- Aşı karnesini aldın mı Recai?”

“- Sen almayacak mıydın?”

Bu devirde aşı karnesiz sokağa çıkmak demek, geceyi karantina köyünde korku içinde geçirmek demekti. Hem de böylesi özel bir günde! Nasıl bir heyecansa artık, nasıl unuttularsa! Mecburen adımlarını geri çevirdiler. Maskenin altında nefes nefese kalmıştı Filiz. Recai ise sakin kalmaya çalışıyordu. Zaten aklı fikri bu işi nasıl başaracaklarındaydı! Ya işler ters giderse! Ya PSP’lerin sözüm ona -dezenfektan- fışkırtan silahlarından korunamazlarsa! (PSP: Pandemi  Sivil Polisi)  Çok şükür bu güne kadar hiç PSP’lerle muhatap olmamışlardı ama mahalleden Giray’ın durumu da dillerden düşmüyordu. Hani beş yüz metre sınırını ihlal ettiği için dezenfektan sıkmışlar da sonrasında Giray iyice boş boş bakmaya başlamış ya!  Şehir efsanesi olmuştu bu olay.

“-Amaaan ne olacaksa olsun artık Filiz ya, içim bunaldı!”

“-Tamam Recai sen sakin ol. Bak gör planımız tıkır tıkır işleyecek, PSP’leri atlatıp o pazara da gideceğiz, özlemini çektiğin taze salatalıkları da alacağız sen hiç merak etme. Benim kalbim temizdir, bir sorun çıkacak olsa içime doğardı.”

Birbirlerine daha bir sokuldular. Evet artık ne olacaksa olsundu!

 Aşağı mahalledeki pazara yıllardır adım atmamışlardı. Kendi mahallelerinde kurulan pazarda ise sadece beş çeşit ürün satılıyordu.

Soğan, patates, yeşil biber, domates ve pırasa!

İstedikleri şey ise sadece taze bir salatalık yiyebilmekti! Hepsi bu! Beş senedir kokusunu özledikleri salatalığı bir kerecik olsun ısırsalar yetecekti Recai ve Filiz’e.


Eskiden ne güzeldi diye düşündü Filiz. İnsan, parası yetmese de her pazara gidebilir, her mağazaya girebilirdi. Şimdilerde ise dijital SIT kodu (SIT: Sağlık İçin Takip) yetmezmiş gibi bir de eskilerin pasaportlarını andıran kocaman, kırmızı kapaklı AŞI karneleri vardı. Herkesin yaşam standardı, olduğu aşı cinsine göre belirleniyordu. Piramit gibi yani. En alttakiler “su aşısı” olanlardı. Aşı görünümlü bildiğiniz tuzlu su! Bunlar sadece su, ekmek ve patatesle besleniyor, en ağır işlerde çalışıyordu. Diğer aşıları olanlarla karşılaşmaları yasaktı. En üstte ise “ay tozu aşısı” olanlar vardı. En elit, en zengin, en ünlü, en sağlıklı, en bi öz bi en kimselerdi bunlar. Şarkıcılar, inşaatçılar, futbolcular, pek tabii ki siyasetçiler falanlar filanlar yani. Filiz ve Recai'nin SIT sınıfı ise alttan dördüncü  sıradaydı. Kısmen de olsa şanslı azınlıktan sayılırlardı! Mahallelerinde kurulan pazara girebiliyor, iki tane tv kanalı izleyebiliyor, fabrikadaki işlerine devam edebiliyorlardı.  Ama işte sorun şu ki, gidebildikleri pazarda salatalık satılmıyordu!. Ah keşke bir de salatalık yiyebilselerdi!

Evden karnelerini aldılar. Karnenin sahtesini yapmaya gerek duymamışlardı. Çünkü Recai yıllardır Dark Web’de araştırma yapıyordu. Nihayet SKP kalkanını edinebilmiş ve  cep telefonlarına yüklemişti. (SKP: SİT Kodu Parçalayıcı ) Bu kalkan olduğu sürece dijital polise takılmazlar ve böylece kimse de aşı karnesini sormazdı.

O gün çok özel bir gündü. Beş senelik mücadele artık sona eriyordu. Nihayet salatalık yiyebileceklerdi. 

 Ve nitekim başardılar da! Hiç bir engele takılmadan beş yüz metre sınırını sağ salim aştılar. Çok garip bir duyguydu bu. Eski normal günlerdeki gibi, zafer bayramı gibi, özgürlüğe uçan kuşlar gibi...

Heyecanla karısının elini sıktı Recai:

“-Bak Filiz, pazarın kırmızı tenteleri göründü !”

“-Evet Recai, burnuma salatalığın o baş döndürücü kokusu gelmeye başladı bile!”

Koşarcasına daldılar pazara. Karşılarına çıkan ilk salatalık tezgahında aldılar soluğu. Attılar bir yüzlük tezgahtaki para kutusuna. Sonra da yıkamaya bile gerek duymadan ısırmaya başladılar salatalıkları. Çevredekilerin şaşkın bakışları altında yediler, yediler, yediler, yediler… O dakikada ne virüs vardı düşündükleri, ne SİT kodu, ne de PSP polisleri…        

Ve bu kahramanlık hikayesi yayıldı kısa sürede bütün ülkeye.

Ve cesaret, bulaşıcıydı…

Virüs mü, onu hiç sormayın...

Devamını Oku

9 Ocak 2021 Cumartesi

Eksilen ritüelleri tamamla be 2021!

Ritüel insanıyım ben. Bazı şeyleri tekrarlamaktan bırakın bıkmayı; zevk alır, huzur bulurum. Say say bitmez bunlar. Mesela yurdumun her köşesinde “kahvaltı kafeleri” pıtrak gibi yayılmadan yıllar yıllar öncesinde severdim “Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı ” şiirini. Hoş şimdilerde bu dizeleri pazarlama panolarında görünce içim sızlıyor sızlamasına ama “kahvaltı” benim vazgeçilmez ritüellerimden biridir mesela. Pazar günü geniş kahvaltı yapmazsam ertesi haftam kötü geçer. İsterim ki küçük küçük tabaklarda çeşit çeşit reçeller olsun. 2021’de de olsun, 2088’de de olsun.  

2021 wishes

Akşamları eve dönerken köşede bakkal Ali Abi’yi görmek, iki farklı uçtaki siyasi görüşlerimiz nedeniyle atışıp sonra da “Aman yaa, komşuyuz biz” diyerek gülümsemek mesela! Bundan sıkılmam hiç, aksine içime huzur verir bu rutinimiz. 

Ne bileyim yeni yılda sevdiklerime kartpostal göndermek, çalışırken hep aynı müzikleri dinlemek, akşamları güzel bir film izlemeye “Bu sefer kesin sonunu getireceğim!” diye başlayıp sonrasında uyuyakalmak… Her gün aynı saatte kahvaltı etmek, pazar günleri blog yazmak için erkenden uyanmak…

Bazı ritüeller sonradan girdi hayatıma, bazıları ise kendimi bildim bileli var(DI)

Ey 2021, lütfen özlediğim güzel ritüellerimi geri getir! Ne kadar kıymetli olduklarını onları kaybedince daha çok anladım. Sen de beni anla, yani bir zahmet anlayıver…

Mesela kış başlarken yine saatleri geri alalım, sonra ablam beni o gün arayıp, ”Saatini geri almayı unutma ha!” desin. Her seferinde “Bir keresinde nasıl da unutmuştun da işe gidememiştin.” hikayesini anlatıp kahkaha atsın. Bense içimden “Öyle bir şey olmadı ki” diye sessizce gülümseyeyim ama çaktırmayayım. Artık yok bu basit ama -bir o kadar da huzur veren alışkanlığımız. Şimdilerde kışlarımız hep karanlıkta geçiyor ve kimseler “Saatleri geri aldım, alarmın kafası karıştı!” bahanesiyle işe geç kalmıyor! Yap bir güzellik be 2021! Bu sene saatleri ileri-geri alalım, varsın insanların bir günlüğüne kafası karışıversin. Azıcık eğlenelim; bu vesileyle ana haber bültenlerinde bir günlüğüne de olsa siyasilerin saçma tartışmaları falan filan yerine saatlerin ileri/ geri alınması nedeniyle yaşanan komik durumlar yer alsın.

Böyle basit bir konuda kırmazsın ha beni! Hem şu an yenisin, dinamiksin, enerjin yüksek, gençliğin var!

Her sene yılbaşı öncesinde “Milli Piyango” alıp hayal kurardım. Ertesi gün de bakardım o bilete ne çıkmış diye! Bu sene bu ritüelim de bitti ne yazık ki! Satıldı “ Milli Piyango” İtalyanlarla ortak birilerine. Adı da Sisal mı ne oldu. Bilet fiyatları arttı doğal olarak, özelleşme bu boru mu! Benim hayallerimi değil, kasaya ne kadar kalacağını düşünecek elbette! Hiç görmedim bu sene bilet, ama galiba tipi de değişmiş, kazı kazan gibi olmuş diyorlar! Ee, tasarruf tedbiri gereği boyutu da küçülecekti, ya ne olacaktı!

 Eh be 2021, Milli Piyango ritüellerimizi de geri ver bir zahmet!

Yeri gelmişken söyleyeyim. Senelerdir türlü bahanelerle yapılmayan Eurovision Şarkı Yarışması ritüelimi de geri vermeni önemle rica ediyorum canım kardeşim 2021. “Hakkımızı yiyorlar” tartışmalarını bile o kadar özledim ki! Çünkü o tartışmalarda bir “Milli Ruh” vardı, kazansak da kaybetsek de tek yürek olabiliyorduk. Şimdilerde öyle mi, milli bir felakette bile bir araya gelemiyoruz. (Buraya üzgün surat emojisi koyasım geldi; ama TDK’ya yürekten bağlılığım buna elvermediği için bağrıma taş basmayı tercih ettim)

 2021, canım ciğerim, ne olur kaybolan ruhumuzu geri ver!

Tiyatro bileti kuyruğuna girme ritüelimi, haftada bir tiyatroya gitme ritüelimi, kitapçıları dolaşma ritüelimi, yaz tatili için günlerce yer bakma, otel yorumu okuma ritüelimi,…vb.

 Anladın sen, yorma beni daha fazla, koy işte eksilenleri yerine…

Bu arada sakın ola ki giden 2020 gibi bu isteklerimi yanlış anlayıp hata yapmayasın! Sadece ben değil, benim gibi pek çok kişi  “Ritüelleri özledik” derken  “İbo Şov yeniden başlasın”ı kast etmemiştik! Güzel ritüellerimiz bir bir yok olurken 2020 nereden bulup da ısıtıp getirdi İbo Şov, Serdar Ortaç falan filan tipleri. Sen sen ol 2021, bak canım, -bak altını tekrar çiziyorum-  sadece  güzel ritüellerimizi geri ver, bırak eskide kalsın o  gereksiz şeyler !

Bir de hayal kurma özgürlüğümü geri ver 2021, ruhsuzluğu at üzerimden.  Ne diyorlar; evet “Öğrenilmiş Çaresizlik” mi ne, işte onu yok et canım kardeşim.

Senden umutlu, mutlu, sağlıklı, zengin ve güzel bir 356 gün bekliyorum.

 

Sevgiyle canım, hadi çalış bakalım, yüzümü kara çıkarma!

 

 

 

 

 

Devamını Oku

26 Aralık 2020 Cumartesi

KELİME OYUNU #4 – Yeşil-Şiir-Baharat-Yol-Sabah

Odun sobası kömürün alevinden kırmızıya dönmüş. Üzerinde çaydanlık fokur fokur kaynamakta. Evin en çalışkan, belki de en ezilen iki numaralı kız çocuğu, demliği mutfaktan getirip çaydanlığın üzerine oturtuyor. Arka planda tek kanallı televizyondan gelen türkünün sesi:

“Müdür Beyin yeşil kürküüü,

Yeni çıktı bu türküüü,

Müdür Bey izin verdiiii,

Söylenecek bu türkü de yanıyom ben…”

Ben de yanıyorum vallahi, hem de yürekten! Olanı biteni anlamaya çalışmaktan içim şişmiş! Sobanın yanına kıvrılıyorum, ki bu keyif Sultan Süleyman’da yok! Bir numaralı hayta oğlan, kucağında tarih kitabı ile sandalyede oturuyor. Evin külyutmaz babası yavaşça dolanıp kenardan, tam da hayta oğlanın arkasından kitaba eğiliyor. Bizim hayta anında kitabın kapağını kapatıyor, yüzünü bir heyecan kırmızılığı almış. Baba:

“Oğlum açsana kitabı bakalım hangi konuyu çalışıyorsun?”

“Aman baba ya, Selçuklular işte…”

“Aç da görelim”

Derken kitap haytanın kucağından yere düşüyor ve içine gizlediği Tommiks Teksas saçılıyor ortalığa.

“Anlat bakalım oğlum Teksaslı Selçuk ne yapmış?”

Baba sinirleniyor, bense gülümsüyorum bu olan bitene. Ama kim takar ki! Zaten beni kimse duymaz ki!

Havada pişmekte olan bulgur pilavının sarhoş edici kokusu…  Şiir gibi bir şeyin içindeyim adeta. O kadar kısa, o kadar derin ve bir o kadar da yok hükmünde…

Anne, ekoseli sofra bezini getirip yere seriyor. Sonra da tahta sofrayı koyuyor üzerine. Tabakları diziyor üç tane!  Bir bana koymuyor tabak, bir de kendisine. Anneler artıkları yer çünkü, görünmez çocuklar ise zaten yokturlar…

Ortada bulgur tenceresi, kenarda bir tas da erik hoşafı. Oturmuyorum sofraya. Edip Baba’nın “Çağrılmayan Yakup”u gibiyim. “Kurbağalara bakmaktan geliyorum..” diyesim geliyor, susuyorum.  Gözümden süzülen iki damla yaş… Biri yavaş yavaş kucağıma düşüyor. Diğerinden ağzımın içinde kekremsi, acı baharat  gibi bir tat kalıyor. Artık gitmeliyim diyorum, kaçmalıyım bu tuhaf sahneden. Oysa elim kolum bağlı. Zamanı gelmeden nereye kaçabilir ki insan!

Baba kalkıyor sofradan, hayta kalkıyor. İki numaralı kız çocuğu ortalığı topluyor, anne mutfakta tencerenin dibini sıyırarak karnını doyurmakta. Böylece bu yuva sahnesi de sisler içinde kayboluyor. Olması gerektiği gibi…  Ben mi, ben zaten yokum ki!

Yine sabah olacak, görünmez çocuklar yine yollara düşecekler birer birer. Müdür beyin yeşil kürkü unutulacak, tommiks teksaslar nostalji olacak. Ben yine en sıcak sobaların kenarında kendime kıvrılarak Sultan Süleyman konforu yaşayacağım.

Zaten aile dediğin nedir? Nihayetinde herkes kendine kıvrılır, herkes kendine sarılır. Mutlu çocukların ülkesi çoook uzak diyarlardadır…

 

NOT :

Kelime oyunu etkinliğini sevgili Deep organize ediyor. Bu haftanın kelimelerini Benhnf Blog a seçti. 

 ***GÖRSEL https://society6.com/product/sad-one-so-alone_print sitesinden alıntıdır.

 

Devamını Oku

19 Aralık 2020 Cumartesi

KELİME OYUNU #3 - Zambak Hayal Diyar Özgürlük Dilek

Kocaman bir bahçe. Etrafta yığın yığın soğanlar. Kimi lale, kimi sümbül, kimi de zambak soğanı. Bahçenin ta öbür ucunda devasa bir saray görünüyor.

Ezik ve büzük kelimelerinin adeta vücut bulmuş hali olan, orta boylu, kambur demeyelim de eğik duran isimsiz adam, dik duran ve belli ki biraz da olsa düşünebilen diğerine dert yanıyor:

“Eğer bu zambakların hepsini bu gece sarayın bahçesine dikemezsem, vay halime! Sürgüne gönderir beni Dük, ya da zindana kapatır! Hiçbir şey olmasa bile kesin bi şey yapar! Yandım ben, yanddımmm!”

Dik duran isyankar Duran, (ismi Duran) bu durumda her zaman olduğu gibi veriyor odunu ateşe:

“İyi de salak mısın sen! Tek başına bir gecede nasıl kalkacaksın bu işin altından? Oğlum sen Höö Dük’ün kölesi misin, yoksa özgür bir birey misin, önce buna karar ver!”

“Tabi tabii, bekara sarma yapmak kolay geliyor tabii! Sen söyle o zaman Sayın Hööö Dük’e. De ki ‘Efendim, haşmetmaap Hööö Düküm, bu kadar soğanı nasıl ayırayım’ de. Zambak soğanları bir tarafa, lale soğanları öbür tarafa, sümbüller şu tarafa… ‘Hadi ayırdım diyelim, bir gecede zambakları sarayın bu koooskocaman, dünyanın enn büyükk bahçesine eşit aralıklarla nasıl dikeyim’ de! De bunları da gör bakalım kırk katır mı geliyor kırk satır mı başına! Off git başımdan ya, herkes kendi işine baksın!…”

Dik duran isyankar Duran adama söylene söylene uzaklaşıyor.

köle misin aabii

İsimsiz eğik adam soğanlarla haşır neşir olmuşken, sarayda da büyük bir koşturmaca yaşanıyor! 

Tabii ki bu durumun da ulvi bir gerekçesi var. Çünkü, Özgürlük Dükalığının  yöneticisi, tek söz sahibi Höö Dük, her sabah tek kanallı televizyona çıkıyor ve halkının hiç göremediği, yiyemediği, içemediği ve hatta hayal bile edemediği şeyleri göstererek onları cahil kalmaktan kurtarıyor! Evet, bütün bunlar, işte bu kutsal görev için kendini parçalayan Höö Dük’ün telaşının yansıması! Çağırıyor Yaver Cafer’i :

“Cafeer, çabuk gel oğlum, şu yüzümü gözümü gül suyuyla yıka, kolajen kremlerimi sür! Sür ki, yarın televizyon programımda cahillere zambak tarlasını gösterirken rengim solgun çıkmasın!”

“Emredersiniz sayın Höö”

“Höö demeyeceksin bre cahil, Sayın Höö Düküm diyeceksin!”

“Pardon Sayın Höö Düküm, bir daha olmaz!”

Höö Dük, Yaver Cafer’in yetenekli parmaklarına yüzünü teslim etmişken, bahçede çalışmakta olan isimsiz eğik adam bir taraftan soğanları koklaya koklaya ayırıyor, bir taraftan da sesli sesli dua ediyor:

Ey Büyük Allahım! Biliyorsun ben öyle ota boka kafayı takıp seni meşgul etmem! Senden çok bi şey de istemem. Hele kendim için hiçbir şeycikler istemem. Şükür her şeyim var. Ama bugün senden tek bir dileğim olacak Yüce Allahım!  Ne olur benden ömür al Höö Düküme ver, Onu başımızdan eksik etme! Evet bazen imkansız şeyler istediği oluyor benden ama dükümdür, boynum karşısında büküktür! İsteyecek tabii! Arada ona kızıyorum falan ama sen affet Allahım! Amin! ”

Biraz önce Düküne içten içe kızdığı için suçluluk hissedip Allahtan af dileyen isimsiz eğik adam, böylece yüreğine su serperek can havliyle soğanları ayıklamaya devam ediyor.

Sarayda bir akşam daha böylece bitiyor...

Sizler, yani Özgürlük Dükalığından fersah fersah uzak diyarlarda yaşayanlar! Çok şanslısınız! Önce baş, işaret ve orta parmağınızı bir araya getirip öpün, sonra kulağınızı çekin, sonra da üç kere tahtaya vurun!

NOT :

Kelime oyunu etkinliğini sevgili Deep organize ediyor. Bu haftanın kelimelerini  Blog Kendi Dünyasında seçti. Ben de yazdım bir şeyler 

Umarım  okurken keyif almışsınızdır.

 ***GÖRSEL İnternetten alıntıdır


Devamını Oku