Hadi bugün alım gücünü falan konuşalım. Ama ahlayıp vahlamadan. Çözüm odaklı yaklaşarak.
Her geçen sene alım gücünün
düşmesi, bir mal ya da hizmete ödenen ücretin geçen seneye hatta aya göre
pahalılaşması diye bir gerçekle karşı karşıya mıyız?
Evet.
Peki bu her geçen gün daha da
pahalılaşan mal ve hizmetlerin kalitesi de aynı oranda artıyor mu?
Hayır.
E bu durumda ne yapacağız?
“Ah, vah… Biz eskiden eskiden, su
içerdik testiden. Ne bolluklu zamanlardı, ne bereketliydi. Bir liraya bir kilo
portakal alırdık…” şeklinde uzayıp giden nostalji rüzgârına takılıp kalmak bir
seçenek tabii ki. İşe yarar mı? Bence geçmişe takılıp kalmanın sonucu fiziksel
ya da zihinsel hastalıktır. Bunu ben değil, pek çok uzman da söylüyor. Evet
insan ister istemez bugüne göre eski “zengin” zamanları aklına gelince hüzünleniyor.
Sonuçta insanız. Ama sağlıklı kalmak için de bu duygu durumunu abartmayıp âna
dönmek lazım.
Ânı yaşa felsefesine girmeyeceğim.
Zaten konunun uzmanı değilim. Benim derdim, daha çok para verip daha kalitesiz
ürün ya da hizmet almakla ilgili… Ne yapmak lazımla ilgili…
Kendine muhalif diyen tv
kanalları, ya da sosyal medya yayıncıları her geçen gün alıyor eline bir mikrofon,
çıkıyor çarşı pazara “Ay ne kadar pahalı, ay geçinmek çok zor, aman da eski günleri
arar olduk…” şeklinde programlar yapıp durumu ortaya seriyor. Tamam anladık da
çözüm ne?
Diyeceksiniz ki, çözüm için sistem
değişmelidir. Tüketim değil de üretim ekonomisine geçilmelidir. Kaynaklar
verimli kullanılmalıdır. Hortumlar kapatılmalıdır. Vs. Vs. Vs.
Bunlara benim de bir diyeceğim
yok. Evet zaman içinde bunlar olsun diye bir şeyler yapmak lazım. Seçimlerde
mantıklı davranmak lazım. Hepsine tamam diyorum. Ama düzlüğe çıkmak için ne
kadar daha beklemem gerekiyor? Sonuçta ben de sıradan bir vatandaşım. Ne
gladyatörüm ne de kanaat önderi. O işler bana göre değil. Bana hediye edilen hayatı
olabildiğince iyi yaşamaktan başka amacım yok.
Yani derdim bugünümü kurtarmak. Vergimi verdim mi senelerce? Verdim. Kanunlara uydum mu? Uydum. Ben daha ne yapabilirim ? Vatandaş olarak benim yapacaklarım bunlar. Geldiğimiz noktada maalesef koşullar ortada. Suçluyu aramak tamam da, acil çözüm de lazım.
Durum budur, istersen iç iç kudur ya da yaşamanın yolunu uydur!
Ne kafiye ama…
Bazıları bu bahsettiğim “muhalif” kanallarda anlatılanları her gün dinleyerek içini şişiriyor. Bense artık bu tuzağa düşmemek için kararlıyım. Çünkü dinleyince bir şey değişmiyor, sadece daha da çaresiz hissediyor insan. O tv ekranında çemkiren adamların ya da kadınların milyonlarca lira kazandığını bilmek zaten onlara inanmamam için başlı başına bir neden. Öte yandan hâlâ Twitter demek istediğim “X” e bakarsak; gerçekten hiçbir şeyin çözümü yok! Çünkü orada da ne kadar etkileşim alırlarsa o kadar para kazanıyor kullanıcılar. Yani kendi ceplerini doldurmak için veriyorlar gazı sizin benim gibi durumdan rahatsız olanlara… Saçma sapan dipsiz bir kuyuya giriyor, sonra da çıkamıyorsun.
"Bu ahval ve şerait içinde" bazıları
yine görece çok paralarıyla çözüm üretmeye çalışıyor.
Örneğin bu yaz tatil için bir
Yunanistan rüzgârı esti biliyorsunuz. Sosyal medyada gitmeyeni dövüyorlardı
neredeyse. Eski Türkiye’yi yaşamak için, bol bol ve lezzetli yiyecekleri daha
ucuza yemek için Yunan adalarını övüp durdular. Ama ne övmek… İyi de güzel
arkadaşım; siz Yunan Adaları fiyatlarını Bodrum, Çeşme fiyatlarıyla
karşılaştırıp ucuz diyorsunuz. Yahu benim eski Türkiye gündemimde de yoktu ki
oralar… Yani bu durumda bir süreliğine cenneti yaşamak için Yunan’a kaçmak da benim
gibiler için çözüm değil! Bazıları ise hepten ülkeyi terk ediyor. Tabii ki bu
seçeneği de pas geçiyorum.
Pahalılık karşısında bazıları
dünyadan umudu kesip bunalıma giriyor ve köşesine çekiliyor. Böyle de olmamak
lazım. Bu hayat bize verilen bir hediye çünkü.
O halde ne yapmak lazım?
Ben ne yaptığımı söyleyeyim.
Öncelikle içinde yaşadığım durumu dramatize
etmeden ve çok da söylenmeden kabul ediyorum. Yani ben artık dün 5 liraya aldığım
kaliteli tişörtü bugün aynı fiyata aynı kalitede alamayacağımı biliyorum. Bu
durumu kabul ettim. Bu ilk adım cepte…
“Koyun musun kardeşim?” diyenler
olabilir içinizde!
“Koyun musun, sana ne sunulursa susup
oturacak ve yetinecek misin verilenle?”
Hatta bazılarınız en sinir olduğum şu klişeyle bile üzerime gelmek isteyebilir:
"Hak verilmez alınır"
Cevap veriyorum;
“Ne münasebet efendim, öncelikle hak bellidir, verilmek zorundadır. Yıllardır hak verilmez diye diye bu söylemi normalleştirmenizi reddediyorum. İkincisi, ben tek başıma bir şey yapamam
canım kardeşim. Varsa mahallede ya da semtimde kafama uygun bir siyasi parti ya
da sivil toplum kuruluşu, gider ‘Elimden gelen bir şey var mı? ’diye sorarım
önce. Ama bu yapılan şey yine yarınlar için. Peki bugün ne yapacağız?”
Açıkçası beklentimi düşük tutuyorum
artık. Elimdekini korumaya çalışıyorum bir de. Örneğin eskiden de çok fazla tekstil
alışverişi yapmazdım, şimdi de yapmıyorum. Elimde ne varsa onlar yetiyor. Zaten
dolaplar dolusu giysiye gerek var mı?
Eskiden kırk yılın başı dışarıda
yemek yer, eğlenirdim. Şimdi koşullar buna müsait değil. Evde yiyorum, eğlenme
olayını da tatillere saklıyorum.
Sinemaya gitmiyorum epeydir, evde
izliyorum filmleri.
Özel tiyatrolara beş yüz, altı yüz
vermek yerine ön sıraları 60 TL’ye satılan Şehir Tiyatrolarından bilet almaya
çalışıyorum. Bu sene Süreyya Operası’ndaki ücretsiz konserleri de takip etmeye
niyetliyim.
Yorgan ortada, ayağımı dışına çıkarsam, olan bana olur; ayaklarım üşür. Dedim ya, çok hoşuma gitmese de bu durumda elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum.
Peki ya tatiller?
Tatilden taviz vermemeye çalışıyorum. Taksitle falan bir şekilde çözüyorum o işleri. Geçen sene gittiğim harika otele gitmem bu sene mümkün olmadı mesela. Ben de beklentimi düşük tutarak daha ekonomik ama belli konularda kaliteden taviz vermeyen, yaygın tabirle fiyat/ performans oteline sezon sonu yani eylül ayında gitmeyi tercih ettim. Otele karar vermeden önce sayfalarca yorum okudum. Açtım telefon, misafir ilişkileri müdürüne sorularımı sordum. İçki markalarına kadar hem de… Evet, iyi ki de öyle yapmışım. Bunu da bir başka yazıda anlatırım. Neyle karşılaşacağımı bilerek ve beklentimi düşük tutarak gittiğimden midir nedir, geçen sene gittiğim daha pahalı oteldekinden daha iyi vakit geçirdim bu sene. Çünkü var olan koşullar içinde en iyisini seçmeye çalıştım ve sonuç beklentimin altına düşmedi.
Yurt dışı hayallerim vardı. Avrupa’ya
gitmek, en azından Balkanlara gitmek gibi. Hâlâ var ama erteledim şimdilik… Euro
35 küsur lira iken mümkün olamadığına göre ben de pasaportsuz ( evet hâlâ
pasaportum yok) ve vizesiz ülkelere, ucuz uçak bileti kampanyaları kovalayarak
gidiyorum. Birkaç sene önce gittiğim Ukrayna güzeldi, Lviv ve Karkov’a gitmiştim.
Tam Kiev ve Odesa’ya da giderim derken savaş patladı… Hoop başa döndük.
Ben de bu sene mayıs ayında Gürcistan’a Tiflis’e gittim. Düşük bütçeyle keyif alarak gezdim. Biliyorsunuz 13 bölüm yazım var o konuda. Sırada gideceğim benzer başka bir ülke var bakalım.
Bu yeni ülke için izlediğim gezi
videolarında kibarca “Turistlerin pek de tercih etmediği ülke ehem öhöm…” falan
diyorlar. Maksat yeni bir yer görüp kafayı dağıtmak değil mi… Ben şahane bir
tatil olacağını düşünüyorum bu yeni rotanın. Bakalım zamanı gelince göreceğiz.
Biletimi sekiz ay önce almıştım. Adana uçağından ucuza…
Ne gördüğün değil, nasıl gördüğün
önemli…
Yani işte anlattığım gibi bu dönem
de böyle geçiyor. Halimize elbette şükrediyorum. Söyleneyim mi, ne yapayım…
Bizden önceki yıllarda insanlar ne dünya savaşları gördüler. Neler neler yaşadılar. Piyanist filminde, Hayat Güzeldir filminde gördüklerimi unutmam mümkün değil.
İnsanlar karartma
zamanlarında evlerinin bodrumlarında toplanıp kısık sesle okuma tiyatroları
yaparlarmış. Böylesi dönemlerde sanatsız kalmamak lazım.
Nostaljiye gelince…
O çok matahmış gibi seksenli
doksanlı yıllara “Ne güzeldi” diye güzellemeler yapanları keşke o zamanlara
ışınlayabilsek… Seksenler doksanlar çok mu matahtı sanki… Faili meçhuller, karanlık
suikastler… Cumartesi anneleri yıllardır boşuna mı seslerini duyurmaya
çalışıyor. Sokaklarda silahlı çatışmalar, sonra sıkıyönetim günleri, Kenanlar Evrenler,
Turgutlar Özallar, Banker Kastellizedeler, tüp kuyrukları şunlar bunlar…
Evet, demek ki hepsi geçebiliyor.
Demem o ki, bu günler de geçecek.
Sadece hafızamızda anılar kalacak…
Üstümüze düşen bir şey varsa
yapalım, ama ne olur umutsuzluğa kapılmayalım. Umutsuz eden şiddet
görüntülerini paylaşmayalım. Televizyonlardaki mafyalı, şiddet içeren, emek
olmadan zengin olmayı marifet sayan dizileri izlemeyelim, izleyenleri uyaralım…
Haber kanallarının genel yayın
yönetmenlerine “Biraz da sanattan bahsedin, ücretsiz etkinlikleri anlatın” diye
mesajlar yazalım. Ben bıkmadan usanmadan yazıyorum kendilerine, elbet bir gün
yazdıklarımdan bıkıp “Belki de doğru söylüyor” diyecekler…
Yani işte son tahlilde su akıyor,
bir şekilde yolunu buluyor.
Varsa ekonomiye direnmenin sizdeki
çözüm yolları, paylaşırsanız bilgimiz çoğalır güzel olur.
Ne demiş Nazım Usta;
En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız….
Sevgiyle efenim, sadece sevgiyle…