16 Ekim 2024 Çarşamba

Kşinev Gezi Hikâyem #2 – Sorgu Odasına Hoş Geldiniz!

Evet hâlâ ilk gündeyiz. Uçaktan inince erkenden eve gideriz, sonra çıkıp bir şeyler yeriz diye hayal ederken bilin bakalım neler oldu?

İstikamet Sorgu Odası

Gelmeden önce pek çok yorumda okumuştum, Türkleri ülkeye alırken zorluyorlar diye. Hatta yeşil pasaportu ile giremeyenler olduğunu yazdıklarında abarttıklarını düşünmüştüm. Tek giden erkeklere yaparlar bu muameleyi; bizim başımıza niye gelsin ki demiştim. Üstelik dönüş bileti ve Airbnb rezervasyon çıktılarını alıp dosya da yapmıştık. Hiçbir şey olmadan şıp diye girerdik nasılsa ülkeye…

Hahaha, maalesef; kaderde mülteci muamelesi görmek de varmış. Giremedik kolayca...

Sarışın, yeşil gözlü, buz gibi bakan genç kadın polis, bizi ülkeye almak yerine; arkadaki sorgu odasına almayı uygun görüyor. Ülkeden çıkarken bu kadınla tekrar karşılaşacağımızı ve bize sürprizli davranacağını bilemiyoruz tabii ki…

Dönüş bileti ve kalacağımız Airbnb evinin rezervasyon kağıdını veriyoruz. Kadın, evin adresini uzun uzun bir yerlere yazıyor ama yetmiyor demek ki bu bilgiler. Bekleme odasında çoğunlukla tabiri caizse “kavruk” erkekler var. Bir de biz!

Hani eli yüzü düzgün, temiz olanları sorgulamıyorlardı? Demek ki öyle değilmiş, yaşayıp görecekmişiz!  

Salonda çok az kadın var sorguya çekilen. Bu kadınlar muhtemelen Ukraynalı, kaçma ihtimalleri olabilir. İyi de ben? Benim ne suçum var?  Demek ki bu macerayı yaşamam lazımmış. İçimden “Almazlarsa en kötü döneriz” diye geçiriyorum, dünyanın sonu değil ya!

Sorgu odasının popülasyonu gittikçe artıyor, hafiften gerilim var. Sol tarafımızda neşeli, heyecanlı bir Türk erkek, adeta yerinde duramıyor, hemen sohbete başlıyor. Çok da komik. Hani derler ya, kaşı gözü oynayan cinsten.

“Abla bende dönüş bileti falan da yok, pasaportum boş. İlk kez çıktım ülkeden, çıkış o çıkış” diyor.

“Kaç günlüğüne geldiniz?” diye soruyorum.

“Belli değil” diyor. Daha da çok şaşırıyorum.

“Ne iş yapıyorsunuz?” diyorum

“Elektrikçiyim ama, bilgisayar işleri falan yapacağız burada arkadaşlarla” diyor.  Belli ki kaçak kalacak.

“Elektrikçilik gibi işler Avrupa’da çok para ediyormuş. Neden burası?” diye soruyorum.

“Burada biraz para yapıp sonra bakacağız duruma” diyor.  Şaşkınlığım gittikçe artıyor.

“Abla sivil polis değilsin İnşallah” diyor,

“Beni de zaten görev icabı burada bekletiyorlar” diyorum.

Gülüşüyoruz ama aslında gerginim kendi içimde.

Biraz zaman geçince, tek kadınları salonun içindeki küçük bir odaya çağırmaya başlıyorlar.  Ama bir düzensizlik, bir sistemsizlik söz konusu. Arada sırada uzun namlulu silahını göğsünde tutan, bordo beresini yandan takmış askerler geliyor salona. Biraz boy gösterip gidiyorlar.

Tam asker gelmişken, çıkışa yakın duran kadın, çantasından rujunu çıkarıp sürüyor. Asker gülümsüyor. Bir şeyler söylüyor kadına Rusça gibi bir dilde. Kadın hiç bozuntuya vermeden rujunu sürmeye devam ediyor. Asker asılıyor mu kadına, yoksa ruj sürdüğü için dalga mı geçiyor anlamıyorum. Belki de kadın

“Ruj sürmek de mi yasak kardeşim” diyor ve asker de “Ne münasebet bacım, süslenmek mülteci de olsa her kadının hakkıdır “diye cevap veriyor. Tam filmlik sahne. Görüntüye bak, istediğin repliği yazmakta özgürsün.

Birbirinden asık suratlı polis kadınlar geliyor,  birilerini çağırıp salondan götürüyor. Çoğunluk Türk. Bizden sonra gelenlerden bazıları gidiyor. Bize bir türlü sıra gelmiyor. Hayırdır yahu; benim bilmediğim bir suçumuz mu var? Nedir bu muamele?

Acaba girişte buz gibi bakan yeşil gözlü kadın polis yerine başka birine denk gelseydik, yine sorgu odasına alınır mıydık?

Kim bilebilir? Hiçbir şeyin mantığı yok burada. Sanki keyfe kedermiş gibi olup bitenler. 

İnsan gerçekten de kendini kötü hissediyor. Kocaman uçaktaki herkesi değil de neden bazılarımızı aldılar buraya?

“Ülkenin geldiği noktaya bak” diyorum; arkadaşım gördüğümüz muameleye bariz bozuluyor. Birbirimize çaktırmıyoruz ama gerildik. Kim gerilmez ki? Güle oynaya turist kafasıyla, üstelik de senin ülkene güvendiği için pasaport bile istemeyen bir ülkeye geliyorsun, sonra da gördüğün muameleye bak!  

“Uygun bir dille yazacağım bu durumu Dış İşleri Bakanlığına” diyor arkadaşım. Böyle şikayetleri, diplomatik bir dille çok iyi yazar. 

  “Biz Moldovalıları böyle mi karşılıyoruz? Güya pasaportsuz, vizesiz, sadece kimlikle girebildiğimiz ülkede gördüğümüz muameleye bak! O zaman iptal etsinler bu anlaşmayı, vize koysunlar da bari beğenmedikleri kişileri baştan elesinler…”

Bu söylediklerinde yerden göğe kadar haklı. Sakinleştirmeye çalışacağım kendisini ama ne diyeceğimi bilemiyorum. Ağzımdan sadece “ Boş ver” çıkıyor.

Kaçak girmeye çalışan çocuğun yanında orta yaşlarında bir Türk, bu söylediklerimizi duymuş olacak ki bizi uyarıyor:

“Muhtemelen şu an kameralardan bizi izliyorlar, bence konuşmayın!” diyor.

Bak işte tecrübe konuşuyor. Ben daha önce mülteci muamelesi görmedim ki, bu detayı hiç düşünememiştim. Bu arada yanımızda oturan geveze kaçağın bu durumlar hiç umurunda değil. Nasıl rahat!

 “İngilizce de bilmiyorum, en kötü buradaki arkadaşımı arar konuştururum” diyor. Şakalar yapmaya devam ediyor. Resmen kaçmaya gelmiş! O’nun gibiler yüzünden bizler de bu hak etmediğimiz muameleyi görüyoruz.

Aradan bir saate yakın zaman geçtikten sonra buz suratlı kadın polis gelip bizi çağırıyor. Oh en azından bu saçma odadan kurtuluyoruz, bizi başka bir odaya alıyor. Yanında gülümseyen ve yumuşak suratlı bir erkek polis daha var. İyi polis, kötü polis hikâyesinin gerçek olduğuna bu sayede tanık oluyorum.

Erkek polis İngilizce konuşuyor, bizim buz suratlının anladığım kadarıyla İngilizcesi yok, ya da az. İyi polis mesleğimizi soruyor. “Neden geldiniz?” diyor. Verdiğimiz cevapları Romence ya da Rusça her ne dilse o dilde kadına anlatıp O’nu ikna etmeye çalışıyor. Kadının ikna olmadığı hem vücut dilinden hem de kaşından gözünden belli.

Ne yapmış olabiliriz bu ablayı bu kadar kızdıracak?

Kendi aralarında yaptıkları konuşmada geçen “Ukrayna” sözcüğü ile beynimde şimşek çakıyor. Tabi ya, mesele Ukrayna! Çünkü biliyorum ki Moldova’dan Ukrayna’ya, oradan da Polonya’ya kaçmak isteyen çok kişi ve maalesef çok da Türk varmış. Bütün bu sıkı sorgular bu nedenleymiş.

Peki ne alaka diyeceksiniz?

Arkadaşımın pasaportunda iki tane Ukrayna girişi olduğu için takılmışız biz bu film sahnesi gibi sorguya… Kadın pasaportta o sayfaları gösteriyor iyi polise.  Şimdi oldu. Kadın bizim Ukrayna’ya geçeceğimizi düşünmüş meğer…

İyi polis, arkadaşımın pasaportundaki Ukrayna girişini soruyor.

“Savaştan önceydi, turist olarak gittim” diyor arkadaşım. Bende pasaport olmadığı için Ukrayna girişimi bilmiyorlar tabii ki… Bir de beni bilseler, vay halimize ki ne vay…

Resmen kaçma potansiyeli olan göçmen muamelesi görüyoruz. Ne yapalım, bu da bir tecrübe işte. Turist olmak, her zaman çiçeklerle karşılanmak demek değilmiş. Bunu da öğrenmiş oluyoruz buz bakışlı polis abla sayesinde.

İyi polis “Yanınızda kaç para var?” diye soruyor. Söylediğimizde biraz da burun kıvırıyor.  Sanki dünyanın en pahalı şehirlerinden birine, ne bileyim Barselona’ya falan gelmişiz. Hay bin kunduz! Sana ne benim bütçemden. “Airbnb’yi önceden ödedik” diyoruz.  İyi polis, buz ablaya anlatıyor, vücut dilinden anlıyorum.

“Bak Bayan Buz” diyor, “Kalacak yeri de ödemişler” diyor, “Yeter bu para onlara” diyor. Yani bence böyle şeyler diyor.

 En iyi niyetli yüz ifademi takınarak “Kredi kartlarımız da var” diyorum. “Gösterin” diyor iyi polis. Açıyoruz, çil çil kredi kartlarını… Bakıyor, sonra da buz ablaya dönüp muhtemelen:

”Bak kredi kartları da var” falan diyor. Anlıyoruz ki abla ikna oluyor bu sefer… Paranın açamadığı kapı yokmuş demek ki! 

İyi polis “Lütfen bir iki dakika bekleyin” diyor kibarca ve gülümseyerek.

Buz abla gidip odadan kimlik ve pasaportu getiriyor. Ve bilin bakalım ne oluyor? Meğer bizim kötü polis “buz abla” da gülümseyebiliyormuş! Sorgu bitip ikna olduktan sonra “Have a nice holiday” deyip gülümseyerek bizi lütfederek ülkelerine alıyorlar…

Hay sizin…

Bitti ama çok bozulduk tabii ki gördüğümüz muameleye. Heyecanla bir ülkeye turist olarak geliyorsun, güya kimlikle girme hakkın var. Sonrası duty free yerine sorgu odası! Vay be! Bir zamanlar, -paramız değerliyken-, Moldovalılar ülkemize çalışmaya, çocuk bakmaya falan gelirlerdi. Şimdi biz burada resmen mülteci muamelesi görüyoruz. Zaten bu hafta sonu referandum sonucu iyi çıkarsa arkadaşlar Avrupa Birliğine de girecekler, havalarından geçilmez artık!

Havaalanında kimse kalmamış, bizim bavul duruyor platformda, birkaç tane daha bavul var. sorguda hâlâ birileri var demek ki. Sahi, o kaçak giren elektrikçiyi ne yaptılar acaba?

“Nihayet kurtulduk” diyerek, moral bozmamaya çalışarak biraz döviz bozduruyoruz. 30 Numaralı otobüsle şehir merkezine gitmek üzere havaalanından dışarıya çıkıyoruz.

Tatlı bir serinlik var dışarıda, belimize bağladığımız montları giyiyoruz.

Turist olmak, rutinin dışındaki hayatı deneyimlemek biraz da… Sorgulanmak da hayata dair, yapacak bir şey yok.

Havaalanının önündeki otomattan internet kartı almaya çalışan iki Türk ile konuşuyoruz. Bu arada 100 GB internet ve 500 dk konuşma sadece 50 Lei! Yani 100 TL gibi. Bizi ülkemizdeki telefon firmaları ne kadar da tatlı öpüyorlarmış, işte kanıt size!

Bu arada bu arkadaşları da sorguya aldıklarını öğreniyoruz. İkisi de gazeteciymiş. Fotoğraf makineleri ile falan gelmişler. Çok da düzgün tipler, konuşmalarından belli.

Son zamanlarda Moldova’dan Ukrayna’ya, oradan da Polonya’ya kaçan çok Türk var, o yüzden sorguya almaları normal” diyorlar…

Ülkemizde iş olsa, aş olsa kim kaçmak ister ki!

Neyse işte; hep birlikte 30 Numaralı otobüsü ya da troleybüsü beklemeye başlıyoruz. Saat 21:00’i epey geçmiş. 

Macera bitti sanıyoruz ama o anda tanımıyoruz tabii, otobüste bize kazık atmaya çalışacak kurnaz biletçiyi...

ARKASI YARIN…

Kşinev yazılarının hepsi burada…

    

0 yorum to “ Kşinev Gezi Hikâyem #2 – Sorgu Odasına Hoş Geldiniz! ”

Yorum Gönder