Geçen
hafta cuma salı arası 4 gün Avşa kaçamağı yaptım. Avşa'ya
geçen yıl yine bu zamanlarda gelmiş ve ada hayatını çok
sevmiştim. (bkz: bu yazı)
Yine
sevdim, hatta bu sefer daha çok sevdim. Denizle biraz daha barıştım;
beni daha çok kucakladı. Dışarısı çok sıcakken
serindi, yumuşaktı, sakindi; iyi bir dost gibiydi. Beni dinledi,
anlamaya çalıştı ve sırtımı okşadı. Gerçekten çok güzeldi.
Çocuklar vardı her zamanki gibi sahilde. Onlarla arkadaşlık
yaptım; en çok da Rüya ile. 6 yaşındaki Rüya beni çok derinden
etkiledi, anlatırım bir ara. Sonra Aras vardı 12 yaşlarında.
“Aman ya, alt tarafı deniz; denizden mi korkacağım yani. Atarım
kendimi içine olur biter!” demesi bana nasıl da cesaret verdi. Aradığı hazine haritasını buldu mu acaba... Gerçekten çocukların dili büyüklerden daha çok etkiliyor
insanı. Ne Rüya'nın, ne de Aras'ın annesi ya da babasıyla
tanıştım. O yüzden de 3,5 gün boyunca “Nerelisin, ne iş
yapıyorsun, kimsin?” gibi büyüklerin soracağı saçma ve
gereksiz sorulara maruz kalmadan, son derece steril tatil arkadaşlarım
oldu. Ne zamandır çocuklarla bu kadar haşır neşir olmamıştım...
Avşa Kumsal Manzaraları |
Bu
sefer mutfağı balkonda olan bir oda tercih ettim. Diğer odalar
öyle değildi, sadece otelin köşesindeki 2 odanın mutfağı
balkondaydı. Küçük ama sevimli olan balkon mutfağım, sol
taraftan adanın tepelerine, sağ taraftan denize bakıyordu. Bir de elma ağacı vardı önünde, dokunabiliyordum yapraklarına. Beton
yoktu görüş alanımda, bunu çok sevdim. Otelin diğer odalarına
göre daha küçüktü kaldığım oda. Diğer odaların mutfakları
yenilenmişti, benim mutfak eskiydi. Ama takılmadım böyle şeylere.
Çünkü Avşa'ya salaşlığı yakıştırıyorum ben. Balkonda
yemek yapmak, rüzgar geldiğinde ocağın sönmesini engellemek için
balkon iplerine havlu sermek, köfte kızartırken balkonun sağ tarafına gidip güneşin batışını izlemek, sonra köfteleri
çevirip Avşa yapımı Ada Karası şarabından bir yudum almak,
kekremsi şarap tadını hissetmek, sonra tekrar köfteleri çevirmek
güzeldi. Bir tür arınma gibiydi.
Geçen
sene gittiğim apartta mutfak eşyaları gayet iyiydi. Bu sene
gittiğim, adı daha bilinen apartta ise azdı her şey. Vardı da
aslında bir şeyler, sanırım ben sevmedim. 2 çukur tabağı, bir
tencereyi, bir de çaydanlığı kullandım. Dondurma kutusunu
yıkayıp salata kasesi yaptım mesela, çok minimalistti, çok
huzurluydu. Giderken yanımda çatal kaşık, rende, bir de hafif
tava götürmüştüm; adadan 2 tane de bardak aldım. Cam kupa, ama
kısa. O bardaklara şarap da yakıştı, bira da yakıştı, çay da
yakıştı. Aslında yakıştırmak insanın bakışına bağlı bir
şey. Yakıştı gibi görüyorsan, gerçekten de yakışıyor...
Avşa apart balkon soldan manzara |
Adanın
en güneyinde tutmuştum odayı. Çünkü geçen sene akşamları
oralar çok sakindi. Akdeniz Akşamları çalan gençler oluyordu
sadece. Ama kapitalizm sahilin en ucuna kadar ulaşmış maalesef.
Kaldığım otelin 30 metre ilerisine bir şey yapmışlar. Gündüz
kafe, gece bar gibi bir şey! Akşam ben balkonda köfte kızartırken
başladı canlı müzik. Ama doksanlardan kalan müziklerdi; Levent
Yüksel, Aşkın Nur Yengi, Sezen falan çalıyordu akşamın ilk
saatlerinde. Sonra sesi tam da Haluk Levent'e benzeyen biri sahneye
çıkıp Elfida'dan başlıyor, Gel Etme Nazlı Güzel ile devam
ediyordu. Sonra Ahmet Kaya şarkılarına geçiyordu. Bir ara İzmir
Marşı ile coşturdu insanları. Ne garip değil mi; barlarda Çav
Bella'dan barlarda İzmir Marşı'na evrildi hayatımız. Devrildi mi
demeliyim yoksa...
Dediğim
gibi, çıs tak yoktu. Hande Yener, Serdar Ortaç falan çalsaydı ne
yapardım bilemiyorum. Allahtan yoktular. İlk akşam çok güzel
geldi çalan müzikler, balkon keyfim şenlendi. İkinci akşam
yine yormadı. Ama üçüncü akşam artık şarkıların sırasını
ezberlediğim için sıkıldım, balkonda oturamadım. Sonra düşündüm
o gece. O işletmenin sahibi para kazanacak diye; mesela benim yan
odamda kalan ve söylediklerine göre on beş sene boyunca hep aynı
otele gelen, en az seksen yaşındaki tatlı tatilciler uyku uyuyamıyordu
gece bir buçuğa kadar. Neden? Eskiden parası olanlar düdüğü
çalarmış, şimdi de sahillerde bar açıp müziği çalıyorlar. Ya da hemen hemen her yerde kendi tellerinden çalıyorlar. Ama hep çalıyorlar! Senin benim hayatımdan, huzurumuzdan
çalıyorlar! Çala çala yaşayıp gidiyorlar. Açıkçası Haluk
Levent sesli, doksanlar repertuarlı müzisyen olmasa tatilim berbat
olacaktı. Ama olmadı; dedim ya ben huzurluydum çok. Bazı
kapital sahiplerinin ötekine saygı duymayan; doğayı, huzuru ve
çevresindekileri yok eden azgın iştahını düşünmeden de
edemedim. Sahi dünyayı kim yaşanılmaz kılıyordu?
Ada Karası |
Avşa'yı
neden sevdiğimi sabah sahilde yürürken buldum. Hayat doksanlarda
donmuş gibi orada. Türkü barlar var; ama Haluk Levent, Hüseyin
Turan, Levent Yüksel, Ahmet Kaya çalan türkü barlar. Benim sevdiğim türden yani. Esnaf geçen
seneye göre zam yapmamış; kahvaltı yine 15 TL, domates yine 2-3
TL. Gözü tok eski esnaf var, köşe dönmeciler uğramamış sanki
Avşa'ya... Herkes şortlu, herkes askılı tişörtlü, herkes
terlikli. Yani sahil kasabalarında görmeye alıştığımız, zaten bildiğimiz
manzaralar. Yaşlı bir iki teyze kapalı giyinmiş o kadar.
Akşamları ufak ufak içiliyor, kahkaha atılıyor, kadınlar
kumsalda birbirlerine kocalarını çekiştiriyor, çocuklar özgürce
oynuyor. Sanki ülkemiz hiç değişmemiş gibi, sanki Anadolu
kültürü öylece kalmış gibi, sanki kutuplaşma olmamış gibi,
sanki yüzümüz batıya dönük gibi...
Avşa Gün Batımı |
Güzeldi
Avşa; seneye tekrar gitmek isterim. İyi hissettiren harika bir
enerjisi var oranın. Bozulmasın, öylece kalsın isterim.
Doksanlarda kalsın, milenyuma girmesin... Hulusi Kentmen'ler ölmesin, onlar hepimizin dedesi olsun... İsterim...
Yaşadığınız huzuru kelime kelime hissettim inanır mısınız :)
YanıtlaSilİşte bu harika :)
Sileski günlere götürdün beni :)))) avşada bozulmasın bizim içimdeki küçük insan da bozulmasın :)
YanıtlaSilEvet içimizdeki o küçük insan bozulmasın, ne güzel söylediniz :)
Silada hayranıyım yaa. kuşadası büyükada. avşa bilmiyom hiç ama gideyim artık yanii :)
YanıtlaSilEvet ada başka bir şey, insanı özgürleştiriyor. Ben de adada yaşamak isterdim. Avşa'ya da gidin tabii :)
SilAh, hep doksanlarda kalsın gerçekten de..
YanıtlaSilDün bir caps gördüm. 1800'ler Oxford'u ile günümüz Oxord'unun fotoğraflarını yan yana koymuşlar. İkisi de aynı... Altına da yazmışlar:
Sil"Medeniyet korumaktır!"
Sonra bizim halleri düşündüm, üzüldüm; çok üzüldüm...
Keyifle okudum. Biraz da kıskandım:) Öyle bir yoğunluk içindeyim ki, okudukça tatil ihtiyacımı gidermiş kadar oldum. Yazamıyorum bu aralar ama sizin yazdıklarınızı okumadan da edemiyorum. Ne güzel anlatmışsınız...
YanıtlaSilTeşekkür ederim:) Bu tatil sayılmazdı, öyle kısa bir kaçamaktı. Evet siz çok yoğun çalışıyorsunuz. Benim gibi arada kısa molalar verebilseniz o kadar iyi gelir ki... Hem de İzmir'desiniz. Çeşme var, Kuşadası var, Seferihisar var :)
SilSizden de tatil kaçamağı yazısı bekliyorum:)
türkü bar candır. popüler ortamlar çekilmez.
YanıtlaSilTürkü barın da kalitelisi güzel oluyor. Halay çekilmeyen, düğün salonuna dönüşmeyen, elektronik saz olmayan türkü bar güzeldir:) Maalesef onun da suyu çıkmış durumda günümüzde.
SilOkurken gözlerim yaşardı nedense... Yaşlanıyorum galiba
YanıtlaSilYaşlılıktan değil de, kaybolan değerlere olan duygusal bağdan olmasın...
SilHep aklımda bir kısmet olmadı gitmek oraya..
YanıtlaSilGittiğinizde siz de benim gibi sevecek misiniz bakalım :)
Silkeyifli ve esrik bir tatil olmuş. Ben de sanki varmışım gibi...
YanıtlaSilEvet aynen öyleydi :) Keşke biraz daha uzun olabilseydi :)
Silbir arkadaşım vardı avşada yazlığı olan hep oranı gece hayatından bahsederdi tüm o görüntüyü sildiniz gözümün önünden okurken huzur doldum,,
YanıtlaSilAvşa'nın barlar sokağı falan gürültülü evet. Ama hiç bulaşmayınca ve gürültüden uzakta konaklayınca gerçekten huzur doluyor insan :)
Sil