16 Mayıs 2019 Perşembe

Lviv Gezi Hikayem -9 / Lviv’de 2. Gün / Market ve Kahvaltı

Bugün 07.04.2019 Pazar.  Lviv'de ikinci günümüz. Açıkçası sabah sabah tatlı yemek içimizden gelmiyor. Biraz da üşengeçlik var.  Alternatif düşünmek lazım. Dışarıya çıkmadan, evde yayıla yayıla kahvaltı etmenin bir yolu olmalı. Gelirken sıcak suda çözülen iki tane çorba atmıştım çantama. Bir de küçük ponçikler vardı. Havaalanında atıştırmak için mahallemizin pastahanesinden almıştım ya, işte onların bir kısmı duruyor. Üstelik hala tazeler. İçleri boş, tuzlu; pufidik pufidik hem de. Menü gözümde canlanıyor, tam da istediğim şey bu!  Suyu kaynatıyorum. Mavi ışıkları yanıyor cam ısıtıcının. Mis gibi ezo gelin çorba ve ponçiklerle yaptığım kahvaltı çok iyi geliyor mideme.


Lviv Sokakları
Bence insanın genetik kodlarında var damak tadı. Nereye gitse oranın yemeğine hemencecik adapte olanlara şaşırıyorum ben zaten. Onlar normal insan değil. "Gezgin" kategorisinde, genetik ve coğrafik hikayelerinden arınmış, çoktan "dünya vatandaşı" olmuşlar. Bense "dünya vatandaşı"  falan değilim. Hatta yeme içme konusunda kendimi "Muhafazakar Türk" olarak tanımlasam hiç de abartmış olmam! Bu konuda yeniliklere açık olmadığımı iyi biliyorum. Mesela bilmediğim yemeklere uzak dururum. Kokusunu ve tipini sevmediğim yiyeceğin kıyısından bile geçemem! Sarımsaklı yoğurtla mantı yiyen, zeytini martinide süs olarak değil, ekmeğe katık eden; kahvaltıda siyah çaydan vazgeçmeyen bildiğiniz Türklerdenim. Tadına bakmak için yaptım işte buranın kahvaltısını bir kere. Yeter bu kadar! Her gün olmaz, sıkılırım, aç kalırım, mutsuz olurum sonra!  Çantama evdeyken attığım (iyi ki de öyle yapmışım) sallama Rize çayını keyifle yudumlarken bunları düşünüyor ve gülüyorum bu hallerime. 

Evde konaklamak ne güzel şey! Otelde kalsak tatlı kahvaltılara mecbur olacaktık. Başka ülkelere gitme fırsatım olursa eğer, (İnşallah, amin) kesinlikle yine evde kalırım diye geçiyor aklımdan. En azından damak tadıma göre kahvaltı yaparım. 


Lviv Sokakları

 Öğlene doğru çıkıyoruz evden. Akşama opera var. O yüzden fazla yorulmamaya ve merkezden uzaklaşmamaya karar veriyoruz. Zaten insan bu şehrin sokaklarında gezmekten hiç bıkmıyor ki! Aynı sokaklardan geçsem dahi her seferinde ayrı bir detay yakalıyorum, bol bol fotoğraf çekiyorum.

Türk kahvaltısı yapmak isteyenler için tavsiye edilen bir cafe olduğunu okumuştum. Ama bu cafeye gitmek de pek içimden gelmiyor ne yalan söyleyeyim! Kimbilir hangi çakma ürünü sunacaklar diye düşünüyorum, cesaret edemiyorum. En iyisi alışveriş merkezine gidip kalan günler için kahvaltılık almak!

AVM deyince bizdeki gibi şehir dışında kalmış devasa saçma sapan bir yer getirmeyin aklınıza. Beyoğlu’ndaki taş binalar gibi tarihi bir yer Roksolana. Hem de şehir merkezinde. Yanına yaklaşmadan AVM olduğu kesinlikle anlaşılmıyor. Önünde  ne kocaman kocaman tabela kirliliği var, ne de reklam! İçeriye girince ise gayet şık mağazalarla karşılaşıyoruz. Girişteki asansörle bir kat aşağıya inince Carrefour gibi büyük bir market var. Ben normalde AVM gezmeyi hiç sevmem. Alışverişimi mahalledeki küçük dükkanlardan yaparım. Ama burası başka! iyi ki  gelmişiz Roksolana'ya! Çünkü Lviv yerlilerinin yeme-içme alışkanlıklarına tanık olmak için bu alışveriş merkezi biçilmiş kaftan!


Roksolana AVM
Sebze meyve reyonları oldukça küçük. Bizdeki gibi rengarenk ürün yok. Bir köşede zavallı küçük domatesler, içi geçmiş mandalinalar, bizdekinden farklı patates çeşitleri, lahana ve bir iki tane karnabahar görüyorum. Salatalıkların yüzeyleri sivilceli gibi pütür pütür. Muz, pomelo gibi ithal meyveler ilginç bir şekilde bizdekinden ucuz. Mesela muzun kilosu altı liraydı. Dolma biberler sarı, kırmızı ve çok kalın. Asla dolma yapılmaz bunlardan! Ancak garnitür olurlar. Demek burada yaşasam, hayatımdan dolmayı çıkarmak zorunda kalacağım! Hmm, düşündürücü... Biber, patlıcan falan görmüyorum. Ispanak da yok sanırım.  Dedim ya taze sebze meyve reyonları zayıf. Belki de açık semt pazarında durum daha farklı olabilir, görmek lazım.  Pişmiş tavuk, dondurulmuş deniz ürünleri, balık, et, hazır meze ve yemek bölümleri ise oldukça zengin. Ben mide hassasiyeti olan mızmız biri olarak bu reyonlara pek ilgi göstermiyorum.

Çeri domates, biraz peynir, elma, portakal, sivilceli salatalık, muz ve güzel bir ekmek alıyoruz. “Bir de zeytin olsaydı keşke” diye düşünürken rafların alt kısımlarında salamura yeşil ve siyah zeytin görüyorum. Belli ki çok tercih edilmeyen ürünler bunlar, kıyıda köşede kalmışlar. Ama ben, bulduğuma çok seviniyorum. Siyah zeytinin çekirdeği çıkarılmış ve gayet gergin görünüyor. Gerçi sonradan fark edeceğim üzere zeytinin hiç yağı ve tadı yok, ama olsun. Bir de üzerinde "ayı" resmi olan küçük bir bal alıyoruz. Bizim bal kavanozlarında "arı" resmi olur, bunlarınkinde "ayı" var! Eve gelip tadına bakınca anlıyorum "ayı" ile "arı"nın farkını. Emek veren arı bal gibi; mideye indiren ayının ise ne tadı var ne lezzeti! 

Şampuan, peçete, bira derken bildiğimiz ev alışverişi yapıyoruz. Çok hoşuma gidiyor bu durum. Kendimi sanki bu şehrin bir parçasıymışım gibi hissediyorum. Tatile yeni bir boyut katmanın verdiği mutluluk yayılıyor içime. 
Lviv Sokakları

Markette kasa haricinde hiç görevli yok. Sebze bölümlerinin  üzerinde bir kod var, kendin tartıp kendin yapıştırıyorsun barkodu poşetin üzerine. Kiril alfabesi bana mısın demiyor. Sistemi hemen anlıyor, sivilceli salatalıklarımızı bile kolayca tartıyoruz. 

Fiyatlar üç aşağı beş yukarı İstanbul ile aynı.  Kasada poşete para veriyoruz. Ama gayet kalın ve dayanıklı bunların poşeti. Bizdekiler gibi uyduruk değil. 

Eve dönüyoruz. Çay demliyoruz. Güzel bir kahvaltı yapıyoruz, biraz dinleniyoruz. Artık operaya gidebiliriz. 

Macera devam ediyor,

To be continued…



15 yorum :

  1. Ben mutfağa girince tatilde gibi hissetmediğimden yazlık eve de mutfaklı yere de aıcak bakmıyordum. Ama son Norveç ve Almanya gezilerinde çantama hazır makarna, hazır çorba, diyet bisküvi ve bol leblebi attım. Dediğin gibi insan ne yiyeceğini bilemiyor dışarılarda.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında haklısın, tatilde mutfak olayını abartmamak lazım.
      Ama ne yalan söyleyeyim, evde ettiğim kahvaltılar resmen tatilime ekstra bir konfor kattı:)

      Pek gitmediğim için bilmiyordum, geçenlerde mecburen bir Migros'a girdim. Hazır çorba gibi paketlenmiş ve mikro dalgada ısıtılıp yenebilen bulgur pilavı bile yapmışlar. Bir daha yurtdışına gidersem kesin bunlardan da alacağım:)

      Sil
  2. Harikaydı gerçekten. Okurken kendimi o anları yaşamış gibi buldum. Devamını da sabırsızlıkla bekliyorum ((:
    Elinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim,beğenmeniz ve bu güzel yorum da beni mutlu etti :)
      Devamı bir kaç bölüm daha var, bu hafta bu yazı dizisini biritmeye kararlıyım :)

      Sil
  3. Bilgisayarımı açar açmaz e bakalım diyorum, Evde Yazar yeni bölüm eklemiş mi?:) Gülümseyerek okumaya başlıyorum satırları... Yurt dışında yemek tercihleri hususunda bir yorum yapayım diye düşünürken "sivilceli salatalık" tanımlaması beni güldürüyor.
    Ne garip değil mi? Yurt dışına çıktığımızda fellik fellik Türk lokantası, yok onu bulamazsak bize daha yakın gördüğümüz Lübnan mutfağı falan ararız. Bu konuda ben de dünya vatandaşı olmaktan ziyade sizin gibi muhafazakar Türk sınıfına dahil olduğumu düşünüyorum. Yine de yurt dışında bulunduğun ülke mutfağının ekstrem örneklerini değil de bir parça olsun yemek kültürünü tanımak daha doğru olmaz mı?
    Örneğin İtalya'ya gidip de "Pasta frutti di mare" ya da mantarlı bir risotto yemeden dönülür mü? Türkiye'de aynı tadı yakalamak mümkün değil. Dini açıdan olmasa bile kültürel açıdan domuz ürünlerine karşı mesafeli durmam yabancı mutfağına açılan kapıların bir kısmını kapatmış oluyor sadece. Çaykoliklerin en büyük sıkıntısı yurt dışında Türk çayı bulamamak, onları anlıyorum. Ama kalkıp Londra'da "Sofra" adındaki Türk lokantasını arayıp orada bilmem kaç kat pahalı bir tabak kuru fasulye yemeğini yerken üç gün ayrı kaldığın memleketinin hasretini gidermek de neyin nesi? Evet, komik geliyor şimdi, fakat biz bunu yaptık. Örneğin Gürcistan'ın khacha puri'isi, Makedonya'nın rulo şeklindeki peynirli böreği yöresel ve damak tadımıza da uygun atıştırmalıklar. İspanya'nın deniz mahsullü Paella'sının şimdiye kadar tadına bakmamış olmam büyük bir kayıp nazarımda. Kahvaltı bile olsa yemek konusuna hiç girmeyecektiniz, gördünüz mü bak çenem düştü yine:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel yazmışsınız, ellerinize sağlık :)
      Sofra'da uru fasuşye anısı ise ne güzel anı işte. Londra gibi mutfağı olmayan bir ülke için yapılır mı yapılır :)
      Öte yandan kesinlikle size katılıyorum, üç günlük geziye gidip de yerel lezzetlerin en azından bize yakın olanlarını tatmamak olmaz. Ben iki kere çıktım biiyorsunuz,kendimden beklenmeyecek kadar da aştım kendimi aslında. Mesela geçen sefer yerel lezzetleri oloan vişneli mantıyı tattım, ama hiç beğenmedim:) Bu sefer niye bir daha kendime işkence yapayı ki:) Geçen sefer Kharkov'da bir cafe bulmuştuk miföy gibi börekleri vardı, ama burada bulamadaık ondan. Lviv kruvasanlaı meşhur, ilerleyen bölümlerde anlatacağım ou da sevmedim :)
      Kahvaltıdaki krep gibi çıtır hamura sardıkları reçelli şeyi beğendim beğenmesine de her gün yenmez ki o :)
      Akşam yemeklerinde hiç sesimi çıkarıyor muyum :) Mis gibi et var, İtalyan pizza var, ama ben son yıllarda meşhur olmadan çok öncesinde Cemal Süreya'nın "Kahvatının mutlulukla ilgisi olmalı" şiirinin hayranıydım :))

      Sabah sabah benim de çenem düştü :)
      Yeni bölümlere de böyle uzun yorumlar yazmanızı bekliyorum, sevgiler :)

      SEbglet

      Sil
  4. Düzeltme: Bu klavye beni yine mahvetti, galiba tuşlarda sıkıntı var, hızlı yazarken basmıyor. Umarım yanlış sözcükleri anlamışsınızdır :)
    En sonunda "Sevgiler" yazmıştım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, açıklamanız için. Zira sabaha kadar uğraşsaydım yine de çözemezdim:))

      Sil
  5. Yurtdışında kahvaltı benim içinde hoş değil. Gerçi en son İsvaç'te kaldığım otelin kahvaltısı oldukça iyiydi. Avrupalı şekerli ürünleri çok seviyor ve zeytin yok. En önemlisi çay yok, şöyle tavşan kanı demlenmiş. Yemek alışkanlıkları küçük yaşta oturuyor. Bırakın farklı ülkeyi herilerimizde bile farklılıklar var. Kimi muhlama olmadan, kimi cigersiz kahvaltı yapmıyor. Ege' de zeytinyağı çok kullanımda iken doğu şehirlerinde nerdeyse hiç yok.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok haklısınız, Adana'da ciğerle kahvaltı yapanlara Karadenizliler şaşkınlıkla bakar. İnsan kendi alışkanlığını arıyor.
      Ben yurtdışına sadece iki kez çıktım. Eğer fırsatım olur da yine çıkabilirsem, evde kalarak kahvaltı sorununu çözmeyi planlıyorum :) Diğer öğünler bir şekilde kolay geçiyor. Ama kahvaltı gerçekten de tam da yaşanan yere özgü.
      İzmir'de boyoze alışmışken İstanbul'a ilk geldiğimde pudra şekerli kürt böreğini görünce şaşırmıştım mesela :)

      Sil
  6. Var mi kendi kahvaltılarımız gibi lezzetlisi? :P
    Çok iyi yapmışsınız alışveriş yapmakla afiyet olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet kahvaltı önemli, o tatlı şeylerle geçiştiremezdim:)

      Sil