Yaşadığımız dönemin elli yıl sonra
yapılan filmini ya da dizisini hayal edin. Bir dönem filmi, iki bin onlu
yılların sonu!
Yazın hayatına “Evde Yazar”
adında zavallı bir blogla başlayan ünlü senaristin kaleminden çıkan bu nefis
başyapıt, pek yakında sinemalarda! ("Elli
sene sonra sinema mı kalır, peh peh!" "diyenlerinizi duymuyorum sanmayın.
Senaryo benim değil mi kardeşim, tersine bilim kurgu yapıyorum! Yıllar geçiyor
ama nostalji hayat buluyor, kime ne, üstelik hiç yaşlanmıyorum evet, özgürüm yahu!
Fazla kurcalamayın)
Neyse işte filmim şöyle başlıyor.
Akşam saat on sekiz otuz on dokuz
civarı. E-5 denilen nostaljik yol kilitlenmiş. Elli yıl sonra nostaljik olacak
tabii ki i fayf yolu, o nedenle böyle anlatıyorum. Efendim bu nostaljik
yolumuzda arabalar durma noktasına gelmiş, herkes birbirine korna çalmakta.
Gıdım gıdım ilerleyen yolda birbirinden
iğrenç gökdelenler ve avemeler arasından süzülüyoruz. Niye böyle oluyor, çünkü
elli yıl sonra izleyecek insanlara günümüzü anlatıyoruz ya o bakımdan… İleri
zamanda geçen günümüz nostaljisi, kara delik gibi bir şey anlayacağınız.
İsimlerini henüz belirlemedim ama
senaryomdaki karakterler üç aşağı beş yukarı belli!
Bir kere kesinlikle çocuğuna “annecim
babacım” diyen ebeveynler, torununa “dedem” diyen salak tipler, yeğenine “amcacım”
diyen hırtapozlar var senaryomda. Burası net! O çocuklar, o torunlar ve o
yeğenler kimlik bunalımıyla büyüyüp, gelecekte nasıl birer tuhaf yaratığa dönecekler
hep birlikte görüyoruz. Şöyle düşünüyor mesela küçük kız:
“Bu anne dediğim kadın bana “annecim”
diyorsa, şu yaşlı adam da “dedecim” dediğine göre, şu kendisini “teyze” olarak
bildiğim kadın da bana “teyzecim” diyorsa
benim cinsiyetim ne, ama benim yaşım kaç, kilom kaç?!!” Nırının nırının Nil Karaibrahimgil
şarkısı çalıyor arka planda. Seyrek keçi sakalı mide bulandıran, bol pantolonu
afedersiniz mıçından düşmekte olan, kafasının içi boş, kulağında rap müzik çalan
delikanlının on sekiz günlük bedelli askerliğe gitmesini tabii ki atlamıyorum. “Bedelli
medelli ama İnşallah o seyrek keçi sakallarını yolarlar” diye gizli gizli dua eden anne de var elbet senaryoda.
“Avokadoyu minnak tohumlarla ezip bızzt bızzt
yaptıktan sonra pastil kapsüllerine sürerek tüketin!” diyen diyetisyenleri unutmuyorum
tabii ki. Elli yıl sonrasında şimdinin
elli yıl öncesinin kültürünü yaşatan genetik akrabalarımızın, yemek yemekten
keyif almayı ve sofra adabını yaşatırken, kendilerinden elli yıl öncesindeki bu diyetisyen ablaların neden “yiyin,
için “demek yerine “tüketin” dediklerini anlamamaları normal tabii ki! Çünkü onlara
bu kullanım ters! Dedim ya tersine bilim kurgu bu filmin türü, romantik anti distopya da diyebilirsiniz. Atış serbest!
“Sabah kalkınca içine zıbırtık
embriyon parçaları koyduğunuz suyu tüketin, sonra bir adet yumurtayı tükettikten sonra gidin bir
doz da birbirinizi tüketin!” demiyor tabii ki filmin kahramanları, ama izleyenler anlıyor bunu! Bu kadar metaforu da
anlamayacaklarsa niye elli yıl sonra yaşıyorlar ki zaten! Günümüzün cahil
toplumuna hapsolup kalsınlar daha iyi!
Filmimizde herkesin cep telefonu
ve de sık kullandığı bir sosyal medya platformu var elbette! Kimileri
hafta sonu nasıl eğlendiğini, kimileri köpüşleriyle nasıl öpüş kokuş
olduklarını, kimileri de iş yerinde nasıl bir fors içinde şatafatlı doğum
günleri düzenlediklerini anlatıyor bu sayfalarda.
Hep nostalji güzel gelir ya insana,
seksenli yılların vatkalarla kabartılmış omuzlarını özlemle anar ya mesela
günümüz romantikleri! Elli yıl sonra bu filmi izleyenlerin iki bin onların sonları hakkında böyle sevecen
duygular besleyeceklerini hiç sanmıyorum ben. Daha filmimde beynimizi nasıl
kullanmadığımızı anlatmadım bile üstelik!
Hadi devamını siz getirin, pazar pazar
eğlenelim ağlanacak halimizle…
Günümüz elli yıl sonrasına berbat mı gelir, yoksa elli yıl sonrası berbat olup da nimet gibi mi gelir bilemem?
YanıtlaSilKim bilebilir ki zaten :)
SilTrajikomik bir yazı olmuş. Böyle garip bır zamanda yaşıyoruz maalesef..
YanıtlaSilEn en doğruları henüz söylemeye cesaretimiz yokken hem de :)
Siliçimiz dışımız kasvetken, bari karanlık hayaller kurmasak?
YanıtlaSilTürk Dil Kurumu Sözlüğü'nde hayal şu şekilde tanımlanıyor:
Sil"Zihinde tasarlanan, canlandırılan ve gerçekleşmesi özlenen şey, imge, hülya"
Yani gerçekleşmesi özlenen şeyin hayali kurulur. Bu durumda aklı başında kimse zaten karanlık hayal kurmaz öyle değil mi...
Sevgiler
Hakikaten ben de gittikçe daha çok duyar oldum bunu. Babalar çocuklarına babacım, anneler annecim, teyzeler teyzecim, halalar halacım vs. diyorlar. Ne anlamı olabilir ki bunun? Çocuğun adından mı memnun değilsiniz? Ahmetçim de Zeynepçim de, neyse artık çocuğunun adı, adını söyle.
YanıtlaSilNe zaman tv'de bir diziye denk gelsem bu tip bir kullanım duyuyor ve hemen kanalı değiştiriyorum. İşin kötüsü virüs gibi yayılıyor bütün bu yanlışlar, bütün bu tuhaflıklar.
SilÇok merak ediyorum, kim çıkardı acaba bu garip söylemi. Faili meçhul dil cinayetleri sarmış dört bir yanımızı :) Edebiyat öğretmeni eşiniz ne diyor bu duruma çok merak ediyorum. Selamlar, sevgiler
Bu tipler o yıllarda kalmaz diye umuyorduk ama senaryo hayallerimizi yıktı:) Çok keyifli olmuş. Elinize sağlık.
YanıtlaSilBu tipler inşallah ve umarım ki sadece nostalji filmlerinde karakter olarak kalırlar :)
Silha haaa tatlııı, komikçiiii :)
YanıtlaSil:)))
SilÇocuk hala mı teyze mi dayı mı dede mi belli değil 🤣
YanıtlaSilSenaryo çok iyi gidiyor, hayal gücüne bayıldım :)
Bir gün bu filmler çekilecek, uçuş serbest :))
SilBen seyrederim bu filmi, mısırımı da alırım.
YanıtlaSilBen de seyrederim:)
Sil