Sevgili Günlük,
Döneli bir hafta olmasına rağmen her gün azar azar yazarak gezi zevkini unutmama düşüncesi hiç de fena değilmiş. Ne güzel bir şey şu hayal dünyası ve beynin anılar merkezi. Zamandan bağımsız bir ânı istediğin kadar uzun yaşayabiliyorsun... İnsan olmak belki de böyle bir mucizeyi kutsamayı gerektiriyordur...
Günlerden 24 Mayısı ve Tiflis'deki ilk günü anlatmaya devam edeyim o halde.
Tiflis’de Kaldığım Ev
Airbnb’den yorumları güzel olan,
puanı da yüksek olan bir ev seçmiştik. Evde kalmak, bence otelde kalmaktan daha
konforlu ve yemek konusunda da esneklik getiriyor.
Otobüsten indikten sonra 500- 600
metre yürüyüp eve varmayı hayal ederken maalesef gerçekte epey bir vakit kaybediyoruz.
Google haritalar ve şehirde internetsiz gezmeyi sağlayan maps.me uygulaması evi
başka bir sokakta gösterdiği için oyalandık biraz. Oysa o gösterdiği yere ne kadar da yakınmış… Bir çemberde epey bir dolandıktan sonra nihayet bulabiliyoruz. Ev sahibine akşam 19 demiştik, 20 dakika gecikmeyle eve
varıyoruz. Oh be, nihayet…
Tiflis'deki evim |
Ev, turistik Old Town’a ve Özgürlük Meydanı’na çok yakın olmasıyla avantajlı. Bir ara sokaktan giriliyor, ilk görüşte gerçekten de çok enteresan bir yapı. Avlu gibi bir yerden geçiliyor, iç içe geçmiş bahçeler, koridorlar. Sonra birkaç basamak tahta merdiven çıktıktan sonra mavi kapısına ulaşılıyor. Bir de arka sokaktan direkt girişi varmış meğer, sonradan hep bu yöntemi kullanıyoruz. Yani köhne möhne ama müstakil bahçeli ev işte diye gülümsüyorum. Bu eski dış görünüşüne rağmen içi Airbnb standartlarında oldukça sevimli ve modern tasarlanmış. İşlevsel bir mutfağı, şirin aksesuarları, tuğla duvarları, antika lambaları, kliması ve kombisi var. Dışarıdan bakıldığındaki eskiliğine göre içerisi gayet iyi durumda.
Üstelik penceresindenTiflis’in en ünlü heykeli olan Kartlis
Deda (Gürcistan’ın Anası) heykelini de görmek mümkün. Kaldığım süre boyunca her
sabah selamlaştık kendisi ile…
Dünyanın her yerinden pek çok
insanın oradan oraya gezdiği çağımızda Airbnb sistemi, hem pek çok insan için
ciddi bir gelir kapısı hem de gezen insanlara sağlanan güvenli bir yerel ev
konforu…
İlk Akşam ve İlk Gezmeler
Bu benim yurt dışına üçüncü
çıkışım. Ukrayna’da Kharkov ve Lviv şehirlerine gitmiştim daha önce. Oralarda
daha havaalanına indiğimde başka bir ülkede olduğumu hissetmiştim. Her şey
farklı görünmüştü gözüme. Ama Tiflis’de hiç öyle hissetmedim. Otobüsteki
insanlar bize benziyordu. Old Town’da
gezerken sokakta hızla geçen arabalar, kaldırımların yüksekliği, Arnavut kaldırımı
taşların yamuk yumuk oluşu, sokak kedileri ve köpeklerinin varlığı ile sanki
Türkiye’de bir yere gitmişim gibi geldi ilk akşam. Rus döneminden kalan
geniş caddeleri, heykelleri, geniş kaldırımları, yemyeşil parkları gördükten
sonra fikrim elbette değişecekti sonradan ama, ilk akşam açıkçası ben eski
şehrin merkezini çokça Üsküdar’a benzettim desem yalan olmaz. Gerçi her yer
Üsküdar’dan daha yeşil, kaldırımın ortasında bile devasa ağaçlar var…
Tiflis'de benzeri çok olan herhangi bir meydan |
Old Town biraz da bizim Sultanahmet
gibi aslında. İki katlı eski evler, her yerde turistik mekanlar, taş kiliseler,
müzikler, ışıklar… Turist olmak güzel
bir şey gerçekten de…Tarihi bölgeyi çok sevdim.
Gürcü Mutfağının Yıldızları: Haçapuri ve Hinkali
Gürcülerin Haçapuri dedikleri peynirli
pidesi ve Hinkali dedikleri mantısı o kadar ünlü ki… Gerçekten çok iyi
reklamını yapmışlar. Her yerde bu mantıyı ve bu pidenin farklı versiyonlarını
bulmak mümkün. Hatta turistik eşya satan dükkanlarında hinkali şeklinde
magnet ya da süs eşyası bile görmek mümkün. İnternette çok tavsiye edilen, adını
not almadığım, ama Old Town’da “I Love Tblisi” yazısının arkasındaki restorana
giriyoruz biz de. Gerçekten açım.
Ben kendini zorlayarak son
yıllarda kaşarlı pide yemeğe alışmış, bunun haricinde peynir ve tereyağı yiyemeyen, kokularına katlanamayan biriyim. Tahmin edeceğiniz üzere hamuru bile peynirli olan, ortasına kırdıkları
yumurtanın üzerine bir de pidenin sağına
soluna sürmek için tereyağı bırakılan haçapuriden sadece tırtıklayabiliyorum.
Peynir ve tereyağı sevenler bu pideyi her gün yiyebilir bence.
Gürcü mutfağında başta et
yemekleri olmak üzere her yemekte aşırı kişniş kullanıldığını okumuştum. Bir
gün Kadıköy’de yanlışlıkla maydanoz yerine aldığım kişnişin kokusunu hiç
sevmeyen biri olarak riske girmek istemiyorum ve patatesli mantı yani hinkali söylüyorum.
Evet maalesef ikinci Gürcü yemeği de benim için fiyasko ile sonuçlanıyor.
Meşhur Haçapuri |
İçini tırtıklayıp dışını bıraktığım patatesli Hinkali |
Peki ben ne yapıyorum? Bütün Gürcülerden özür dileyerek hinkaliye ihanet ediyorum elbette. Çatalla hamurun içini açıp haşlanmış patatesini yiyorum sadece. Eşek hoşaftan ne anlar misali yani, açım ne yapayım… Patateste Allahtan baharat falan yok, düz haşlanmış patates anlayacağınız. Bu hinkalinin mantarlısının da güzel olduğunu okumuştum ama itiraf ediyorum, Gürcü mutfağı benim için ilk akşamda başlamadan bitiyor. İyi ki evde kalıyorum diye seviniyorum içimden, çünkü her yerde bu iki yemek ve sarımsaklı kokan tavuklu yemekler var. Elbette çorba ve meze çeşitleri de var, ııhhh, olmuyor… Daha önce de söylemişimdir mutlaka, yemek konusunda değişik mutfaklara adapte olmak benim için gerçekten hiç de kolay değil. Bu anlamda benden dünya vatandaşı olmayacağının da gayet farkındayım…
Bu arada 5 hinkali, 1 haçapuri, 2
yöresel bira toplam 37 Lari tutuyor, bence şehrin en turistik yeri için fiyat
gayet makul. Bizim Lira’nın Lari karşısında değerinin her geçen gün düşmesini
saymazsak tabii ki… Fiyatları menüye yazarken vergiyi eklemiyorlar, vergi fişe
sonradan ekleniyor, bunu da dip not olarak belirteyim. Bir de kafkas müziği
olaydı iyiydi gerçi.
Kaldığım 6 gün boyunca pek çok sokak
sanatçısı gördüm, bir tanesi bile Kafkas müziği söylemedi ve dans da etmedi ya,
bu da benim şansım… Keyifli bir bara denk gelmedim gerçi, şöyle güzel yöresel bir müzik dinleyemeden dönmüş oldum.
Gezginlerin Videoları
Son yıllarda Youtube’a video çekerek gezen ve böylece yaşamını sürdüren insanların sayısı bir hayli fazla. İçlerinden aşırı ticari olmayan birkaç tanesini izlemeyi seviyorum. Gidemediğim yerleri deneyimleyen insanların gözünden görmek hoşuma gidiyor. Tiflis’e gelmeden önce de ünlü Youtuber’ların pek çok videosunu izledim. İçlerinde sevdiğim birkaç gezginin tüyoları haricinde çoğunun kopyala yapıştır olduğunu buraya geldikten sonra daha iyi anladım üzgünüm.
Çoğu “bu şehir iki günde
bitirebileceğiniz çapta bir yer” demiş! Aslında bu cümle olayı oldukça iyi özetliyor. O kadar tüketme odaklılar ki,
ellerine “gezilecek yerler, fotoğraf çekilecek yerler” listesi alıp o
listeye “check” atarak bir şehri “tüketebileceklerini” söylerken hayatı da
nasıl “tüketme” odaklı yaşadıklarını gösteriyorlar aslında.
Birincisi, “şehirleri bitirmek”
diye bir şey olabilir mi? İkincisi Tiflis her ne kadar küçük bir şehir olsa da
her girdiğim sokağında başka bir keyif aldığım, her parkında ağaçlarına hayran
olduğum, bıkmadığım ve sıkılmadığım bir yer oldu. Ben altı gün kaldım, altı ay kalsam da eminim şaşırtacak
ve mutlu edecek şeyler bulurdum. O “iki günde biter” diyen gezginler, gezdiğim sokakların çoğuna girmemişler ki... İçlerinden bir tanesi bile “ Bu
hinkali mantısı patatesli olunca içinde su falan kalmıyor, kuru bir hamur içi
patates oluyor” dememiş mesela…
Ama hakkını vermek lazım;
doğallığını sevdiğim ve takip ettiğim Berkoo’nun
videolarından öğrendiğim “Maps.me” sayesinde şehri internet olmadan gezebildim.
Ve yine sevdiğim gezginlerden Arda Pazır sayesinde de takside bolt uygulamasını
kullandım.
Evet gezginlerin videoları elbette
şehir hakkında fikir veriyor ama bakış açısı tüketim olunca ben sevmiyorum. “Şurada
foto çek, şu kilisede gün batımı fotosu çekmeden dönme, şurada mutlaka şunu ye”
şeklindeki emrivakilere gelemiyorum doğrusu. Hopp ne oluyoruz yahu, robot muyuz
ki kendi hislerimiz ve arzularımız olmadan fotoğrafı bile sizin dediğiniz yerde
çekelim… Her ne kadar sosyal medyanın nimetlerinden yararlansam da “Instagram’da
fotoğraf paylaşmak için” yaşayanlardan olacağımı sanmıyorum. Çünkü bence turist
olmak, keşfetmeyi ve hissetmeyi kapsayınca güzel…
Yani ben size şimdi bunları
anlatırken rehberlik edeyim diye yazmıyorum, sadece gezi hikayemi paylaşmak
benim amacım…
Umarım bir gün Tiflis’e giderseniz
sizin de harika bir hikayeniz kalır geride…
Sevgiyle efenim,
DEVAM EDECEK….
Not: Tiflis-1 yazısı burada
Not: Tiflis-2 yazısı burada
Hamur sevmeyen biri olarak göxüm korkmadı değil :)) Salata falan var mı peki?
YanıtlaSilGürcü şarapları ama efsanedir, birasını duymamıştım ben..
Dikkatimi bir de şu çekti, ağaçlar çok uxun boylu sanki?
Açıkçası benim için en güzel yemek, ikinci gün Türk Caddesi’nde yediğim döner ve çorbaydı 😊 son akşam ara sokaklardan birinde yediğim pizza çok iyiydi, salataya hiç denk gelmedim. Evde kaldığım için çok da araştırmadım aslında. Tavuk seviyorsanız alternatif bulabilirsiniz mutlaka. Ben onu da sevmediğim için 😊 Şöyle güzel bir et restoranı olsaydı dedim dedim ama bir türlü denk gelemedim 😊
Silİlk iki gün kahvaltı bulmakta zorlandıktan sonra öğlene doğru evde kahvaltı yapıp çıktım, akşamları da evde yemek yedim 😊
Evet şarapları gerçekten çok güzel, ama yerel biralarını da sevdim ben.
Ağaçlara hayran kaldım ben, evet çok uzun ve hepsi asırlık, şehir bir ağaç cenneti desem abartmış olmam
🌺🥰🥰
Hinkal ve Haçapuri? Eleştiriye şaşırdım, sonra dedim ki normal:) Keşke gitmeden benim Tiflis yazılarıma bir göz atsaydın, attıysan da mesajlaşsaydık. Özellikle Linville adlı restoranı severdin ve oradaki hinkal lezzetini ve sunumunu da:) Olur ya bir daha gidersen diye şu link şurada dursun.
YanıtlaSilhttps://laparagas.blogspot.com/2018/10/linville-betlemi-street.html
Bende yeni lezzetlere karşı gusto yok :)) Yani peynir yemeyen, tereyağı kokusuna dayanamayan, değişik baharatların kokusuna katlanamayan biri olarak hinkal ve haçapuriyi sevmemem çok normal :) Yanlışlıkla aldığım kişnişi hiç sevmeyince, Tiflis'de de hemen hemen her yemeğe kişniş konulduğunuı öğrenince ister istemez mutfaklarına da pek yaklaşmak gelmedi içimden :) Linville adını duymuştum aslında gitmeden önce, ama oraya gidince sadece kendimizi akışa bıraktık, karşımıza çıkmadı, belki başka sefere artık...
YanıtlaSil. Sizin Tiflis yazılarınızın hepsini okudum bıraktığınız linkten. Yine şiir gibi anlatmışsınız, bayıldım... Sevgilerimle 🌺🥰
Hinkaliyi tatmadım ama Gürcistan mutfağında en favorim haçapuri ve şişte kızartılmış tavuk ve sebze olmuştu. Haçapuriyi ilk Mestia'ya giderken yol üzeri durduğumuz Enguri Nehri kenarındaki Luka restoranında yemiştim. Sizin tattığınız gibi değildi. Hem yağlı değildi hem de yumurta yoktu. Ayrıca açık pide gibi değil, iki hamurun ortasına konmuş peynirden başka bir şey yoktu. Sizin çektiğiniz fotoğrafa bakıyorum, benim yediğimle inanın hiç benzerlik yok. Ben de yağlı yemek sevmem. Öyle çok haçapuriyi sevdim ki Mestia'da kaldığım süre boyunca kahvaltıda almak için öne atılan ben oluyordum. :)
YanıtlaSilGürcistan'da yöreden yöreye değişebiliyor yemekler. İyice emin olmak için Google'a baktım, Svaneti bölgesinde haçapuri benim yediğim gibi yapılıyormuş.
Bir gün olur da Mestia tarafına gidecek olursanız haçapuriyi orada da tatmanızı öneririm.
Kaldığınız ev de çok şirinmiş. Otel yerine bu tarz evleri ben de tercih ederim. :)
Gezinizin 4. bölümünü de heyecanla okuyacağım. Okuma listesinde gördüydüm ama önce 3. bölümü okumam gerek dedim. :)
Hinkalinin patateslisi değil de etlisi güzel olabilir bence. Ama içinde kişniş olacak muhtemelen, belki sizin damak tadınıza uyabilir. Tadına baktığınızda yorumlarınızı merak ediyorum 😊
SilHaçapurinin sanırım farklı türleri var, evet bazılarının üzerine yumurta kırılmıyor, direkt peynirli pide gibi görünüyor. Ben peynir sevmediğim için deneme şansını bir kere kullandım 😊
Evet, ev çok şirindi; direkt bahçeye ve yola çıkan tahta merdivenleri vardı. Old Tblisi’ye yakın olması da avantajdı. Evde kalmak, en azından kahvaltıya pratik çözüm olması için harika bir seçenek bence de. Airbnb sistemini kim bulduysa teşekkür etmek lazım 😊
Yorumunuz için teşekkür ederim, sevgiler 🌺🥰
hiç bilmediğim yemeklere bayılırım. sadece haçapuli ve hinkali için gidebilirim bu tiblisiye :) gittiğim yerleri yemekleri ile hatırlıyorum )
YanıtlaSilSen gerçek bir dünya vatandaşısın :) Ben ise bu konuda sınırların dışına çıkmayı pek beceremiyorum :) Hele gezginler gidip böceklerin falan tadına bakıyor ya, bırak yemeği ben izleyemiyorum bile :) Dünya vatandaşı değil, düz Türküm sanırım 😃
SilHaçapuri bildiğin peynirli Karadeniz pidesi anladığım kadarıyla, bayılırım:D Çok yağlı ve etli olmadığı sürece her şeyi yiyebiliyorum ben. Sadece dışarıda kahvaltı diye hamurun içine düşmeyi sevmiyorum. Onun için kahvaltıları genelde odada, yanımda götürdüğüm çay eşliğinde yapıyoruz :D
YanıtlaSilGerçekten iki gün yeter diyenleri anlayamıyorum. İnsanlar turlarla gidip, koştur koştur turistik noktalarda selfi çekilip tik atmayı gezi zannediyor olabilirler . Ben o sokaklarda telaşsız yürümeliyim, saçma sapan sokaklara dalmalıyım, hiç ummadığım bir yerde karşıma çıkan minicik bir kafeye girmeliyim, şehirdeki bütün müzelere gezilecek her yere yetişmeyebilirim Çok az vaktim varsa böyle yapıyorum.
Nefis yazı, devamına gidiyorum şimdi :)
Evet haçapuri bildiğin peynirli pide ama çok peynirli olandan 😊 Ben peynir sevsem bu pideyi muhtemelen sevebilirdim, ama her gün de yenmez ki arkadaş 😊 Sabah pide, akşam pide olmaz ki. Üstelik ben kapalı Karadeniz pidesini tek geçerim, ohh mis…. Aynen hamurun içine düşmek hiç hoş değil.
SilBen de iki gün sonra o düzeni oturttum, içi geçmiş de olsa zeytin, yumurta, bal mis gibiydi. Tiflis’in balı gerçekten çok lezzetliydi, sonradan turistik çarşılarında da bol bol bal gördüm. Bu kadar yeşillik olduğu için balın da lezzetli olması normal tabii ki… Üstelik Tiflis’in uzun ve orijinal buğdaydan yaptıkları pideye benzer ekmekleri gerçekten çok lezzetliydi. Çaylar evet, evden gelen sallama çaylar.
Yazıyı beğenmene sevindim
🥰🌺
Evet, sokaklarda kaybolmak, önüne gelen adını bilmediğin kiliselere ve müzelere girmek, minik detayları sevmek, ağaçlara ve heykellere hayran hayran bakmak... Aynı kafadayız :)
SilYüreğine sağlık. Sizinle birlikte geziyoruz biz de Tiflisi. Hamur işlerini ben de hiç sevmiyorum. Balık lokantaları da pek yoktu galiba. Şehirden, şehir kültüründen izole bir otelde kalmaktansa şehir içinde bir evde kalmayı tercih ederim ben de.
YanıtlaSilÇok teşekkürler, sizin de yorum yapan elinize sağlık 🥰 Balık hiç görmedim, aslında et lokantası vardır mutlaka ama benim karşıma hiç çıkmadı. Evet böyle kültür gezilerinde evde kalmak hem hayatın içinde olmayı sağlıyor, hem de benim gibi her şeyi yemeyenler için sigorta gibi oluyor :) Bu yüzden evlere bakarken mutfak ekipmanlarını özenle inceliyorum :)
SilSevgiler 🌺🥰