Biz blogcular, kendi evrenimizde bir ağacın
tepesindeki eve çıkıp sohbet etmeye devam ediyoruz. Her hafta içimizden biri
gündemi belirliyor. Bu haftanın konusunu, bu etkinliği bıkıp usanmadan organize
eden sevgili Sade ve Derin
/DeepTone belirlemiş.
Gelsin konu başlığı:
“Boş zamanları
dışarıda, açık havada, doğada geçirmeyi mi yoksa evde veya kapalı ortamlarda
geçirmeyi mi yeğlersiniz?
Benim gibi her
cümleyi irdeleyen gıcık birine böyle soru sorulur mu? Şimdi bu soruya “boş
zaman” kavramından başlayıp yanıt vermeye kalksam; kapitalizme saydırma
replikleriyle girer, klişelerden çıkar ve herhalde sayfalar dolusu yazarım. O
yüzden “boş zaman” kavramını başka bir ağaca tırmanış sohbetimize erteleyip
soruya döneyim.
” …Açık
havada, doğada geçirmek…”
Bu iflah olmaz
irdelemecilik mi desem, muhalefet etme merakı mı desem bilemedim. Ne olacak
benim yazarken bu kendimi tutamayışlarım? Görüyorsunuz değil mi sevgili blog
dostlarım; soruyu bütün olarak görmek kesmedi, hâlâ parçalamakla meşgulüm.
İçime “dış güçler” mi kaçmış nedir? Ama benim gerçekten bu işte bir suçum yok!
Sorunun kendisi kurumuş yarama tuz bastı, ben ne yapayım! Keşke açık hava
dediğimiz şey, doğa ile özdeş bir şey olsaydı da ben de dümdüz yazabilseydim!
Mesela balkona çıkmak da açık hava oluyor; şansın varsa balkonun vardır, oraya çıkabilirsin, sardunyalarını seversin. Bu bana uyar; netekim mütevazı derme çatma balkonumda var olan on küsur çiçek ile bu özlemimi giderecek kadar şanslıyım.
Sokakta korna
gürültüleri içinde, betonların arasından sızan şey de açık hava oluyor. Oraya
çıkmak ister miyim? Daracık, kargacık burgacık kaldırımlarda, beton
yığınlarının dibinde, cep telefonuna baktığı için her an bana çarpacakmış gibi
yürüyen, sigarasını yere atışı kadar medeni “şehirli eşekler” arasına niye
çıkayım ki? Çıkmam, otururum evimde.
Öte
yandan doğa deyince sessizlik geliyor mesela akla. Doğanın kendi sesleri
geliyor. Yeşilin, mavinin, kırmızının, toprak renklerinin bin bir tonu geliyor.
İlle de köy olması gerekmez; şöyle devasa, yürüyerek gidebileceğin mahalle parkları
geliyor akla. Hadi abartmayayım, burası Avrupa mı, özümüze dönüp mahalle
parkını geçeyim; evin önünde ağaç, ağacın altında bir bank da olur. E o
da olmayınca ne oluyor, otur evinde oluyor!
Şöyle denize
en fazla beş yüz metre mesafede evim olsa, evimin bahçesi olsa, o bahçede
salkım söğüt ağacının altında yumuşacık minderli bir kanepem olsa, rüzgar efil
efil esse, o kanepenin yanında -sol ya da sağı fark etmez ayağa kalkılmayacak
kol mesafesinde yani- bir de mini bar olsa, o mini barda envaı çeşit içecek
olsa, o bahçede birkaç adım ileride bir açık hava mutfağı da olsa mesela, mis
gibi taze demlenmiş çay kokusu gelse semaverden! Az ötemde, süs havuzunun
önünde yani, açık hava sinema sistemim olsa, yerlerde yağmur suyunda leke
yapmayan minderler falan olsa… Hatta biraz daha abartayım, hayal bu ya; olmuş
olacak bir de o bahçede açık hava kütüphanesi olsa, elimin altında laptopum,
hızlı internetim şıkır şıkır…
Denize beş yüz
metreydi ya ev. O beş yüz metre yol, akasya ağaçlarının, ıhlamurların,
leylakların gölgesinde; yasemin ve zambak kokuları arasında yürünse, sonra
doğal tahtalarla döşeli patika yoldan denize ulaşılsa… Orada dostlar olsa,
güneş batarken arkadan bir yerlerden tatlı tatlı piyano sesi gelse, sepetindeki
mis gibi kokan tazecik çıtır çıtır simitleri bembeyaz eldiveni ile ikram etse
simitçi, martılarla birlikte yesek sonra, tanıdık martılarla, ahbap kuşlarla…
Şimdi soruya
dönüyorum:
Evet böyle
anlattığım gibi şeyler olsa, boşa çıkmasını beklemeden bütün zamanımı “AÇIK
HAVADA, DOĞADA” doldururdum… Çünkü bu hayalde, kapalı ortamda sevdiğim her şey
var; kitap var, içecek var, yiyecek var, sinema var, çiçekler var, üzerine
temiz ve açık bir hava hem de doğası da olan temiz hava var! Böyleyse “ahval ve
şerait”, o zaman benim evde ne işim olur? Evimin bahçesinde açık havada
takılır, sonra da evime en yakın deniz kenarına inerim. Görüyorsunuz işte,
hayallerde bile evden uzaklaşamadım...
Bu sorunun
içinde başka bir soru daha var aslında.” Yalnızlığı mı seversin, yoksa insansız
yapamaz mısın?” gibi bir gizli soru da görüyorum sanki.
Açıkçası öyle
çok insan sevmem. Gideyim dışarılarda AVM’lerde, kafelerde takılayım kişisi de
değilim. İnsanlarla boş beleş muhabbet etmek pek de tarzım değil, sıkılırım.
Kırk yılda bir diyelim. Evden bazen beş gün altı gün çıkmadığım olur. Hiç
de sıkılmam. Okurum, yazarım, izlerim, çiçeklere bakarım, olmadı internetten
yemek tariflerine bakıp bir şeyler denerim. Yemek yaparken bir taraftan da
romantik komedi izlerim de demeyeyim de dinlerim telefondan. Arada gözüm ilişir
öyle bakarım.
Böyleyim ben
de.
Yani aslında
bildiğiniz ev kuşuyum, ama elbette doğaya da hayır demem. O kadar da değil
yani. Ama o doğaya ulaşmak için otobüse, minibüse, taksiye, vapura falan binmem
gerekecekse, efendime söyleyeyim evet o cefayı çekerim arada sırada ama kırk
yılda bir. Mesela Burgaz Ada’yı severim, yılda bir kere giderim. Gittiğim
yer ne kadar güzel olursa olsun, dönüşte evimin ruhunu içime çekmenin tadı
başkadır.
Son Not:
Çok
eğlenerek ve severek yanıtladım, teşekkürler sevgili Deep, Ağaç Ev Sohbetleri
cidden insana iyi geliyormuş. Geç katıldım ama iyi ki katıldım. Haftaya
ağaç tepesinde tekrar görüşmek üzere efenim sevgiyle…
Merhabalar, Yazınızı okumaya başladığım ilk satırlarda güldür güldürdeki sahneler aklıma geldi. keza zaten sonunda paylaştığınızı görünce güzel bir tebessüm ettim. yazınıza bayıldım. istanbul tuzlada bende balkonlu evde oturmayı başarmış çok şanslı azınlıktan biriyim. evden çalışmanın verdiği imkanla , akşama kadar balkondaki sardunyaları, naneyi, fesleğeni sulayıp güne enerjik başlayabiliyorum. gün ışığını hunharca vücuduma alıyorum. Hatta biraz şanslıysam bronz bile olabiliyorum. pikabımı açıp bir de şarabımı alırsam da akşamları acayip bir keyfe gelebiliyorum. senede bir kaç kaç bende adalara kaçmayı severim. caz festivallerini kaçırmayın mutlaka. bu seneki de çok eğlenceli. seneye bu aktivite için şimdiden takibe alabilirsiniz. çok yazdım.. yordum.. ama çok da heyecanlı yazdım. blogculuk bambaşka bir duydu. bunu gerçekten yazan, okuyan ve tadanlar bilebilir.
YanıtlaSilMerhaba, bu keyifli yorumunuz için teşekkür ederim 😊 Yazarken hem eğleneyim hem de eğlendireyim demiştim. Gülümsediyseniz ne mutlu bana 😊
SilTuzla’da geniş balkonlu evde oturmak elbette büyük şans. Benimkisi Kadıköy’de binalar arasına sıkışmış yamuk, iki kişinin zor sığdığı bir balkon, ama bu haliyle bile benim için de büyük şans. Gün ışığını hunharca olmasa da az biraz alabilmekten ben de keyif alıyorum😊 Ada Caz festivali tarihine bakacağım, teşekkür ederim tavsiye için. Çok yazabilirsiniz, yorumlar blog yazan kişiler için can suyudur hiç sıkıntı yok 😊 Evet biz blogcular iyi ki varız, sevgilerimle 😊
yani kapalı ortamdaki bütün olanaklar açık havada bahçede olsun diyorsun :) iki ortam içiçe, simbiyotik yaşam hihihi :) ağaç ev için sohbet konusu da bul arada mademsi :)
YanıtlaSilEvet, bahçe olur, simbiyotik mis gibi :) Sohbet konusu bulacağım elbette, az ısınayım, böyle emrivaki gibi hazır konuda yazmak iyi geliyor bu aralar :)
SilMerhabalar.
YanıtlaSilSizin de yazınızda bahsettiğiniz gibi, gerçek doğada olmak şartıyla elbette herkes boş zamanlarında dışarıda olmayı tercih edecektir; benim de tercihim böyledir. Şehirlerimizin artık büyüğü küçüğü kalmadı, ilçeler de dahil olmak üzere tüm şehirlerimiz aynı oldu. Her yer beton yığını, araç gürültüsü, egzoz dumanlarıyla birlikte yüksek binalar arasında tıpkı düdüklü tencerede haşlanan kuru fasulye gibi olmak yerine, şehrin kapalı apartman dairelerinde kalmayı yeğlerim.
Ancak, bir de şöyle bir gerçek var ki; kapalı ortamın kendine göre, açık ortamın da kendine göre değerleri var. Bu tamamen boş zamanınızı değerlendireceğiniz faaliyete göre değişecektir. Ama her şeye rağmen, dışarıda olmanın tadı bir ayrıdır.
Güzel ve keyifli bir yazıydı. Kaleminize, emeğinize ve yüreğinize sağlık ve esenlikler dilerim.
Düdüklü tencerede haşlanan kuru fasulye olmak... Evet tam da bizi anlatan şahane bir benzetme olmuş :) Ben gerçekten kendimizi anlamıyorum. O güzelim yeşile nasıl kıyıyorlar? Köylere bile betondan "apartman" dikmek nasıl bir kafa yapısı? Bıraktım doğaya saygıyı, hiç mi estetik anlayışı yok! Atalarımızı da mı örnek almazlar? O güzelim nakışlı cumbalardan, o güzelim bahçelerden hiç mi feyz almazlar? Yani, işte biz de böyle hayallerle falan avunur olduk. Açık hava tabii ki güzel, ama işte hakkını verebilirsek daha da güzel... Teşekkür ederim yorumunuz için, sizin de yüreğinize sağlık...
SilHarikasınız:) Hayallerinize bayıldım. Güldür güldür skeci de tam oturmuş konuya. Otur evinde yaa:))) Ağaç Eve renk kattınız, teşekkürler:)
YanıtlaSil:)) Bu yazı o hayallere nasıl gitti hiç anlamadım ben de :) Bazen yazı kendi kendini yazıyor :)) Otur evinde yaz işte değil mi yaa :)) Ağaç Evi ben de sevdim, hep uzaktan okurdum, yazmak da keyifliymiş. Siz de yorumlarınızla her zamanki gibi renk kattınız buralara, benden de teşekkür :))
SilNe güzel bir hayal ve mekan tasviriydi. Günlerimi böyle bir ortamda geçirmek isterdim :)
YanıtlaSilTeşekkürler, belki de hayallerimizi paralel evrenlerde yaşıyoruzdur :) Yeni bir hayal de bu olsun bakalım, durmak bilmiyor bazen beyin :))
SilGüzel bir yazı olmuş, bende evden çıkmasam dert etmem diyemem, kışın tamamda, yazın kurtlanırım mutlaka evden çıkıp gezmem lazım. Ya bahçede oturacağım, ya yürüyüş yapacağım...
YanıtlaSilSevgiler,
Teşekkür ederim yorumunuz için. Benimkisi tipik yengeç burcu evcimenliği :) Belki bir gün şahane bir sahil kasabasında yaşarsam sık sık dışarılarda olurum :) Sevgiler
SilNe güzel bir yazı olmuş, içimi ferahlattı bana hayaller kurdurttu... Kaleminize sağlık <3
YanıtlaSilTeşekkür ederim, sevgiler :)
SilBen de çok eğlenerek ve severek okudum. :))
YanıtlaSilBoş vaktim olsa tuvalimin başına koşarım. :)
Bu müthiş harika yazı için tebrik ediyorum sizi. Beyninize, kaleminize sağlık olsun.
Çok teşekkür ederim, bu güzel yorumla günümü güzelleştirdiniz:) Bu arada resimleriniz harika. Hani şarkıcılar, dizi oyuncuları falan çıkıp "insan sevdiği işi yapmalı" diyorlar ya... Te Allahım, uçan tekme ile cevap veresim geliyor hepiciğine birden :)
Sil