Bugün günlerden 12 Ekim Cumartesi.
Böyle bir cümleyle giriş de “Kendini gezgin
sanan kişinin seyir defteri” gibi bir giriş oluyor ama ne yalan söyleyeyim pek
havalı…
Güne
Başlayış
Moldova hava durumuna bakıyorum;
dün sonbaharın en sıcak son günüymüş. Ne şanslıyız. Bu sıcak günü göl kenarında
ve parklarda değerlendirdik.
Dünün aksine bu sabah hava kapalı.
Ben böyle 13-14 dereceli, bulutlu, kapalı havaları severim. Yağmur yağmazsa
şahane. Çok heyecanlıyım; çünkü bu şehirde en çok görmek istediğim yer olan
Puşkin Müzesine ve dün giremediğimiz tarih müzesine gitmeyi planlıyoruz. Umarım
bugün su gibi akar…
Bileğimin ağrısı oldukça şiddetli.
Bu nedenle kahvaltıdan sonra evden iki gibi ancak çıkabiliyoruz. Motive olmam
uzun sürüyor. Merhem, eft, masaj; hiçbiri bana mısın demiyor. Yormaya devam
bakalım…
Serin havada günün renkleri sanki
romantik bir filtreden geçmiş gibi; çok hoş… Bir de rüzgâr olmasa. Aslında 14
derece üşütücü bir sıcaklık değil ama rüzgâr kötü ısırıyor. Tişört ve montla
çıkmıştık; dönüşte svetleri de almak lazım. İstikamet Puşkin Müzesi, eve sadece
600 metre uzaklıktaymış. Rahatlıkla gidebiliriz, bir şairin bir dönem yaşadığı
evi göreceğim için çok ama çok heyecanlıyım.
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin! Sadece isminin tınısı bile kulağa ne kadar hoş geliyor. Rusya’nın ulusal şairi, oyun yazarı, romancısı, Modern Rus Edebiyatının kurucusu olarak kabul edilen sanatçının bir dönem sürgünde yaşadığı evi gezme şansı… Müthiş hissediyorum.
1799 yılında Moskova’da doğmuş Puşkin. Günümüzden 225 sene önce… 1837’de bu dünyadan göçmüş. Sadece 38 sene yaşamış ve bir aşk düellosunda savaşarak ölmüş… Kendisi, Çarlık Rusya’sında soylu bir ailenin çocuğu. Fransız mürebbiyelerle falan eğitilmiş. Aristokrat çocuklarının okuduğu, dış dünyadan kopuk bir okulda okumuş. Soylulara yakışan bir meslek ve unvan edineceğine daha lisedeyken başlamış hiciv içeren özgürlükçü şiirler yazmaya… İçi asiymiş demek ki!
Hem de o dönem şiirde kullanılmayan kaba ve gündelik dil ile. Yani düşünsenize; aile ne hayallerle Rus Çarı’nın açtırdığı özel ve halktan yalıtık okula göndermiş çocuğu. Çocuk, Rus şiirinde ilk kez halkın hayranlıkla karşıladığı özgürlükçü ve taşlamalı şiirler ve hikayeler yazan bir şair olup çıkmış! Bu ne yaman çelişki değil mi! Su akıyor, bir şekilde yolunu buluyor.
Dış işleri bakanlığında çalışırken şiirleri halk içinde yayılmaya başlamış Puşkin’in. Rusya’daki askerî yönetime karşı çıkan şiirlerinde ne klasik şiirin kuralları var ne de Romantik etkiler! Gerçekçi!
Gerçekçi ve eleştirel yazan sanatçıların başına böyle rejimlerde ne gelir? Evet bildiniz, cezalandırılırlar!
Puşkin’e de önce başkente girme yasağı getirilmiş dört sene boyunca. Köyünde sürgün yaşama mahkûm edilmiş, başına da gardiyan olarak babasını görevlendirmiş Çar. Polis baskınları, aşk serüvenleri derken sürgün yıllarında romanlar ve sivil özgürlükler hakkında şiirler yazmış. Çar Sibirya’ya sürgüne göndermek istemiş sonra, araya tanıdıklar falan girmiş de Moldova’ya göndermişler nihayetinde. 1820’den sonra 3 yıl yaşamış günümüz Moldova’sında. Bu sürgün döneminde 160’tan fazla eser yazmış.
Puşkin
Müzesi
Caddeden ara sokağa kıvrılarak sapa bir yola giriyoruz ve kolayca buluyoruz müzeyi. Büyük bir bahçe içinde uzun, önündeki kaldırım taşlarının da döneme uygun bir şekilde düzenlendiği bir yer. Bir sürü kapısı var ama içeriye nereden girildiği belli değil. Kare şeklindeki yerleşkenin paralel sokağa bakan arkasına dolanıyoruz. Oldukça ıssız sokakta demir kapıyı buluyoruz nihayet. Üzerinde kırmızı halkalar şeklinde boyanmış bir kağıdın, ortasında adeta saklanmış mini minnacık zil! Güçlükle fark ediyoruz, neredeyse geri döneceğiz!
Bu Moldovalılar kapı girişleri ve
ziller konusunda gerçekten tuhaflar. Saat 15:15; müze de 16:00’da kapanıyormuş.
Bir kadın kapıyı açıyor ve merkezi bir avluya giriyoruz. Kadın düzgün bir
İngilizce ile sadece 15 dakika kaldığını söylüyor, anlamıyoruz neden öyle
diyor. Kalan yarım saatte makyajını mı tazeleyecek acaba? “Giriş kapısını bulamadık” diyorum, gülümsüyor. İnsan “kapı şurada” gibi
bir şeyler yazar, ne bileyim ok falan çizer. Neredeyse 10 dakika kaybettik
içeriye girene kadar. Dedim ya, tuhaflar ve biraz da takmıyorlar gibi, telaşsızlar…
Kapıdan dönsek umurlarında mı sanki…
Oh be nihayet girebiliyoruz bir müzeden içeriye.
Geniş bir bahçede upuzun bir bina L şeklinde uzuyor ve bir de müştemilat gibi
küçük bir ev var. Puşkinciğimiz bu küçük evde yaşamış meğer…
Çok alçak tavanlı bir bina burası. Diğer müzelerde olduğu gibi odalardan odalara geçiliyor. Girişte Puşkin’in heykeli…
Duvarlar canlı yeşile ve maviye boyanmış, yerlerde bizimkilere benzeyen desenlerde kilimler.
Camlı bölmelerde Puşkin’in el yazısıyla yazılmış yazıları, eskizleri çok etkileyici. Bazı yazıların yanına insan suretleri çizmiş.
Bir oturma odası, bir piyano, heykeller, sanatçının
kullandığı objeler, resimler…
Ama anlamak pek de kolay değil.
Neden? Çünkü yazılar İngilizce değil! Sadece bakıyor ve müzenin ruhunu
hissetmeye çalışıyorum. Çok etkileyici, bir de anlasam ne hoş olurdu kim bilir…
Uzun bina bitince bahçede, şairin yaşadığı asıl binaya yani müştemilat gibi olana giriyoruz. Girişte küçücük bir oda, alçak tavanlı… Sağ tarafta dar bir yatak, duvarda soba, ortada bir çalışma masası, mütevazı bir koltuk, yerde desenli kilimler.
Odanın çıkışında üzerinde
ibrik olan bir el yıkama yeri, arkada küçük bir mutfak. Hepsi bu…
Yazar, Eugene Onegin adlı romanını bu evde yazmaya başlamış. Ben henüz okumadım bu kitabı, ilk fırsatta almalıyım. Yüzbaşı’nın Kızı romanı’nı ise çok sevmiştim. Çok mutlu oluyorum bu deneyimi yaşadığım için. Bir Rus Klasik yazarının evindeki havayı soludum, böyle güzel nice deneyimlerim olsun...
Müzeden çıkınca eve uğrayıp
svetlerimizi alıyoruz. Rüzgâr gerçekten de çok soğuk hissettiriyor.
Kşinev yazılarının hepsi burada…
Sayenizde iyi bilgi sahibi oldum Puşkin hakkında. Çok duyduğum ama pek tanımadığım bir yazar. hiç okumadım daha. Ne ilginç sadece 38 yıl. ne kadar da genç ölmüş. kısacık ömründe ne çok eser yaratmış. ne kadar becerikli ve çalışkan, doğrusu imreniyor insan. Gezi yazıların çok güzel.. Teşekkürler..
YanıtlaSilBizim Orhan Veli Kanık da 36 yaşında iken belediyenin çukuruna düşerek bu hayattan ayrılmıştı. Demek ki bazı şair kafaları böyle sanki “hızla yaşadı genç öldü” der gibi kısacık hayatlarına onca eser sığdırabilmişler. Dediğiniz gibi insan şaşırıyor.
SilGüzel yorumunuz için çok teşekkür ederim, keşke daha çok gezebilsem ve daha çok yazabilsem… Giderken yanıma bir defter alıyorum, sıcağı sıcağına aynı gün ya da ertesi sabah yazıyorum bu yazıları son üç gezidir. Öyle olunca duygular da sıcak oluyor. Öbür türlüsü “gezi rehberi” gibi olurdu, o da zaten biz blogger’lara ters bir yazı biçimi😊
Beğenmenize çok sevindim, sevgiler 🌺🥰
iyi oldu bu müzenin fotileri :) puşkin iyi tebisi yüzbaşının kızı en ünlüsü ivit, onegin de ikinci ünlü :) orijinal resim müzesi var mıydı orda? :) amerikan filmlerinde rus casusların adı ya puşkin ya gogol olur zaten :)
YanıtlaSilPuşkin Müzesi'ni çok sevdim ben de. Tarih Müzesi'ne gittik, fotoğraflar var, ama sanat müzesine gidemedik. Pek casus filmi izlemediğim için denk gelmedim, ama ayıp değil mi ya, en ünlü edebiyatçılardan başka isim bulamamışlar mı :)
SilDolorex kullandın mi hiç, Anca aklıma geldi benim, unutmuşum, kullanmadıysan aklında olsun, kendisi gezgin dostu bence... Bilekteki ağrı nedeniyle yere basamadığım ve adım atamadığım bir durumu bile halletmişti kendisi... Kullanmadıysan daha önce bir dene... İşe yararsa çantanda bulsunsun bir süre ki bana çok iyi gelmişti ve kendisini unutmuşum bile görüldüğü üzere:))
YanıtlaSilHiç duymamıştım. Çok teşekkür ederim, biraz baktım internette gerçekten de pek çok ağrıya birebirmiş. Süpersiniz, altın değerinde bir öneri oldu 🙏🌺
SilMerhaba sevgili Evde Yazar...
YanıtlaSilİzmir'den yeni döndüm evime. Okuma listesinde gezinizin 7. bölümü karşıma çıkınca şimdi okumayayım bu bölümü, önceki bölümleri sırasıyla okumalıyım diyorum. İşlerimi yoluna koyar koymaz en kısa zamanda görüşmek üzere...:)
Hoş geldiniz efendim, İzmir havası getirdiniz :) Bakalım bu geziyi beğenecek misiniz, yorumlarınızı merakla bekliyorum; sevgilerimle 🥰🌺
SilAyy benim doğumgünümde çok sevdiğim yazarın evi gezilmiş :) Viyama'da Beethoven 'ın evi geldi aklıma burayı gezerken. Durup camdan dışarı bakıyorsun o da bakmış diyerek. İnsanı başka âlemlere götürüyor.
YanıtlaSilAaa musmutlu yıllar sana🥰 Bir sanatçının evini gezmek gerçekten de müthiş bir duygu. Beethoven evinde kim bilir ne kadar heyecanlanır insan... Açıkçası tarih müzesinden daha çok sevdim ben de burayı. Kişiye dokunuyor gibi olmak, müthiş bir deneyim...
SilKüçük müzeleri daha çok seviyorum sanırım. İnsan dağılmadan dolaşıyor. Bir de yaşanan evler çok faeklı hissettiriyor.
SilTeşekkür ederim:)
Ben de aynı düşünüyorum. Yıllar önce Aşiyan'da Tevfik Fikret Müzesi'ni gezerken kıskançlık duygum dün gibi yeni :) Bu manzarada gel de şair olma demişliğim bile var :)))
SilAyy benim doğumgünümde çok sevdiğim yazarın evi gezilmiş :) Viyama'da Beethoven 'ın evi geldi aklıma burayı gezerken. Durup camdan dışarı bakıyorsun o da bakmış diyerek. İnsanı başka âlemlere götürüyor.
YanıtlaSilİki kere yayınlamışım yorumu, olsun dursun. Silmeye kıyamadım 🥰
SilSayenizde ben de yazarın evinin havasını soludum sevgili Evde Yazar. Sadeliğinin yanında mobilyaların işçiliğine hayran kaldım.
YanıtlaSilSizin o hislerinizi çok iyi anlıyorum. Ben de olsam Puşkin Müzesi'ni göreceğim diye heyecan duyardım. Ne iyi ettiniz de gidip gördünüz. Üstelik sızlayan bileğe rağmen...
Hem şahane fotoğraflara hem de bilgi ve muazzam anlatımınıza çok teşekkür ediyorum. Emeğiniz dert görmesin.
Tekrar hoş geldiniz 💐İyi ki gitmişim gerçekten de, çok etkilendim müzede. Dediğiniz gibi basit ama zevkle işlenmiş eşyalar, yazarın dünyasına adım atmak çok etkileyiciydi. Tiflis'e gittiğimde bayram haftası olduğu için müzeler genellikle kapalıydı. Orada tarih müzesinde Stalin'in çalışma masasını göremediğim için çok üzüldüm sonradan. Puşkin Müzesi'ne gidemeseydim içimde kalırdı.
SilÇok teşekkür, bu zarif yorumunuz için; sevgiler 🥰🌺