28 Temmuz 2024 Pazar

Buzlar Kraliçesi ile İmtihanım...

Bazen zamanı algılayamazsın, sonra bir de bakmışsın ki epey geçmiş!

Altı yıl önce çok sevdiğim birinin düğün törenine katılmıştım. Ama işte öyle böyle değil; çocukluğunu bildiğim, içtenlikle yeğenim gibi sevdiğim, çok özel biri benim için. Düğünleri sevmesem de O’nunkine katılmıştım. O günlerde beni yaralayan, zaman içinde içimde küllediğim bir anı maalesef Buzlar Kraliçesi’nin yaz sıcağında estirdiği soğuk rüzgarlar sayesinde tekrar canlandı!

Fotoğraf çekilme merasimindeydik. Ben de nasıl denk geldiyse gelinle damadın ortasına düşmüşüm. Çok sevdiğim damattan hiç unutamadığım şöyle bir tepki geldi;

“Lütfen seni kenara alalım; eşimle aramıza kimseler giremez…”

Gayrı ihtiyarî çok irkildiğimi, sanki başımdan aşağıya bir kova buz dökülmüş gibi hissettiğimi dün gibi anımsıyorum. Hemen refleks olarak yana çekilmiştim. O fotoğraf nerede bilmiyorum; belki de hiç almadım. Muhtemelen suratımda buzların etkisi olmuştur poz verirken. Ve aslında çok yaralayıcı bu cümlenin; aramızdaki bağların gelecekteki durumunu özetleyeceğini altı sene sonra gözlerimle görmüş oldum bu ziyaret sırasında.

Aradan geçen sürede değil aralarına girmek (Fotoğraf çekilirken böyle bir uyarıyla karşılaşmak, herhalde dünyanın en incitici anlarından biri olmalı. Kötü kaynanaya bile yapılmayacak soğuk bir şaka gibi…) Ne zaman aklıma gelse, hadi o ânın duygu seliydi, falandı filandı diye üzerinde durmamaya çalışsam da etkisinden kurtulmak pek de mümkün değil böyle bir tepkinin… Ben yetişkinken kendisi çocuk olan ama buna rağmen çok iyi dost olabildiğim, kimselere anlatmadığım iç dünyamın en azından yarısını açabildiğim birinden gelen yaralayıcı tavır ne de olsa! Âşıkların kavuşma coşkusu deyip küllemiştim bu cümleyi. Nereden bilecektim “Buzlar Kraliçesi”nin o külleri tekrar karıştıracağını ve buz gibi ama kor alev etkisi yapan tavırlarıyla yüreğimi acıtacağını…

Aradan geçen o altı senede evlerine hiç gitmedim. Çocukları oldu, güzel bir hediye sepeti gönderdim. Arada ufak tefek de olsa bir iki hediye göndermişliğim vardır; en azından yılbaşında kart göndermişimdir. O, araya fotoğraflarda bile kimsenin girmesine izin verilmeyen eşten en küçük bir teşekkür dahi almadım bunca sene. Bir yılbaşı kutlama mesajı almadım, ya da yeni yıl dileği almadım. Beni tanıma çabası da olmadı. Mesela sosyal medyasına defalarca yorum yazdım. O, çok nadir yanıt verdi. Yüzlerini görmediğim blog dostlarımla olan diyaloğum, kendisiyle olan diyaloğuma göre kat be kat daha samimidir, gerisini siz düşünün. Mantık olarak insan tanımadığı birini sevmemezlik edemez! Tanıdı da sevmedi der geçerim öbür türlü. Zaten ben de vıcık vıcık iletişim kuran biri değilim ki! Ayda yılda bir görüşüldüğünde güler yüz gösterse yeter de artar bile bana… Özel hayata saygım vardır, insanları rahatsız etmemek gerektiğini bilirim. Sadece samimiyet olsun, azıcık güler yüz olsun; başka beklentim olamaz…  Büyük konuşmuş gibi olmayayım, Evren beni yanlış anlamasın ama bu saatten sonra evlerine gitmek de istemem. 

Neyse işte altı sene sonra bir vesileyle karşılaşacağımız için sevinçliydim. Çocukları dört yaşına gelmişti. Çok heyecanlı olacaktı benim için bu süreç. Aşk dolu bir ilişkileri olduğunu hayal ediyordum. Dünya tatlısı çocukları da muhtemelen sevgi pıtırcığı gibi bıcır bıcır bir şey olmalıydı…

Hayaller ve gerçekler…

Nihayet beklenen an geldi, dile kolay altı sene sonra…

Kapıdan girdiler, çocuk direkt bir köşeye attı kendini ve nedensiz yere bağırmaya başladı. Annesinin huzursuzluğunun çocuktaki yansımasının yüksek sesle bağırmak olduğunu sonradan anladım. Aslında çocuk gayet tatlı ve mutluydu iç dünyasında. Keşke bu küçük insanı tanımak için annesi daha fazla alan açsaydı bana…

Sadece gelinlikle gördüğüm kişiyle nihayet tanışıyordum. Öyle ya, en sevdiğim dostumun eşi ile eminim ki ben de iyi anlaşacaktım. 

Önyargılar, ah bu kandırıkçı ön yargılar!

Keşke hiç karşılaşmasaydık ve keşke dostumun aşkını adeta bir melek olarak varsaymaya devam etseydim… Maalesef kraliçesi olduğu buzlar diyarından getirdiği buzdan okları acımasızca fırlattı ve kendisi hakkındaki olumlu bütün ön kabullerimi yıktı geçti…

Ufak tefek hediyeler getirmiştim. Teşekkür etmedi. Çocuğa kitap götürmüştüm, çocuk da teşekkür etmedi. Belli ki annesi öğretmemiş. Hayır bir de çocuk gelişimi konusunda ciltler dolusu kitap okuyor bu tip anneler. Acaba yeni nesil “kişisel gelişim” kitaplarından mı geçiyor bu bencil soğukluk! O kadar korkutmuş ki çocuğu; ailesinden birisinin sevgiyle başını okşamasına çocuk “özel bölgeme dokundun” diye çığlıkla yanıt verdi! Ürktüm… Bu doğru bir şey mi, paranoyaklık mı bilemedim. İçim acıdı, çocuğa üzüldüm…


Çocuk bu ya!  Kendisini gerçekten seven insanlardan bile ürküterek büyütülür mü bir çocuk? Gerçek sevgiye izin vermeyerek; iyiyi kötüyü ayırt etmeye çabalamadan, herkese potansiyel kötü muamelesi yaparak kendini korumaya geçerse; nasıl sevgi dolu bir dünya kurabilir? En yakınındakilerden bile şüphe duyarak büyürse gelecekte nasıl bir paranoyak olur? Bilemedim, yorum da yapamadım. Sadece şaşırdım ve çok üzüldüm… Belki de annelik böyle bir şeydir, bilemiyorum.

 Korumacılık tamam da nerede kaldı sevgi dolu aile bağları? Herkesi potansiyel tehlike mi görüyor bu buzlar kraliçesi? Bu nasıl bir samimiyetsizlik, nasıl bir şey, bende adı yok… Çocuk yetiştirmek deney faresi ile oyunlar kurmak mı? 

Ne diyordum, evet, insan neden hediye verir? Ben şahsen hediyeyi verene kadar,  karşı tarafın nasıl mutlu olacağını, paketi nasıl açacağını hayal ederim. Zaten amaç da budur. Küçücük bir şey de olsa, karşı tarafta yaratacağı mutluluk etkisiyle kendim mutlu olmak için hediye veririm. Bana verilen hediyeden hiç hoşlanmasam bile, düşünülmüş olmak beni mutlu eder ve karşı taraf da mutlu olsun diye içtenlikle teşekkür ederim. Buzlar Kraliçesi böyle düşünmüyormuş maalesef.

Çok uzun saatler gezip emek vererek, kendisine yakışacağını düşündüğüm bluzü almış, özenle paketlemiştim. Paketin üzerine kalpli not kâğıdı bile yapıştırmıştım…  Kim bilir ne kadar dalga geçmiştir içinden. Hiç yorum yapmadı alınca. Giymedi de zaten. Birlikte geçirilen iki gün sonunda sordum, “Beğendin mi? “dedim. “Tam da işe giderken giymelik” diye yanıtladı… Yani "evet" demedi, “İşe giderken giymelik” acaba bir memnuniyet sözü mü yoksa memnuniyetsizlik mi, tam anlayamadım. O’nu az çok tanıdıktan sonra teşekkür etmesini beklemenin yersiz olduğunu fark etmekse, yaşadığım hayal kırıklığının tuzu biberi oldu. Yüzünde mutluluk görme hevesim tabii ki kursağımda kalmıştı…

Çocukla yapışık gibiydi. Çocuğa ulaşamadım. Halbuki kısa süreli bir görüşme olacaktı bu. Zamanı iyi değerlendirip çocukla yakın olmayı, bolca oynamayı, masallar anlatmayı hayal etmiştim. Çünkü iletişim kuramayacağım çocuk olmadığını biliyordum, insan kendini bilmez mi? Son güne kadar bunu başaramadım. Hani çocuğu kendine yapışık kılan, kendi kendine yemek yemesine, oynamasına bile müsaade etmeyen anneler var ya tam onlardandı kendisi. Hem her fırsatta “Ben zaten soğuk yemeğe alışkınım” şeklinde çocuktan vakit kalmadığını ima eden, hem de çocuğu özgür bırakmayan anne tipi… Hani dese, “Bak sana ne güzel kitap getirmiş bu teyze” diye, belki çocuk da bana yaklaşacak…Çocuğu herkesten uzak tutma amaçlı tüm çabalarına rağmen son gün aramızda o kadar güzel iletişim oldu ki! Çocuk kahkahalar atarak kucağıma koşuyordu en son. Tabii ki annesinden hiç tepki yoktu; muhtemelen hoşlanmadı bu durumdan.

Nasıl üzüldüm… Hem de nasıl üzüldüm…

Kalabalık sofralara oturduğumuzda, gözünü çocuk için açtığı çizgi filme dikip araya görünmez dikenli teller ördü. İki kelime konuşmaya izin vermedi.


“Seni hiç tanımıyorum, tanışsak, mesela hangi tür müziklerden hoşlanırsın?” gibi gayet esprili ve sıcak bir adım atmaya kalktığımda:

“Her türlü müziği dinlerim” deyip kendini kapatan buzlar kraliçesi kendisi…

Bir akşam nasıl olduysa üç kişilik güzel bir sohbet gelişti aramızda. Konu tabii ki günümüz çocukları ve onları bekleyen tehlikelerdi; ama olsun, güzeldi o sohbet. Sevinmiştim aramızdaki buzlar eridi diye. Yanılmışım… Sabah yine beş karış suratla kalkmış ve sanki akşam hiç sohbet etmemişiz gibi, ruhunu kendi vücudunun içine hapseden o görünmez duvarları örmüştü.

Denize gidildi cümbür kalabalık. Kendisi “muayyen günlerinde” olduğu bahanesiyle saatlerce ağaçların altında oturup telefona bakmayı tercih etti. İnsan bir kere bile deniz kenarına gelip eğleşen çocuğuna gülümsemez mi? Ayaklarını sokmaz mı suya? O kendisine bağımlı olan çocuk da denizi görünce annesini hiç aramadı gerçi. Çok mutlu bir şekilde eğlendi. Acaba kendine bağımlı olan çocuk başkalarıyla gülüp eğleniyor diye mi gelmedi deniz kenarına; hiç anlamadım. Belki de annelik böyle bir şeydir, yorum yapamıyorum…

Belli ki eşiyle arası çok kötüydü. Hiç göz teması kurmadılar; birbirlerine hiç isimleriyle hitap etmediler. Aralarında sürtüşme olduğunu adeta gözümüze sokmak ister gibi davrandı. Amacı bizi acıtmak mıydı hiç anlamadım.

En son ben dönerken havalimanında beni uğurlamak için zoraki sarıldığında “buz gibi bir kalkanı olduğunu” hissettim. “Seni tanıdığıma çok memnun oldum” dedim, yanıtsız bıraktı "içinde gizli onaylanma beklentisi barındıran" bu cümleyi… Hani nezaketen “Bizim eve de bekleriz, ben de çok memnun oldum” gibi şeyler söylenir ya böyle durumlarda; ben bu sözleri gerçekten de beklememiştim… Zaten söylemedi...

Çok büyük hayal kırıklığıydı bu karşılaşma. Beni sevmesi önemli değil, ama o çocukluğunu bildiğim çok özel adama bu şekilde davranmasını hazmedemedim. Umarım geçici bir durumdur…

Düğününde fotoğraf çekilmek için bile araya kimseyi sokmayacak kadar kendisine aşkla bağlı olan birine buzlar kraliçesi gibi davranmıyordur umarım her zaman. Öyle olmasın lütfen, mutlu olsunlar… Çocukluğunu bildiğim ve çok sevdiğim çok iyi dostumun artık uzaklarda bir yerde olduğunu güzel anlattı bana… Evet belki altı sene sonra bir daha görüşemeyebiliriz gibi anladım ben. İçim buruldu ama olsun, uzaktan mutluluk haberleri gelsin yeter diyeceğim ama; ne bileyim; sanki dostumu sınıyor hayat… Umarım bu sınavı başarıyla geçer diye dua etmek kalıyor bana…

Hayat işte; bazen çok sevdiğin birilerini çeşitli nedenlerle uzaklaştırabiliyor. Ben de yeğenim kadar sevdiğim bu özel kişinin “buzlar kraliçesi” eliyle uzaklaşmasına şahit oldum yıllar sonra…

Kim bilir neyin karması bu yaşadığım, adını koymakta zorlandığım hüzünlü şey; zaman gösterecek…

Hayırlısı...



Devamını Oku