22 Kasım 2020 Pazar

Corona-12- İç Döküş, İçe Döküş

Şimdi saat 09:19. Günlerden cumartesi. Sokağa çıkma yasağının bitmesine 41 dakika kaldı. Yasaklar bildiğim kadarıyla akşam 8 ve sabah 10 arası. Sadece cumartesi gecesi var bu uygulama. Ya da ben yanlış biliyorum. Neyse ne artık, sorgulayacak güç mü kaldı! Çık çalış diyorlar çıkıp çalışıyoruz, hafta sonu çıkma evde otur diyorlar, tamam peki diyoruz. Avemeler açık, marketler açık, arap turistler Taksim’de fink atıyor.  Onlara hep serbest. Ama hesapta cumartesi gecesinden pazar sabahı 10’a kadar sokağa çıkma yasağı var. Bu yasak  üretimde çalışanlara, şunlara bunlara geçerli değil..65 yaş üstü bahtsız vatandaşlara gündüz belirli saatlerde çıkmak yasak ama cuma namazı saati özel izinli sayılıyorlar! Çocuklar belli saatlerde çıkamıyor ama ebeveynleri yanlarında olunca falan filan. Çok yorucu, çok bıktırıcı, çok şey... Ne bileyim, tarifi zor. Bir çay daha koymak lazım belki de. İnsan bu kadar saçmalığı nasıl kaldırabilir başka türlü!

 Virüs tabii ki alınan bu cılız önlemler yüzünden yayıldıkça yayılıyor. Artık herkesin en az bir tanıdığı Korona oldu. Artık herkesin çevresinde en az bir kişi bu virüs yüzünden hayatını kaybetti.

Türk Tabibler Birliği dün Corona’ya yakalanan sayıyı 47 bin 629 olarak açıkladı, Sağlık Bakanlığı verileri ise 5 Bin 103’ü gösteriyor.

Aklımda yine üniversite birinci sınıfta aldığım istatistik dersinden kalan cümle var:

“İstatistikler bikini gibidir, asıl merak edilen yerler hep kapalı kalır” diyen hocamız, meğer ne büyük bir hayat dersi vermiş bizlere…

Kahvehaneler, lokantalar kapatılsın diyorlar, kapanıyor mecbur. Peki o işlerden evlerine ekmek parası götürenler ne olacak? Ne yiyecekler, ne içecekler, nasıl ısınacaklar! Yedek akçesi olan ülkeler de bu tip işyerlerini kapatıyor, ama vatandaşlarına karşılıksız maddi destek  sağladıkları için kimse en azından aç kalmıyor.  İngiltere’de yaşayan bir arkadaşım yazmış. Geçen yılki cirosunun %70’ini karşılıksız veriyormuş devlet esnafa. Bizde ise virüsün ilk dalgasında  biraz kredi verdiler, tabii ki geri ödemeli. Sonrası ise meçhul. 

Coğrafya kader, coğrafya acımasız, coğrafya cahil bırakılmış...

Arka fona acılı bir kaval ezgisi ne de yakışır şimdi. 

Dürü dürüüüü dürü dürüüüü...

Şu an bu kelimeleri sıcak evimde, kesilmeyen internetimle, arka planda çalan “Free as a bird” albümünün huzur veren ezgileri eşliğinde yazıyorum.  Ve ne kadar şanslı olduğumun bilinciyle...

Bir Amerikan Doları 7,5922, bir Euro 9,0112, bir İngiliz Sterlini ise 10,0920 TL olmuş. Kafamı kaldırıp yağmur sonrası açan güneşe doğru bakıyorum. Kızamıyorum bile. Ne acı değil mi; insan “kızamaz” noktaya da geliyormuş, bunu da öğreniyoruz yavaş yavaş...

Çok değil geçen sene bu zamanlar Prag’a ve görmediğim ülkelere gezi hayalleri kuruyordum. Şimdi ise ülkemin her geçen gün daha da fakirleşmesine tanık oluyor gözlerim.

En kötüsü de ne biliyor musunuz? Akşam yastığa başını koyunca hayal kuramıyor ya insan!

 Ben eskiden güzel hayallerle uyurdum, oysa şimdi... Oysa şimdi az delikli uykuya bin şükür noktasındayım.

 Ve aklıma geliyor Edip Cansever’in o muhteşem şiirinden birkaç dize…


 “…Ah güzel Ahmet Abim benim

Gördün mü bak

Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar

Ve dağılmış pazar yerlerine memleket…

Gelmiyor içimizden hüzünlenmek bile

Gelse de

Öyle sürekli değil.

Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün!

O kadar çabuk

O kadar kısa

İşte o kadar...

 

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar

Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar

Mendilimde kan sesleri…”


görsel:

https://www.etsy.com/listing/656140418/vintage-handkerchief-bleeding-hearts..

Devamını Oku

1 Kasım 2020 Pazar

DEPREM VE ÖTESİ

Her şey oluyor ve sanki film gibi geçip gidiyor.

30 Ekim İzmir Depremi’ni de iş yerindeyken duydum. Panik halinde Karşıyaka’da oturan yakın arkadaşımı aradım. Deprem anında evdelermiş. Çok korkmuşlar, çok sallanmışlar, çok uzun sürmüş kabus. Evlerinde küçük çatlaklar oluşmuş. Hemen sokağa inmişler ve geceyi daha yeni ve sağlam bir evde geçirmişler.

İzmir

Arkadaşımın söylediğine göre haberlerde Bornova’da diye belirtilen yıkıntılar aslında Özkanlar’ın ilerisindeki Manavkuyu’da oluşmuş. İzmirliler bilir. Bornova ve Karşıyaka arasında önceleri boş olan bu Manavkuyu Mahallesi, 90’lı yıllarda hızla ev dolan yerdir. Karşıyaka’da elli yıllık binalar sapasağlam dururken, daha yeni olan bu binalar neden yıkıldı kağıt gibi? Sizce… Niye soruyorum ki bu soruyu, cevabını herkes bilmiyor mu zaten! Peki ama kentsel dönüşüm bahanesiyle yıkılan evlerin yerine yapılan yenilere nasıl güveneceğiz bundan sonra!

Güven öyle bir şey ki, insanın hazinesi gibi. Bir kavrama, bir kuruma, ne bileyim hukuka, atıyorum eğitim sistemine, ya da birine güvenir insan, atar hazinesine. Bu hazine sandığı ne kadar doluysa o kadar iyi hisseder kendini. Son yıllarda kendi adıma söyleyeyim bu hazinenin gittikçe eridiğini görmek, üstelik kendim harcamadan, hazinemdeki tüm değerlerin başkaları tarafından çalınıp yok edildiğini görmek, beni nasıl üzüyor anlatması çok zor.

Çoğumuzun aklının bir köşesinde yok muydu, yeni yapılan, deprem yönetmeliğine uygun bir eve taşınıp “evim güvenli” değerini  kişisel hazinemize eklemek! Bu amaç için çalışıp para biriktirenler yok mu aramızda? İşte son depremle göçtü bu hayallerimiz de! Kime güveneceğiz, hangi müteahhite, hangi kuruma, kime? Bu soru kalıbında “hangi” sözcüğünden sonra “hukuka, eğitime, hastaneye, istatistiğe…” gibi kelimeleri koyup aynı soruyu sordukça, güven hazinemin gittikçe eridiğini görmekten çok yoruldum. Çok yorucu, çook…

Deprem konusuna dönersek; son yıllarda İzmir pazarlaması yapıldı biliyorsunuz. İstanbul’dan bıkan “beyaz Türkler” hedef kitlesiydi ağzının suları akan birilerinin. İstanbul’u yiyip bitiren “müteahhitler” İzmir’de bilmem ne rezidansı, bilmem ne tower’ı diyerek allayıp pulladıkları beton yığını projeler pazarladılar. En son bundan dört yıl önce gittiğimde bile tanıyamamıştım canım İzmir’i. Depremin en çok yıktığı bölgede yer alan öğretmenevinde kalmış, sanki öğrencilik yıllarımın Manavkuyu’sunda değil de başka bir şehirde gibi hissetmiştim kendimi. Aradan geçen dört yılda kim bilir ne hale gelmiştir bu kadim şehir... Nitekim öyle de olmuş.

Sosyal medyada gördüm,  milyon liralara satılan  bu “Bilmem ne Tower” larda ne kadar hasar olduğunu! İzmir’in eski apartmanlarına hiçbir şey olmazken tower’ların nasıl döküldüğünü! Vatandaş iki yaşındaki evinin videosunu paylaşmış twitter'da. Merdivenler yıkık, salondaki bütün sıvalar dökük! Birileri de savunuyor bu durumu! Neymiş efendim kolonlar yerinde kalmış, sıva dediğin dökülürmüş! Müteahhitlere haksızlık yapılmasınmışmış! Elli sene önce yapılan evlerin sıvaları niye dökülmüyor o zaman!

Farkında mısınız, çoğumuz tepki yorgunuyuz artık. O kadar saçmalık var ki tepki gösterecek, hangi birine yetişelim! Hadi yetiştik diyelim, bu kadar sinire strese nasıl cinnet geçirmeyelim!

İnsanlar can derdinde,  yakınları göçük altında kalmış, evleri yuvaları yok olmuş! Biraz saygı, biraz empati, biraz vicdan, biraz merhamet gerek! Olması gereken bu! Temel insanlık paydası bu!

Oysa şov biziniz yine iş başında! Bir tarafta bakanın biri göçük altındaki yaralıyla konuşan uzmandan telefonu kapıp şov yaparak o değerli anları, belki de o kalan iki çubukluk şarjı yiyor!  Öte yanda bir muhabir, göçük altındaki bir kişinin, - bir çocuğun da olsa fark etmez, o da bir birey - yazdığı özel mektubu -izin almadan- okuyarak reyting peşinde!

Söyleyecek çok şey var, çook…

Bu son olsun, lütfen son olsun artık!

 Aptallık ve cahillik yüzünden yitip gitmesin artık hayatlar…

Ve lütfen, lütfen artık Ortadoğu klasmanından çıksın canım ülkem!


Devamını Oku