30 Aralık 2016 Cuma

2017'de YOR'ulmadan...

Ben bu yeni yılda kendime çok somut bir hedef koyuyorum. “R” harfini yutmayacağım! Evet düşündüm, taşındım, başarması kolay gibi görünen, aslında hiç de sanıldığı kadar kolay olmayan bir hedefte karar kıldım!

 2017'de “yor” suz hayattan “yor” lu hayata adım atmak istiyorum!
Yazması kolay olan, okumada da sorun çıkarmayan, ama iş konuşmaya gelince yutulan zavallı harf, zavallı “r”, bu kadar hoyrat davranılmayı hak etmiyor! Buna bir son vermek lazım diye düşündüm ve 2017'de ona özen göstermeyi kendime görev bildim! Ne o, şaşırdınız mı? Niye şaşırıyorsunuz ki... Gayet mütevazı, bir o kadar da iddialı bir dilek benimkisi... Bu ülkede neler oluyor şaşırmıyorsunuz da benim gariban dileğime mi “Yok canım, daha neler” diyorsunuz! Teessüf ederim, gerçekten çok teessüf ederim... Böyle şeylere aşırı derecede kırılıyorum ben!


Madem herkes kendi bildiğini okuyor, madem herkes kendi çıkarlarına göre hareket ediyor, madem iyi dileklerde bile bir araya gelemiyoruz, ben de alıp başımı gitmek istedim işte farklı diyarlara... Ülküsüz kalmıştım, ülkümü buldum! Elimden tutan oldu da, mesela “bak 2017'de şöyle bir şey yapacağız, ne bileyim Mars'a gideceğiz, ya da Türkiye'nin her karış toprağını yeşillle dolduracağız, organik tarım yapacağız, tavuklarımız özgürce gezmekten mutluluk sarhoşu olacak” gibi şeyler söyleyen oldu da ben mi katılmadım! Baktım umutlar tükeniyor, yüzler asık; kendime umutlanacağım bir amaç buldum. Gerekçelerim çoktan hazır:

70 milyonun (!) izlediği koskoca devlet televizyonun spikerleri bile kendisini unutturmaya çalışıyor. “Sesimi duyUYO musun sevgili kameraman arkadaşım?” diyorlar, “Sesim geliYO mu?” diye tekrar ediyorlar. O zavallı “R” böylesi anlarda nasıl üzülüyor, nasıl da içine içine atıyor dertlerini siz hiç düşünüyor musunuz? Tabi ki düşünmezsiniz, ateş düştüğü yeri yakar...


Bakmayın öyle kenardan kenardan, bana umutlu bir şeylerle gelen yoksa aranızdan, dönmem artık yolumdan! Slogan mı istiyorsunuz, alın size slogan:

Şimdiki zaman R'siz olmaz, sevenler ayrılmaz! Yok bunu beğenmedim, “Hor görme “R”yi ne olur, çalış senin de olur” Bu çok saçma oldu, “R”siz hayat ah ne bayat! Yok bu da olmadı. Şimdiki zamanın bütün “R” leri birleşin! Bunun sonucu da “rrrrrr” olur, çok gürültülü olur, 
bunu da sevmedim. “Tek ek, tek harf, tek yürek” Bu cümleyle de gaza gelemiyorum... “R'lerine bahar gelmiş memleketimin” diyesim geliyor, “Remocan” türküsünü mırıldanıyorum içten içe, “Rey rey rey” diye halay çekenleri düşünüyorum, olay tek kanallı televizyonda virgülde yarım nefes, noktada tam nefes es veren spikerlere kadar uzanıyor.

Şimdi içinizden birileri “Ülkede o kadar çok dert varken, senin takıldığın şeye bak!” diyebilir. Hiç alınmam, yüksek sesle de söyleyebilirsiniz... Ama bilin ki bugün “R” leri yok sayan, yarın neleri yok saymaz? Bunun t'si var, yumuşak g'si var, değil mi ama...

Hem siz sanıYO musunuz ki, bu iş burada bitiYO, hayır bitmiYO! R'ler hayatımıza tekrar girdiğinde her şey çok güzel olacak belki de... Ben üzerime düşeni yapıyorum arkadaşlar, gerisi size kalmış..

Yeni yılınızı kutluYORum, haydi sıra sizde, aşağıya bırakın bol bol YORum...


Devamını Oku

23 Aralık 2016 Cuma

#SaatlerGeriAlınsın

Hani bazı rutinler vardır, biz farkında olmasak da varlıklarıyla bize huzur veren, gülümseten... Saatleri kışın geri, yazın ileri almak da öyleydi.

Mesela bir gün önceden gazetelerde haber olurdu :

"Her sene olduğu gibi bu sene de yaz saati uygulaması sona eriyor. Saatlerinizi geri almayı unutmayın!"

Sonra ertesi gün mutlaka şöyle haberler çıkardı:

Saatini ileri almayı unutan dalgın öğrenci, sınavı kaçırdı”

Servisi kaçıranlar mı dersiniz, uçağı kaçıranlar mı dersiniz... Basit unutkanlıklarımıza gülerdik milletçe. Ne güzelmiş, ne naifmiş o günler...

Çoğumuzun konu hakkında komik anıları vardı. Ben de bir keresinde İngilizce kursuna geç kalmıştım bu saatleri ileri geri alma meselesi yüzünden, sınıfa geç girmeye utanmıştım...



Bu konu, büyük ablamla öğrencilik yıllarımdan beri bir espriydi aramızda. O beni bir gün önceden arar, “saatini ileri / geri almayı sakın unutma” der, ben de “Yaa, sen de beni salak mı sanıyorsun, tabii ki unutmam” diye cevap verirdim, kendi aramızda gülüşürdük. Ertesi gün de kontrol amaçlı tekrar arardı. “Unutmadın değil mi?” “Yok, unutmadım “ derdim. Yıllardır süren ritüelimiz bu sene yaşanmadı...

Oysa kendi aramızda böyle sıradan, basit bir esprimiz vardı...

En çok da; çok övündüğüm, hiç şaşmaz dediğim vücut saatimin şaşmasına üzülüyorum... Yıllarca sabah 6.00, bilemedin 6.30'da ayakta olan ben, artık 8-8:30'den önce kalkamıyorum. Çünkü hava aydınlanmıyor! Biyolojik saatim, karanlıkta uyanmayı reddediyor! Karanlıkta minicik çocukların servise binmesi konusuna ise hiç girmiyorum...

Söylenecek çok  şey var...

Aşağıya bir "imza kampanyası"  ekledim. 

İmza bir umut, 
   Belki iklim değişir, Akdeniz olur....

imza kampanyası 








Devamını Oku

21 Aralık 2016 Çarşamba

Sigarayı bırakalı bugün tam 3 yıl oldu...

Bugün yine o gün... Günlerden 21 aralık, en uzun gece, gün dönümü. Artık bugünden sonra günler uzamaya başlayacak, karanlıklar azalacak yarıküremizde. Sadece bugüne özel olarak Kuzey Kutup Dairesi'nde 24 saat süren gece, Güney Kutup Dairesi'nde ise 24 saat süren gündüz yaşanacak. Ülkemizin en uzun gecesi ise Sinop'ta olacak. Kuzey Yarıküre'de kışın başladığı gün bugün. Benim hayatıma ise 3 yıl önce tam da bugün bahar gelmişti. Çünkü 3 yıl önce tam da bugün ben, sigarayı bırakmıştım...


Özel olarak böyle anlamlı bir güne denk getirmedim sigarayı bırakma konusunu, ben de sonradan fark ettim bu güzel tesadüfü. Ama bu yazıya denk gelen birileri, belki benim gibi böyle özel bir günde sigarayı bırakmak isteyebilirler diye, yazıyı sabah erkenden yazmaya karar verdim. Burada konu hakkında yazdığım diğer yazılar da var. Hatta içlerinden bir tanesi yüzlerce yorum aldı ve sanırım biraz faydam oldu birilerine... Kimbilir belki de bugün sıra sizdedir...

Peki ne oldu bu üç yıldan sonra? Tek kelimeyle ifade edeyim; mutluyum! Kişisel tarihimde bir yanlıştan döndüğüm için, bir bağımlılıktan kurtulduğum için, sağlığım adına güzel bir adım attığım için, kendime zarar vermekten kaynaklı suçluluk duygusunu artık yaşamadığım için gerçekten de çok mutluyum. Sigarayı bırakmak harbiden güzel şey, darısı başınıza diyorum. Bu arada belki klişe olacak ama ben yine de tekrar edeyim, gerçekten de herkes sigarayı bırakabilir. Hatta klişenin devamını da getireyim: “Ben bıraktıktan sonra herkes bırakabilir!”


Biliyor musunuz bazen sigara içen halimi hayal bile edemiyorum. Hani diyorlar ya “dün gibi aklımda, hiç unutamıyorum, her an başlayabilirim gibi geliyor” gibi şeyler... Bana bütün bunlar hiç olmadı. Aklıma asla gelmiyor, hiç özlemiyorum, sigara içmediğim için kendimi gerçekten çok ama çok mutlu hissediyorum.

Hemen hemen her gün yorum gelen şu yazımda bazen bana soruyorlar “hâlâ içmiyor musunuz?” “bir tane bile mi?” gibi sorular. Ben de şimdi cevap veriyorum:

Mantıklı bir insan, aynı konuda aynı hatayı ikinci kez neden yapsın ki?”

Sağlıklı, dumansız, bol oksijenli, mutlu, huzurlu günler dilerim...



Devamını Oku

9 Aralık 2016 Cuma

İnsanlık zor zanaat!

Dün gibi anımsıyorum. Geçen sene bugündü. Cam masanın etrafında toplanmış bir proje kotarmaya çalışıyorduk. Toplantı uzadıkça uzuyor ama bir adım bile ilerleyemiyorduk. Zaten ilerlememiz de mümkün değildi. Çünkü mesele üzüm yemek değil, gerçekten de bağcıyı dövmekti. Üst düzey yönetici ve patronun olduğu çoğu iş toplantısında olduğu gibi egolar çarpışıyordu. Hatta çarpışmanın şiddetinden çıkan mavi kıvılcımlar neredeyse çıplak gözle görülebilir hale gelmişti.
Daraldığımı hissettim, sanki bir el boğazımı sıkıyordu. Bir an geldi, kendime yabancılaştım. İçimdeki benliğim, korumaya çalıştığım ruhum adeta isyan ediyordu. Bu insanlar ne yapmaya çalışıyorlardı, emek neydi, sevgi emekti, yok bu replik Selvi Boylum Al Yazmalım'daydı.
İyi de emek neydi? Bir patronun egosuna ruhunu teslim etmek miydi?

Artık konuşmaları uğultu şeklinde duymaya başlamıştım. En son hatırladığım cümle, patronun “ben olsaydım böyle yapmazdım” şeklindeki “müstehzi” yorumu oldu. Burada bilerek bu kelimeyi kullanıyorum, zira “ alaycı” demek istemiyorum, çok ağır geliyor düşündükçe şimdi bile. “Madem beğenmiyorsunuz, siz yapın o zaman” deyip o cam masadan nasıl kalktığımı hiç bilmiyorum. Sanırım saniyeden de kısa bir andı. Çantamı aldım, ceketimi aldım, fırlayarak uzaklaştım ortamdan.
Sahi emek neydi, emek bir patronun iki dudağının arasından çıkacak “onay” sözcüğüne bağlı değersiz bir şey miydi?

O gün yağmur yağıyordu, hava soğuktu. Saatlerce dolaştım sokaklarda. Bir bozacıya girdim, kenar masalardan birine oturdum. İlk kez boza içtim o gün, üzerinde leblebi ve tarçın vardı. Güzeldi, tatlımsı ekşiydi tadı. Tıpkı hayat gibi, hem tatlımsı, hem de ekşimsi... Üzeri tarçınla tatlı, dibi bozayla ekşi. Cicim ayları sona eren evlilikler gibi, iş yerindeki ilk ayda kişiye misafir muamelesi yapılması gibi...
O gün ne acayip bir gündü, yağmur, göz yaşı, tekrar yağmur birbirine karışmıştı... Çok üzülmüştüm, hıncım içimde düğümlenmişti... Sonra bir ayakkabı ustasının dükkanına girip kendime bir çift bot siparişi vermiştim. Ayağımın ölçüsünü alırken üzüntülü halimi soran ustaya “bugün işi bıraktım” dediğimde usta “yapma vazgeç” demişti. Sonra o ayakkabı hep ayağımı sıktı, o gün bugündür belki de hiç giymedim...

İnsan emeğini korumalı, insan insan olmayı korumalı. Belki birgün bu düzen değişir. Umarım değişir. Birileri parası var diye emrinde insan çalıştırmaz. İnşallah birgün sosyalizm gelir, herkes eşit olur. Sosyalizm gelsin diye dua da ettim ya bugün, artık sözün bittiği yerdir bence bu nokta...

Demem o ki, insanlık zor zanaat be dostum, gerçekten zor... 
Devamını Oku

6 Aralık 2016 Salı

YOLO Dünyası için Geri Sayım Başladı!


Ulaşımda En Pratik Yol O!  sloganı ile yola çıkan ve Uber’in karşılaştığı en güçlü rakip olan girişim YOLO için geri sayım başladı. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de yoğun ilgi gören şehir içi, konfor ve kaliteyi birleştiren yolculuklar sağlayan platformlara bir yenisi daha ekleniyor. Kısa süre içinde hayatımızda farklı bir yer edinmeyi hedefleyen girişimin adı YOLO.

YOLO, şehir içinde lüks segment araçlar ile şehir içi VIP taşımacılık hizmeti veren ve sektöre çok iddialı girerek diğer rakiplerine nazaran çok farklı iş modeli ve kazanç vaat eden bir mobil uygulama. Dünyada Uber modeli olarak bilinen mobil uygulamanın Türkiye versiyonu olarak planlanmış olan YOLO, uzun süren Ar-Ge çalışmaları sonucunda ortaya çıkmış.

YOLO’yu dünyadaki benzerlerinden farklı kılan en önemli özellik TR’de hukuksal altyapısının sağlamlığı ve farklı kazanç modelleri. YOLO, hem kullanıcılara, hem de iş ortaklarına sağladığı yeni nesil bir iş modeli ile kısa sürede yola çıkıyor.

YOLO, TEB Holding ve Çolakoğlu Grup Yönetim Kurulu Üyesi Haydar ÇOLAKOĞLU başkanlığındaki güçlü yatırımcı ve yönetim kadrosu ile de dikkat çekiyor. Yönetim kademesindeki 12 kişilik tecrübeli ekibin, 1 yıl süren çalışmaları sonucu ortaya çıkardıkları YOLO, şehir hayatına yeni bir soluk getirmeyi planlıyor.


Ulaşımdaki zorlukları keyif ve konfor ile çok uygun koşullarda sunmayı hedefleyen ekip adına konuşan YOLO Yönetim Kurulu Başkanı Haydar ÇOLAKOĞLU şunları söyledi;
“Günümüzde temel ihtiyaçlarımızdan biri olan şehir içi konforlu seyahatin hızlı, güvenli ve ucuz olarak sağlanabilmesi başlangıç noktamızdı. Bununla birlikte, kayıt dışı kalan birçok seyahatin kayıt altına alınarak vergilendirilmesi, sektörde hukuksal altyapının sağlamlaştırılması yeni düzende yeni normallere alışan bizler için çok önemli. İşlerimize teknolojiyi en verimli şekilde entegre etmek hem kullanıcılarımıza hem de iş ortaklarımıza yüksek kazanç sağlayacaktır.



YOLO yüzde yüz yerli yapım bir uygulamadır. Amaçlarımızdan biriside bu iş modelini hızlı bir şekilde ülke dışında da kullanılan bir marka yapmaktır. YOLO’nun temel felsefesi bundan ibarettir.
Kendi kurucularımızın sağladıkları desteklerin yanında, henüz başlangıç aşamasında iken Los Angeles merkezli bir yatırım şirketinden 16 milyon dolar değerleme ile bir kısım yatırım aldık. Kendileri ile yaptığımız çalışmalar sonucunda da “you only live once” baş harflerinden oluşan YOLO isminde karar kıldık. Bunun yanısıra Los Angeles, San Francisco, Londra ve Zürih merkezli yatırımcı grupları ile de görüşmelerimiz devam etmekte. Bu güç birliği platformu ile hem UBER gibi bir dünya devine rakip olacak, hem de Türkiye’den bir dünya markası çıkartabilmek için çalışacağız.

Başlangıç gününde 300’ün üzerinde araç ile hizmet verecek olan YOLO ile kullanıcılar, tek tuş ile araç çağırabilecek, ulaşım ücretlerini kredi kartları ile ödeyebilecekler. Araçta unuttukları herhangi bir eşyanın güvende olduğunu bilecekler. Yıl sonu hedefimizde 1000’i aşkın araçla hizmet vermek var.

Bu uygulamaların yanı sıra yolcularımızı çok özel kampanyalardan da faydalandıracağız. Farklılıklarımız, ilk günden bu ayrıcalıklar ile görülecek. Kasim ayında acilacak beta surumu ile İstanbul`un bazi seckin mekanlarinda yapilacak test surusleri ile hizmete baslayacak olan uygulama üzerinden özellikle tanıtım günlerimizde kayıt yaptıran yolcularımıza 15 Aralık - 4 Ocak tarihleri arasında ücretsiz ulaşım hakları, çeşitli promosyonlar sağlayacağız. Açılışa özel bu kampanya gibi birçok büyük kurumdan da kampanya desteği alan YOLO ile yolculuklarınızın standartları değişecek. YOLO’yu hepinize tavsiye ediyorum. YOLO dünyasına hoş geldiniz.”


GooglePlay ve AppStore dan indireceğiniz uygulama sayesinde YOLO dünyasında siz de yerinizi alın. Detaylı bilgi ve iletişim için www.yolo.com.tr adresinden YOLO’ ya ulaşabilir @yolo_turkiye Instagram adresinden de takip edebilirsiniz.

Bir boomads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

Yine oyun izledim- İki Arada Bir Yerde

İki Arada Bir Yerde
Bu sene izleyici olarak çok verimli bir tiyatro sezonu geçiriyorum, dolayısıyla mutluyum.
Sezon başından beri izlediğim üçüncü oyun olan “İki Arada Bir Yerde” de beğendiklerim arasında yerini aldı. Dilimin döndüğünce anlatmaya çalışayım:

Oyunun konusu:


Perde açılıyor, bir film sahnesi kadar etkileyici ve özenle hazırlanmış dekor çıkıyor karşımıza. Bir siper, mavi bir sis ve sisin içinde karanlıkta yollarını bulmaya çalışan askerler... Düşman orduların düşman askerleri birlikte bir sipere düşüyor. Elbette önce birbirlerini öldürmeye kalkıyorlar, ama sonrasında insani iletişim başlıyor aralarında ve olaylar gelişiyor. Zaman zaman gülümseten, ama genel olarak savaşın ne kadar saçma, ne kadar insanlık dışı bir şey olduğunu düşündüren harika bir oyun izliyoruz.


Sadece farklı renk üniforma giydikleri için birbirlerine düşman olmak zorunda olan askerlerin  ortak tanıdıklarının çıkması, ismini sorduğunda söylemeyen askerin “ne de olsa buradan çıktığımızda yine düşman olmayacak mıyız, ne fark eder ki ismimin ne olduğu" demesi, basının savaş oyunlarındaki rolü...

Aslında oyunu izlerken sert sahnelerde irkilmedim desem yalan olur. Çünkü öylesine nefret ve savaş dolu günlerde yaşıyoruz ki, kuru sıkı olduğunu bilmeme rağmen sahnede zaman zaman patlayan silah seslerinde yerimden sıçramaktan kendimi alamadım. Ölümün hatta öldürmeye teşebbüsün tiyatro hali bile insanı ürpertiyor! Fakat oyunun dili o kadar dengeli ki, savaşın soğukluğu insani boyutta yumuşatılarak ve gülümseten detaylarla veriliyor ve bu da izleyiciyi rahatlatıyor. 


Tarafsız Bölge ( No Man's Land ) Filmi uyarlaması

Bosna savaşını anlatan senarist / yönetmen Danis Tanoviç'in 2002 yılında Yabancı Dilde En İyi Film Oscar'ı da olmak üzere Altın Küre, Cannes Festivalinde en iyi senaryo gibi 7 tane ödüle sahip No Man's Land – Tarafsız Bölge adlı filminden uyarlanmış metin. Uyarlayan ve yöneten ise, oyunda Ejder rolüyle yer alan Yıldıray Şahinler. 

 2004 yılında Afife Jale En Başarılı Erkek Oyuncu ödülünü alan  Yıldıray Şahinler, şu anda reytingleri yüksek olan "İçerde" adı dizide "Alyanak" rolünü canlandırıyor.


Oyunda ülke, yer adı verilmiyor. Sonuçta her savaşta karşılığını bulabilecek etkileyici bir kurgu izliyoruz. Tam da yeri gelmişken küçük bir eleştiride de bulunmak isterim. Gerçi çok geçmiyor, yanılmıyorsam bir iki sahnede vardı ama yine de Ejder ve Hacı gibi Türkçe isimler kullanılmasaydı bence çok daha iyi olabilirdi.

Basını, birleşmiş milletler barış gücünü, savaşı başlatanları, savaşın kendisini, savaştaki emir komuta zincirini sorgulatan, düşündüren ve dolayısıyla bence  2015-2016 sezonunda izlenmesi gereken oyunlardan biri "İki Arada Bir Yerde"

Emeği geçen herkese teşekkürler...



OYUN KÜNYESİ
Yazan: Danis Tanovic
Uyarlayan – Yöneten: Yıldıray Şahinler
Sahne Tasarımı: Ayhan Doğan
Işık Tasarımı : Fatih Mehmet Haroğlu
Efekt: Kadir Arlı
Oyuncular: Yıldıray Şahinler, Cengiz Tangör, Alp Tuğhan Taş, Ertuğrul Postoğlu, İrem Arslan, Mehmet Soner Dinç, Murat Coşkuner, Reyhan Karasu, Mehmet Sefa Öztürk,




Devamını Oku

3 Aralık 2016 Cumartesi

Bugün Engelliler Günü, hadi hamaset yapalım!


Bu yazıyı geçen sene bugün yazmıştım, ne yazık ki hala güncelliğini koruyor. Dolayısıyla konu hakkında yeni bir yazı yazmaya gerek duymadım, sadece anımsatmak istedim.
Umarım seneye bugün, gelişmeleri anlatan güzel bir şeyler yazabilirim...

Şimdi bugün 3 Aralık Engelliler Günü ya, hamasetin en abartılı hallerine tanık olacağız. Hoş gündem politika üzerine dönüyor gerçi, belki de tam tersi olur. Türkiye'de bu kadar engelli var, onlara sahip çıkalım, tekerlekli sandalye alalım falan deyip geçiştirebilirler. Ya da 23 nisanda çocukların başbakan koltuğuna oturması gibi, engellilere bir günlük askerlik yaptırırlar, engelli tiyatrolarında en engellileri birarada oynatarak milletçe acıma ritüellerine kapılırlar, ya da bir engelliyle sağlam kişinin evlenmesini ana haber bültenine taşıyarak, ne kadar yürek burkucu bir hikaye olduğunun altını çizerler ve fonda en acılı arabesk müzik çalarken hep birlikte göz yaşlarına boğulurlar...

photo from mymodernmet.com 

Bense bütün bunları görmezden gelerek o hamaset kokan cümleden bahsetmek istiyorum.
Bu konuya toplumumuzun genelinin bakış açısının ne kadar hastalıklı olduğunu anlatan ve nedense her yıl tekrarlanmaya devam eden o meşhur cümle hakkında düşüncelerimi anlatacağım naçizane... Çünkü artık bu cümleden çok ama çok sıkıldım!

Diyorsunuz ki Hepimiz birer engelli adayıyız!”

Şimdi cümleyi inceleyelim:

Hepimiz” diyorsunuz ya, dakika 1 gol 1; baştan ötekileştirdiniz bile! Pardon biraz düşünün, “hepimiz” engelli adayıyız derken, engelli olmayanları kast ediyorsunuz değil mi? Yani bunda hemfikiriz. Zira engelli olan kişi, bir kez daha engelli olmaya neden aday olsun? Kim ister ki duble engeli? Yani diyorsunuz ki bu “hepimiz” sözcüğü ile, “bizler, hepimiz, yani sağlam olanlar da engelli olabiliriz birgün.” Peki bu ötekileştirici, üzerinde düşünülmemiş, güya empati kurmak için söylediğiniz cümleyi bir engelli okuduğunda ne düşünecektir? Onlar yani “hepsi” ne güzel de empati kuruyor, aman da aman mı diyecekler? Toplumun genelini engelsiz “hepimiz” sözcüğü ile anlatırken, bunun nerelere gideceğini, bu cümlenin bir engelli için ne kadar anlamsız olduğunu düşünemiyor musunuz? O kadar mı karmaşık bir durum bu? Aslında belki de ben çok ince düşünüyorum, zira kaba saba yığınla problem var ve çözülmeyi bekliyor ya, neyse...

photo from: realimprints.org 


Yok bunda bir art niyet ki!” diyorsunuz, sineğin yağını çıkarmakla itham ediyorsunuz belki de beni! Zaten bizim toplumumuzda kimse art niyetli değil ki, herkes birbirinin iyiliğini düşündüğü için bir şeyler söylüyor, bir şeyler yapıyor... Mesela kendi halinde yolunda yürüyen bir görme engelli vatandaşa, sizden yardım istemediği halde sokulup, izinsiz dokunarak, onu rahatsız etmenizde nasıl bir art niyet olabilir? Yürüme engelli bir kişiye yine sizden yardım istemediği halde “yardım edeyim mi?“ deyip sonra da “ne oldu, kaza mı?” diye sormanız da sizin iyi niyetinizden elbette! Aynı engelliyi metrobüste gördüğünüzde yer vermemek için uyuma taklidi yapmanız da gerçekten art niyetli değil, yorgunluktan sadece... Çocuklarınıza engellilerin de normal insan olduğunu, onları sokakta görünce pis pis bakmanın çok ayıp olduğunu öğretememenizde de art niyet yok, çocuk onlar tabii, masumlar! En karmaşık bilgisayar oyunlarına kafaları çalışabilir ama sokaktaki engelliye bakmamak gerektiğini öğrenemiyorlar, ebeveynlerinin ne suçu var değil mi?

Hellen Keller -  görmez ve duymaz, yazar, öğretim üyesi, aktivist
Bırakalım engellileri, mesela kız çocukları okula gönderilmiyor, sırf iyi niyetten! Adam çocuğunu dövüyor, onun iyiliğini düşündüğü için, kötü şeyler yapmasın diye.. Sırf iyilik olsun diye, art niyet olmaksızın çocuklara kamyondan oyuncak da dağıtıyorlar! Çocuklar ağlıyor, birbirlerini eziyor bir oyuncak almak için ama, sırf iyi niyetten, merhametten oluyor böyle şeyler! Ya da ne bileyim, art niyeti yok ki birine iyilik yapmaya giden ünlünün yanında kamera götürmesinin... İçeriğe ve niyete bakmak lazım, yöntem ve söylem kaba saba olsa ne olur ki, velev ki olmuş ne olacak yani! Velev ki diyen insanlar bütünüyüz vesselam!

Stephen Hawking- bilim insanı

Bence bu toplum bazen gerçekten fazla iyi niyetli oluyor, ben ve benim gibiler art niyetli... Acaba kimlerden özür dilesem...

Neyse ben şu şahane cümleyi kuran her kimse ona saygı ve sevgilerimi ileterek (!) irdelememe devam etmek istiyorum.

Hepimiz birer engelli adayıyız!

Şimdi TDK'dan “aday” sözcüğünün anlamına bakalım:

aday(1. anlamı)

  1. Bir görev, bir iş için kendini ileri süren veya başkaları tarafından ileri sürülen kimse: Babası da beni damat adayı olarak görüyordu. -M. Yesari.
  2. Bir iş için yetiştirilmekte, eğitilmekte olan kimse, namzet: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan adayları, on gün içinde Başkanlık Divanına bildirilir. -Anayasa.

Yani ben bu “aday” sözcüğünden ne anlıyorum, seçilmek isteyen kişiyi anlamıyor muyum? Birbirleriyle yarışır adaylar. Bir rekabet olur, ne bileyim aynı kızı seven iki damat adayı birbirinin ayağını kaydırmaya çalışır. Ya da iki parti seçime gider, her ikisi de iktidar olmaya adaydır ve kıyasıya bir mücadele başlar aralarında...

Şimdi çok manâlı cümlemize geri dönelim, ne diyor empati gurusu büyüklerimiz:

Hepimiz birer engelli adayıyız!”

Yani engelli olmak için birbirimizle yarışıyoruz! Çok istiyoruz engelli olmayı, günlerce haftalarca bunun için çalışıyoruz! Trafik kazaları organize ediyoruz, gerekirse ortama virüsler salıyoruz hastalanabilmek için, iş kazaları olsun diye var gücümüzle çalışıyoruz, akraba evliliklerini teşvik ediyoruz, yanlış ilaç kullanımına ön ayak oluyoruz... Çünkü bizler hepimiz, yani engelli olmayan sağlıklı olan HEPİCİĞİMİZ, bir de öyle sempatik empatiler kuruyoruz ki, şahaneyiz, yarışmacı arkadaşlara başarılar diliyoruz hatta. En büyük engelli bizim engelli, hepimiz adayız seçilmeye layığız; engelli olanlar da bizim kardeşimiz, onları sevelim aman da aman, ley ley ley loy loy loy!


Sloganlar ve marşlar eşliğinde ortaçağa doğru koşar adım gidiyoruz!  Engelli bireylerin sorunları mı, amaan canım olur geçer ne olacak, kader kısmet, bu millet çile çekmeye alışık zaten! 

Bütün insanlar eşittir!


Devamını Oku