22 Nisan 2018 Pazar

Otobüs Günlükleri - 3 / Every Way That I Can...


O gün normalden bir saat daha geç bindim otobüse. Hem de günlerden cuma. Trafik olmuş adeta karmaşık iplik demeti! Eskiden anneler “çile” derdi” ya bu ipliklere. İki kişi karşılıklı oturur; birisi kollarını göğüs hizasında açıp karşıya uzatır ve bileklerine bu çileyi geçirirdi. Karşısında oturan kişi ise ipliği yumak yapardı. Bu iş öyle kolay da olmazdı. Çünkü çilenin iplikleri birbirine dolanır düğüm olursa, hem tutan kişinin kolu yorulur; hem de yumak yapan kişinin sabrı sınanırdı. Tam da bu noktada çilenin dilimizdeki öteki anlamına geçilirdi:

Zahmet, sıkıntı...”

Biz, işte böyle geçişken bir dile ve dili kadar geçişken bir hayata da sahip tuhaf bir ülkeyiz. Neden mi, anlatıyorum...



Evet o akşam her zamankinden geç binmiştim otobüse. Otobüsün dışı kadar içi de “çile” gibiydi. Neyse ki şoförün çapraz arkasında konuşlanan, dört kişinin yüz yüze bakıp diz dize oturduğu tuhaf bölmede yer vardı. Bir yazıda özel olarak bu konuya değinmeyi düşünüyorum gerçi ama, özet olarak belirteyim:

 İETT otobüslerinin yeni tasarımlarının ergonomiyle uzaktan yakından alakası yok!

Yani yolcu “çile” çeksin diye özel olarak düşünülse ancak böyle tasarımlar ortaya çıkabilir!  Neyse işte ben de yolcuların diz dize dizildikleri, nereden baksanız yarım metre yükseklikteki platforma tırmanıp (!) oturdum. Sonra benim karşıma, yani diz dize pozisyonuma bir orta yaşlı kadın oturdu. Kadının yüzüne bakınca alaycı, sabit fikirli, her şeyi bildiğini sanan bir cahil olduğu izlenimine kapıldım. Bu söylemime ön yargı ile yaklaşıp “ön yargılısın!” yaftası yapıştırmayın lütfen. İnsanların yüzüne baktığımda bende uyanan ilk izlenimler genelde doğru çıkıyor çünkü. Falcı seviyesinde olmasa da sezgilerim güçlü diyelim. 

Neyse konuyu toparlıyorum. Bu hoşlanmadığım kadının yanına bir başka yaşlı kadın daha oturdu. İkinci kadının bendeki etkisi nötrdü. Yani ne negatif, ne de pozitif. Yine O da bin bir zahmetle tırmanmıştı yarım metrelik platforma. Sonra benim yanıma iyi elektrik aldığım bir başka kadın oturdu. Bu arada trafik kilit tabii ki. Çile prosedürü tam gaz işlemekte... Normalde sekiz- on dakikada gittiğimiz yolu 48 dakika geçmesine rağmen henüz kat edememişiz. Haliyle yolcular sıkıldı ve söylenmeye başladı. Ben bu gibi durumlarda genelde susan taraf olsam da; o gün konuşmalara tam gaz katıldım nedense... Şöyle başladı muhabbet: 

Karşı çaprazımdaki nötr kadın: “Zor çıktım, ne kadar yüksek burası, ne biçim otobüs bu!”

Ben: “Neredeyse yarım metre yüksekliği var!”

Yanımdaki iyi elektrik aldığım kadın : “Her şey böyle maalesef!”

Ben: “Rahatsızsanız şikayet edin, 153'ü arayın... Onlar da uğraşsınlar yaptıkları hatayı düzeltmek için”

Yanımdaki iyi elektrik aldığım kadın : “Arasak ne olacak ki, ne değişecek!”

Karşımdaki gıcık yaşlı kadın bilmiş bir tavırla yanıt verdi: 

Emek olmayınca yemek olmaz, şikayet etmek lazım.”

Ben:”Bu yarım metre yükseklikteki platforma yaşlılar, engelliler, çocuklular nasıl tırmanacak diye baştan düşünülüp otobüslerin ona göre tasarlanması gerekirdi. Yani bu konuda emeği biz değil başkaları sarf etmeliydi.”

Karşımdaki gıcık yaşlı kadın: “ Avrupa'da yapılıyor ya bu otobüsler, düşünmemişler demek ki...”

Her şeyi biliyor ya, sanırsınız otobüs ihale dosyasını kendisi hazırlamış hanım! Dayanamadım tabii ki:

Ben: “Avrupalılar insana değer verir. Hiç sanmıyorum böyle bir hata yapacaklarını!”

Bu arada trafik çilesi bir türlü çözülemeden devam ediyordu. Otobüs hem kalabalıklaşmış, hem de sinirler iyice gerilmişti. Orta kapının orada bir adam 153'ü arıyor ve şoförün ne kadar saygısız olduğunu şikayet ediyordu.

Yanımdaki kadının yüzü gittikçe asılmaya başladı. Belli ki çok üzülüyordu böyle şeylere...

 “ Her şey böyle artık maalesef, hiç bir şey düzelmiyor. Her şey çok daha kötüye gidiyor. Hep para para para' İnsanı düşünen yok!”
O anda sabah düşündüğüm ve beni gülümseten bir detayı tüm samimiyetimle kısaca anlattım yanımdaki kadına:

Ben: "Yıllarca Eurovision şarkı yarışmasını izledim büyük umutlarla. Her sene 'Bu sefer olacak' derken bir türlü iyi puan alamıyorduk. O sene yarışma gecesi hiç açmadım bile televizyonu. Nasılsa kaybederiz diye düşünüyordum. Sabah bir kalktım ki her yerde Sertap Erener'in “Every Way That I Can” şarkısı çalıyor. Meğer birinci olmuşuz! Umutlar dipteyken bir mucize değil miydi bu gerçekleşen...”


Everything is possible

Yanımdaki endişeli kadının yüzü birdenbire aydınlandı, gülümsemeye başladı:

Eğer böyle bir şey olursa; bu otobüs yolculuğu gelecek aklıma; hiç unutmayacağım hatta... Kendinize çok iyi bakın” dedi ve indi otobüsten...

Ne demek istediğini çok iyi anladım... 


ALAKASIZ DİP NOT:

En son 6 sene önce 2012'de Can Bonomo ile katılmıştık Eurovision'a. Artık daha ciddi sorunlarımız olduğu için böyle apır sapır şeyleri kaale almıyoruz ülke olarak! Ha ille de izlemek isteyenleriniz olursa, 8 Mayıs 2018 akşamı bir yerden bulup izlersiniz... (TRT böyle gereksiz şeylere kafa yormaz tabii ki! O ciddi bir kanal!  Lütfen, teessüf ederim) 

Ha umut mu dedi birileri?  Umutsuz yaşanmaz ki! İlahi siz, duymamış olayım... 





Devamını Oku

8 Nisan 2018 Pazar

Neredeyse 5523 kurbanı oluyordum!


İşyerinde oldukça gergin bir gün geçirdikten sonra dolmuşa bindim, eve gidiyordum. Normalde otobüse binerim ve yolda kitap okurum. Yani telefonu toplu taşımada elime almam pek. O gün dediğim gibi hem gergindim, hem de mesafe kısaydı. Dolmuşta oturduktan sonra açtım telefonumun internetini. Peş peşe bildirimler gelmeye başladı. Baktım Msn'den bir mesaj var. Eski çalıştığım iş yerlerinden birinden tanıdığım, uzun süredir görüşmediğim, ama genel olarak sevdiğim bir kadın arkadaş mesaj yazmış, çok şaşırdım. Çünkü yıllardır arkadaşlığımız Facebook'da birbirimizin gönderilerine “like atmak" şeklinde uzak bir mesafeden yürüyordu. Özel mesaj atmasını bu yüzden garipsedim, meraklandım da. Canım da sıkkın ya, muhabbet edip biraz kafamı dağıtmak için kendisiyle mesajlamaya başladım:

 - Karşı Taraf: Selam nasılsın?
 - Ben: İyiyim, sen nasılsın?
 - Karşı Taraf: İyiyim teşekkür ederim. Migros'dan alışveriş çeki kazandırıyorum, seni de düşündüm. Telefonun faturalı mı yoksa?
 -Ben: Evet faturalı
 - Karşı Taraf: Cep no yazar mısın bir de operatörü?
 - Ben: 053..........


Şimdi diyeceksiniz ki sen aptal mısın? Niye veriyorsun cep telefonunu? Oysa o kadar çok sebep var ki cep telefonumu vermek için. Öncelikle ben diyeyim 5 sene, siz deyin 10 senedir görüşmüyoruz bu arkadaşla. Dolayısıyla cep telefonum kayıtlı olmayabilir O'nda. Vermesem ayıp... Nitekim sonradan baktım ki bende de O'nun numarası kayıtlı değilmiş. Ayrıca ek iş yaptığını düşündüm. Hani var ya “Arkadaşını ekle şunu kazan” falan gibi işler. Kendisine katkım olur dedim. Üstüne üstlük alışveriş çeki kazanma fikri hiç fena değildi. Çünkü kendisiyle her ne kadar uzun süredir görüşmesem de bu arkadaş güvenilir biriydi. Telefon numarası vermemin  asıl önemli nedeni ise baştan söylediğim gibi o gün gergin olmamdı; kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı. Yani demem o ki "ben kül yutmam!" diye büyük büyük konuşmamak lazım. İnsanlar boş bulunup bu tür kandırmacalara gelebiliyor, (şekil 1-A – ben) diye söylüyorum. Neyse efendim; aramızda geçen konuşmayı aynen aktarmaya devam edeyim.

Telefon numaramı yazdım ya karşı tarafa üzümlü kek gibi, bakın sonra neler oldu:

 - Karşı Taraf: Tamam, şimdi telefonunun mesaj bölümünden EVET YAZIP 5523'e bir mesaj hazırla beklet. Ben sana gönder dediğimde göndereceksin ok.

İşte ben bu mesajı alınca şüphelendim... Öncelikle bu arkadaş teknoloji ile bu kadar barışık olamaz diye düşündüm. Mesaj yazıp bekletip saniyeler içinde gönderecek kadar hızlı değildir bir kere anımsadığım kadarıyla.  "EVET YAZIP 5523'e" kısmını büyük harfle yazmış bir de profesyonel pazarlamacılar gibi! Üstelik bu arkadaş konuşmasında “ok” falan diyecek bir tip de olamaz. İçime kurt düştü bir kere benim, yazmaya devam ettim.

Ben: Bir dakika sen Selma'sın değil mi ? (Selma ismini şu an uydurdum, arkadaşın gerçek ismini kullanmıyorum)
 -Karşı Taraf: Evet canım başka kim olacak Allah Aşkına

İşte bu cevaptan sonra ben iyice işkillendim. Bakar mısınız nasıl da dürüstçe yazmışım sonrasında:

Ben: Bu bir tuzak olabilir, nasıl bileceğim, ya virüsse?
Karşı taraf hiç taviz vermiyordu benim bu dedektif hallerime, hatta  bir de trip atıyordu:

 - Karşı Taraf: Canım, yapmak istemiyorsan yapmayız.
 - Ben: Ne bileyim hesap ele geçirme olayları falan...
 - Karşı Taraf: Zorlamıyorum seni. Herhangi bir sorun olursa ben kefilim.

Bakar mısınız nasıl da “cool” davranmış! Şüphelenmeme rağmen hala oldurmaya çalışmış! Nasıl bir azimse bu... Bense iyice işkillendim ama, öte yandan virüs atar bir şey yapar diye de çaktırmamaya çalıştım ve kibarlığı elden bırakmadım... İçimdeki merak ise cabası.


  - Ben: Yok Selma'ya benzemiyorsun sen, yapmayalım. Nerede beraber çalışmıştık?

O anda bunu sorduğumu düşününce  harbiden de kendimi takdir ediyorum şimdi. Nasıl akıl ettiysem artık; kendi çapımda parola sormuşum, vay be... 

Bu sorumun üzerine kısa bir aradan sonra  şu cevabı aldım:

       - Karşı Taraf: Tekstil!
      - Ben: Neyse teşekkür ederim, ben istemiyorum

dedim ve mesajlaşmayı sonlandırdım. Kurnaz dolandırıcı bakmış profillere “tekstil” var. İyi de “tekstil” ama hangi firma? Yersem diye yazmış işte. Bir kez daha Facebook profilimde çalıştığım şirket adı, tel no  gibi özel bilgilere yer vermediğim için kendime kocaman bir “aferin” dedim. 
Sonra Google'da “5523 dolandırıcılığı” araştırması yaptığımda gördüm ki bir oyun firması adına faturalı hatlardan para çekme dolandırıcılığıymış bu 5523 hikayesi. Üstelik 2014 yılından beri bu şekilde devam ettiği halde 5523 numarası iptal edilmemiş... 



Kıssadan hisse;

Siz siz olun Facebook ya da başka sosyal medya platformlarında kendinizi ortalara sermeyin. Özel bilgilerinizi paylaşmayın.

Siz siz olun, arkadaşlarınızı iyi gözlemleyin, kim “ok” der, kim demez bilin...

Siz siz olun 5523 gibi kandırmacalara gelmeyin...

Vatandaşlık görevimi de yaptım ya; artık gönül rahatlığıyla gidebilirim. Aman diyeyim kimse kimseyi kandırmasın, kimse kandırılmasın!
Kalın sağlıcakla, mutlu hafta sonları...




Devamını Oku

1 Nisan 2018 Pazar

Çaktıra Çaktıra Nisan 1!

Yazmayayım yazmayayım dedim yine de duramadım. Bilenler bilir; bu blog açıldı açılalı her 1 Nisan'da şakalar yaparım ben. Bugün bu geleneği hunharca bozasım var! “Şaka mı bu şimdi!” diyenlerinizi görür gibiyim. İster kara mizah deyin, ister mor mizah deyin; ne derseniz deyin. Bugün şaka maka yok arkadaş! Ne o öyle Nisan 1 diye arkadaşını arayıp “Artık seni sevmiyorum” demeler. “Çıkarın kağıtları, yazılı yoklama yapacağım” deyip Nisan 1 aşkına çocukları korkutmalar! Hoş günümüz çocukları bu şakaları da yemez ya, neyse... Onlara 10 gün internet kesilecekmiş!” şeklinde daha güncellenmiş şakalar yapın da görün bakalım nasıl da nisan 1 şebeleği oluyorlar!



Bak o kadar yazdım çizdim hala yüzünüzde bırakın gülümsemeyi, beyninizde bir gülme efekti bile oluşmadı. Ben hissetmiyor muyum sanıyorsunuz. Her bir şeyin farkındayım. Gülsenize arkadaş, şakalasanıza...

Siz de haklısınız gerçi... Şimdi içinizden bazıları

Memlekette nereye baksak şaka gibi gerçeklerle burun buruna geliyoruz, ne şakası!” deme klişesine düşmek üzere, farkındayım. Aslında hayatlarımız oldu baştan sona klişe! Ama ben yine de bu cümleyi kurmak istemiyorum. İtiraf edeyim ki bu cümlenin yerine ne koyacağımı da bilemiyorum.

Tamam Nisan 1 şakası yapmayabiliriz bir süre, ama hayatta gülünecek şeyleri yakalayıp bulabiliriz.

Diyorum ki içimizdeki şakacı kişiliği hayata küstürmeyelim.

Ne demiş arabeskin ulu manitusu:
"Bu da geçer arkadaş, sakın üzülme..."


Devamını Oku