Tam da sakinlemişken dersin, tam
da rahat edecekken dersin, tam da borcum harcım yokken dersin, tam da beni
huzursuz eden işten kurtulmuşken dersin, tam da hobilere vakit ayıracakken
dersin, tam da yurt dışına seyahat edecekken dersin, tam da diyete
başlayacakken dersin… Bu “tam da” anları hiç bitmez…
Ve maalesef olanlar olur! Tıpkı heyecanı
doruğa çıkarmak için, ya da seyircinin uyumasını engellemek için senaryoya sanki
bir matematik formülü gibi eklenen çatışma anları gibi… Böyle bakınca; her birimizin yaşamı gerçekten de kusursuz senaryolar gibi, hepimizin hayatı gerçekten de roman gibi...
Tam da sakinlemişken, mesela kombinin
borusu patlar ve telaşlanırsın. Günler, belki de haftalar sürecek olan tamir
süreci ile uğraşmak zorunda kalırsın… Mutfağı su basar, bütün eşyalar bir yerlere
dağılır… Diğer durumlara göre bu, insanın başına gelebilecek en "hafif" "tam da" halidir.
Tam da rahat edecekken dersin, pis
bir diz ağrısı girer sinsice vücuduna. Hareket edemez, öylece kalırsın. Artık senin
için rahat etme kavramı, sadece o ağrıyı hissetmemeye indirgeniverir, ne olduğunu
anlayamazsın bile…
Tam da borcum harcım yokken dersin;
bir de bakmışsın, aldığın maaş kuşa dönmüş, her şeye zam gelmiş. Bütün dengelerin
şaşar, sen de öylece kalakalırsın. Yeni duruma adapte olursun evet, ama ya
geride kalan tortu? Ya zenginleşen kitleyle mega orantısız fakirleşenler
arasındaki uçurumu gördüğünde zedelenen adalet duygun… Ya bunca yıldır verdiğin
emeğin hiç olması… Ya ertelediğin hayallerin, ertelediğin tatillerin, hayallerini
süsleyen Ege’deki bahçeli ev? Öylece
kalakalırsın…
Tam da beni huzursuz eden işten
kurtulmuşken dersin, iş bulamazsın sonra; birdenbire işsiz kalakalırsın. Bu iyi
bir şey mi, yoksa kötü bir şey midir? Huzursuz eden bir işte köle gibi çalışıp biriktirdiğin
stresi atmak için para kazanmak mı iyidir; yoksa az paranın getirdiği zorlukların
verdiği stres mi daha iyidir? Hangisi tercih edilir? Yaşamdaki rolün nedir,
hiç ama hiç bilemezsin! Çünkü A yoluna gidersen, B sapağını çoktan kaybetmişsin
demektir…
Tam da hobilere vakit ayıracakken
dersin, hobilere ayıracak zamanın olur ama enerjin olmaz. Bir de bakmışsın; depresif
ruh halleri ile elin kolun kalkmaz olmuş. Çünkü hobi dediğin şey, aslında
huzurla yapılır. Bunun tek bir istisnası olabilir; o da hapishanede kibrit
çöpünden gemi yapmaktır! Neden gemi yapar mahkumlar? Neden başka bir obje değil de gemi? Belki de yaptıkları gemiye
binip, açık denizlere yelken açtıklarını hayal etmek için… Ama hiç kimse bana
hapishanede kibrit çöpünden gemi yapmanın huzurla ilgisi olduğunu söylemesin,
buna inanmam!
Tam da yurt dışına seyahat edecekken dersin, enflasyon öyle bir patlar öyle bir patlar ki, paran kuşa döner, neye uğradığını şaşırırsın. “Çıkmayıver” derler sana! "Yurt dışına da çıkmayıver, ne olur yani, incilerin mi dökülür…" Dün okudum; hükümet yeni bir çalışma yapıyormuş. Emekli vatandaşların tatil yapması için sosyal tesisleri devreye sokacaklarmış. Toplama kampı gibi… Lüks otellerde tatil yapmak emekli Hasan ve Şeyma için zaten söz konusu olamaz. 90 yaşındaki Helga ve Hans’ların hakkıdır senin ülkende doya doya tatil yapmak. “Atarız sizi toplama pardon ‘tatil’ kampına, orada fakir fakir takılırsınız; daha ne istiyorsunuz” dediklerinde -ki çok kolay derler- öylece kalırsın işte!
Tam da diyete başlayacakken
dersin, tam da hazırlamışsındır kafanı, hop bir sağlık sorunu… Kendiliğinden
gitmeye başladıkça o kilolar, beraberinde sağlığını da götürdüğünü gördükçe… İşte
o anda “dünyanın bütün ekmeklerini yesem ve kilo alsam, umurumda olmaz; yeter ki sağlığım geri gelsin” dersin… Maalesef bunu
deyince tekrar başa dönmüş olursun. Çünkü Evren’e gönderdiğin mesaj dikkate alınır.
Seni iyileştirir ve -obez iyi- olarak hayatına devam edersin. Çünkü böyle istedin! “Buna da şükür” demek zorunda kalırsın yani!
En kötüsü de sağlıkla ilgili “tam
da” halleridir işte…
İnsan kendini sorgular böyle
zamanlarda… Kime ne kötülük ettiğini düşünürsün, “Bilmeden kimlerin kalbini
kırdım acaba?” dersin. “Hangi karma gerçekleşiyor” diye sorgularsın ve çıkamazsın
işin içinden. Hele de “Pozitif ol, ağzından çıkan bütün kelimeler senin
hayatını belirliyor” gibi uyarıların bombardımanı altında kalmışsan… İşte bu
noktada kafanın içindeki sorgulamalar hiç bitmez…
Yeterince şükretmedim mi dersin. Elimdekilerin
değerini bilemedim mi dersin. Acaba çok mu zorladım Evren’in yasalarını dersin.
“Zayıflamak istiyorum” yerine “Ben sağlıkla zayıflıyorum” şeklinde olumlamalar
mı yapmalıydım yoksa dersin. “Hobilerime zaman ayıramıyorum” diye şımarık
şımarık yakınmışım demek ki dersin. “Boş zamanlarımda neşe ve enerjiyle hobilerimle
ilgileniyorum” demediğim için mi hiç enerjim kalmadı dersin. Sen paranın ne
kadar değersizleştiğini düşündüğün için mi paran bu kadar kuşa döndü dersin…
İşin içinden çıkılmaz böyle…
Hayatı sorgulamak da mı yanlış o
zaman…
Hiç yakınmadan, olanı olduğu gibi
kabul ederek mi yaşamalı…
Ya her şey üst üste gelirse…
İnsan nasıl çıkar karanlıktan
aydınlığa…
Yoksa “Bugünlerimize de şükür “ mü
demeliydik…
Çık çıkabilirsen işin içinden, ben çıkamıyorum...
ayol nolursa olsuuun iyimser olursan daha iyiiiii yaşadığımız anda:) ne olursa olsun o olumsuz şeyler geçer gider zaten yaaa.
YanıtlaSilCanım benim, teşekkür ederim🙏🥰 bu sefer espri bile yapamadım görüyorsun; gitsinler zaten, ne işleri var...
SilBen de çıkamıyorum çok benzer nedenlerle.. Olay da “anı yaşa”ya getirildikçe, önemsizleşiyor ve sığlaşıyor sanki. Belki de anı yaşaya yaşaya bu hale geldik? Geçmişimizle geleceğimizin de olduğunu unuttuk?
YanıtlaSilTeşekkür ederim. 🙏💖Evet, bir uzman gözüyle "kral çıplak" demeniz çok değerli. "Ânı yaşa" , O kadar çok empoze ediliyor ki, insan kendisini "ân"da sıkışmış gibi hissedebiliyor. Denge diyorlar ya, denge lâzım sanırım. Çünkü bazen içinde bulunduğumuz ânların sorunlarını, o ândan çıkarak çözmeye çalışmak iyi gelebiliyor. Ama dediğim gibi takılıp kalmadan, ve belki de olaya uzaktan bakarak... Ne bileyim, çorba gibiyim, ama çaba sarfediyorum.
SilSevgiler 🥰🌺
Selam her satırı özenle okudum. Bazıları tıpkı ben dedim. Bazıları içinde acaba bu yazıları yazan kişi kaç yaşında bu kadar umutsuz diye düşünmeden edemedim. Bel fıtığı siyatik sinirini etkileyip düzenli uykular haram oldu. Kitabım basında anlaşmamız şubat sonuydu kağıt sorunu var dediler ya ayın 14 ya da bir sonraki hafta. Yine de umutsuz değilim. Güneş doğmuş bu sabah sırtım ısındı. Yaz günlerini hayal eder oldum. Doğanın uyanması an meselesi. Çok şükür elim ayağım tutuyor kendi işimi kendim yapıyorum. Sizde umutsuz olmayın. Bir yerden başlayın vaz geçmeyin. Sevgiyle kalın.
YanıtlaSilMerhaba, çok teşekkürler yorumunuz için. Umutsuzluk değil aslında anlatmak istediğim, sadece içinden geçilen durumun tasviri. Zira umut olmadan yaşanmaz ve bence umutlu olmanın yaşı da olmaz. İnsan 100 yaşında da olsa içinde umudu barındırabilir ve hatta barındırmalıdır diye düşünüyorum.
SilÇok teşekkür ederim cesaret veren sözleriniz için, kitabınızın çıkmasını da şimdiden kutlarım, sevgiler 🌺🥰
Bu harika yazınızın altında her yazıda olduğu gibi "Bu yazıyı beğendiniz mi? Paylaşın! " etiketi vardı. "Bayıldım" demek ve hemen paylaşmak geldi içimden. Beğendim ifadesi yeterli değildi bence, paylaşmak istedim, olmadı. Yüreğinize, emeğinize sağlık.
YanıtlaSil"Tam da Öyleyken" sekteye uğrar bazen yaşam... Kopar bir yerlerden, tam da dile getirdiğiniz gibi. Zaman en güzel ilâçtır çoğu kez. Direnir insanoğlu. Sabrını, iradesini kanıtlar belki sadece kendine. Olsun, ayakta kalabilmek sürünmekten iyidir...
Sevgiyle, umutla, enerjiyle...
SilÇok teşekkür ederim Sevgili Makbule Hocam bu güzel ve onore eden yorumunuz için. 🌺
Evet zaman, gerçekten mucize gibi bir şey. Umutlu ve cesaret veren sözleriniz için tekrar teşekkürler, sevgiler 🙏🥰
Sırat köprüsü diğer yakada değil burada aslında, biz de her gün onun üzerinden geçebilmek için ip cambazlığı yapıyoruz, sürekli devinim, sürekli bir koşturma.
YanıtlaSilDerin derin nefes alıp verelim, ohmmm 🥰🙏
SilYazınızı okuduktan sonra "İşte hayat" diyesim geldi. İşler tam tam da yoluna girmişken bir aksilik çıkması, rezil bir durumdayken harika bir haber almak yaşanılan bütün bu inişli çıkışlı maceralar bize hayatı anlatmıyor mu? Uzun zamandır bunu kabullenerek biraz olsun huzur bulmuştum aslında. Fakat geçmiş yıllarla mukayese edince zamanın hayatımızı değiştirdiğini anlıyorum. Hayat aynı hayat değil. Sözgelimi bir tatil plânı yaptığımızda genellikle uyardık ona. Şimdi bir bakıyorsun, döviz uçmuş, ya da vize alamamışsın, olmadık aksilikler çıkmış... Savaş halindeki ülkelerde ekonomik sıkıntılar, enflasyon bizimki kadar rezil durumda değil. Hadi bunu da kabul ettik diyelim, bir de çıkıp uçuyoruz, Avrupa bizi kıskanıyor demiyorlar mı? Geçenlerde bir sokak röportajında nefesi kokan bir adama seçimde kime oy kullanacağı soruluyor. Malum partiye dedikten sonra muhabir nedenini öğrenmek istiyor. Tek bir cevap veriyor herif. "Uçak yaptı!" Off, ki ne off.
YanıtlaSilBazen diyorum ki, “Sende var anormallik; bak insanlara; ne kadar gamsız ve mutlular”. Acaba diyorum, benim de çok param olsaydı, ben de onlar gibi hiçbir şeyi umursamadan yaşayabilir miydim? Buna şu anda bulunduğum konumdan yanıt vermek sadece ahkâm kesmek olur, haddimi bilirim ve cevap veremem. O yüzden insan ortalamanın çok üzerinde zenginleştikçe körleşir mi hiçbir fikir yürütemiyorum.
SilFakir bir mahallenin ortasına kurulmuş, etrafı tellerle çevrili ultra lüks bir villa kentte yaşasaydım diyorum, bunun hayalini bile kurmakta zorlanıyorum. Ancak dışarısı da zengin ve modern olursa rahat edebilirim sanırım.
Peki olan bitene sinirlenerek, o dediğiniz “uçan adamlara” nasıl katlanacağız? Ben son zamanlarda nefes çalışması ve ufak tefek yoga meditasyon uygulamaları yapmaya başladım. Sanırım kendime yaptığım en güzel iyilik de bu oldu. Çünkü etraftaki bu uçan adamlardan, cehaletten, ülkenin fakirliğinden o kadar şişince insanın içine dönüp yara bereleri tamir etmesi lazım.
Faydalanmak isterseniz kaygılar için bir EFT çalışması
https://www.youtube.com/watch?v=ZMYI5iIiT2A
Bir de Çetin Çetintaş’ın yoga ve nefes çalışmalarını tavsiye ederim.
Bu gidişle hepimiz “Yogi” olacağız :) Sevgilerimle 🌺🥰