O gün normalden bir saat daha geç bindim otobüse. Hem de günlerden cuma. Trafik olmuş adeta karmaşık iplik demeti! Eskiden anneler “çile” derdi” ya bu ipliklere. İki kişi karşılıklı oturur; birisi kollarını göğüs hizasında açıp karşıya uzatır ve bileklerine bu çileyi geçirirdi. Karşısında oturan kişi ise ipliği yumak yapardı. Bu iş öyle kolay da olmazdı. Çünkü çilenin iplikleri birbirine dolanır düğüm olursa, hem tutan kişinin kolu yorulur; hem de yumak yapan kişinin sabrı sınanırdı. Tam da bu noktada çilenin dilimizdeki öteki anlamına geçilirdi:
“Zahmet,
sıkıntı...”
Biz,
işte böyle geçişken bir dile ve dili kadar geçişken bir hayata
da sahip tuhaf bir ülkeyiz. Neden mi, anlatıyorum...
İETT
otobüslerinin yeni tasarımlarının ergonomiyle uzaktan yakından
alakası yok!
Yani
yolcu “çile” çeksin diye özel olarak düşünülse ancak böyle
tasarımlar ortaya çıkabilir! Neyse işte ben de yolcuların
diz dize dizildikleri, nereden baksanız yarım metre yükseklikteki
platforma tırmanıp (!) oturdum. Sonra benim karşıma, yani diz
dize pozisyonuma bir orta yaşlı kadın oturdu. Kadının yüzüne
bakınca alaycı, sabit fikirli, her şeyi bildiğini sanan bir cahil
olduğu izlenimine kapıldım. Bu söylemime ön yargı ile yaklaşıp
“ön yargılısın!” yaftası yapıştırmayın lütfen. İnsanların
yüzüne baktığımda bende uyanan ilk izlenimler genelde doğru
çıkıyor çünkü. Falcı seviyesinde olmasa da sezgilerim güçlü
diyelim.
Neyse
konuyu toparlıyorum. Bu hoşlanmadığım kadının yanına bir
başka yaşlı kadın daha oturdu. İkinci kadının bendeki etkisi
nötrdü. Yani ne negatif, ne de pozitif. Yine O da bin bir zahmetle
tırmanmıştı yarım metrelik platforma. Sonra benim yanıma iyi
elektrik aldığım bir başka kadın oturdu. Bu arada trafik kilit
tabii ki. Çile prosedürü tam gaz işlemekte... Normalde sekiz- on
dakikada gittiğimiz yolu 48 dakika geçmesine rağmen henüz kat
edememişiz. Haliyle yolcular sıkıldı ve söylenmeye başladı. Ben bu gibi
durumlarda genelde susan taraf olsam da; o gün konuşmalara tam gaz
katıldım nedense... Şöyle başladı muhabbet:
Karşı
çaprazımdaki nötr kadın: “Zor çıktım, ne kadar
yüksek burası, ne biçim otobüs bu!”
Ben:
“Neredeyse yarım metre yüksekliği var!”
Yanımdaki
iyi elektrik aldığım kadın : “Her şey böyle maalesef!”
Ben:
“Rahatsızsanız şikayet edin, 153'ü arayın... Onlar da uğraşsınlar yaptıkları hatayı düzeltmek için”
Yanımdaki
iyi elektrik aldığım kadın : “Arasak ne olacak ki, ne
değişecek!”
Karşımdaki
gıcık yaşlı kadın bilmiş bir tavırla yanıt verdi:
“Emek
olmayınca yemek olmaz, şikayet etmek lazım.”
Ben:”Bu
yarım metre yükseklikteki platforma yaşlılar, engelliler,
çocuklular nasıl tırmanacak diye baştan düşünülüp
otobüslerin ona göre tasarlanması gerekirdi. Yani bu konuda emeği
biz değil başkaları sarf etmeliydi.”
Karşımdaki
gıcık yaşlı kadın: “ Avrupa'da yapılıyor ya bu otobüsler,
düşünmemişler demek ki...”
Her
şeyi biliyor ya, sanırsınız otobüs ihale dosyasını kendisi
hazırlamış hanım! Dayanamadım tabii ki:
Ben:
“Avrupalılar insana değer verir. Hiç sanmıyorum böyle bir hata
yapacaklarını!”
Bu
arada trafik çilesi bir türlü çözülemeden devam ediyordu.
Otobüs hem kalabalıklaşmış, hem de sinirler iyice gerilmişti.
Orta kapının orada bir adam 153'ü arıyor ve şoförün ne kadar
saygısız olduğunu şikayet ediyordu.
Yanımdaki
kadının yüzü gittikçe asılmaya başladı. Belli ki çok
üzülüyordu böyle şeylere...
“
Her
şey böyle artık maalesef, hiç bir şey düzelmiyor. Her şey çok
daha kötüye gidiyor. Hep para para para' İnsanı düşünen yok!”
O anda sabah düşündüğüm ve beni
gülümseten bir detayı tüm samimiyetimle kısaca anlattım yanımdaki kadına:
Ben:
"Yıllarca Eurovision şarkı yarışmasını izledim büyük
umutlarla. Her sene 'Bu sefer olacak' derken bir türlü iyi puan
alamıyorduk. O sene yarışma gecesi hiç açmadım bile
televizyonu. Nasılsa kaybederiz diye düşünüyordum. Sabah bir
kalktım ki her yerde Sertap Erener'in “Every Way That I Can”
şarkısı çalıyor. Meğer birinci olmuşuz! Umutlar dipteyken bir
mucize değil miydi bu gerçekleşen...”
Everything is possible |
Yanımdaki endişeli kadının yüzü birdenbire aydınlandı, gülümsemeye başladı:
“Eğer
böyle bir şey olursa; bu otobüs yolculuğu gelecek aklıma; hiç
unutmayacağım hatta... Kendinize çok iyi bakın” dedi ve indi
otobüsten...
Ne demek istediğini çok iyi anladım...
ALAKASIZ
DİP NOT:
En
son 6 sene önce 2012'de Can Bonomo ile katılmıştık Eurovision'a. Artık daha
ciddi sorunlarımız olduğu için böyle apır sapır şeyleri kaale
almıyoruz ülke olarak! Ha ille de izlemek isteyenleriniz olursa, 8
Mayıs 2018 akşamı bir yerden bulup izlersiniz... (TRT böyle gereksiz şeylere kafa yormaz tabii ki! O ciddi bir kanal! Lütfen, teessüf ederim)
Ha umut mu dedi birileri? Umutsuz yaşanmaz ki! İlahi siz, duymamış olayım...