Lviv Opera Binası |
Opera Binası Önü - Rynok Meydanı |
Bizdeki opera izleyici kitlesi genelde orta ve ileri yaşlılardan oluşuyor. Burada ise gençlerin ve hatta çocuk denebilecek kadar küçük ergenlerin, liselilerin çokluğu dikkatimi çekiyor. Tam da konu buraya gelmişken atalarımızın meşhur sözüne ilave yapmak geliyor içimden:
Salon, Avrupa’nın sayılı
salonlarındanmış. Gerçekten de binanın dışı kadar içi de mükemmel. Yüksek
tavandaki yaldızlar, localardaki minik heykeller, kırmızı koltuklar ve dev
sahne çok etkileyici.
İhtişam tek kelimeyle göz alıcı!
İhtişam tek kelimeyle göz alıcı!
Yerimiz 3. kat yan localardan birinde. Loca 8-10 kişilik. Arkaya doğru üçgen şeklinde daralan alanda üç sıra sandalye var. Biz ikinci sıradayız. Önümüzde ise liseli ya da daha küçük dört beş çocuk oturuyor. Yan localarda da gençler göze çarpıyor. Şaşırıyorum. Operadaki çocukları “Operada hayalet” görmüş gibi hayretle izliyorum. Locaların hemen hemen hepsi dolu. Derken ışıklar kararıyor.
İlk kez 1905 yılında Viyana’da
sergilenmiş “The Merry Widow/ Şen Dul” opereti. "Operetlerin Kraliçesi" diye de adlandırılıyor kendisi. Konusunu önceden okuduğumuz
için üç perdeli Ukraynaca temsilde sıkılmıyoruz. Valsler, polkalar ve hatta Paris’in Moulin Rouge’unda doğan
“Cancan” dansları ile gayet eğlenceli bir operet bu. Hani var ya kırmızı eteklerini açıp kapayarak dans eden
neşeli kızlar. İşte o dans Cancan!
Önümüzdeki çocuklar pür dikkat izliyor sanıyorum; ama baktığımda görüyorum ki locanın kenarına kollarını dayayıp çoktan uykuya dalmışlar bile. Bu duruma gülümsüyorum. Ne yalan söyleyeyim, aksi olsaydı çok kıskanacaktım. Uyusalar bile ayakları alışsın yeter diye düşünüyorum. Birinci perde bitiyor.
Önümüzdeki çocuklar pür dikkat izliyor sanıyorum; ama baktığımda görüyorum ki locanın kenarına kollarını dayayıp çoktan uykuya dalmışlar bile. Bu duruma gülümsüyorum. Ne yalan söyleyeyim, aksi olsaydı çok kıskanacaktım. Uyusalar bile ayakları alışsın yeter diye düşünüyorum. Birinci perde bitiyor.
Gün içinde sokakta dinlenirken İstanbul’dan gelen bir çiftle ayaküstü tanışmıştım. Opera hakkında şöyle bir ipucu vermişlerdi:
“Aklınızda bulunsun; birinci
perdede ön sıralardaki boş yerleri gözünüze kestirin. İkinci perdede yerinizi
değiştirebilirsiniz! Biz öyle yaptık!” Sanat kotasından ruhuma sevimli gelen canım hemşehrilerimin bu önemli tavsiyesinden cesaret alıyor ve ilk
arada iki kat aşağıya iniyoruz.
Ana salon geniş ve ferah.
Orkestra çukurunun tam arkasındaki birinci sırada en kenarda iki koltuk boş. Bu koltuklar 1000 Grivna, yani 200 TL! Demek ki pahalı olduğu için kimse satın almamış. Biraz çekinerek de olsa güzelce oturuyoruz yeni yerlerimize. Yaşlı bir adam geliyor yanımıza sonra. Bütün nezaketiyle Ukraynaca bir şeyler söylüyor, anlamasak da hiç bozuntuya vermiyoruz.
Ana salon geniş ve ferah.
Orkestra çukurunun tam arkasındaki birinci sırada en kenarda iki koltuk boş. Bu koltuklar 1000 Grivna, yani 200 TL! Demek ki pahalı olduğu için kimse satın almamış. Biraz çekinerek de olsa güzelce oturuyoruz yeni yerlerimize. Yaşlı bir adam geliyor yanımıza sonra. Bütün nezaketiyle Ukraynaca bir şeyler söylüyor, anlamasak da hiç bozuntuya vermiyoruz.
“Arkada rahat göremediğim
için öne gelmek istedim. Umarım sizce sakıncası yoktur, sizi rahatsız etmiyorum
ya!” dediğini varsayarak gülümsüyoruz adama. Sanat böyle bir şey işte; nezaket
ve gülümseme olmadan tanımlanamaz bir durum. Ve farklı dillerde konuşulsa da anlaşmayı sağlayan bir sihri var.
İkinci ve üçüncü perdedeki dansları ve şarkıları yakından izlerken konuya
iyice adapte oluyoruz. Müzik, ışıltılar, pırıltılar ve güzel oyuncular ile nefis bir sanat deneyimi yaşıyoruz.
Üstelik kişi başı sadece 20 TL!
Saat dokuza doğru temsil bitiyor.
Açız; Mc Donalds’a giriyoruz. Fiyatlar İstanbul ayarında. İnternet ise jetgiller familyasından! Zaten bu şehirde tramvay dahil her yerde internet bu familyadan!
Doyduktan sonra çıkıyoruz dışarıya, Rynok Meydanı’nın enerjisi içimize coşku ile işliyor.
Doyduktan sonra çıkıyoruz dışarıya, Rynok Meydanı’nın enerjisi içimize coşku ile işliyor.
Hayat gerçekten de güzel;
Macera devam ediyor,
To be continued…
Gerçekten mükemmel bir gezi olmuş. Enerjiniz satırlarınıza taşmış:) Opera binası harika görünüyor. Sanata verilen önem toplumun kültür seviyesi ve gelişmişliğinin göstergesi ki bu parayla ölçülemez. Aklıma nedense bizim "White Palace" geldi...
YanıtlaSilAslında bu enerjinin sırrı gezide falan değil,tamamen bakış açısında. Ve haklısınız; bu açıdan bakıldığında gerçekten de harika bir geziydi.
SilYazılara da çok alıştım bu arada, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi :)
Atatürk'ün Cumhuriyet baloları, Bedia Muvahhit'i izlemesi, okuduğu binlerce kitabı düşününce gelinen noktada insan üzülüyor tabii ki.
Ama bizler yine de şanslıyız. Sanatı seviyor ve yaşamımızın öncelikli ihtiyaçları arasında olmasını istiyoruz. Ya bu kafada olmasaydık...
Hiç Opera'ya gitmedim ama bana hep baş ağrıtıcı gelmiş. Güzel gezi olmuş:)
YanıtlaSilBir kere gitmeyi deneyin, belki düşünceniz değişir:)
SilÇok güzel bir gezi ve yazı olmuş bayıldım.Ellerinize sağlık:))
YanıtlaSilTeşekkür ederim, sevgiler :)
SilMerhaba deeptone den geldim sizi takibe aldım.Bloğuma beklerim
YanıtlaSilHoşgeldiniz, yazıyı beğendiniz mi, hiç yorum yapmamışsınız :)
SilOpera beni çok özendirdi, muhteşem görünüyor salon. İnternetin en yavaş olduğu, aslında doğrusu fiyat performans oranının en kötü olduğu ülkelerden biriyiz maalesef.
YanıtlaSilEvet salon da temsil de muhteşemdi. Fırsatınız olursa mutlaka görmenizi tavsiye ederim.
Silİnternet hem çok yavaş, hem de çok pahalı bizde. Üstelik Türkcel'in tekel konumunda olmasına mahkumuz :(
lviv'de tramvaydaki internetle video yükleyebiliyordum sosyal medyaya.
Nasıl da güzel bir salon :)
YanıtlaSilKesinlikle muhteşem :)
SilÇok güzel bu seri devam etsin ve şu an annem "Be-tüüüül" diye seslenmesin noolur. Biraz da tv izleyedursun. ;)
YanıtlaSilHahaaaa:) Çok tatlısınız:)
Sil