10 Şubat 2024 Cumartesi

Ağaç Ev Sohbetleri - #233 / AVM mi Esnaf mı, Yoksa İnsan Hikayeleri mi?


Ağaç Ev Sohbetleri - #233 / Alışveriş Merkezleri mi Mahalle mi?

Sevgili Deep’in organize ettiği Ağaç Ev Sohbetleri 233. sayısında tekrar beraberiz. Bu haftanın konusu yine sevgili Deep’den geldi. Deep iyi ki varsın; sayende sanki 5 Edebiyat A sınıfı gibi olduk, ödev yapıyoruz ve bu benim çok hoşuma gidiyor…

"Alışveriş merkezlerine alışverişe mi gidiyoruz, zaman geçirmeye mi?”

İzmir’de üniversite öğrencisiyken Mc Donald’s düşmanıydık. Fast food denilen şeye hiç ama hiç ısınamadık. Bizim için fast food, el arabasında boyoz satan amcaydı; yanında da mis gibi yumurta ile… Bir de uzun börek vardı, içi yağlı. Ne severdim onu. Herhalde okul hayatımın öğle yemeklerinin yarısı o börek ve yanında ayran içmekle geçmiştir. Kalan yarısında da sucuklu tost yemişimdir fakültenin kantininde. Yemekhaneleri de sevemedim hiç; kalabalık, hazır yemek suyunun kekre tadı, uğultu… Akşamları fiksti; yurt binamızın alt katındaki kantinde geçerdi yemek ritüelimiz. Bayram Abimiz inci gibi yazısıyla yazardı kara tahtaya günün menüsünü; bayram kebabı, bayram göbeği tatlısı, köpoğlu… Hiç unutmam; yurda ilk girdiğim zamanlarda yemek listesinde köpoğlunu görüp oda arkadaşlarıma “Ya aşağıda küfür gibi bir yemek var!” demiştim de gülmüşlerdi. Ama sonraları sarımsaklı yoğurtlu, salça soslu, patlıcanlı, patatesli, havuçlu, kızartmalı köpoğlu en favori yemeğim olmuştu.

Yıllar böyle geçti. Sinema izlemek için sinemaya, alışveriş için manava, kasaba, aktara, fırına giderdim; yine gidiyorum. Hadi en kötü alışkanlığımı söyleyeyim; evet mahalledeki Mopaş markete gittiğim de oluyor arada sırada; pirinç, çay, şu bu almak için.

Bizim mahallede pek çok market var. Ama ben ekmeklerimi fırından, simitlerimi özel simit fırınından ve  sebzelerimi de mahallemizin manavından alıyorum taze taze. Gerçi sebzeden iyi kazandıkları için dükkânı büyütüp markete çevirdiler ama, ben bir kere bile o deterjanların satıldığı market kısmına girmedim. Herhalde on sene olmuştur açılalı bu manav, anımsamıyorum pek. Çalışanların içinde en çok Davut’u severim. Zayıftır, pire gibi her yere yetişir, çok çalışkandır. Biraz saf gibidir, hep güler yüzlüdür. Aslında bana hem tip olarak hem gülüşüyle hem içten saflığıyla biraz Kemal Sunal filmlerini anımsatır. Enerjisi hiç bitmez. O aklıma gelince hep şu sahne canlanır gözümde;

“Ye çileek, ye çileek, ye çileek..!”


Son birkaç yıldır mahallede artan yabancı öğrenci popülasyonu bile alışmış Davut’a. Ne zaman rastlasam; kırık Türkçeleriyle bir şeyler isterler özellikle Davut’tan. Bazen çok alışveriş yapmış mahalle büyüklerimizin torbalarını, bazen de tekerlekli market arabalarını evlerine kadar taşır Davut. Hep gülümser, ama ne güzel gülümsemek… Erdal var bir de! Erdal Bey diyorlar. Kuaförlerde ve marketlerde insanların birbirlerine büyük bir ciddiyetle “hanım, bey” demeleri oldum olası dikkatimi çekmiştir. Yıllarca çalıştığım tekstil firmalarında bile bu kadar ciddiyetle kurumsal bir hitap şekli görmedim desem yeridir. Tekstil firmalarında genellikle “abla, abi” formatı olur; ben de işyerinde hiç sevmem bu hitap şeklini. Ama mahalle manavında artık çok iyi tanıdığımız Erdal’a “Erdal Bey” diye hitap edilmesi de biraz garip kaçıyor. Ya da ne bileyim işte, şaşırıyorum. İnsan hiç taviz vermez mi arkadaş, sanırsınız manav değil de banka şubesi! İşte bu Erdal (Bey) marketleşen manavın buzdolapları kısmında konuşlanır yaz kış. Yazın şanslı ama maalesef kışın da buzhane gibidir oralar. Erdal’ı yaz kış lacivert polarıyla gördüğüm için bendeki yansıması tek mevsimde yaşadığı şeklindedir. Manavdan domatesleri, elmaları tek tek seçerken Davut “Alsana bak, ne güzel kumkat var; ye bak; bal bal!” derse eğer; genelde kıramam; alırım az da olsa gösterdiği şeyden. “Biraz fasulye ver” derim; “Ne kadar?” diye sorar, “Bir avuç ver işte” derim; her seferinde iki elini kocaman açıp kocaman doldurur torbayı. Ben de “Ooo Davut, senin avcunla değil benim avcumla vereceksin” derim, gülüşürüz ve yarısını boşaltırız fasulyenin.

Sonra eve doğru giderken peynirciye uğrarım. Eskiden şarküteri gibiydi gerçi; çeşit çeşit peynirler, zeytinler, salamlar, sucuklar olurdu. Şimdilerde mahallenin değişen konseptine göre peynir zeytin dolabını olabildiğince küçülttüler, bir nevi yarı aktar oldular. Eskiden peynirciden taze süt alıp yoğurt yapardım, şimdilerde gidip bir avuç kara hindiba alıp çıkıyorum. Sinan var orada da; neredeyse çocukluğunu bildiğim Sinan. Bir de çok beyefendi bir sahibi vardı bizim peynircinin. Çok da gençti, Instagram adresimi bilir; “Evde Yazar Hanım, beğendin mi en son gönderimi?” derdi ve gülümserdik. Pandemi zamanı mahallenin Facebook grubunda ölüm ilânını gördüğümde gözyaşlarımı tutamamıştım. Çok gençti, çok kibardı. Hani ölen insanların sesleri unutulur ya bir süre sonra; ben bu arkadaşın sesini, yarı peltek konuşmasını hiç unutmadım; bakın yine aklıma geldi. Ama size tuhaf bir şey söyleyeyim, onca muhabbete rağmen adını yıllarca öğrenmemiştim, hâlâ bilmiyorum! Böyle kalsın hafızamda; sesiyle, güler yüzüyle… En çok tatillerden bahsederdik kendisiyle. O da benim gibi tatil köylerine gitmeyi severdi;

“İçkim yok, kumarım yok; hayatta tek lüksüm çoluk çocuk şöyle güzel bir tatil köyüne gidip bir hafta on gün kafa dinlemek” derdi. Benim gittiğim tatil köylerinden daha lükslerine giderlerdi, Voyage falandı onların segmenti. Öldükten bir süre sonra kendisi gibi genç eşi ve orta okula gittiğini tahmin ettiğim küçük çocuğunu gördüm birkaç kez peynircide. Artık selamlaşıp ayak üstü sohbetlerimiz de oluştu “yenge hanım” ile. Başka çocukları var mıdır hiç bilmiyorum. Bu güzel gülüşlü ailenin pandemi sonrasında tatilleri nasıl geçer diye düşünürken yakalarım kendimi zaman zaman…

“İyisine alıştıkları için çocuklar beğenmiyor alt segment otelleri” demişti en son bu konuda konuştuğumuzda… Hani esnaf gece gündüz çalışır ya, bu peynirci tatile gitmesiyle değişik gelirdi bana. Hayatı seviyordu; Atatürk’ü, bir de Fenerbahçe’yi… Sinan mı? Hâlâ çalışıyor orada gece gündüz; belki “yenge” dediği yeni patronuna biraz da iş öğretiyordur. Salıları izin yapmasın mı; birisine iş öğretmesi şart; saçları döküldü çok çalışmaktan! Sadece uyumaya gider evine. Allahtan sempatik de gelene geçene laf atarak eğleniyor uzun iş saatlerinde.

Hayat dediğimiz şey; peynircinin aktara evrilmesiyle, gidilen ve gidilmeyen tatillerin arasındaki  muhasebe değil mi?  Öyle ya da böyle; karahindibanın sadece kaynatılıp içilen bir ot değil de, aslında çocukken pamuk gibi üfleyerek uçurulan çiçeklerin bitkisi olduğunu anlamak değil mi? Bu ikisi arasında gidip gidip gelen, gelip gelip giden bir sarkaç değil mi...

Bu şiir gibi hayatın içinde hepimizin bazı gıcık tarafları var elbette. Ben mesela, tarhana konusunda çok seçiciyimdir. Doğru dürüst beğenmem; kaç tane yöresel tarhanayı yapanlardan gıyaplarında özür dileyerek dökmüşlüğüm vardır. Bu yüzden tadını sevdiğim tarhana için her seferinde mahalledeki kooperatif dükkânına gider, en sevdiğim yörenin sade tarhanasını alırım yıllardır. Nedense on beş gün süre ile gelmedi tarhana kooperatife.   Tam da canım çekmişken, havalar da soğukken. Ben de geçerken Sinan’a sorayım dedim, bizim Sinan her zamanki coşkusuyla:

“Bak senin gibi hiçbir şey beğenmeyen bir abla vardı, geçen bu tarhanadan aldı, sonra geldi bir daha aldı. Trakya’nın en güzeli bu; sen bana güveeennn” dedi, hık mık ettim  sonunda ikna oldum. "Bak beğenmezsem kavgaya gelirim" dedim gülümseyerek. "Tamam" dedi. Gerçekten de  damak tadına uymayan tarhanayı asla içmeyen ben, memnun kaldım bu öneriden! Gidip elbette teşekkür ettim. O gün bugündür ne zaman Sinan’ın dükkânının önünden geçsem;

“Çok yavaş içiyorsun sen bu tarhanayı, çoktan bitirip yenisini alman lazımdı” diyor. Gülüyorum. Sinan demişken, bu “skimpflasyon” dedikleri şey yükselmeden önce de ben kavurmayı, kaşarı “santimle” alırdım Sinan’dan…

“Sinancım, kavurma lazım”

“Kaç kilo vereyim ablama”

“Ne kilosu Sinan, sen kes oradan 2-3 cm, fazla olmasın” derdim; gülüşürdük… “Nasılsa taze taze alıyorum, ne gerek var fazlasına” derdim. Gerçi bu aralar pek kavurma satmıyor ama geçenlerde börek yapmak için kendisinden yine 2 cm peynir almışlığım var. “Skimpflasyon” günlerinde olduğumuz için benim santimle peynir almamın da pek bir esprisi kalmadı ya artık, neyse. Sinan ile aramızdaki muhabbet böyle bizim, santim santim; değer bilinen cinsten...

Mahallenin esnafı demişken, bizim kırtasiyeciye kocaman ayrı bir sayfa açmam lazım. Ne günlerim geçti O’nun üç-dört metrekarelik minik ve eski dükkânında! Eskiden işe giderken servisi O’nun dükkânında beklerdim sabahları; ne eğlenirdik. Politikadan, oradan buradan konuşurduk. Arada mahalle dedikodusu yaptığımız da olurdu. Daha influencer’lık kavramı çıkmadan önce, blogu ilk açtığım zamanlar “Ya şu dükkâna bir video kamera koysak, Youtube’da nasıl seyredilir muhabbet” derdim. O da “Bizim müşterilerin ağzının ayarı yok, sürekli hükümete sallıyorlar, başım derde girer” derdi de gülerdik. Şimdilerde pek sık olmasa da yine gidiyorum dükkânına. Geçen hafta sonu Oksijen Gazetesi almaya gittim, yine bana bu muhabbeti anımsattı da gülüştük. “Vay be; ne kadar da öngörülüymüşüm. O zamanlar bu işe kalkışsaydın şimdiye ünlü olmuştun” dedim yine gülüştük. Kendi küçük dünyamız güzel bence ya, böyle kalsın, ne yapalım ünü münü, iyi ki de olmamış!

Bizim mahallenin hikayeleri bitmez. Daha mahallenin Almanya’dan emekli, azıcık da cimri ama Atatürkçü kasabını, yıllarca tazecik yufkaları gözümüzün önünde açıp satan yufkacısını, elektrikli eşyaları tamir eden, çok kibar, ama gerçekten çok kibar Artin Ustasını anlatmadım bile…

Mahalleyi kafeler sardı sarmasına ama Artin Usta hâlâ küçücük dükkânında direnmeye devam ediyor. Laz bakkalların ikisi kapandı, elimizde sadece Ali Abi kaldı. Çok yaşlandı gerçi, ama O’nun artık titreyen elleriyle kapısının önünü süpürdüğünü görmek bile huzurun ta kendisi gibi geliyor benim iflah olmaz romantik tabiatıma.

Ne kadar uzattım lafı! Ne yazacaktım, nerelere gittim. Konu neydi? Dağıldı gitti her şey. Deep yakında konu dışına çok çıktığım için beni Ağaç Ev Sohbetleri’nden afaroz etse yeridir! Sahi neydi konu?

AVM’lere alışverişe mi gidiyoruz, zaman geçirmeye mi?

Cevap veriyorum efendim;

“Breh breh breh! Bende bu kafa olduğu sürece New York’a da gitsem kendime mutlaka küçük esnaf bulurum gibi geliyor. En kötüsü gider küçük esnafın olduğu mahallede otururum.

Ne kadar bazıları paragöz, şöyle böyle olsa da; zaman zaman kendilerine kızsak da; küçük esnaf ile sohbet etmek, sosyalleşmenin en güzel halidir. Domates dediğin, arada şaka yapılarak elle tek tek seçildiğinde lezzetli olur.

Bloglarımız da kocaman kocaman ışıltılı pırıltılı “web siteleri” yanında küçük dükkânlar gibi durmuyor mu zaten!”

İşte cevabım böyle. "Madem bu kadar kısa cevap verecektin, neden bu kadar uzattın?" diyorsanız da, esnaflık hali işte ne yaparsınız! Bazen böyle hesapsız kitapsız olabiliyoruz meslek gereği, af buyurunuz efenim...

Kalın sağlıcakla, dostlarım benim…

16 yorum :

  1. :) eski nostaljik diziler gibi olmuş ikinci bahar samatya :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kanıyla canıyla bizim mahalle oluyor kendileri :)

      Sil
  2. Esnaf olmak başka bir şey diyorum. Sözün özünü uzunca anlatmadan olmaz. 😊

    YanıtlaSil
  3. Bu harika uzun sohbeti okurken, o güzel insanlarla dolu sizin mahallede gezinirken ne
    çok ortak noktada buluştuğumuzu fark ettim. Çok benzer duygularla, belki özlemle ben de küçük esnafın içtenliğinden, dürüstlüğünden, vefasından yanayım. Ancak iki yıl önce geldiğimiz yeni yerimizde henüz öylesine geniş bir "insani ilişkiler alanı" yok. Sağlam temellerle yapı oluşturabilmekten doğuyor bu kaygı belki de. Biraz zaman istiyor.
    Bir noktada farklı düşünüyorum sanırım. Tatil köylerinin lüksü; butik otellerin, mini pansiyonların, uygun kamp yerlerinin sıcaklığı yanında çok soğuk gelir bana hep.
    AVM' ler konusunda Mersin'de Forum, ödül almış mimari yapısıyla, iç dekorasyonu ve düzenlemeleri ile biraz farklı bir AVM dir. Gençlerin hiç alışveriş yapmadan dolaştıkları , kolay ulaşılabilen bir sosyal mekân gibidir.
    Ne güzel bir insan sermayeniz olmuş, zaman içinde alış-verişlerinizden büyük mutluluk duyacağımı belirtmek isterim. Bizleri mahrum etmeyiniz lütfen.
    Tüm mahalle esnafına içten selamlar, kolaylıklar diliyorum...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler yorumunuz için sevgili Makbule Hocam 🌺Evet sizin de söylediğiniz gibi sağlam temelli ilişkiler oturtabilmek için biraz zaman gerekiyor. Kendi doğallığında oluşuyor bu yapı da. Gerçi biraz insanın karakteriyle de alakalı olabilir. Bazıları gittikleri yerde hemen sosyalleşir, samimi olur. Ben onlardan değilimdir. Epey bir gözlem süresi sonra kurabilirim bağ.
      Tatil köylerine yaklaşık on senedir falan düzenli gidiyorum. Bu tercihim de sanırım çok yoğun ve stresli iş hayatından kaynaklı olabilir. İnsan zaten senede bir hafta tatile çıkınca azıcık dinlenmek, kafayı boşaltmak ve düşünmemek istiyor. Evet butik otellerin, pansiyonların sıcaklığını da deneyimlemiştim ve severim. Ama tatil köylerinde beni cezbeden bazı şeyler var. Bir kere otele girince cüzdanı kasaya kaldırıyorum, bu da inanılmaz bir rahatlık ve özgürlük. Yemek kaç para, içecek kaç para, eğlence kaç para, bütçe falan filan düşünmemek çok rahatlatıcı bir şey. Baştan ödemişsin ya da taksitlendirmişsin zaten. Deniz ayağının dibinde, havuz dersen öyle, içkiler envayi çeşit, iyi tatil köylerinde akşam şovları kaliteli müzikal tadında olabiliyor. Bütün bunlar da bana iyi geliyor. Hoş bu inanılmaz yüksek enflasyon ortamında tatil köyü fiyatları bu kadar uçmuşken nasıl olacak, onu da zaman gösterecek:)
      Mersin'e epey zamandır gitmedim, ama duymuştum Forum'u, eğer bu sene gidersem belki uğrayabilirim bu yorumunuz üzerine🌺
      Evet, yazarken ben de fark ettim, mahallede şöyle bir dolaşsam, epey birilerine selam verebilirim. Daha çiçekçi var, bir milyoncu var saymadığım. Evet mahallemiz gerçekten güzel. Sanırım şehir dışında sitelerde yaşamak hiç bana göre değil; sevgilerimle 🥰🌺

      Sil
  4. Saate baktım 23:28 olmuş, bu saatte yazı okunur mu demişti iç sesim, dinleyecek gibi oldum ama ilk paragrafa şöyle bir bakmışım o arada, sonrasını sorma, bir aldı ki yazı beni içine, hani sınav yapsan, karakterlerin herbirinden en zor soruyu hazırlayıp sorsan pekiyi ile çıkacağım kesin. Tüm bu yazdıklarımın tercümesi ise şu: Görünüşte uzun bir yazı, blog alimlerinin verdiği yazı ölçüsünün üstünde üstelik, ama ben okudum yahu. Çok keyifle hem de.Ben de arızalılardan olabilir miyim? Hem de gecenin bu vaktinde!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Buraneros, çok teşekkürler bu güzel yorumunuz için. Yazı nasıl bu kadar uzadı ben de anlamadım; laf lafı açtı, laf derine kaçtı hesabı oldu biraz. Uzun yazılar okunmaz diyor bazıları ama, baksınlar işte; hem de gecenin bir vaktinde okuyan "arızalı ve dinozor" bir kitleyiz blog mahallesi sakinleri olarak :) Artık Instagram'da bile uzun uzun yazıyor bazıları; hatta Instagram'ı bloga çevirenler bile var. Ne demiş Edip Cansever; ".. Biz burda iyiyiz, biz burda çok iyiyiz..."
      Sevgilerimle 🥰🌺🌺

      Sil
  5. Esnafla kurmuş olduğunuz sıcak ilişki içimi ısıttı sevgili Evde Yazar. Bu konuda yaşadığınız muhit olarak da biraz şanslısınız sanırım. Zira eski esnaf, eski komşular yok artık.
    Sözgelimi altımızdaki manav. Sahibi kilolu genç bir hanım. İlk geldiğimizde bütün ihtiyacımızı ondan karşılardık. Ancak hiçbir etiket bulunmazdı sebze, meyvenin üzerinde. Bu yetmezmiş gibi, içi dolu poşetleri adet yerini bulsun diye teraziye dokundurmasıyla kaldırması bir olur, nasıl yapıyorsa,çalışan diğer elemanlarına lâf yetiştirirken ışık hızında kafasından hesabı görür ve rakamları yuvarlatarak "150 lira yeter abiciiim" ya da "120 lira yeterli sevgili abiciiim" der ve son heceleri özellikle uzatırdı. Gel zaman git zaman bu alışverişlerin sevgi soslu etiketsiz bir ticaret kurnazlığı olduğunu anladım. Fiyatlar aşırı derecede yüksekti. Evet, kaliteli mal satıyor, çürüğünü çarığını ayıklıyordu ama pazardan aldığının iki katını ödemek içime sinmiyordu. Diğer süpermarketlerin manav reyonlarından aldıklarım bile çok daha ucuzdu. Ama beni esas rahatsız eden neye ne ödeyeceğimi bilmemem, sorduğum zaman da yüzünü asıp "bana güvenmiyorsun" edasıyla hareket etmesi ve cevaben "sana 40 TL olur" gibi sözde kıyak yapıyor triplerine girmesiydi. Sonunda yavaş yavaş alışverişi kestim. Bunun üzerine bana olan (sonradan yapmacık olduğunu anladığım) sevgi gösterileri bitti, selamı sabahı kesti. Demek ki neymiş? Ben alışveriş ettiğim içinmiş bu sevgi pıtırcıklıkları. Yani böyle esnaflar da var:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle her zamanki gibi uzun uzun yazdığınız yorumunuz için çok teşekkür ederim. Evet ben Kadıköy’de güzel ve eski bir mahallede uzun bir süredir oturuyorum, bu yüzden gerçekten de aşırı şanslıyım. Aslında ne demek istediğinizi anladım, bazı esnaf öyledir. Ama ben çoğunlukla bir filmin içindeymiş gibi görüyorum hayatı. Size de olur bilmiyorum, gün içerisinde veya bir arkadaşımla kahve içerken “Sanki bir filmin içindeyiz gibi…” derken buluyorum kendimi. Evet belki Davut bana çilek satarak prim alıyor olabilir, ama ben O’nun yüzünde gerçekten de film kahramanını görüyorum. Ufak tefek defolarını görmezlikten geliyorum. Bu yazıda anlattıklarım tamamen gerçek, hatta eksiği çok. Böyle bakınca bir süre sonra öyle oluyor ki, özellikle mahallede bu şekilde ayak üstü sohbetler ettiğim esnaftan kişileri birer hikâye kahramanı gibi görmeye başlıyorum. Gördüğüm bir ândan hikayeler çıkabiliyor. Açıkçası antisosyal bir kişilik olduğum için de geröek ve yorucu arkadaşlıklar yerine ayak üstü mahalle sohbetlerini tercih edebiliyorum. Kırtasiyeye gidince kahve içiyorum mesela, bakkal Ali Abi’nin demli Rize çayını içiyorum kapısının önünde. Mesela yıllardır gittiğim o da senede bir gittiğim kuaföre giderken hiç elim boş gitmem, mutlaka kek börek bir şey alır giderim, o saçıma on bin bakımı yaparken çay ile kek yeriz.
      Ha, beni kandıran esnafı fark ettiğimde muhabbeti bırakmam ama tatlı tatlı alışverişi kestiğim de olur. Mesela bakkaldan yumurta almam ama sakız alıp ilişkiyi sürdürürüm. Terapi gibi, böyle işte…
      Sevgiler 🌺🥰

      Sil
  6. Mahallenin Muhtarları geldi benim aklıma yazını okuyunca :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Demek ki bizim mahallenin karakterlerinden de dizi çıkabilir :)

      Sil
  7. Bu yaz başı idi galiba. Peynir dükkanları olan, uzaktan da olsa tanıdığım insan, ailesi ile çıkan yangında vefat etmişti. Eşi ve kalan bir çocuğu hayatta kalmış diye duymuştum.
    Okuyunca aynı insan mı diye düşündüm.
    Allah rahmet eylesin.
    Ne güzel bu yaptığınız.
    Ben beceremem.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bizim peynirciyi Covid'de kaybettik, her ikisi de huzur içinde yatsınlar. Mahallede oluşan esnafla samimiyet kendiliğinden oluşuyor, biraz bakış açısını değiştirince herkes yapabilir bence.
      Teşekkürler yorum için; sevgiler 🌺🥰

      Sil
  8. Yok, neden bu kadar uzattın demiyorum. :) Yeter ki siz yazın. Zaten okurken su gibi akıp gidiyor yazılarınız. :)
    Bence de küçük dünyanız hep böyle kalsın. Büyük dünyanın duygusu, samimiyeti, neşesi yoktur ki. Küçük dünya her bakımdan güzeldir.
    Siz de sağlıcakla kalın. Yazılarınız hiç bitmesin. Ve teşekkür ediyorum size. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim bu cesaret veren güzel yorumunuz için 🌺 Değil mi ama, dünyalar büyüdükçe kirleniyor şarkıdaki gibi. Tekrar teşekkürler, sıkılmadan okumanız büyük mutluluk, sevgiler 🌺🥰

      Sil