Evet
ben de oradaydım. Açılışa davet edilen şehrin 300 “seçkin”
kişisinden biri miydim, hayır değildim. Ama olsun, katıldım
kaçak da olsa! Kitap sayfası şeklinde dizayn edilmiş masaların
aralarında süzülerek dolaştım, bütün konuşmalara şahit
oldum, ortamın havasını soludum. Beni kimseler görmedi...
Ömer
Zülfü Livaneli de masaların arasında dolaşıyordu, ben O'nu
gördüm. Hatta aralarda fısıltı ile konuştuk bile. Yıllardır
her yazısını, her şarkısını, her filmini takip etmeye
çalıştığım, en
sanatçı
kişi O, benim için.
Bir
ara, ne zamandı, evet hatırladım şimdi, 30. sayfada dolaşırken,
müziğin etkisine o kadar kapılmışım ki, etrafta “'Aa
Bach'
diye
seslenen yarı bilmişlere
'Hayır
Pachabel'in Canon'u' diye cevap veren çok bilmişlerin”
sesini duyunca biraz gürültü ile gülmüşüm de uyardı beni.
“Sessiz olmalısın” dedi, sustum utanarak...
Çok
heyecanlıydım, Zülfü Livaneli'nin yazdıklarını okurken nasıl
heyecanlanıyorsam öyle bir ruh halindeydim.. Hem masaların
arasında süzülerek dolaşıp konuşulanları dinliyordum, hem de
elimdeki fosforlu kalemle anlamadıklarımın, ya da önemli
bulduklarımın altını çizmeye çalışıyordum. Bir taraftan
çağımızın en bilmiş şahsiyeti Google'a danışıyor, notlar
alıyor, bir taraftan da konuşulanları kaçırmamaya çalışıyordum.
Zülfü Livaneli benim bu halime gülümsüyordu, farkına vardım.
Ama beni takdir de etti sanki, bunu da hissettim. O da beni görüyordu
bilyordum, aynı Zeki Müren'in televizyondan hepimizi gördüğü
gibi...
Yine
bana o kadar çok şey öğretti ki... Yeni yeni kavramlar, yeni yeni
tarihi bilgiler, yeni yeni kitap adları, yeni yeni müzikler... İçim
kıpır kıpır o nedenle. Hangi birini anlatsam, nerden başlasam...
Mesela
bizim kız Zehra bir ara Sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da
İDİOKRASİ
dönemine girdiğini düşünüyordu. O açılışta sadece
konuşmaları değil, düşünceleri de duyabildiğim için hemen
ayırt edebildim bu daha önce duymadığım sözcüğü. Danıştım
elbette Google'a, idiokrasi,
geri zekalıların egemen olduğu toplum düzeni demekmiş.
Tam ben ne demek olduğunu kavramaya çalışırken salona giren
imparatorla birlikte Dvorak'ın
Yeni
Dünya
Senfonisi
adlı ihtişamlı müzik çalmaya başladı gümbür gümbür.
İmparatordu ne de olsa, kim diye sormayın, açılışa gelseydiniz
bilirdiniz. Aslında açılış hâlâ
devam ediyor kitapçılarda,
gidin
kendi gözlerinizle görün!
Şehrayin
dedi
bir ara Livaneli, ne güzel bir sözcük dedim, bozuntuya vermedim
tabii ki bilmediğimi, hemen gizlice baktım anlamına, “bir
olayı kutlamak için şehrin ışıklandırılarak şenlikler
yapılması”
demekmiş. Gerçekten de Şehrayin havası vardı o gece..
Herkes
birşeyler söylüyordu, sanki İstanbul'un bütün nev-i şahsına
münhasır karakterleri toplanmıştı o açılışta. Livaneli ne
kadar özenli hazırlamıştı konuk listesini... Her masada ayrı
bir muhabbet, hangi birini dinleyeceğimi şaşırdım. Burjuvalardan
oldum olası nefret eden genç yazar adayı, gecenin DJ'i Emre'ye
kulak verdim bir ara: “Kapitalizmin
mal satmak için kullandığı sözcüklerin başında aşk geliyor,
aşktan kusacak hale geldik”
diyordu. Çok konuşup Zehra'yı kızdırsa da bence doğru şeyler
söylüyordu bu Emre. Ben de aynen öyle düşünüyorum, kapitalizm
bizim en naif duygularımızı sömürüyor, yalan mı?
Zehra
ile Emre'nin aşkına mutlaka tanık olmalısınız siz de, onların
aşkı öyle böyle değil çünkü, yaşadıkları tam bir TOMA
Romantizmi!
Benden bu kadar duyabilirsiniz, dedim ya, katılın açılışa
kendiniz tanık olun onların aşkına. Fazla dedikodu yapmaya
niyetim yok, ayıp olur Livaneli'ye... Ben en heyecanlandığım
anları anlatmaya çalışacağım size.
Bir
ara, 4 numaralı yuvarlak masanın tam yanından geçiyordum ki,
geçemedim.. Yapsat zengini Hulusi Ağa ile tarih profesörünün
kulağıma çalınan konuşmaları hem komikti hem de çok tanıdık
geldi, orada kalakaldım.. Gülerken ses çıkarmamak için kendimi
zor tuttum. Ne konuştuklarını söylemeyeceğim elbette. İçinizden
bazılarınız bana çok kızıyor bliyorum ama dedim ya, anlatamam,
gidin kendiniz görün... Bu arada itiraf edeyim ben daha önce
Victory Dönemi romancılarından Anthony
Trollope'yi
hiç duymamıştım. Zülfü Livaneli oradan göz kırptı; “olsun,
şimdi duydun işte”
dedi. Ergun Bey orijinalinden okuyormuş! Ergun Bey'i tanıtmadım mı
size, Zehra'nın patronu!
Livaneli
ile olan bağlarım sıkıdır demiştim ya, her seferinde bozguna
uğrarım, sanki suratıma çarpılır bir şeyler, O'nun engin
bilgisinin kıyısından köşesinden yararlanmaya çalışırım.
Hiç
unutmam, yıllar önce bir TV programında Livaneli müzik hakkında
konuşuyordu. Anlatırken arada şöyle bir cümle geçmişti:
“Mesela
Sabahat Akkiraz'ın billur gibi sesini çoğu genç hiç
duymamıştır!”
İşte o duymayanlardan biri de benim diyerek hayıflanmış,
kendimden adeta utanmış, ertesi gün gidip hemen Sabahat Akkiraz
albümü almıştım. O zamanlar daha milletvekili olmamıştı tabii
ki Akkiraz, tanımıyorduk, bilmiyorduk billur sesini. Bunu neden mi
anlatıyorum, o gece Emre türkülerimiz, Anadolu Kültürü ve müzik
hakkında o kadar güzel şeylerden bahsediyordu ki, aklıma yıllar
öncesinin bu anektodu geldi. Emre'yi dinlerken sanki Livaneli'yi
dinliyor gibiydim, tabii ki esprilerini de esirgememişti. Mesela
Çökertme türküsüne hiç O'nun anlattığı açıdan bakmamıştım
daha önce, ilahi Emre, sen çok yaşa e mi...
Bir
ara salondan mutfağa doğru süzüldüm. Garson Garip'le tanıştım,
içerideki ihtişamlı hayatın tam da kıyısında gibiydi, yüreğimi
burdu hikayesi.. “Allahım
beni kendimden koru”
diye dua eden Mahinur Hanım'ın öyküsü ise bir tokat gibi çarptı
yüzüme. Yeri gelmişken söyleyeyim,“Andouillette”
gibi adını daha önce duymadığınız yemeklere hemen saldırmayın
sakın. Hele benim gibi yemek konusunda nane molla bir yapınız
varsa, hiç yanaşmayın. Zira Fransız restoranlarının en pahalı
yemeklerinden olan Andouillette, anladığım kadarıyla bağırsağın
içine domuzun eti, iç organları ve hatta kanının bile
doldurulduğu bir çeşit kokoreç gibi bir şeymiş- ki ben kokoreçi
de ağzıma süremem, bunu düşünemiyorum bile! (Evet iğrenç oldu
bu tanım, yazıya da yakışmadı farkındayım ama kusura bakmayın,
bu yeni öğrendiğim bilgiyi sizinle paylaşmak zorundaydım, sadece
sorumluluk hissettiğim için yani, yanlış anlaşılma olmasın.)
Peki
peki, konuya dönüyorum hemen...
Daha
kimler vardı kimler, ne hikayeler anlatıldı o masaların arasında.
Mesela bir gazetecenin Roboski söyleşisinin yayınlanmayan
bölümlerini dinleyince tüylerim diken diken oldu. Biraz daha
ilerleyince üstat felsefecenin yüksek perdeden konuşmaları,
hakime hanımın anlattıkları, hele o Mustafa Yılmaz'ın ürperten
hikayesi...
Yalnız
bir ara deneme kitapları yazan, çeviriler yapan, gazetelere kültür
yazıları yazan sessiz gözlemcinin
bir saptaması vardı ki, müthişti:
“Türk
basını çoktan beridir düz yazı ile şiiri birleştirmiş, her
cümleyi paragraf olarak yazıyor, böylece okur da beyazlığı,
boşluğu çok olan kısa cümleleri okuyabiliyor”
dediğinde ve üzerine Şaban filmleri ile İvedik'i
karşılaştırdığında var ya neredeyse gidip Suat Haznedar'ı
tebrik edecektim, Livaneli yine bana “ne
yapıyorsun, sakin ol!”
bakışı attı da yandan, kendimi zar zor frenleyebildim! Bir
anlasalar oralarda kaçak göçek dolaştığımı, nasıl bir
rezalet çıkardı düşünsenize... Hayır o kadar çaba sarfeden
Zehra'ya yazık olurdu, burjuvalar umrumda değil yoksa!
Bir
ara benim gibi kaçak girenler değil de daha farklı gölgeler de
dolaşmaya başladı masaların arasında. Kimler yoktu ki, ürperdim.
Yaşamayanlardı onlar. Bir sır vereyim, her birini tanımak için
müstearlar
sözlüğüne baktım tek tek. Müstearın ne olduğunu
söylemeyeceğim, onu da kendiniz araştırın bir zahmet!
Bir
ara masaların arasında dolaşırken Mutluluk romanındaki Meryem ve
Cemal'e selam gönderesim bile geldi, nedenini açılışa gidince
siz de anlayacaksınız.
Yazmaya
meraklı olan biri olarak bana verdiği ders için ise ne kadar
teşekkür etsem azdır Livaneli'ye:
Edebiyat
öğretmeni ve aynı zamanda kitap eleştirisi de yapan HH diyordu ki
(sayfa 395)
“ ...İyi
yazarlar, insanlığı değil insanları, daha çok da kendilerini
anlatır; yazdıklarının insanlığı temsil edip etmediğine ise
başkaları karar verir; daha çok da okurları.”
Ben alacağım dersi almıştım, Emre mi, O ne yaptı gidin kendiniz
görün!
Açılış
öyle dolu doluydu ki, zamanın nasıl geçtiğini gerçekten hiç
anlamadım. Anlatılan hikayeler, konuşulan konular zaman zaman
yüreğimi burktu, zaman zaman şaşkınlık içinde kaldım, zaman
zaman 'demek bunlar da yapılmış!' dedim ve inanın hiç ama hiç
sıkılmadım. Nekropolisin sakinleri konusuna girmeyeceğim, lütfen
üzerime gelmeyin!
Emre
bir ara (syf:429) demişti ki:
“...
İnsanların kısacık ömrü, hikayeler olmazsa neye yarar? Bizi
onlar koruyor, her şeye derinliğini ve anlamını hikayeler
veriyor. Hikayesiz kalmış insanlara çok acıyorum.”
Bu
lafın üzerine başka bir söze gerek yok gerçi ama, söylemeden
geçemeyeceğim yine de. Söz ustası, üstat Livaneli, sen çok
yaşa olur mu! Bu derin, bu dolu dolu, bu nasıl söylesem, sarsıcı,
bu bize ayna gibi tuttuğun hikayelerini çook uzun yıllar anlatmaya
devam et lütfen. Yüreğine ve kalemine sağlık üstat, yine aldın
beni benden...
:D ilk başta gerçekten böyle bir açılışın olduğunu sanan benim gibiler var mı acaba ? :D :D Gerçekten bir kitabı böyle anlatan birine hiç rastlamadım kısacası evde yazar çok güzel yazmışsın ya eline sağlık.:D müziğe gelirsek canon in d çok hoşuma giden bir eserdir sağ olasın dinlettiğin için. Kitabı güzelce özetlediğin içinde teşekkür ederim. Gidip alacağım inşallah . Ya bu yazıya bu yorum çok az oldu. Ama ben az öz yazıyorum :D
YanıtlaSilÖyle hissedilebilsin istemiştim ben de, demek ki güzel okumuşsun yazdıklarımı :)
SilEn kısa zamanda sen de oku bu müthiş kitabı.
Ayrıca bu beni gaza getiren şahane yorumların sayesinde çok ama çok mutlu oluyorum, teşekkürler, sevgiler...
Güzel yazı beğendim. Kitabı henüz okumadığım için yorum yapamıyorum, en yakın zamanda ben de açılışa katılacağım. Zülfü Livaneli'yi çok seviyorum. Müziklerini, Orhan Veli, Nazım Hikmet, Ülkü Tamer ve daha birçok ustanın şiirlerine yaptığı besteleri çok beğeniyorum. Edebiyatçı kişiliği apayrı Son Ada ve Mutluluk kitaplarını okudum, diğer kitaplarını henüz okumadım. Son ada kitabı çok iyiydi. Albümleri arasında Ada albümünü daha çok seviyorum.
YanıtlaSilTeşekkür ederim güzel katkınız için, açılış sonrasındaki yorumlarınızı da beklerim.
SilSevgiler..
İlginç bir açılış oldu bu kitap tanıtımı :) akıcı ve özendirici.. Bir Zülfü Livaneli hayranı olarak daha da hayranlık uyandırdınız.. Kaleminize ve ruhunuza sağlık :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, isterim ki herkes okusun bu kitabı. Livaneli hayranları zaten okuyacak, O'nunla hiç tanışmamış olanlar da okusun...
SilSevgiler..
İlginç bir açılış oldu bu kitap tanıtımı :) akıcı ve özendirici.. Bir Zülfü Livaneli hayranı olarak daha da hayranlık uyandırdınız.. Kaleminize ve ruhunuza sağlık :)
YanıtlaSilBeni açılışa davet etmediler , biraz kırıldım. Neyse ki siz ayıntılı olarak yazdınız da ben de gitmiş kadar oldum ;)
YanıtlaSilBen geç yanıtladım, siz de geç de olsa katılabilirsiniz :)
SilBu yazıda Zülfü Livaneli ve Pachelbel - Canon in D başlıklarını görmem yetti benim için. Bu parçayı hep dinlerim ve hiç bıkmıyor insan. Zülfü Livaneli'nin bu kitabını okumadım çünkü elimdeki başka bir kitabı henüz bitiremedim. Fakat bu kitap hakkından araştırma üzerindeydim tam üzerine denk geldi bu yazınız. Elimdekini bitirmek için acele etsem iyi olacak. Elinize sağlık.
YanıtlaSilAyrıca benim bloğuma da beklerim :)
http://bilgenurgulec.blogspot.com.tr/
Ben neden bu yorumlara yanıt vermeyi atlamışım ki :( Affola...
SilGerçekten öyle bir açılış oldu ve sende katıldın sandım :)
YanıtlaSil:)
SilNe kadar güzel ve akıcı anlatmissin.
YanıtlaSilTeşekkürler, sevgiler.
SilSize bir çok konuda hemfikir olmamıza rağmen Konstantiniyye Oteli'nde çok faklı düşünce ve hislerimiz oluşmuş :) Ben artık kitap yorumlarımı bu blogta yazıyorum. Merak ederseniz bir göz atmanızı tavsiye ederim. http://lafuuguzaf.blogspot.com.tr/ Sevgilerle..
YanıtlaSilBen Zülfü Livaneli konusunda gerçek bir fanatiğim sanırım, dolayısıyla O ne yapsa benim için 10 numaradır :) Bu yüzden belki ayrı düşmüş olabiliriz :)
SilYeni blogunuz hayırlı olsun bu arada, elbette merak ediyorum, sevgiler.
Bir kitap bu kadar güzel dile getirilebilirdi. Şu an kitabın yarısındayım. Hislerime derman olmuşsunuz. Bende kelime arama ve Araştırma sahalarında iken rastladım size.
YanıtlaSilBeğenmenize çok sevindim, Zülfü Livaneli benim çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir sanatçıdır. Her sözünü, her şarkısını önemserim.
SilEğer bu kitapla ilgili özümsediklerimi iyi anlatabilmişsem ne mutlu bana. keyifli okumalar.