4 Temmuz 2023 Salı

Ağaç Ev Sohbetleri - #201

Biraz geç oldu yazmam ama geçen hafta yine Ağaç Ev’de toplandık, gündem sevgili Sade ve Derin /DeepTone ‘dan geldi. Konumuz şöyle efenim:

“İnsanlar yeni yerlere yolculuk yaptıklarında neden müzelere giderler?"

Şimdi bu soruyu İlber Ortaylı’ya sorsalar kim bilir neler anlatır. Sormuşlar da zaten.

“Turizm şirketlerinin insanları harekete geçirmeleri ile dünyadaki müzeler çok kalabalık hale geldi. Müzeye gelen de neye geldiğini, neyi göreceğini bilmiyor. Seyirci sayısı sınırlandırılmalı, bilinçsizce gireni, ‘laf ola’ diye gireni uzak tutmak gerekir”** demiş.


 Ben hocanın lafının üzerine laf söylemem. İlber Hoca, “Dersinize çalışmadan müzelere gelmeyin, cahil cahil kuru kalabalık yapmayın” manasına gelen bir şeyler söylemişse söylemiştir, vardır bir bildiği.

Cem Yılmaz’a sorsalar mesela;

“Cem Bey, neden müze?” deseler, ne cevap verirdi ?

 “Kıyamadım araba koleksiyonumdaki parçaları kullanmaya, o nedenle müzeye kaldırdım!” der miydi acep?

Düşünüyorum da aslında biz “müzesever” bir milletiz. Niye diyeceksiniz? Müze, birtakım eşyaların, nesnelerin toplandığı, arşivlendiği, korunduğu ve sergilendiği yer değil midir? Seksenli yıllarda pek moda olan, salonun bir köşesinde duvardan duvara uzanan “vitrin” dediğimiz mobilyaları bilirsiniz. Şimdilerde duvardan duvarası olmasa bile mutlaka “büfe” denilen küçüklerinden her evde vardır.

Adına “vitrin” diyerek zaten evlerimizi müzeye çevirmiş olmuyor muyuz? O vitrinde neler olmazdı neler? Evde ödev yapacak çocuk yoksa muhtemelen hiç kapağı açılmayacak, ama arada sırada tozları alınıp korunacak ansiklopediler vardır baş köşesinde. Annelerden kalma çeyizlik danteller, hediye gelen kristal bardaklar, içi çay ile doldurulmuş viski şişeleri, ananenin soluk siyah beyaz fotoğrafının yanında çocukların aldığı takdir belgeleri, az ötede hiç kullanılmamış likör takımı…

Al sana müze işte… Hele ki aradan bir kuşak geçmişse tam müze… Şimdi kendi evime bakıyorum; oymalı kakmalı olmasa da benim de var öyle camlı bir dolabım. Anısı olan, atmaya kıyamadığım pek çok şeyi içine dizmişim. Arkadaşımın hediye ettiği şarap şişesi, yanında çok güzel bir uzo kutusu, onun yanında Küba'dan hediye gelen süs eşyası, onun da yanında bir kar küresi...Bu parçaları toplamış mıyım, toplamışım. Arşivlemiş miyim, hayır öyle bir “büfe envanteri” adlı excel tablom yok. Olsun bu kadar kusur kadı kızında da olur. Sergiliyor muyum, evet. Ziyaretçilere açık mı, açık olmasa salonun ortasında ne işi var? Demek ki ben de kendi çapımda müze sahibiyim. Cem Yılmaz olsaydım, değerli tablolarımı “resim müzesi”, değerli arabalarımı “araba müzesi” olarak kategorize edebilirdim. Herkes kendi çapında müze sahibi işte.

Soruya dönelim, soru neydi?

“İnsanlar yeni yerlere yolculuk yaptıklarında neden müzelere giderler?”

Bunu bilmeyecek ne var? Tabii ki meraktan ve de kıskançlıktan! Kendi ev müzelerimizi düşünün. İlk gittiğimiz evin salonundaki “vitrini” çaktırmadan, yandan yandan incelemez miyiz? Vitrinde illa ki yer alan düğün fotoğraflarına bakıp “Görümce o zamanlar da çirkinmiş!” dediğimiz hiç olmadı mı? Hele seksenli yıllarda o vitrinin içindeki dantellere bakıp ev sahibi hakkında yargılar oluşturulmaz mıydı?

“Kız Kadriye, geçen gün gittim ya Songülgillere… Amaan ne göreyim!  Vitrinine uyduruk dantel koymuş üç tane. Modası geçmiş, çirkiiin, ay görsen var yaa, sararmııışş, toz içinde! Pasaklı bu Songül, ayyy içim almadı çay bile içmeden kalktım!”

Müzelere de böyle meraktan ve de azıcık hasetten gidiyoruz işte. Ne farkı var?

Ay bu ilkel insanlar da zavallıcıklar, bak şu yamuk taslardan su içiyorlarmış!” demiyor muyuz?

“Şu kaşıkçı elması bende olacaktı var yaa!” diye bakıp bakıp öykünmüyor muyuz?

“Mona Lisa Mona Lisa diyorlar, küçücükmüş bu resim ayol!” diyerek kendimizi yüceltmiyor muyuz? 

İlber Hoca demiş ya “laf ola” diye müzelere gidiyor insanlar. E öyle zaten. Paris’e gidersen “Louvre Müzesi”ni görmeden gelmeyeceksin diye talimatlar her yerde. “Mona Lisa” ile fotoğraf çekileceksin ve sosyal medyada yayınlayacaksın ki havan olsun…

Bu arada üzerine alınan falan olmasın aman ha! Gerçek sanatseverlerden bahsetmiyorum tabii ki! Benimkisi biraz ironi!  Sıradan insanlardan, yani benim gibilerden bahsediyorum. Aramızda sanat tarihi okuyan arkadaşlarımız olabilir. Onlar elbette her resmin, her heykelin hakkını vererek müze gezerler. İlber Hoca da bunu kastediyor zaten. “Anlamayan müze gezmesin kardeşim!” demeye getiriyor.

Peki bana sorsalar aynı soruya ne cevap veririm:

“Evde Yazar, neden müze?”

“Çünkü hayal kurmayı sevdiğim için, çünkü içimdeki meraklı çocuk sevinsin diye” cevabını veririm.

Gariban Heykel

Kharkov’a gittiğimde Kozmos Müzesi’nin kapısına kadar gidip içeriyi göremeyince çok ama çok üzülmüştüm. Halbuki içeride kozmonotların giysilerini görecektim, uzay üssünden getirilen malzemeleri görüp hayallere dalacaktım. Kapıdaki bu gariban heykelin resmini çekerek kendi kendimi avutmuştum. Savaş çıkmasaydı bir daha gidip o müzeyi gezerdim, öyle içimde kaldı!

Yaa işte böyle sevgili dostlarım. Geçen gün bir söyleşi dinledim. “Bizde müze kültürü yok” diyordu biri. Mesela bizim neden bir tekstil müzemiz yok diyordu. Güya muhafazakâr takılır bu ülkedeki insanların çoğunluğu, ama ne yazık ki değerlerimizi ve kültürümüzü ‘muhafaza etmek’ bir yana, çar çur edip yok etmekte üstümüze yoktur. Bir Hasankeyf’i bile koruyamadık deyip sinire, söylenmeye ve de drama bağlamadan gideyim en iyisi.

Lafı da bitiremiyorum bir türlü. Aklıma bir anekdot geldi.  Bizim tekstil firmasına emekli bir manken gelmişti. Mankenin yarı yaşında ama yine  de yiyecek gibi bakan bıçkın Ümraniye delikanlısı çocuğun yorumunu hiç unutamıyorum:

“Arkadan liselik, önden müzelik!”

Afallamıştım bu cümleyi duyunca! Nasıl bir yaratıcılık(!)

 Müzeye çirkin şeyler mi konuluyor yani! Keşke orada İlber Hocam olsaydı da bu istemem yan cebime koy çocuğunun ağzının payını verseydi! Üstelik emekli mankenin yüzü de, fiziği kadar güzeldi.

Laf bitmez, söyleyemediklerimiz hafıza müzemizde kayıtlı kalır…

Bu sefer gerçekten kaçtım, sevgiyle ve müze dinginliğiyle efenim...

**https://www.biyografi.info/haber/Ilber_Ortayli__Muze_ziyaretcileri_azaltilmali




14 yorum :

  1. Çok güzel bir yazı olmuş <3

    YanıtlaSil
  2. Bayıldım :)) Bu ağaç ev sohbetlerine hakikaten renk kattınız. Evdeki vitrinleri müze olarak hiç düşünmemiştim hakikaten doğru bir tesbit. Aslında çok doğru misal ben evimde asssssla vitrin olmaz derdim, olmadı ama bende de kitap vitrini ve çocuklara aldığımı ileri sürdüğüm yumuşak peluşlara dair bir alan var. Aynı kafa, doğru! Kimi bakıyorum tükenmez kalem müzesi açmış masasında. İşte kişisel Masumiyet Müzelerimiz..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zaten hayatımız çok gri, bari azıcık renkli olsun dedim yazdıklarım. Yazarken ben eğleneyim, blog dostlarım da okurken eğlensinler dedim. Görüyorum ki duygum size geçmiş, çok mutlu oldum 😊
      Ağaç Ev gittikçe beni de içine almaya başladı, kenarda kıvrılıyorum bakalım:)
      Çok tatlı bir şey yakalamışsınız, tabi ya hepimizin kişisel Masumiyet Müzeleri bunlar işte, şahane bir nokta :) Çok eskiden okudum o kitabı, karakterin adını anımsamadım şimdi ama, aşık olduğu kızın sigara izmaritlerini biriktirmesini hiç unutmadım.
      Sevgilerimle 🌼😊

      Sil
  3. Yazı.. elbette mizah muhteşem lakin ben dantellerde eror vermedim aksine ülkenin en şahane dantel müzesini görmüş, üstelik akla hayale gelmeyecek bir şehirde görmüş, üstelik şahane müzeleri aynı alanda ve pek çok olan, son derece sıcak ve samimi bir şehirde, üstelik iş için defalarca gittiği şehire ilk defa sadece gezme maksatlı gittiğinde başka neler neler görmüş biri olarak diyorum ki bir gün yol oralara düşerse mutlaka gidilsin; tüm bunlara zaten şehrin kendisi müze diye ek yapıyor ve bir tembel teneke zamanımda olduğum için uzun uzun yazamayıp şöyle bir yazı ile birlikte üç yazı yazabildiğim şehir -fırsat bulunursa ve görülmediyse mutlaka- görülsün diyerek bitiriyorum sözlerimi:)

    Bu Bir Şehire Yazılmış Mektuptur, adlı yazımızın linki:).

    https://laparagas.blogspot.com/2019/12/ikisi-yazlms-kastamonu-gezisinin-3bolumu.html

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler. Önce yazıya gidilir, merakla okunur, sonra da inşallah o şehre gidilir diyorum, sevgiler 🌟🌞

      Sil
  4. vitrin müzesi anı müzesi he evlerdeki :) nikah şekerleri filan oluyo de mi veya aile akraba düğün fotileri ivit :) çanta ve ayakkabı müzeleri de oluyor hihi :) kharkov gezin ivit ya hatırlıyom aklımda :) müzelik bir yazı olmuş buuuu :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet haksız mıyım :) Çanta ve ayakkabılar koleksiyon sınıfına giriyor, onlara müze diyemeyiz. Lütfen alışveriş çılgını kadınları sanat şemsiyesi altında masumlaştırmayalım:) Evet gezebildiğimiz zamanlarda gittiğimiz müzeler şimdi yanımıza kâr kaldı, on iki on üç bölüm yazmıştım :) Müzelik yazı tanımını iltifat olarak kabul ediyor ve cebime koyuyorum Sevgili Deep :)

      Sil
  5. Altına imzamı atsam intihale girer mi ya? :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hahaha yazı sizindir, kaşe bile vurabilirsiniz :)

      Sil
  6. Ansiklopedileri açar açar okurdum. Çok bilgili olmak isterdim. Meydan Larousse vardı, AnaBritannica vardı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O dönem ansiklopedi açıp okuyanların büyük çoğunluğu, belki de hepsi olabilir, blog yazıyor :) İyi ki ansiklopedi açıp okumuşuz :)

      Sil
  7. O müzelik vitrinden bende de var. Hem de dantelleriyle...:))
    Konu harika, anlatım şahane, gülümseten cümleler ise muazzam ötesi...İyi ki varsınız. Yürekten tebrik ediyorum bu çok güzel paylaşımınıza. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence şanslısınız, danteller efsanedir eminim, yaşanmışlıklara ise paha biçilemez :) Çok teşekkür ederim bu güzel, motive eden şahane yorum için 🌺🥰

      Sil