Ağaç Ev Sohbetleri - #234 / Alışveriş Merkezleri mi Mahalle mi?
Sevgili Deep’in organize ettiği Ağaç
Ev Sohbetleri 234. Sayısına gelmiş bulunuyoruz. Şu anda sosyal deney yapıyorum.
Bence bu giriş kısmını kimse okumuyor, okuyan varsa “ben okuyorum” desin…
"Daima doğruyu söylemek insan
ilişkilerinde en önemli faktör müdür?”
Cevap
veriyorum; evet daima doğruyu söylemek, insan ilişkilerinde en önemli
faktördür. Çünkü insanlar daima doğruyu söylerlerse ortada ilişki falan kalmaz!
Hatta diyorum ki yalan söylemek, hayatın en temel unsurlarından biridir. Herkes
doğru söyleseydi, yaşamın devamlılığı tehlikeye girerdi!
Haydiii, ne
oluyor diyorsunuz ama şimdi eğri oturup doğru konuşalım; silkelenip bir
hayatımıza bakalım. Elbette ben de temel ahlaki değerlerle yetiştirilmiş
birisi olarak “Doğruyu söylemek, dürüstlük çok önemli” romantizmine kapılmak
isterdim ama maalesef mantığım buna izin vermiyor. Aslında yazıya başlarken
doğruculuğu övme niyetindeydim; ama daha ilk kelimeyi yazarken hükmedemediğim
düşüncelerim ve onların yönlendirdiği parmaklarım beni aşağıdaki karalamalara
götürdü. Ah her şeye muhalefet eden aykırı bilinçaltım! Evet itiraf ediyorum;
“Yalan
söylenmeseydi; dünya distopik bir çöle dönerdi!”
Şöyle bir düşünelim; neler olurdu neler, maydanozlu köfteler… Eğer yalanlar olmasaydı bir kere herkes kanlı bıçaklı olur, aileler yıkılır, insanlar hapislerde sürüm sürüm sürünürdü. İş yerlerinin müşterisi kalmaz; elemanlar patrona küfreder, patron elemanlara nefretini kusardı. Üst komşu alt komşunun kafasına kızgın yağ döker, dökmese de bunun hayalini kurduğunu “dürüstçe” anlatır ve dökmüş kadar olurdu! Muhtemelen kardeşler kardeş olmaktan vazgeçerdi. Hatta İngiliz Milletler Topluluğu dağılırdı! Demokrasinin olmadığı ülkelerin başkanları, yanlarında kim varsa- çocukları dahil- onların kendi tahtında gözleri olduğunu haykırır, hepsini katran çukurlarına atmak istediklerini söylerdi
Bunlar daha
bir şey mi, eli artırıyorum; diyorum ki yalan söylemek diye bir şey olmasaydı,
seçimler falan da olmazdı; saraylar, parlamentolar yıkılırdı muhtemelen!
Ekmeklerini taşı sıkarak değil, yalan atarak kazanan politikacılar işsiz
kalırdı! Sadece onlar mı? Çoğu meslek yok olurdu. Mesela ajanlar! Yalan
söylemedikleri için ajanlık yapamazlardı! Avukatlar hiçbir davayı kazanamazdı;
çünkü hep doğru söylemenin adalet getirmediğini öyle iyi biliyorlar ki!
Yalan
söylenmediğinde anneler, hiçbir şeyi doğru dürüst anlayamayan şapşal
çocuklarını “Ah benim prensim, zeka küpüm” diye sevmek yerine “Bir şeyi de bir
kere de anla, salak oğlum” diyecekleri için çocuklar zaten aptal olduklarını
bilerek büyürlerdi. O kafayla da bir yerlere gelmeleri imkansız olurdu. Yaptığı
lezzetsiz yemeklere “Çok güzel olmuş, ellerine sağlık” denilmeyen anneler,
yemek yapmaktan vazgeçer, böylece de “ Anne keki, anne dolması, anne
kahvaltısı” diye kakalanan- pardon pazarlanan- yemek sektörü daha başlamadan
hayal kırıklığı ile yok olurdu.
“Bu saate
kadar neredeydin kocacım?” diyen kadınlara “Toplantım uzadı karıcım!” diye
yalan cevap vermeyip “dürüstçe” “Bizim ofiste Beril var ya, işte o Beril yani
taş Beril, işte O’nunla bir iki kadeh içmeye gittik” diyen erkekler yüzünden
herhalde aile kurumu hafiften sallantıya uğrardı. En çok da günümüzde bu
durumdaki erkeklerden duyarsınız “İnsan ilişkilerinde doğruyu söylemek çok
önemlidir, ben asla yalan söylemem!” safsatasını!
Yani yazdıkça
yazasım geliyor, burada yüzlerce örnek verebilirim size. Meğer ne kadar çok
yalan varmış hayatımızda! Birçok örneğin yanında saçlarının rengini beğenmese
de karısına “Harika olmuş” diyen erkeklerin söylediği yalanlar elbette masum
kalır.
Yalan
söylenmemiş olsa diplomasi kurumu çökerdi! Nedir diplomasi? Uluslararası
platformlarda devlet temsilcilerinin siyasi ve hukuki temelde yazılı ve sözlü
kurulan iletişimleri ve anlaşmaları. Düşünsenize, kalkıyor Çinli bürokrat “Siz
Amerikalılar zaten salak şişko beyinlersiniz!” diyor; skandala gel! İyi de
adamın kafasının içinde bu düşünce var, e yalan söylemek de ayıp bir şey; niye
demesin ki Amerikalıya “Sen salaksın” diye! Ne oldu? Yalan söylemedik ama
üçüncü dünya savaşı çıktı! Canımız sağ olsun, en azından dürüsttük diye
kendilerini mi avutacaklar!
Bütün bu
karmaşık politik süreçleri falan bir kenara bırakalım ve kendi küçük
dünyalarımızı bir gözden geçirelim isterseniz! Bırakın en yakınlarımızı,
kendimize bile onlarca yalan söylüyoruz, nasıl doğrucu Davutluktan bahsedelim
şimdi? Mesela hangimiz aynanın karşısına geçip yanlarımızdan pörtleyen
simitlerimizi ya da göz kenarlarımızda beliren kırışıkları görmezden gelip “Çok
güzelim ve de acayip genç görünüyorum” demiyoruz ki! Demeyenler varsa da onlar
zaten depresyonun dibine inecekleri için, kendilerine yalan söylemeyi öğretsin
diye mutlaka psikolog kapısını tez zamanda aşındıracaklardır! Üzgünüm dost, acı
ama "doğru" söyler!
Bütün bunları
yazdım diye “E biz sana nasıl güvenelim, bu kadar yalanı savunuyorsun, demek ki
sen yalancısın” diyebilirsiniz elbette. Evet yeri geldiğinde yalan
söylemek zorunda kaldığımı söylemekten çekinmeyecek kadar doğrucuyum dostlarım
benim!
Yalanın en
büyüğünü kendime söylüyorum yıllardır:
“Başarabilirsin,
sen yapabilirsin!” diyorum her düştüğümde; işe de yarıyor biliyor musunuz?
Çünkü bal gibi de yapamayacağını bile bile “yapabilirsin!” yalanına öyle
tutunuyor ki insan; yalanlar en sonunda gerçek bile olabiliyor!
Yani demem o
ki; bir yalanı kırk kere söylüyorsun kendi kendine, sonra bir de bakıyorsun ki
hayalini kurduğun yalanlar gerçek oluvermiş! Bu da olayın açılım gerektiren
başka bir boyutu olarak burada yazılı kalsın.
Evet, son söz
olarak diyorum ki,
“Daima doğruyu
söylemek, insan ilişkilerinde en önemli faktördür, çünkü insanı dibe çeker...”
Alın size
paradoks:
O kadar
dürüstüm ki, gerektiğinde yalan söylemekten çekinmediğimi dürüstçe itiraf
ediyorum sevgili dostlarım.
Kalın
sağlıcakla ve sevgiyle,
Kalın
sağlıcakla ve sevgiyle,