“Yetişin
Gülsüm bayıldı” diye bir çığlık! Uğultu, oradan oraya
koşuşturan işçiler! Birileri “kolonya yok mu!” diye
bağırıyor, bir başkası koşturarak su getirmeye gidiyor. Kalite
kontrol masasının önüne koşuyor herkes. Gülsüm yerde boylu
boyunca uzanmış, gözleri kapalı, yüzü sapsarı! Herkes telaşlı,
en çok da Kenan! Sevdiği kız yerde baygın yatıyor kolay
mı! Derken “dağılın!” diye gür sesiyle Sadık Usta beliriyor.
Kimse sevmez Sadık Usta'yı; hem sevmezler, hem de korkarlar. Aniden
herkes susuyor ve bulunduğu yerden iki adım geri çekiliyor.
Sadık
Usta soruyor:
-Nesi
varmış, hasta mıymış?
Kenan
dayanamayıp söze atlıyor hemen:
-Ne
hastası usta, sanki bilmiyor musun?
Sadık
Usta sinirlenerek Kenan'a hiddetle bakıyor:
-Ne
diyorsun ulan sen, ağzında gevelemesene!
Kenan,
delikanlılığın verdiği cesaretle bağırarak cevap veriyor:
-Yükleme
bitmeden atölyeden çıkmak yok demedin mi usta! Sabah 8'de
başladık gece saat 12! Kaç saat geçmiş hesaplasana, o zaman
anlarsın hasta mı değil mi...
Sadık
Usta'nın sinirden boyun damarları daha da belirginleşiyor, tam
Kenan'a doğru yürüyecekken, fabrikanın emektarlarından Seher
Teyze söze karışıyor:
-Kavganızı
sonra edin, kız yatıyor orada baygın!
Seher
Teyze, o kadar eski bir çalışan ki, şimdi esip gürleyen Sadık
Usta'nın çırak hallerine bile tanık olmuş. Genç yaşta
kaybettiği oğluna siması benzediği için, her ne kadar huyu
çirkin olsa da, hep kolluyor Sadık Usta'yı. Herkese esip gürleyen
Sadık Usta'nın da, Seher Teyze'ye hürmeti büyük. Ne söylese
sesini çıkaramıyor. Toparlanıp eğiliyor Gülsüm'ün yanına
usta. Kolonyayla kızın elini yüzünü ovalıyor Seher Teyze.
Yüzüne hafifçe tokat atıyor. Kız gözlerini yavaşça aralayınca
herkes rahatlıyor. Birkaç dakika sonra su içiriyorlar, kendine
geliyor Gülsüm ve korkuyla Sadık Usta'ya bakarak:
Söyleyemiyor
açlıktan başının döndüğünü. Nasıl söylesin, utanır...
Akşam yemeği için verdikleri ekmek arası patates kızartmasını,
hiç yemeden çantasına attığını nasıl söylesin Gülsüm!
Aldığı asgari ücret! Yarısı kiraya gidiyor, öbür yarısı da
annesinin ilaçlarına! Şimdilik okula giden, dördü bitirince
kaçak maçak mecburen çalışacak olan kardeşi evde yemek
beklerken, lokmaların boğazından geçmediğini nasıl anlatsın Gülsüm!
-Dağılın,
herkes işinin başına, haydi!
Diyor
gür sesiyle Sadık Usta. Kenan duramıyor yine:
-Akşam
8'den beri bir çay molası vermedin usta, can bu!
Sinirleniyor
Sadık Usta ama, Seher Teyze'nin dik bakışlarını görünce
toparlanıp:
-Gidin
on dakika mola yapın, sonra herkes işinin başına. Bu mallar
bitmeden fabrikadan çıkış yok! diyor.
Uğultuyla
dağılıyor işçiler. Gülsüm'ün aklı evde. Annesi çorbasını
içti mi, kardeşi sobaya odun atabildi mi, ödevlerini yaptı mı,
yoksa televizyonun karşısında üstü açık uyuya mı kaldı!
Gülsüm'ün yükü ağır. Kendi yaşıtlarının başında kavak yelleri eserken, O'nun hayalleri bile sınırlı. Çocukken yatakta gizli gizli okuduğu romanlardaki gibi aşkları düşünemiyor. Çok bir şey istediği yok. Biliyor, çok hayal kurunca gerçekleşmeyeceğini çok iyi biliyor! Çünkü 18 senelik körpe yüreği, yaşından fazlasını yaşadı, gördü.
İstiyor ki; küçük, küçücük bir evi olsun, bir de içmeyen kocası. Allah ne verdiyse geçinip giderler nasılsa, yeter ki mutlu olsun yuvası... Annesi ne dayak yemişti babasından, bugünkü hastalıklar O'ndan yadigar. Bir de borçlar kalmış geriye rahmetliden. Gülsüm, annesi gibi dayak yemek istemiyor; mutlu olmalı O'nun yuvası. Varsın ucuz basmadan olsun perdeleri; Gülsüm kenarına fırfır diker, güzelleştirir. Varsın iki göz olsun evi, misler gibi çorba yapar kocasına akşamları, çiçek koyar bir de masaya filmlerdeki gibi. Yün örer, sevdiğinin boynuna kolları gibi dolansın diye; atkılar, sıcacık kazaklar... Belki çocuğu bile olur; yüzü gülen, kalbi temiz bir çocuk. Tam böyle düşünürken bir el omzunda:
Gülsüm'ün yükü ağır. Kendi yaşıtlarının başında kavak yelleri eserken, O'nun hayalleri bile sınırlı. Çocukken yatakta gizli gizli okuduğu romanlardaki gibi aşkları düşünemiyor. Çok bir şey istediği yok. Biliyor, çok hayal kurunca gerçekleşmeyeceğini çok iyi biliyor! Çünkü 18 senelik körpe yüreği, yaşından fazlasını yaşadı, gördü.
İstiyor ki; küçük, küçücük bir evi olsun, bir de içmeyen kocası. Allah ne verdiyse geçinip giderler nasılsa, yeter ki mutlu olsun yuvası... Annesi ne dayak yemişti babasından, bugünkü hastalıklar O'ndan yadigar. Bir de borçlar kalmış geriye rahmetliden. Gülsüm, annesi gibi dayak yemek istemiyor; mutlu olmalı O'nun yuvası. Varsın ucuz basmadan olsun perdeleri; Gülsüm kenarına fırfır diker, güzelleştirir. Varsın iki göz olsun evi, misler gibi çorba yapar kocasına akşamları, çiçek koyar bir de masaya filmlerdeki gibi. Yün örer, sevdiğinin boynuna kolları gibi dolansın diye; atkılar, sıcacık kazaklar... Belki çocuğu bile olur; yüzü gülen, kalbi temiz bir çocuk. Tam böyle düşünürken bir el omzunda:
-İyi
misin?
-İyiyim
Kenan Abi, yok bir şeyim, öyle içim geçmiş birden.
Kenan
bozulduğunu belli etmiyor ama, şu kızın inadını bir kırabilse,
ah kırabilse! O'na nasıl sevdalandığını bir bilebilse, ah
bilebilse! Abi dedi ya yine, sanki yüreğine hançer sapladı!
Sigarasından derin bir nefes alıp;
-Bana
abi demekten ne zaman vazgeçeceksin?
Diyor,
Gülsüm sanki anlamaz gibi:
-Ama
sen benim için abi gibisin. Ne zaman dara düşsem yanımdasın!
Sana demeyeceğim de kime diyeceğim Kenan Abi!
Kenan
aniden arkasını dönüp hızla uzaklaşıyor oradan.“Haydi
işbaşına!” diye bağıran Sadık Usta'nın sesiyle, ayaklarını
sürükleye sürükleye işçiler birer birer atölyeye giriyor.
Etrafta
yığınla allı pullu giysiler... Son ütücüler kan revan içinde
ütülerini yapıyor. Müslüm Baba'nın gümbür gümbür
sesiyle“İtirazım var” şarkısı son sesiyle geliyor
hoparlörden. Kalite kontrol masasının etrafında, çoğu kadın,
önlüklü işçiler, birer birer elden geçiriyor allı pullu
giysileri. Birilerinin ağzına kadar dolu dolabının köşesinde
unutulacak olan, birilerinin sadece bir gün giyip çöpe atacağı,
birilerinin vitrinde görüp hayal kuracağı, içinde Gülsüm'ün
de olduğu birilerinin parasının asla yetmeyeceği allı pullu
giysiler; yığın yığın! Sabaha kadar çalışılacak, bu allı
pullu giysiler ütülenip paketlenecek, kolilere girecek. Girecek ki,
birileri satın alsın, Gülsüm de eve para götürsün!
Sabaha
karşı saat 4.30 sıralarında bir duman kokusu geliyor burunlarına.
Keskin, sanki kağıt yanmış gibi bir koku. Uykusuzluk, yorgunluk,
bir de bitmeyen işler arasında önce anlamıyorlar, çalışmaya
devam ediyorlar. Derken duman aniden giriyor içeriye, kağıt değil
yanan şey! Pamuklu kumaşlardan gelen selülozun kokusu bu! Göz
gözü görmez oluyor. Sonra bir sıcaklık yayılıyor. Sarı,
kırmızı, turuncu alevlerin arasında allı pullu giysiler
kayboluyor. Müslüm Baba'nın sesi bir yandan, çığlık sesleri
öte yandan...
Gülsüm'ün
annesi, bir göğüs çarpıntısıyla fırlıyor yataktan, başucunda
duran eski model cep telefonundaki saate bakıyor; 4:30! Gülsüm'ün
yatağı boş! Çeviriyor numarayı, metalik bir ses yanıtlıyor:
"Aradığınız
numaraya ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz! The
number you called..."
Devamını
dinlemeden kapatıyor telefonu telaşla ve kendi kendine
söyleniyor:
-
Hiç böyle yapmazdın ya Gülsüm'üm! Gülyüzlüm, kınalı kuzum,
neden aramadın ki! Başına bir şey mi geldi yoksa!
Gülsüm,
bir taraftan ağzını burnunu kapatırken, bir taraftan da
kalabalıktan kurtulmaya çalışıyor. Can pazarı var sanki
içeride; bedavaya satılan canlar ortaya saçılmış... Alıcı
Azrail gülümsüyor, hangi birini seçeceğine karar vermeye
çalışıyor;
-Bu
güzelmiş, bunu alayım. Bu gençmiş, bunu da alayım. Bu Usta'yı
zaten almam lazım, çok ah var üzerinde!
Azrail'in
işi hem kolay, hem de zor bu gece! Çünkü atölyede çalışan
canların hepsi ucuz... Hangi birini alsın, akşamın hasılatı
da iyi olacak hani!
Çünkü,
atölyenin kapılarını kilitlemiş Sadık Usta, kimse çıkamasın
diye! Anahtarı sadece kendisinin bildiği bir yere saklamış ve
dumanlar arasında sızmış kalmış bir köşede... Birisi haber
verecek de, İtfaiye gelecek de, daracık sokağa girecek de,
Gülsüm'ü kurtaracak!
Not:
Yeşilçam'ın duayenlerinden sevgili hocamız Mehmet
Aydın'dan
almakta olduğum “Yaratıcı yazarlık ve senaryo“ dersleri
kapsamında yazdığım beşinci ödevdir. Ödev konumuz, unutulmaz şarkı
Fabrika Kızı'ndan esinlenerek bir işçi kızın öyküsünü anlatmaktı. Hatalarım var ise affola.../EvdeYazar
Kendiniz yaşamışsınız gibi yazıyorsunuz.Herşey zihnimde çanlanıyor :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim bu cesaretlendirci yorumunuz için, sevgiler :)
Silhayranlıkla bir nefeste okudum...gerçekten kutlanası bir tarzınız var kaleminize sağlık sevgiler...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, yazı 1 mayısa denk geldi, anlamlı oldu. Sevgiler...
SilYaşanmışlığın üzerine birazcık kurgu ve ağızda dağılan marşmelov tadında bir hikaye...
YanıtlaSilİnşallah daha da güzellerini yazarsınız, kıskanıyorum sizi. :)
Teşekkürler güzel sözler ve dilekler için :)
SilGünün önemi itibariyle çok anlamlıydı. Eline sağlık gerçekten harika bir yazı olmuş.
YanıtlaSil1 mayıs, hikayesi olan işçilerin bayramı aynı zamanda...
SilTeşekkürler...
Harika yazmissiniz, cok guzel hikayelestirmissiniz. Bravo
YanıtlaSilTeşekkürler :)
SilGecenin bu saatinde, hem de erken kalkmam gerekirken yine bir solukta okuttu kendini bu güzel hikayeniz. İmzalı kitaplarınızı bekliyoruz artık :)
YanıtlaSilÖnce iyi yolculuklar, sonra teşekkürler. O günleri bir görsek, imzalı kitap sözüm olsun :)
SilArkadaş baştan kurgu olduğunu söylesene,
YanıtlaSilKendimi kaptırdım okudum. sinirlerim gerildi, vicdanım acıdı.
Sonra kamera şakası çıktı.
Tebrik ederim. Ödevin hakkını vermişsin.
Ama hikayelerin en başında hikaye olduğu belirtilmez ki :)
SilGüzel ve kaliteli bir yazı tebrikler...
YanıtlaSilTeşekkür ederim:)
Silharikasın canım senden bir senaryo çıkar yakında :) Bak oyuncu olarakk hazırım ona göre :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Belgin Hanım, sizden bunu duymak muhteşem :)
SilSenaryo ekimden sonra inşallah, bakalım neler olacak ben de heyecanla bekliyorum. Bir de oluyormuş, siz başrolde... Olur mu olur, hayat sürprizlerle dolu, sevgilerimle :)
hahaha neden olmasın? Ama başrol istemem, şöööyle iyi yazılmış bir karakteri oynamak daha güzel, son zamanlarda en beğendiğim karakter Hayat Şarkısındaki baba karakteri, Ahmet Mümtaz Taylan döktürüyor resmen
SilSizin için güçlü karakter buluruz, ne demek :) Hayat Şarkısı izlemiyorum, ama Ahmet Mümtaz Taylan'ın oyunculuğuna ben de hayranım. Benim favorim ise Poyraz Karayel. Orada gerçi herkesi beğeniyorum, ama Bahri Baba rolüne hayat veren Musa Uzunlar müthiş. Bir mafya babasının acımasız yüzünü ve her şeye rağmen insan olmanın gerektirdiği iyi tarafı, bu iki zıt duyguyu müthiş harmanlıyor. Yazarız size de böyle bir karakter :)
Siltamamdır :)
SilAnlaştık, burayı okuyan herkes duysun, ilk oyuncumu buldum :)
SilSevgiler :)
İşçilik ettiğim zamanlar geldi gözümün önüne, kafelerde garsonluklar, tuvalet temizlemeler, fabrikalarda sabahlamalar, çuvallar üstünde yatmalar. Beş on dakikalık çay molaları.
YanıtlaSilEline sağlık güzel ve duygulu bir öykü olmuş.
Ben de fabrikalarda uzun süre çalıştığım için neler hissettiğinizi anlayabiliyorum, sevgilerimle.
SilBen yine çok beğendim ... Soluksuz okudum ...
YanıtlaSilEmeğine , yüreğine ve kalemine sağlık
Çok teşekkür ederim, sevgiler...
SilÇok ama çok beğendim. Umarım devamı gelir.
YanıtlaSilTeşekkür ederim, yazmayı seviyorum, devamının gelmesi benim de en büyük dileğim, sevgiler...
SilÇok beğendim makalenizi hocam devamlarını bekliyorum.
YanıtlaSilTeşekkürler, sevgiler.
SilYazıyı okurken Çok sevdiğim fabrika kızı şarkısını açtım, yazıyla çok güzel gitti.Benim sevdiğim tarz bir yazı; yalın ama etkileyici. Çok beğendim
YanıtlaSilTeşekkürler, şarkı gerçekten muhteşem, sevgiler.
Sil