13 Mart 2016 Pazar

“Sen insan değil misin?” dedi martı...

Akşamdı. Camlarda çiseleyen yağmur. Pencerede oturmuş, İstanbul’u seyrediyordum. Düşercesine bir martı kondu pencereye. Ak tüylü kanadında bir parça kan. Bana bakıyordu, ürkek gözleri. Şaşırdım, acıdım. Bir an konuştuğumuzu sandım.

Yanlış pencereye kondun, sana yardım edemem” dedim, şaşkın gözlerle yüzüme baktı. “Sana dokunamam çünkü” dedim, yüzüme bakmaya devam etti. “Bir şey söylesene, neden öyle bakıyorsun yüzüme?” dedim. Bu sefer yavaşça araladı gagasını, ne söyleyeceğini gerçekten çok merak ettim. Önce genizini temizledi, sonra sanki yılların tiyatrocusu gibi etkileyici davudi bir sesle: “Hiç değişmeyecek misin?” dedi. Bakakaldım! Bu ses, bu diksiyon! “ Ne o, çok şaşırmış görünüyorsun” dedi. “ Sesin çok etkileyici, evet şaşırdım” dedim. “Bir martının konuşması değil, diksiyonunun güzelliği şaşırttı demek ki seni, gerçekten hiç değişmeyeceksin!” dedi.


Birden yaşadığım olayın farkına varıp ürperdim. Karşımda bir martı vardı, konuşuyordu, üstelik muhteşem bir ses ve diksiyonla! Gerçeküstü bir sahnenin içinde olduğumu fark ettim. İstemsizce elim hemen cep telefonuma gitti. Benim yerimde kim olsa aklına geleceği gibi bu ânı ölümsüzleştirmeyi düşündüm. Konuşan martı videosuyla tıklanma rekorları kırar, internet fenomeni bile olabilirdim. Tam ben bunları düşünürken, “Boşuna uğraşma, kameralar kaydetmez beni“ dedi. “Ne yapacağımı nereden biliyorsun?” diye sordum. “Ben herşeyi bilirim” dedi, büsbütün afalladım. “Şu kanadıma pansuman yapacak mısın, kanarken sohbet etmek hiç de kolay olmuyor” dedi. “Söylemiştim, sana dokunamam” dedim. “Neden?” diye sordu. “Çünkü tüylüsün, ben tüylü yaratıklara dokunamam, lütfen ısrar etme” dedim. “Tamam, işte kendin söylüyorsun, tüylü yaratıklara dokunamazmışsın. Oysa ben farklıyım. Çünkü ben, konuşan tüylü bir yaratığım. Üstelik itiraf ettin, ses tonum ve diksiyonum da şahane!” dedi. “ Bak, kan kaybından ölürsem eğer, bir daha konuşan martı görebilecek misin acaba, belki de bu sana verilmiş özel bir şanstır ve bu şansı geri tepmen belki de felaketine neden olacaktır!” dedi. Yarı tehdit, yarı korkutma, yarı umut içeren bu cümle karşısında ikircikte kaldım. Martının bile ukalası gelip beni buluyordu! “Ya bir rüyanın içindeyim, ya da bir masalın ortasındayım” diye düşündüm. Pencereyi açıp ürkekçe elimi uzattım. “Hadi korkma”dedi cesaret veren güzel sesiyle. Elimle kanadının ucuna dokundum, sonra aniden geri çekildim. “Yapamayacağım galiba” dedim. “Hemen pes etme” dedi, “Hadi dokun, başımı okşa, bak nasıl da hoşuna gidecek” dedi. 


Davudi sesli, müthiş diksiyonlu bir tiyatro sanatçısının başına nasıl dokunabilir ki insan! Biraz çekindim, sonra cesaretimi toplayıp nihayet dediği gibi yaptım. “Bak, korkulacak bir şey yokmuş gördüğün gibi, hadi beni kucağına al ve içeri götür, üşüyorum” dedi.

 Tüylü yaratıklara dokunamama fobisi, konuşan bir martı sayesinde aniden yok olan her insan gibi, O'nu sevgiyle kucağıma aldım ve pencereden içeriye taşıdım, ortadaki sehpanın üzerine bıraktım.

 Gidip içeriden çok kullanmadığım, eski ve küçük bir battaniye getirdim, koltuğun üzerine serdim. Martıyı güzelce örtünün üzerine yerleştirdim. “Vay be, hayvanlara dokunamama fobimin böyle geçeceğini söyleseler inanır mıydım?” diye düşündüm kendi kendime. Kütüphanenin kenarına ne olur ne olmaz diye sıkıştırdığım yara bandını getirdim. “ Önce kanı temizle, ne kadar da beceriksizsin” dedi. Kolonya ve pamuk getirdim. “Öyle evinde oksijen, tentürdiyot, bilumum ecza malzemesi bulunduran tedarikli biri değilim, artık idare edeceksin Martı Bey” dedim azıcık sinirlenerek. Pamuğa kolonya döküp hafifçe yarasını temizledim, neyseki fazla derine inmemişti kesik, üzerine yara bandını yapıştırmaya çalıştım. Tüylerini olabildiğince aralamam gerekti ve aslında bant pek de sağlam durmadı. Görevini başarıyla tamamlamış memur edasıyla “Tamam, dediğini yaptım, zaten yaran fazla derin değilmiş” dedim. “Teşekkür ederim” dedi. 

“Nasıl yaralandın?” diye sordum. “Beni sen yaraladın” dedi. “ Hadii bu da nereden çıktı şimdi?” dedim şaşkınlıkla. ”Evet beni sen yaraladın, incittin” diye tekrar etti. “İşine gelmeyince hatırlamıyorsun tabii ki, hiç değişmeyeceksin” dedi.


Beş dakika öncesine kadar nasıl da normal bir insandım. Sıcak evimde huzurlu huzurlu oturuyordum. Kim inanırdı ki cama yaralı bir martı konsun, konuşmaya başlasın, yarasını sarayım, üstüne üstlük onu yaraladığımı iddia etsin. Nasıl senaryo ama! Üstelik dediğim dedik inatçı bir martı olduğu da belli. Ağız dalaşına girmek istemedim, “Peki, madem seni ben yaraladım, söyle bakalım nasıl oldu bu iş?” dedim. 

“Ben” dedi, “Gül gibi yaşayıp gidiyordum. Yandan çarklı vapurlarla rüzgara karşı yarış eder, bana simit atan aşıklara türlü numaralar yapar, bu şehrin şiirine duygu dolu sözler eklerdim. Biz öyle mutluyduk. Sonra sen geldin, herşey berbat oldu! Önceleri düzelirsin diye bekledim, ama nafile. Dedim ya hiç değişmedin, sanırım değişmeyeceksin de! Beni sen yaraladın!” dedi.“Peki” dedim, “Ne zaman yaraladım seni?” “Son otuz beş yıldır iyice zıvanadan çıktın, beni her gün yaralıyorsun” dedi. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Bir taraftan da kendimden şüphelenmeye başladım. Acaba gerçekten de O'nu yaralamış olabilir miydim? Tamam tüylü yaratıklara dokunamıyordum da, o kadar gaddar mıydım yoksa? “ Yanılıyorsun, o ben değilim” dedim, dinlemezden geldi. O kadar kararlıydı ki, “Anlat bakalım, nasıl oldu bu iş?” diye sordum.

 “ Önce geldin binaları yükselttin, sonra daha da yükselttin ve diktiğin kulelerle övünmeye başladın. Benim özgürce uçtuğum gökyüzüne bariyerler yaptın sen. Sen gelmeden önce neşeyle pike yaptığım uçsuz bucaksız bir gök vardı, ama sen, bencil sen...” Dedi, yutkunarak devam etti: “Senin o övünerek gökyüzüne doğru yükselttiğin binalara çarpa çarpa yaralanıyorum ben her gün, şimdi anladın mı? “ dedi. “İyi de beni niye suçluyorsun, ben inşaatçı mıyım?” dedim. 
“Sen insan değil misin?” diye sordu gür sesiyle. Cevap veremedim, sustum kaldım... Camı açtım, “İstediğin zaman gidebilirsin” dedim, yüzüme baktı, baktı, baktı... Öylece uçup gitti...

Not: Yeşilçam'ın duayenlerinden sevgili hocamız Mehmet Aydın'dan almakta olduğum “Yaratıcı yazarlık ve senaryo “ dersleri kapsamında yazdığım üçüncü ödevdir. Koyu renkle yazdığım ilk paragraf hocamızın anlatımıdır, devamı da benim hayallerim naçizane.. Umarım hocamız da siz de beğenirsiniz... /EvdeYazar

Not2: Fotoğraftaki martı gerçekten de geldi pencereme kondu ve bu yazıya konu mankeni oldu. İnsan bazen ne kadar enteresan anlar yaşıyor...

24 yorum :

  1. Bir konuya yoğunlaşmışken onunla ilgili şeylere her yerde rastladığımda çok şaşırıyorum ben de. Martı'nın konukluğu harika olmuş, hikâyeyi de çok sevdim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Algının seçiciliği ya da düşüncelerin yoğunlaşması belki..

      Teşekkürler yorum için, mutlu pazarlar :)

      Sil
  2. Güzel olmuş bir an lafonteni okur gibi oldum. O kadar canlı var ki bizden başka konuşabilselerdi ne kadar çok şikayetçi olurlardı bizden. Ormanlara yazı asmak lazım burada lütfen hayvanlar gibi davranın diye altına da eklemeli çünkü hayvanlar ormana zarar vermez ormanı yakmazlar sevgiyle kalın

    YanıtlaSil
  3. Tebrikler. Gerilim tarzında yazacaksın, sanırım. :) İyi pazarlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerilim beni cezbetmiyor, göreceğiz bakalım, mutlu pazarlar :)

      Sil
  4. Elinize, emeğinize sağlık. Çok güzel bir hikaye olmuş. Umarım devamı gelir ve keyifle okuruz...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler, hedef bir kısa fim yazmak bakalım nasıl olacak. Ben de en az sizin kadar merak ediyorum:)
      Selam ve sevgiler...

      Sil
  5. Çok başarılı olacaksın Evde Yazar. Buna inanıyorum. Hikayeye o kadar kaptırıyor ki insan kendini, bir an okuduğunun bir hikaye olduğu çıkıyor aklından.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, bu cesaret verici yorumlarınız sayesinde yazmaya daha sıkı tutunuyorum.

      Sil
  6. Anlatımınız çok akıcı olmuş. Tebrikler. Yaratıcı yazarlık ve senaryo derslerinizde bol şanslar ... www.aynahikayesi.blogspot.com

    YanıtlaSil
  7. Başka bir yöne akarken, bir tokat gibi vurdu yüzüme "Sen insan değil misin?" cümlesi. Elinize kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  8. Çok güzel bir yazi olmus tebrik ederim.

    YanıtlaSil
  9. Ben bu hikayeyi okuduğumda Pazar günü bir alışveriş merkezinde çayımı yudumluyordum.
    Eve gideyim de ne kadar çok beğendiğimi öyle yazayım diyordum.
    Nereden bilebilirdim ki Pazar akşamı o lanet bombanın bir kaç kilometre ötemizde patlayıp herkesin elektrik çarpmış gibi donup kalacağını.Şimdi aklıma geldi yeniden okudum ve çok beğendiğimi belirtmek istedim.
    Yazın, yazılarınızı okumak içimizi ferahlatıyor...
    Siz yazın biz okuyalım.
    Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben ne diyeceğimi bilemiyorum, yaşamımızı kimse çalmasın...

      Sevgilerimle, ve çok teşekkür ederim.

      Sil
  10. İlk öncelikle yazınız hakkında şunu söylemeliyim."Muhteşem"...
    Sizi çoğu kişi gibi bende BlogHocam'dan görüp ziyeret için bakınıyordum.Sayfanız daki yazılar olsun,yazı tarzınız olsun,kattığı anlamlar olsun "Muhteşem"....
    Başarıların devamını dilerim.
    Darası Bizim Blogların Başına...
    toycitolgahan.blogspot.com.tr

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, işte böyle yorumlar, blog yazmayı çok anlamlı kılıyor...

      Sil
  11. Ben çok sevdim ... Emeğinize , yüreğinize sağlık ... " İnsan " ız işte ... güzeldi..
    başarılar

    YanıtlaSil
  12. Sen insan degil misin?
    Güzel yazi, devam ediniz.

    YanıtlaSil