Akşamdı.
Camlarda çiseleyen yağmur. Pencerede oturmuş, İstanbul’u
seyrediyordum. Düşercesine bir martı kondu pencereye. Ak tüylü
kanadında bir parça kan. Bana bakıyordu, ürkek gözleri.
Şaşırdım, acıdım. Bir an konuştuğumuzu sandım.
“Yanlış
pencereye kondun, sana yardım edemem” dedim, şaşkın gözlerle
yüzüme baktı. “Sana dokunamam çünkü” dedim, yüzüme
bakmaya devam etti. “Bir şey söylesene, neden öyle bakıyorsun
yüzüme?” dedim. Bu sefer yavaşça araladı gagasını, ne
söyleyeceğini gerçekten çok merak ettim. Önce genizini
temizledi, sonra sanki yılların tiyatrocusu gibi etkileyici davudi
bir sesle: “Hiç değişmeyecek misin?” dedi. Bakakaldım! Bu
ses, bu diksiyon! “ Ne o, çok şaşırmış görünüyorsun”
dedi. “ Sesin çok etkileyici, evet şaşırdım” dedim. “Bir
martının konuşması değil, diksiyonunun güzelliği şaşırttı
demek ki seni, gerçekten hiç değişmeyeceksin!” dedi.
Birden
yaşadığım olayın farkına varıp ürperdim. Karşımda bir martı
vardı, konuşuyordu, üstelik muhteşem bir ses ve diksiyonla!
Gerçeküstü bir sahnenin içinde olduğumu fark ettim. İstemsizce
elim hemen cep telefonuma gitti. Benim yerimde kim olsa aklına
geleceği gibi bu ânı
ölümsüzleştirmeyi düşündüm. Konuşan martı videosuyla
tıklanma rekorları kırar, internet fenomeni bile olabilirdim. Tam
ben bunları düşünürken, “Boşuna uğraşma, kameralar
kaydetmez beni“ dedi. “Ne yapacağımı nereden biliyorsun?”
diye sordum. “Ben herşeyi bilirim” dedi, büsbütün afalladım.
“Şu kanadıma pansuman yapacak mısın, kanarken sohbet etmek hiç
de kolay olmuyor” dedi. “Söylemiştim, sana dokunamam” dedim.
“Neden?” diye sordu. “Çünkü tüylüsün, ben tüylü
yaratıklara dokunamam, lütfen ısrar etme” dedim. “Tamam, işte
kendin söylüyorsun, tüylü yaratıklara dokunamazmışsın. Oysa
ben farklıyım. Çünkü ben, konuşan tüylü bir yaratığım.
Üstelik itiraf ettin, ses tonum ve diksiyonum da şahane!” dedi. “
Bak, kan kaybından ölürsem eğer, bir daha konuşan martı
görebilecek misin acaba, belki de bu sana verilmiş özel bir
şanstır ve bu şansı geri tepmen belki de felaketine neden
olacaktır!” dedi. Yarı tehdit, yarı korkutma, yarı umut içeren
bu cümle karşısında ikircikte kaldım. Martının bile ukalası
gelip beni buluyordu! “Ya bir rüyanın içindeyim, ya da bir
masalın ortasındayım” diye düşündüm. Pencereyi açıp
ürkekçe elimi uzattım. “Hadi korkma”dedi cesaret veren güzel
sesiyle. Elimle kanadının ucuna dokundum, sonra aniden geri
çekildim. “Yapamayacağım galiba” dedim. “Hemen pes etme”
dedi, “Hadi dokun, başımı okşa, bak nasıl da hoşuna gidecek”
dedi.
Davudi sesli, müthiş diksiyonlu bir tiyatro sanatçısının
başına nasıl dokunabilir ki insan! Biraz çekindim, sonra
cesaretimi toplayıp nihayet dediği gibi yaptım. “Bak, korkulacak
bir şey yokmuş gördüğün gibi, hadi beni kucağına al ve içeri
götür, üşüyorum” dedi.
Tüylü yaratıklara dokunamama fobisi,
konuşan bir martı sayesinde aniden yok olan her insan gibi, O'nu
sevgiyle kucağıma aldım ve pencereden içeriye taşıdım,
ortadaki sehpanın üzerine bıraktım.
Gidip içeriden çok
kullanmadığım, eski ve küçük bir battaniye getirdim, koltuğun
üzerine serdim. Martıyı güzelce örtünün üzerine yerleştirdim.
“Vay be, hayvanlara dokunamama fobimin böyle geçeceğini
söyleseler inanır mıydım?” diye düşündüm kendi kendime.
Kütüphanenin kenarına ne olur ne olmaz diye sıkıştırdığım
yara bandını getirdim. “ Önce kanı temizle, ne kadar da
beceriksizsin” dedi. Kolonya ve pamuk getirdim. “Öyle evinde
oksijen, tentürdiyot, bilumum ecza malzemesi bulunduran tedarikli
biri değilim, artık idare edeceksin Martı Bey” dedim azıcık
sinirlenerek. Pamuğa kolonya döküp hafifçe yarasını temizledim,
neyseki fazla derine inmemişti kesik, üzerine yara bandını
yapıştırmaya çalıştım. Tüylerini olabildiğince aralamam
gerekti ve aslında bant pek de sağlam durmadı. Görevini başarıyla
tamamlamış memur edasıyla “Tamam, dediğini yaptım, zaten yaran
fazla derin değilmiş” dedim. “Teşekkür ederim” dedi.
“Nasıl
yaralandın?” diye sordum. “Beni sen yaraladın” dedi. “
Hadii bu da nereden çıktı şimdi?” dedim şaşkınlıkla. ”Evet
beni sen yaraladın, incittin” diye tekrar etti. “İşine
gelmeyince hatırlamıyorsun tabii ki, hiç değişmeyeceksin”
dedi.
Beş
dakika öncesine kadar nasıl da normal bir insandım. Sıcak evimde
huzurlu huzurlu oturuyordum. Kim inanırdı ki cama yaralı bir martı
konsun, konuşmaya başlasın, yarasını sarayım, üstüne üstlük
onu yaraladığımı iddia etsin. Nasıl senaryo ama! Üstelik
dediğim dedik inatçı bir martı olduğu da belli. Ağız dalaşına
girmek istemedim, “Peki, madem seni ben yaraladım, söyle bakalım
nasıl oldu bu iş?” dedim.
“Ben” dedi, “Gül gibi yaşayıp
gidiyordum. Yandan çarklı vapurlarla rüzgara karşı yarış eder,
bana simit atan aşıklara türlü numaralar yapar, bu şehrin
şiirine duygu dolu sözler eklerdim. Biz öyle mutluyduk. Sonra sen
geldin, herşey berbat oldu! Önceleri düzelirsin diye bekledim, ama
nafile. Dedim ya hiç değişmedin, sanırım değişmeyeceksin de!
Beni sen yaraladın!” dedi.“Peki” dedim, “Ne zaman yaraladım
seni?” “Son otuz beş yıldır iyice zıvanadan çıktın, beni
her gün yaralıyorsun” dedi. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Bir
taraftan da kendimden şüphelenmeye başladım. Acaba gerçekten de
O'nu yaralamış olabilir miydim? Tamam tüylü yaratıklara
dokunamıyordum da, o kadar gaddar mıydım yoksa? “ Yanılıyorsun,
o ben değilim” dedim, dinlemezden geldi. O kadar kararlıydı ki,
“Anlat bakalım, nasıl oldu bu iş?” diye sordum.
“ Önce geldin
binaları yükselttin, sonra daha da yükselttin ve diktiğin
kulelerle övünmeye başladın. Benim özgürce uçtuğum gökyüzüne
bariyerler yaptın sen. Sen gelmeden önce neşeyle pike yaptığım
uçsuz bucaksız bir gök vardı, ama sen, bencil sen...” Dedi,
yutkunarak devam etti: “Senin o övünerek gökyüzüne doğru
yükselttiğin binalara çarpa çarpa yaralanıyorum ben her gün,
şimdi anladın mı? “ dedi. “İyi de beni niye suçluyorsun, ben
inşaatçı mıyım?” dedim.
“Sen insan değil misin?” diye
sordu gür sesiyle. Cevap veremedim, sustum kaldım... Camı açtım,
“İstediğin zaman gidebilirsin” dedim, yüzüme baktı, baktı,
baktı... Öylece uçup gitti...
Not:
Yeşilçam'ın duayenlerinden sevgili hocamız Mehmet
Aydın'dan
almakta olduğum “Yaratıcı yazarlık ve senaryo “ dersleri
kapsamında yazdığım üçüncü ödevdir. Koyu renkle yazdığım
ilk paragraf hocamızın anlatımıdır, devamı da benim
hayallerim naçizane.. Umarım hocamız da siz de beğenirsiniz... /EvdeYazar
Not2:
Fotoğraftaki martı gerçekten de geldi pencereme kondu ve bu yazıya
konu mankeni oldu. İnsan bazen ne kadar enteresan anlar yaşıyor...
Bir konuya yoğunlaşmışken onunla ilgili şeylere her yerde rastladığımda çok şaşırıyorum ben de. Martı'nın konukluğu harika olmuş, hikâyeyi de çok sevdim.
YanıtlaSilAlgının seçiciliği ya da düşüncelerin yoğunlaşması belki..
SilTeşekkürler yorum için, mutlu pazarlar :)
Güzel olmuş bir an lafonteni okur gibi oldum. O kadar canlı var ki bizden başka konuşabilselerdi ne kadar çok şikayetçi olurlardı bizden. Ormanlara yazı asmak lazım burada lütfen hayvanlar gibi davranın diye altına da eklemeli çünkü hayvanlar ormana zarar vermez ormanı yakmazlar sevgiyle kalın
YanıtlaSilteşekkürler katkınız için, sevgiler...
SilTebrikler. Gerilim tarzında yazacaksın, sanırım. :) İyi pazarlar.
YanıtlaSilGerilim beni cezbetmiyor, göreceğiz bakalım, mutlu pazarlar :)
SilElinize, emeğinize sağlık. Çok güzel bir hikaye olmuş. Umarım devamı gelir ve keyifle okuruz...
YanıtlaSilTeşekkürler, hedef bir kısa fim yazmak bakalım nasıl olacak. Ben de en az sizin kadar merak ediyorum:)
SilSelam ve sevgiler...
Çok başarılı olacaksın Evde Yazar. Buna inanıyorum. Hikayeye o kadar kaptırıyor ki insan kendini, bir an okuduğunun bir hikaye olduğu çıkıyor aklından.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, bu cesaret verici yorumlarınız sayesinde yazmaya daha sıkı tutunuyorum.
SilAnlatımınız çok akıcı olmuş. Tebrikler. Yaratıcı yazarlık ve senaryo derslerinizde bol şanslar ... www.aynahikayesi.blogspot.com
YanıtlaSilTeşekkürler:)
SilBaşka bir yöne akarken, bir tokat gibi vurdu yüzüme "Sen insan değil misin?" cümlesi. Elinize kaleminize sağlık.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim :)
SilÇok güzel bir yazi olmus tebrik ederim.
YanıtlaSilTeşekkür ederim, sevgiler...
SilBen bu hikayeyi okuduğumda Pazar günü bir alışveriş merkezinde çayımı yudumluyordum.
YanıtlaSilEve gideyim de ne kadar çok beğendiğimi öyle yazayım diyordum.
Nereden bilebilirdim ki Pazar akşamı o lanet bombanın bir kaç kilometre ötemizde patlayıp herkesin elektrik çarpmış gibi donup kalacağını.Şimdi aklıma geldi yeniden okudum ve çok beğendiğimi belirtmek istedim.
Yazın, yazılarınızı okumak içimizi ferahlatıyor...
Siz yazın biz okuyalım.
Sevgilerimle.
Ben ne diyeceğimi bilemiyorum, yaşamımızı kimse çalmasın...
SilSevgilerimle, ve çok teşekkür ederim.
İlk öncelikle yazınız hakkında şunu söylemeliyim."Muhteşem"...
YanıtlaSilSizi çoğu kişi gibi bende BlogHocam'dan görüp ziyeret için bakınıyordum.Sayfanız daki yazılar olsun,yazı tarzınız olsun,kattığı anlamlar olsun "Muhteşem"....
Başarıların devamını dilerim.
Darası Bizim Blogların Başına...
toycitolgahan.blogspot.com.tr
Çok teşekkür ederim, işte böyle yorumlar, blog yazmayı çok anlamlı kılıyor...
SilBen çok sevdim ... Emeğinize , yüreğinize sağlık ... " İnsan " ız işte ... güzeldi..
YanıtlaSilbaşarılar
Çok teşekkür ederim, sevgiler...
SilSen insan degil misin?
YanıtlaSilGüzel yazi, devam ediniz.
Teşekkürler, sevgiler.
Sil